حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْعَزِيزِ بْنُ مُحَمَّدٍ عَنْ سُهَيْلِ بْنِ أَبِى صَالِحٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ:
"لاَ تَبْدَءُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى بِالسَّلاَمِ، وَإِذَا لَقِيتُمْ أَحَدَهُمْ فِى الطَّرِيقِ فَاضْطَرُّوهُمْ إِلَى أَضْيَقِهِ."
[قَالَ: وَفِى الْبَابِ عَنِ ابْنِ عُمَرَ، وَأَنَسٍ، وَأَبِى بَصْرَةَ الْغِفَارِىِّ صَاحِبِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم.
قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ .]
Bize Kuteybe, ona Abdülaziz b. Muhammed, ona Süheyl b. Ebu Sâlih, ona babası, ona da Ebu Hureyre'nin rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
"Yahudi ve Hıristiyanlara selam vermeye önce siz başlamayın. Onlardan biriyle karşılaştığınızda onları yolun kenarından yürümeye zorlayın."
[Tirmizî şöyle dedi: Bu konuda Hz. Peygamber'in (sav) ashabından İbn Ömer, Enes Ebu Basra el-Gıfârî'den nakledilen rivayetler vardır.
Ebu İsa (Tirmizî) şöyle demiştir: Bu hadis, hasen-sahihtir.]
Öneri Formu
Hadis Id, No:
20280, T001602
Hadis:
حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ حَدَّثَنَا عَبْدُ الْعَزِيزِ بْنُ مُحَمَّدٍ عَنْ سُهَيْلِ بْنِ أَبِى صَالِحٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ:
"لاَ تَبْدَءُوا الْيَهُودَ وَالنَّصَارَى بِالسَّلاَمِ، وَإِذَا لَقِيتُمْ أَحَدَهُمْ فِى الطَّرِيقِ فَاضْطَرُّوهُمْ إِلَى أَضْيَقِهِ."
[قَالَ: وَفِى الْبَابِ عَنِ ابْنِ عُمَرَ، وَأَنَسٍ، وَأَبِى بَصْرَةَ الْغِفَارِىِّ صَاحِبِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم.
قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ .]
Tercemesi:
Bize Kuteybe, ona Abdülaziz b. Muhammed, ona Süheyl b. Ebu Sâlih, ona babası, ona da Ebu Hureyre'nin rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur:
"Yahudi ve Hıristiyanlara selam vermeye önce siz başlamayın. Onlardan biriyle karşılaştığınızda onları yolun kenarından yürümeye zorlayın."
[Tirmizî şöyle dedi: Bu konuda Hz. Peygamber'in (sav) ashabından İbn Ömer, Enes Ebu Basra el-Gıfârî'den nakledilen rivayetler vardır.
Ebu İsa (Tirmizî) şöyle demiştir: Bu hadis, hasen-sahihtir.]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Tirmizî, Sünen-i Tirmizî, Siyer 41, 4/154
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebû Salih es-Semmân (Ebû Sâlih Zekvân b. Abdillâh et-Teymî)
3. Ebu Yezid Süheyl b. Ebu Salih es-Semmân (Süheyl b. Zekvan)
4. Ebu Muhammed Abdülaziz b. Muhammed ed-Derâverdî (Abdülaziz b. Muhammed b. Ubeyd b. Ebu Ubeyd)
5. Ebu Recâ Kuteybe b. Said es-Sekafi (Kuteybe b. Said b. Cemil b. Tarif)
Konular:
Ehl-i Kitab, Ehl-i kitap ile ilişkiler
KTB, SELAM
Selam, Ehli kitaba, müşriğe vs.
Selam, gayri müslimlere selam verme biçimi
Bize Ebu Kâmil, ona Züheyr, ona Süheyl b. Ebu Salih, ona babası (Ebu Salih es-Semmân), ona Ebu Hureyre'nin naklettiğine göre Rasulullah(sav) şöyle buyurdu:
"Onlarla yolda karşılaştığınızda selam vermeyi önce siz başlatmayın ve onları yolun dar yerinden yürümeye zorlayın."
[Züheyr dedi ki: 'Süheyl'e: '('Onlar' derken kastettiğin) Yahudi ve Hıristiyanlar mıdır?' diye sordum. O da: 'Müşriklerdir' cevabını verdi.']
Öneri Formu
Hadis Id, No:
46607, HM007557
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو كَامِلٍ حَدَّثَنَا زُهَيْرٌ حَدَّثَنَا سُهَيْلُ بْنُ أَبِي صَالِحٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ:
"إِذَا لَقِيتُمُوهُمْ فِي طَرِيقٍ، فَلَا تَبْدَؤُهُمْ بالسلام، وَاضْطَرُّوهُمْ إِلَى أَضْيَقِهَا".
[قَالَ زُهَيْرٌ: فَقُلْتُ لِسُهَيْلٍ: ’الْيَهُودُ وَالنَّصَارَى؟’. فَقَالَ: ’الْمُشْرِكُونَ’.]
Tercemesi:
Bize Ebu Kâmil, ona Züheyr, ona Süheyl b. Ebu Salih, ona babası (Ebu Salih es-Semmân), ona Ebu Hureyre'nin naklettiğine göre Rasulullah(sav) şöyle buyurdu:
"Onlarla yolda karşılaştığınızda selam vermeyi önce siz başlatmayın ve onları yolun dar yerinden yürümeye zorlayın."
[Züheyr dedi ki: 'Süheyl'e: '('Onlar' derken kastettiğin) Yahudi ve Hıristiyanlar mıdır?' diye sordum. O da: 'Müşriklerdir' cevabını verdi.']
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ahmed b. Hanbel, Müsned-i Ahmed, Ebu Hureyre 7557, 3/96
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebû Salih es-Semmân (Ebû Sâlih Zekvân b. Abdillâh et-Teymî)
3. Ebu Yezid Süheyl b. Ebu Salih es-Semmân (Süheyl b. Zekvan)
4. Züheyr b. Muaviye el-Cu'fî (Züheyr b. Muaviye b. Hadîc b. Rahîl b. Züheyr b. Hayseme)
5. Ebu Kamil Muzaffer b. Müdrik el-Horasanî (Muzaffer b. Müdrik)
Konular:
Ehl-i Kitab, Ehl-i kitap ile ilişkiler
KTB, SELAM
Selam, Ehli kitaba, müşriğe vs.
Sosyal Hayat, mü'min-müşrik ilşkisi
Ey ehl-i kitap! (Gerçeği) görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın âyetlerini inkâr edersiniz?
Öneri Formu
Hadis Id, No:
53194, KK3/70
Hadis:
يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَكْفُرُونَ بِآيَاتِ اللّهِ وَأَنتُمْ تَشْهَدُونَ
Tercemesi:
Ey ehl-i kitap! (Gerçeği) görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın âyetlerini inkâr edersiniz?
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Kur'an, Kur'an-ı Kerim, Âl-i Imrân 3/70, /
Senetler:
()
Konular:
Ehl-i Kitab, bilgileri olmasına rağmen kıskançlık yüzünden ihtilafa düşmeleri
Ehl-i Kitab, Ehl-i kitap ile ilişkiler
Ehl-i kitap, inançları
Kur'an, ayetleri inkar ve alay
حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ أَخْبَرَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنْ هَمَّامِ بْنِ مُنَبِّهٍ أَنَّهُ سَمِعَ أَبَا هُرَيْرَةَ - رضى الله عنه - يَقُولُ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم " قِيلَ لِبَنِى إِسْرَائِيلَ ( ادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا وَقُولُوا حِطَّةٌ نَغْفِرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْ ) فَبَدَّلُوا فَدَخَلُوا يَزْحَفُونَ عَلَى أَسْتَاهِهِمْ وَقَالُوا حَبَّةٌ فِى شَعَرَةٍ " .
Bize İshak, ona Abdurrezzak, ona Ma‘mer, ona Hemmâm b. Münebbih, ona da Ebu Hureyre'nin (ra) rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
"İsrailoğulları'na: (Beytulmakdis) kapısından secde ediciler olarak (tevazu ile) giriniz ve Hıtta (Yâ Rabb, dileğimiz günahımızı affetmendir) deyiniz de günahlarınızı sizin lehinize mağfiret edelim, denildi. Onlar ise bu emri ters çevirdiler de, kıçları üzerinde sürünerek girdiler ve (Hıtta yerine) Habbetun fî şearatin (Kıl çuval içinde tane) sözünü söylediler."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
31924, B004641
Hadis:
حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ أَخْبَرَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنْ هَمَّامِ بْنِ مُنَبِّهٍ أَنَّهُ سَمِعَ أَبَا هُرَيْرَةَ - رضى الله عنه - يَقُولُ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم " قِيلَ لِبَنِى إِسْرَائِيلَ ( ادْخُلُوا الْبَابَ سُجَّدًا وَقُولُوا حِطَّةٌ نَغْفِرْ لَكُمْ خَطَايَاكُمْ ) فَبَدَّلُوا فَدَخَلُوا يَزْحَفُونَ عَلَى أَسْتَاهِهِمْ وَقَالُوا حَبَّةٌ فِى شَعَرَةٍ " .
Tercemesi:
Bize İshak, ona Abdurrezzak, ona Ma‘mer, ona Hemmâm b. Münebbih, ona da Ebu Hureyre'nin (ra) rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
"İsrailoğulları'na: (Beytulmakdis) kapısından secde ediciler olarak (tevazu ile) giriniz ve Hıtta (Yâ Rabb, dileğimiz günahımızı affetmendir) deyiniz de günahlarınızı sizin lehinize mağfiret edelim, denildi. Onlar ise bu emri ters çevirdiler de, kıçları üzerinde sürünerek girdiler ve (Hıtta yerine) Habbetun fî şearatin (Kıl çuval içinde tane) sözünü söylediler."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Tefsîr 4, 2/187
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebu Ukbe Hemmâm b. Münebbih el-Yemânî (Hemmâm b. Münebbih b. Kamil b. Sîc)
3. Ebu Urve Mamer b. Raşid el-Ezdî (Mamer b. Râşid)
4. ُEbu Bekir Abdürrezzak b. Hemmam (Abdürrezzak b. Hemmam b. Nafi)
5. İshak b. Râhûye el-Mervezî (İshak b. İbrahim b. Mahled)
Konular:
Ehl-i Kitab, Ehl-i kitap ile ilişkiler
Ehl-i kitap
Kur'an, tefsiri, bazı ayetlerin
Tevazu, müslüman mütevazidir
Bize Abdurrezzâk, ona Maʿmer, ona Zuhrî, ona Abdurrahman b. Kaʿb b. Mâlik, ona da babası (Kaʿb b. Mâlik) şöyle demiştir:
"Tebük seferine kadar, ben, Bedir dışında, Rasulullah’ın (sav) katıldığı hiçbir gazveden geri kalmadım. Bedir’e katılmayanlardan hiç kimseyi Rasulullah (sav) kınamamıştır. Çünkü Bedir için yola çıktığında asıl hedefi kervandı. Kureyş de kendi kervanlarına destek için çıkmıştı. Böylece Allah’ın buyurduğu üzere [Enfâl, 8/42], önceden belirlenmiş bir buluşma olmadan, karşı karşıya geldiler. Vallahi, Rasulullah’ın insanlar içindeki en şerefli şahitliklerinden biri Bedir’dir. Buna rağmen ben, İslâm üzerine sözleştiğimiz Akabe gecesindeki biatte bulunmayı, Bedir’de bulunmaya tercih ederim. Daha sonra, Rasulullah’ın (sav) çıktığı son gazve olan Tebûk Gazvesi’ne kadar, hiçbir gazveden geri kalmadım. Rasulullah (sav) insanlara sefere çıkacaklarını haber verdi ve herkesin savaşa hazırlanmasını istedi. Bu (sefer), (sıcaktan dolayı) gölgelerin insana cazip geldiği ve meyveler olgunlaştığı bir vakitteydi. Rasulullah (sav) çoğu zaman gazveye çıkarken maksadını gizler, başka bir yeri hedef gösterirdi. ve 'Harp hiledir' buyururdu. [Yakub'un İbn Şihâb'ın kardeşinin oğlundan rivayetinde (إِلَّا وَرَّى بِغَيْرِهَا) ifadesi kullanılmıştır. Bize Süfyân, ona Ma'mer, Ona Zührî, ona da Abdurrahman b. Abdullah b. Kaʿb b. Mâlik bu hadisi rivayet etti ve rivayetinde (وَرَّى غَيْرَهَا) ifadesini kullanmış, ardından hadisi Abdurrezzâk'ın rivayetine dönmüş, (aynısını rivayet etmiştir).] Rasulullah (sav) çoğu zaman gazveye çıkarken maksadını gizler, başka bir yeri hedef gösterir ve 'Harp hiledir' buyururdu. Ama Tebûk’ta (bizzat nereye gideceğini açıklayarak), herkesin hazırlığını yapmasını arzu etti. Ben, o zamanlar, iki binek toplayacak kadar varlıklı ve cihada çıkabilecek en güçlü dönemimde, çevik ve güçlü idim. Fakat gölgelerin serinliği ve meyvelerin cazibesi beni oyalanmaya sevk etti. Rasulullah (sav) perşembe sabahı sefere çıktı. O, perşembe günleri yola çıkmayı severdi. Ben de kendi kendime 'Yarın pazara gidip hazırlığımı alır, onlara yetişirim' dedim. Ertesi gün pazara gittim ama işlerim biraz ağır geldi. Sonra yine 'Neyse, yarın hazırlar, onlara yetişirim inşallah' dedim. Böyle erteleyerek oyalandım, derken günah bana ağır bastı, üzerime çöktü ve seferden geri kalmış oldum. Mahzun bir şekilde sokaklarda dolaşmaya, Medine çarşılarında gezmeye başladım. Çünkü (savaştan geri kalanların tamamının) münafıklıkla itham edilen kimseler olduğunu görüyordum. Rasulullah’tan (seferden) geri kalan herkes, geri kalmasının fark edilmeyeceğini düşünüyordu. Zira geri kalanlar bir divanda (kayıt defterinde) bir araya getirilmeyecek kadar çoktu; seksen küsur kişiydi."
"Tebûk’a varıncaya kadar Rasulullah (sav) benden söz etmedi. Tebûk’a vardığında 'Kaʿb b. Mâlik ne yaptı?' diye sordu. Kavmimden biri 'Ey Allah'ın Rasulü! Elbiseleri ve omuzlarına bakıp böbürlenmesi onu seferden alıkoydu' dedi. [Yakub'un İbn Şihâb'ın kardeşinin oğlundan rivayetinde (بُرْدَاهُ وَالنَّظَرُ فِي عِطْفَيْهِ) ifadesi kullanılmıştır.] Muâz b. Cebel de 'Ne kötü söz söyledin! Vallahi ey Allah'ın Rasulü, onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz' dedi. Onlar böyle konuşurken, sıcağın serabı içinde, bir adamın yürüyerek geldiğini gördüler. Rasulullah (sav) 'Bu, Ebu Hayseme olmalı' buyurdu, Bir de baktık ki gerçekten de gelen Ebu Hayseme idi. Sonra Tebûk seferini tamamlayan Rasulullah (sav) dönüp Medine’ye yaklaşınca, ben, Rasulullah’ın (sav) öfkesinden kurtulmanın yollarını aramaya ve ailemden, kendisine danışılacak herkesten fikir sormaya başladım. Nihayet 'Rasulullah (sav) yarın sabah Medine’ye girecek' denilince artık içimdeki bütün yanlış düşünceler kayboldu ve kesin olarak anladım ki, ancak doğruyu söyleyerek kurtulabilirim. Rasulullah (sav) kuşluk vakti Medine’ye girdi. Her sefer dönüşü adeti olduğu üzere Mescide girer iki rekât namaz kılar ve otururdu. Bu sefer de öyle yaptı. Ardından seferden geri kalanlar gelmeye başladılar. Onlar yemin edip, özür beyan ediyorlar, Hz. Peygamber (sav) de onların zahirî beyanlarını esas kabul edip, onlar için bağışlanma diliyor ve iç dünyalarını ise Allah’a bırakıyordu. Ben de mescide girdim. Rasulullah (sav) beni görünce öfkeli bir adam gibi tebessüm etti. Yanına varıp oturdum. Bana 'Sen binek hazırlamamış mıydın?' buyurdu. Ben de 'Evet, ey Allah’ın Rasûlü, hazırlamıştım' dedim. 'Peki seni alıkoyan ne oldu?' buyurdu. Ben de 'Vallahi, ey Allah’ın Rasulü! Eğer senden başka herhangi birinin yanında bulunsaydım, mutlaka bir mazeret ileri sürer, onun öfkesinden kurtulurdum. Çünkü ben tartışmada güçlü biriyim. [Yakub'un İbn Şihâb'ın kardeşinin oğlundan rivayetinde 'Onun gazabından bir özürle kurtulabileceğimi gördüm. (Ukayl’in rivayetinde ise 'onun gazabından bir özürle çıkabilirim' şeklinde geçmektedir.) ama belki de Allah seni bana öfkelendirecektir. Eğer sana doğru bir söz söylersem bu konuda bana darılacaksın, fakat ben bu hususta Allah’ın affını umarım’ denilmektedir.] Fakat ben biliyorum ki eğer ben, aleyhime de olsa, sana doğruyu söylersem, sen bana kızabilirsin, ama ben Allah’ın affını umarım. Ama, seni hoşnut edecek bir bir yalan söylersem, Allah, onun hakikati konusunda seni bilgilendirir. Allah’a yemin olsun ki, ey Allah’ın Rasulü, hiçbir zaman, Tebûk’tan geri kaldığım günkü kadar varlıklı ve sefere hazırlıklı bir konumda hiç olmadım' dedim. Rasulullah (sav) 'İşte bu adam size doğruyu söyledi. Haydi kalk, artık Allah senin hakkında hükmünü verinceye kadar bekle' buyurdu. Ben kalktım. Kavmimden bazı kimseler peşimden gelip beni azarladılar ve 'Vallahi, daha önce senin günah işlediğini bilmiyoruz. Keşke Hz. Peygamber'in (sav) hoşnut olacağı bir mazeret bildirseydin, ardından O da senin için istiğfar ederdi, böylece kendini, hakkında ne hüküm verileceğini bilmediğin bir konuma düşürmezdin' dediler. Beni o kadar azarladılar ki, dönüp söylediklerimi inkâr etmeyi düşündüm. Sonra onlara 'Benim gibi konuşan oldu mu?' dedim, 'Evet, Hilâl b. Ümeyye ve Murâre b. Rebî de aynı şekilde konuştu' dediler. Bunlar Bedir’e katılmış, salih kimselerdi. Bunun üzerine ben 'Hayır! Vallahi, asla sözümü geri almayacağım, kendimi yalanlamayacağım' dedim."
"Rasulullah (sav), üçümüz hakkında, 'Onlarla kimse konuşmasın' diye emretti. Bundan sonra çarşıya çıktığımda kimse benimle konuşmuyordu. İnsanlar, sanki bizim tanıdığımız insanlar değilmiş gibi bize yabancılaştı. Duvarlar bile sanki tanıdığımız duvarlar değilmiş gibi bize yabancı geliyordu. Hatta yeryüzü bile, sanki tanıdığımız yeryüzü değilmiş gibi, bize yabancı görünüyordu. Ben aslında o iki arkadaşımdan daha güçlüydüm. Çarşıya gidiyor, mescide uğruyor, Rasulullah’a (sav) selam veriyordum. Kendi kendime 'Acaba dudaklarını selamıma karşılık kıpırdattı mı?' diye bakıyordum. Namaz kılmak için direklerden birinin arkasına durduğumda, Rasulullah (sav) göz ucuyla bana bakıyor, ama ben ona bakınca yüzünü çeviriyordu. İki arkadaşım ise tamamen teslimiyet göstermiş, gece gündüz ağlıyor, başlarını bile kaldırmıyorlardı. Bir gün çarşıda dolaşırken, yiyecek satmak için gelen bir Hristiyan adam 'Bana Kaʿb b. Mâlik’i gösterecek kim var?' diye soruyordu. İnsanlar beni işaret ettiler. O da bana geldi ve Gassân melikinden bir mektup getirdi. Mektupta 'Bundan sonra: Arkadaşının seni dışladığı ve sana sırt çevirdiği haberi bana ulaştı. Hâlbuki sen aşağılanacak, zayi edilecek bir yerde değilsin. Bize katıl, seni şereflendirelim' diyordu. Ben mektubu okuyunca 'İşte bu da bir imtihan ve fitne' dedim, hemen tandırı tutuşturdum, mektubu içine atıp yaktım. Kırk gece geçince, Rasulullah’tan (sav) bir elçi geldi ve bana 'Hanımından ayrı dur' dedi. Ben 'Onu boşayacak mıyım?' diye sordum, 'Hayır, ama ona yaklaşma' dedi. Hilâl b. Ümeyye’nin hanımı Rasulullah’a (sav) geldi ve 'Ey Allah’ın Rasulü! Hilâl yaşlı ve güçsüzdür. Ona hizmet etmem için bana izin verir misin?' dedi. Rasulullah (sav) 'Evet, ama sakın sana yaklaşmasın' buyurdu. Kadın 'Vallahi onda böyle bir hal yok! O günden beri gece gündüz ağlıyor, hiç hareket etmiyor' dedi. Kaʿb der ki: İmtihanım uzayınca, amcaoğlum Ebu Katâde’nin bahçesine tırmanıp girdim. Ona selam verdim. Selamımı almadı. 'Ey Ebu Katâde! Allah aşkına söyler misin, ben Allah’ı ve Rasûlünü seviyor muyum?' dedim, sessiz kaldı. Tekrar 'Ey Ebu Katâde! Allah için söyle, ben Allah’ı ve Rasulünü seviyor muyum?' dedim, yine sustu. Üçüncü defa söyledim. Bunun üzerine bana 'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir' dedi. Artık kendime hâkim olamadım, ağladım ve bahçeden çıkıp gittim."
"Rasulullah’ın (sav) bizimle konuşmayı yasaklamasının üzerinden elli gece geçmişti. Evimizin damında sabah namazını kıldım. Sonra oturdum. Allah'ın 'Bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, ve bunalmışlardı' Tevbe, 9/118 ayetinde buyurduğu konumdaydım. İşte o haldeyken, Sel Dağı’nın tepesinden 'Müjde ey Kaʿb b. Mâlik!' diye bir ses duydum, hemen secdeye kapandım. Anladım ki Allah bize ferahlık vermiştir. Bir adam da atla yanıma geldi ve bana müjdeyi verdi. Ama dağın tepesinden gelen ses attan daha hızlı ulaştı. Müjdeciye sevincimin karşılığı olarak üzerimdeki takım elbisemi verdim, ben de başka bir takım elbise giydim. Bizim tövbemiz (ile ilgili ayetler), gecenin üçte ikisi geçtiğinde Rasulullah’a (sav) inmişti. Ümmü Seleme 'Ey Allah'ın Rasulü! Kaʿb b. Mâlik’e hemen müjde versek olmaz mı?' dedi. Rasulullah (sav) 'Evet, ama o zaman insanlar kapınızı aşındırır, gece boyunca uyumanıza engel olurlar' buyurdu. Ümmü Seleme benim hakkımda hayır düşünen ve halime üzülen biriydi. Ben hemen Rasulullah’a (sav) gittim. Mescitte, etrafı Müslümanlarla çevrili halde oturuyordu. Yüzü ay gibi aydınlanmıştı. Zira o, sevindiğinde yüzü parıldardı. Yanına vardım, oturdum. Bana 'Müjde ey Kaʿb b. Mâlik! Annenin seni doğurduğundan beri sana gelen en hayırlı gün budur' buyurdu. Ben 'Ey Allah’ın Rasulü! Bu müjde sana Allah’tan mı geldi, yoksa sizden mi?' dedim, 'Hayır, Allah’tandır' buyurdu. Sonra 'Andolsun ki, Allah, yine peygambere ve en zor gününde ona uyan Muhacirler'le Ensar'a, içlerinden bir kısmının kalbleri az kalsın kayacak gibi olmuşken, tevbe nasip etti de lütfedip tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü O, gerçekten çok şefkatli, çok bağışlayıcıdır' Tevbe, 9/117 ayetini okudu ve 'Allah’tan sakının ve sadıklarla beraber olun.' Tevbe, 9/119 ayetinin bizim için de indirildiğini söyledi. Ben 'Ey Allah'ın Rasulü! Tövbemin kabulünün (şükrü olarak) bundan böyle ömrüm boyunca sadece doğruyu söyleyeceğim. Ayrıca bütün malımı sadaka olarak Allah ve Rasûlü’ne vermek istiyorum' dedim. Rasulullah (sav) 'Malının bir kısmını yanında tut, bu senin için daha hayırlıdır' buyurdu. Ben 'Öyleyse Hayber’deki hissemi elimde tutacağım' dedim. Kaʿb der ki: Allah’ın bana İslâm’dan sonra verdiği en büyük nimet, Rasulullah’a doğruyu söylememdir. Eğer o gün yalan söyleseydim, helâk olmuştum. Ben ve iki arkadaşım doğruyu söyledik, Allah da bizi kurtardı. O günden sonra, hiçbir zaman kasten yalan söylemedim ve Allah’ın da ömrüm boyunca beni doğruluk üzere sabit kılmasını ümit ediyorum."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
76372, HM027717
Hadis:
حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ قَالَ حَدَّثَنَا مَعْمَرٌ عَنِ الزُّهْرِيِّ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ عَنْ أَبِيهِ قَالَ
لَمْ أَتَخَلَّفْ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي غَزَاةٍ غَزَاهَا حَتَّى كَانَتْ غَزْوَةُ تَبُوكَ إِلَّا بَدْرًا وَلَمْ يُعَاتِبْ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَحَدًا تَخَلَّفَ عَنْ بَدْرٍ إِنَّمَا خَرَجَ يُرِيدُ الْعِيرَ فَخَرَجَتْ قُرَيْشٌ مُغَوِّثِينَ لِعِيرِهِمْ فَالْتَقَوْا عَنْ غَيْرِ مَوْعِدٍ كَمَا قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ وَلَعَمْرِي إِنَّ أَشْرَفَ مَشَاهِدِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي النَّاسِ لَبَدْرٌ وَمَا أُحِبُّ أَنِّي كُنْتُ شَهِدْتُهَا مَكَانَ بَيْعَتِي لَيْلَةَ الْعَقَبَةِ حَيْثُ تَوَافَقْنَا عَلَى الْإِسْلَامِ وَلَمْ أَتَخَلَّفْ بَعْدُ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي غَزْوَةٍ غَزَاهَا حَتَّى كَانَتْ غَزْوَةُ تَبُوكَ وَهِيَ آخِرُ غَزْوَةٍ غَزَاهَا فَأَذِنَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِلنَّاسِ بِالرَّحِيلِ وَأَرَادَ أَنْ يَتَأَهَّبُوا أُهْبَةَ غَزْوِهِمْ وَذَلِكَ حِينَ طَابَ الظِّلَالُ وَطَابَتْ الثِّمَارُ فَكَانَ قَلَّمَا أَرَادَ غَزْوَةً إِلَّا وَرَّى غَيْرَهَا وَقَالَ يَعْقُوبُ عَنِ ابْنِ أَخِي ابْنِ شِهَابٍ إِلَّا وَرَّى بِغَيْرِهَا حَدَّثَنَاهُ سُفْيَانَ عَنْ مَعْمَرٍ عَنِ الزُّهْرِيِّ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ وَقَالَ فِيهِ وَرَّى غَيْرَهَا ثُمَّ رَجَعَ إِلَى حَدِيثِ عَبْدِ الرَّزَّاقِ وَكَانَ يَقُولُ الْحَرْبُ خَدْعَةٌ فَأَرَادَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي غَزْوَةِ تَبُوكَ أَنْ يَتَأَهَّبَ النَّاسُ أُهْبَةً وَأَنَا أَيْسَرُ مَا كُنْتُ قَدْ جَمَعْتُ رَاحِلَتَيْنِ وَأَنَا أَقْدَرُ شَيْءٍ فِي نَفْسِي عَلَى الْجِهَادِ وَخِفَّةِ الْحَاذِ وَأَنَا فِي ذَلِكَ أَصْغُو إِلَى الظِّلَالِ وَطِيبِ الثِّمَارِ فَلَمْ أَزَلْ كَذَلِكَ حَتَّى قَامَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ غَادِيًا بِالْغَدَاةِ وَذَلِكَ يَوْمَ الْخَمِيسِ وَكَانَ يُحِبُّ أَنْ يَخْرُجَ يَوْمَ الْخَمِيسِ فَأَصْبَحَ غَادِيًا فَقُلْتُ أَنْطَلِقُ غَدًا إِلَى السُّوقِ فَأَشْتَرِي جَهَازِي ثُمَّ أَلْحَقُ بِهِمْ فَانْطَلَقْتُ إِلَى السُّوقِ مِنْ الْغَدِ فَعَسُرَ عَلَيَّ بَعْضُ شَأْنِي فَرَجَعْتُ فَقُلْتُ أَرْجِعُ غَدًا إِنْ شَاءَ اللَّهُ فَأَلْحَقُ بِهِمْ فَعَسُرَ عَلَيَّ بَعْضُ شَأْنِي فَلَمْ أَزَلْ كَذَلِكَ حَتَّى الْتَبَسَ بِي الذَّنْبُ وَتَخَلَّفْتُ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَجَعَلْتُ أَمْشِي فِي الْأَسْوَاقِ وَأَطُوفُ بِالْمَدِينَةِ فَيُحْزِنُنِي أَنِّي لَا أَرَى أَحَدًا تَخَلَّفَ إِلَّا رَجُلًا مَغْمُوصًا عَلَيْهِ فِي النِّفَاقِ وَكَانَ لَيْسَ أَحَدٌ تَخَلَّفَ إِلَّا رَأَى أَنَّ ذَلِكَ سَيُخْفَى لَهُ وَكَانَ النَّاسُ كَثِيرًا لَا يَجْمَعُهُمْ دِيوَانٌ وَكَانَ جَمِيعُ مَنْ تَخَلَّفَ عَنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِضْعَةً وَثَمَانِينَ رَجُلًا
وَلَمْ يَذْكُرْنِي النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حَتَّى بَلَغَ تَبُوكًا فَلَمَّا بَلَغَ تَبُوكًا قَالَ مَا فَعَلَ كَعْبُ بْنُ مَالِكٍ فَقَالَ رَجُلٌ مِنْ قَوْمِي خَلَّفَهُ يَا رَسُولَ اللَّهِ بُرْدَيْهِ وَالنَّظَرُ فِي عِطْفَيْهِ وَقَالَ يَعْقُوبُ عَنِ ابْنِ أَخِي ابْنِ شِهَابٍ بُرْدَاهُ وَالنَّظَرُ فِي عِطْفَيْهِ فَقَالَ مُعَاذُ بْنُ جَبَلٍ بِئْسَمَا قُلْتَ وَاللَّهِ يَا نَبِيَّ اللَّهِ مَا نَعْلَمُ إِلَّا خَيْرًا فَبَيْنَا هُمْ كَذَلِكَ إِذَا هُمْ بِرَجُلٍ يَزُولُ بِهِ السَّرَابُ فَقَالَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كُنْ أَبَا خَيْثَمَةَ فَإِذَا هُوَ أَبُو خَيْثَمَةَ فَلَمَّا قَضَى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ غَزْوَةَ تَبُوكَ وَقَفَلَ وَدَنَا مِنْ الْمَدِينَةِ جَعَلْتُ أَتَذَكَّرُ بِمَاذَا أَخْرُجُ مِنْ سَخْطَةِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَأَسْتَعِينُ عَلَى ذَلِكَ كُلَّ ذِي رَأْيٍ مِنْ أَهْلِي حَتَّى إِذَا قِيلَ النَّبِيُّ هُوَ مُصْبِحُكُمْ بِالْغَدَاةِ زَاحَ عَنِّي الْبَاطِلُ وَعَرَفْتُ أَنِّي لَا أَنْجُو إِلَّا بِالصِّدْقِ وَدَخَلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ضُحًى فَصَلَّى فِي الْمَسْجِدِ رَكْعَتَيْنِ وَكَانَ إِذَا جَاءَ مِنْ سَفَرٍ فَعَلَ ذَلِكَ وَدَخَلَ الْمَسْجِدَ فَصَلَّى رَكْعَتَيْنِ ثُمَّ جَلَسَ فَجَعَلَ يَأْتِيهِ مَنْ تَخَلَّفَ فَيَحْلِفُونَ لَهُ وَيَعْتَذِرُونَ إِلَيْهِ فَيَسْتَغْفِرُ لَهُمْ وَيَقْبَلُ عَلَانِيَتَهُمْ وَيَكِلُ سَرَائِرَهُمْ إِلَى اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ فَدَخَلْتُ الْمَسْجِدَ فَإِذَا هُوَ جَالِسٌ فَلَمَّا رَآنِي تَبَسَّمَ تَبَسُّمَ الْمُغْضَبِ فَجِئْتُ فَجَلَسْتُ بَيْنَ يَدَيْهِ فَقَالَ أَلَمْ تَكُنْ ابْتَعْتَ ظَهْرَكَ قُلْتُ بَلَى يَا نَبِيَّ اللَّهِ قَالَ فَمَا خَلَّفَكَ قُلْتُ وَاللَّهِ لَوْ بَيْنَ يَدَيْ أَحَدٍ مِنْ النَّاسِ غَيْرَكَ جَلَسْتُ لَخَرَجْتُ مِنْ سَخْطَتِهِ بِعُذْرٍ لَقَدْ أُوتِيتُ جَدَلًا وَقَالَ يَعْقُوبُ عَنِ ابْنِ أَخِي ابْنِ شِهَابٍ لَرَأَيْتُ أَنْ أَخْرُجَ مِنْ سَخْطَتِهِ بِعُذْرٍ وَفِي حَدِيثِ عُقَيْلٍ أَخْرُجُ مِنْ سَخْطَتِهِ بِعُذْرٍ وَفِيهِ لَيُوشِكَنَّ أَنَّ اللَّهَ يُسْخِطُكَ عَلَيَّ وَلَئِنْ حَدَّثْتُكَ حَدِيثَ صِدْقٍ تَجِدُ عَلَيَّ فِيهِ إِنِّي لَأَرْجُو فِيهِ عَفْوَ اللَّهِ ثُمَّ رَجَعَ إِلَى حَدِيثِ عَبْدِ الرَّزَّاقِ وَلَكِنْ قَدْ عَلِمْتُ يَا نَبِيَّ اللَّهِ أَنِّي إِنْ أَخْبَرْتُكَ الْيَوْمَ بِقَوْلٍ تَجِدُ عَلَيَّ فِيهِ وَهُوَ حَقٌّ فَإِنِّي أَرْجُو فِيهِ عَفْوَ اللَّهِ وَإِنْ حَدَّثْتُكَ الْيَوْمَ حَدِيثًا تَرْضَى عَنِّي فِيهِ وَهُوَ كَذِبٌ أُوشِكُ أَنْ يُطْلِعَكَ اللَّهُ عَلَيَّ وَاللَّهِ يَا نَبِيَّ اللَّهِ مَا كُنْتُ قَطُّ أَيْسَرَ وَلَا أَخَفَّ حَاذًا مِنِّي حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْكَ فَقَالَ أَمَّا هَذَا فَقَدْ صَدَقَكُمْ الْحَدِيثَ قُمْ حَتَّى يَقْضِيَ اللَّهُ فِيكَ فَقُمْتُ فَثَارَ عَلَى أَثَرِي نَاسٌ مِنْ قَوْمِي يُؤَنِّبُونَنِي فَقَالُوا وَاللَّهِ مَا نَعْلَمُكَ أَذْنَبْتَ ذَنْبًا قَطُّ قَبْلَ هَذَا فَهَلَّا اعْتَذَرْتَ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِعُذْرٍ يَرْضَى عَنْكَ فِيهِ فَكَانَ اسْتِغْفَارُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ سَيَأْتِي مِنْ وَرَاءِ ذَنْبِكَ وَلَمْ تُقِفْ نَفْسَكَ مَوْقِفًا لَا تَدْرِي مَاذَا يُقْضَى لَكَ فِيهِ فَلَمْ يَزَالُوا يُؤَنِّبُونَنِي حَتَّى هَمَمْتُ أَنْ أَرْجِعَ فَأُكَذِّبَ نَفْسِي فَقُلْتُ هَلْ قَالَ هَذَا الْقَوْلَ أَحَدٌ غَيْرِي قَالُوا نَعَمْ هِلَالُ بْنُ أُمَيَّةَ وَمَرَارَةُ يَعْنِي ابْنَ رَبِيعَةَ فَذَكَرُوا رَجُلَيْنِ صَالِحَيْنِ قَدْ شَهِدَا بَدْرًا لِي فِيهِمَا يَعْنِي أُسْوَةً فَقُلْتُ وَاللَّهِ لَا أَرْجِعُ إِلَيْهِ فِي هَذَا أَبَدًا وَلَا أُكَذِّبُ نَفْسِي
وَنَهَى النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ النَّاسَ عَنْ كَلَامِنَا أَيُّهَا الثَّلَاثَةُ قَالَ فَجَعَلْتُ أَخْرُجُ إِلَى السُّوقِ فَلَا يُكَلِّمُنِي أَحَدٌ وَتَنَكَّرَ لَنَا النَّاسُ حَتَّى مَا هُمْ بِالَّذِينَ نَعْرِفُ وَتَنَكَّرَتْ لَنَا الْحِيطَانُ الَّتِي نَعْرِفُ حَتَّى مَا هِيَ الْحِيطَانُ الَّتِي نَعْرِفُ وَتَنَكَّرَتْ لَنَا الْأَرْضُ حَتَّى مَا هِيَ الْأَرْضُ الَّتِي نَعْرِفُ وَكُنْتُ أَقْوَى أَصْحَابِي فَكُنْتُ أَخْرُجُ فَأَطُوفُ بِالْأَسْوَاقِ وَآتِي الْمَسْجِدَ فَأَدْخُلُ وَآتِي النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَأُسَلِّمُ عَلَيْهِ فَأَقُولُ هَلْ حَرَّكَ شَفَتَيْهِ بِالسَّلَامِ فَإِذَا قُمْتُ أُصَلِّي إِلَى سَارِيَةٍ فَأَقْبَلْتُ قِبَلَ صَلَاتِي نَظَرَ إِلَيَّ بِمُؤَخَّرِ عَيْنَيْهِ وَإِذَا نَظَرْتُ إِلَيْهِ أَعْرَضَ عَنِّي وَاسْتَكَانَ صَاحِبَايَ فَجَعَلَا يَبْكِيَانِ اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ لَا يُطْلِعَانِ رُءُوسَهُمَا فَبَيْنَا أَنَا أَطُوفُ السُّوقَ إِذَا رَجُلٌ نَصْرَانِيٌّ جَاءَ بِطَعَامٍ يَبِيعُهُ يَقُولُ مَنْ يَدُلُّ عَلَى كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ فَطَفِقَ النَّاسُ يُشِيرُونَ لَهُ إِلَيَّ فَأَتَانِي وَأَتَانِي بِصَحِيفَةٍ مِنْ مَلِكِ غَسَّانَ فَإِذَا فِيهَا أَمَّا بَعْدُ فَإِنَّهُ بَلَغَنِي أَنَّ صَاحِبَكَ قَدْ جَفَاكَ وَأَقْصَاكَ وَلَسْتَ بِدَارِ مَضْيَعَةٍ وَلَا هَوَانٍ فَالْحَقْ بِنَا نُوَاسِيكَ فَقُلْتُ هَذَا أَيْضًا مِنْ الْبَلَاءِ وَالشَّرِّ فَسَجَرْتُ لَهَا التَّنُّورَ وَأَحْرَقْتُهَا فِيهِ فَلَمَّا مَضَتْ أَرْبَعُونَ لَيْلَةً إِذَا رَسُولٌ مِنْ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَدْ أَتَانِي فَقَالَ اعْتَزِلْ امْرَأَتَكَ فَقُلْتُ أُطَلِّقُهَا قَالَ لَا وَلَكِنْ لَا تَقْرَبَنَّهَا فَجَاءَتْ امْرَأَةُ هِلَالٍ فَقَالَتْ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ هِلَالَ بْنَ أُمَيَّةَ شَيْخٌ ضَعِيفٌ فَهَلْ تَأْذَنُ لِي أَنْ أَخْدُمَهُ قَالَ نَعَمْ وَلَكِنْ لَا يَقْرَبَنَّكِ قَالَتْ يَا نَبِيَّ اللَّهِ مَا بِهِ حَرَكَةٌ لِشَيْءٍ مَا زَالَ مُكِبًّا يَبْكِي اللَّيْلَ وَالنَّهَارَ مُنْذُ كَانَ مِنْ أَمْرِهِ مَا كَانَ قَالَ كَعْبٌ فَلَمَّا طَالَ عَلَيَّ الْبَلَاءُ اقْتَحَمْتُ عَلَى أَبِي قَتَادَةَ حَائِطَهُ وَهُوَ ابْنُ عَمِّي فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَلَمْ يَرُدَّ عَلَيَّ فَقُلْتُ أَنْشُدُكَ اللَّهَ يَا أَبَا قَتَادَةَ أَتَعْلَمُ أَنِّي أُحِبُّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَسَكَتَ ثُمَّ قُلْتُ أَنْشُدُكَ اللَّهَ يَا أَبَا قَتَادَةَ أَتَعْلَمُ أَنِّي أُحِبُّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ قَالَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ قَالَ فَلَمْ أَمْلِكْ نَفْسِي أَنْ بَكَيْتُ ثُمَّ اقْتَحَمْتُ الْحَائِطَ خَارِجًا
حَتَّى إِذَا مَضَتْ خَمْسُونَ لَيْلَةً مِنْ حِينِ نَهَى النَّبِيُّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ النَّاسَ عَنْ كَلَامِنَا صَلَّيْتُ عَلَى ظَهْرِ بَيْتٍ لَنَا صَلَاةَ الْفَجْرِ ثُمَّ جَلَسْتُ وَأَنَا فِي الْمَنْزِلَةِ الَّتِي قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ قَدْ ضَاقَتْ عَلَيْنَا الْأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْنَا أَنْفُسُنَا إِذْ سَمِعْتُ نِدَاءً مِنْ ذُرْوَةِ سَلْعٍ أَنْ أَبْشِرْ يَا كَعْبُ بْنَ مَالِكٍ فَخَرَرْتُ سَاجِدًا وَعَرَفْتُ أَنَّ اللَّهَ قَدْ جَاءَنَا بِالْفَرَجِ ثُمَّ جَاءَ رَجُلٌ يَرْكُضُ عَلَى فَرَسٍ يُبَشِّرُنِي فَكَانَ الصَّوْتُ أَسْرَعَ مِنْ فَرَسِهِ فَأَعْطَيْتُهُ ثَوْبَيَّ بِشَارَةً وَلَبِسْتُ ثَوْبَيْنِ آخَرَيْنِ وَكَانَتْ تَوْبَتُنَا نَزَلَتْ عَلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ثُلُثَ اللَّيْلِ فَقَالَتْ أُمُّ سَلَمَةَ عَشِيَّتَئِذٍ يَا نَبِيَّ اللَّهِ أَلَا نُبَشِّرُ كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ قَالَ إِذًا يَحْطِمَنَّكُمْ النَّاسُ وَيَمْنَعُونَكُمْ النَّوْمَ سَائِرَ اللَّيْلَةِ وَكَانَتْ أُمُّ سَلَمَةَ مُحْسِنَةً مُحْتَسِبَةً فِي شَأْنِي تَحْزَنُ بِأَمْرِي فَانْطَلَقْتُ إِلَى النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَإِذَا هُوَ جَالِسٌ فِي الْمَسْجِدِ وَحَوْلَهُ الْمُسْلِمُونَ وَهُوَ يَسْتَنِيرُ كَاسْتِنَارَةِ الْقَمَرِ وَكَانَ إِذَا سُرَّ بِالْأَمْرِ اسْتَنَارَ فَجِئْتُ فَجَلَسْتُ بَيْنَ يَدَيْهِ فَقَالَ أَبْشِرْ يَا كَعْبُ بْنَ مَالِكٍ بِخَيْرِ يَوْمٍ أَتَى عَلَيْكَ مُنْذُ يَوْمِ وَلَدَتْكَ أُمُّكَ قُلْتُ يَا نَبِيَّ اللَّهِ أَمِنْ عِنْدِ اللَّهِ أَوْ مِنْ عِنْدِكَ قَالَ بَلْ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ ثُمَّ تَلَا عَلَيْهِمْ { لَقَدْ تَابَ اللَّهُ عَلَى النَّبِيِّ وَالْمُهَاجِرِينَ وَالْأَنْصَارِ حَتَّى إِذَا بَلَغَ إِنَّ اللَّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ } قَالَ وَفِينَا نَزَلَتْ أَيْضًا { اتَّقُوا اللَّهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ } فَقُلْتُ يَا نَبِيَّ اللَّهِ إِنَّ مِنْ تَوْبَتِي أَنْ لَا أُحَدِّثَ إِلَّا صِدْقًا وَأَنْ أَنْخَلِعَ مِنْ مَالِي كُلِّهِ صَدَقَةً إِلَى اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ وَإِلَى رَسُولِهِ فَقَالَ أَمْسِكْ عَلَيْكَ بَعْضَ مَالِكَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكَ قُلْتُ فَإِنِّي أُمْسِكُ سَهْمِي الَّذِي بِخَيْبَرَ قَالَ فَمَا أَنْعَمَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ عَلَيَّ نِعْمَةً بَعْدَ الْإِسْلَامِ أَعْظَمَ فِي نَفْسِي مِنْ صِدْقِي رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حِينَ صَدَقْتُهُ أَنَا وَصَاحِبَايَ أَنْ لَا نَكُونَ كَذَبْنَا فَهَلَكْنَا كَمَا هَلَكُوا إِنِّي لَأَرْجُو أَنْ لَا يَكُونَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ أَبْلَى أَحَدًا فِي الصِّدْقِ مِثْلَ الَّذِي أَبْلَانِي مَا تَعَمَّدْتُ لِكَذْبَةٍ بَعْدُ وَإِنِّي لَأَرْجُو أَنْ يَحْفَظَنِي اللَّهُ فِيمَا بَقِيَ
Tercemesi:
Bize Abdurrezzâk, ona Maʿmer, ona Zuhrî, ona Abdurrahman b. Kaʿb b. Mâlik, ona da babası (Kaʿb b. Mâlik) şöyle demiştir:
"Tebük seferine kadar, ben, Bedir dışında, Rasulullah’ın (sav) katıldığı hiçbir gazveden geri kalmadım. Bedir’e katılmayanlardan hiç kimseyi Rasulullah (sav) kınamamıştır. Çünkü Bedir için yola çıktığında asıl hedefi kervandı. Kureyş de kendi kervanlarına destek için çıkmıştı. Böylece Allah’ın buyurduğu üzere [Enfâl, 8/42], önceden belirlenmiş bir buluşma olmadan, karşı karşıya geldiler. Vallahi, Rasulullah’ın insanlar içindeki en şerefli şahitliklerinden biri Bedir’dir. Buna rağmen ben, İslâm üzerine sözleştiğimiz Akabe gecesindeki biatte bulunmayı, Bedir’de bulunmaya tercih ederim. Daha sonra, Rasulullah’ın (sav) çıktığı son gazve olan Tebûk Gazvesi’ne kadar, hiçbir gazveden geri kalmadım. Rasulullah (sav) insanlara sefere çıkacaklarını haber verdi ve herkesin savaşa hazırlanmasını istedi. Bu (sefer), (sıcaktan dolayı) gölgelerin insana cazip geldiği ve meyveler olgunlaştığı bir vakitteydi. Rasulullah (sav) çoğu zaman gazveye çıkarken maksadını gizler, başka bir yeri hedef gösterirdi. ve 'Harp hiledir' buyururdu. [Yakub'un İbn Şihâb'ın kardeşinin oğlundan rivayetinde (إِلَّا وَرَّى بِغَيْرِهَا) ifadesi kullanılmıştır. Bize Süfyân, ona Ma'mer, Ona Zührî, ona da Abdurrahman b. Abdullah b. Kaʿb b. Mâlik bu hadisi rivayet etti ve rivayetinde (وَرَّى غَيْرَهَا) ifadesini kullanmış, ardından hadisi Abdurrezzâk'ın rivayetine dönmüş, (aynısını rivayet etmiştir).] Rasulullah (sav) çoğu zaman gazveye çıkarken maksadını gizler, başka bir yeri hedef gösterir ve 'Harp hiledir' buyururdu. Ama Tebûk’ta (bizzat nereye gideceğini açıklayarak), herkesin hazırlığını yapmasını arzu etti. Ben, o zamanlar, iki binek toplayacak kadar varlıklı ve cihada çıkabilecek en güçlü dönemimde, çevik ve güçlü idim. Fakat gölgelerin serinliği ve meyvelerin cazibesi beni oyalanmaya sevk etti. Rasulullah (sav) perşembe sabahı sefere çıktı. O, perşembe günleri yola çıkmayı severdi. Ben de kendi kendime 'Yarın pazara gidip hazırlığımı alır, onlara yetişirim' dedim. Ertesi gün pazara gittim ama işlerim biraz ağır geldi. Sonra yine 'Neyse, yarın hazırlar, onlara yetişirim inşallah' dedim. Böyle erteleyerek oyalandım, derken günah bana ağır bastı, üzerime çöktü ve seferden geri kalmış oldum. Mahzun bir şekilde sokaklarda dolaşmaya, Medine çarşılarında gezmeye başladım. Çünkü (savaştan geri kalanların tamamının) münafıklıkla itham edilen kimseler olduğunu görüyordum. Rasulullah’tan (seferden) geri kalan herkes, geri kalmasının fark edilmeyeceğini düşünüyordu. Zira geri kalanlar bir divanda (kayıt defterinde) bir araya getirilmeyecek kadar çoktu; seksen küsur kişiydi."
"Tebûk’a varıncaya kadar Rasulullah (sav) benden söz etmedi. Tebûk’a vardığında 'Kaʿb b. Mâlik ne yaptı?' diye sordu. Kavmimden biri 'Ey Allah'ın Rasulü! Elbiseleri ve omuzlarına bakıp böbürlenmesi onu seferden alıkoydu' dedi. [Yakub'un İbn Şihâb'ın kardeşinin oğlundan rivayetinde (بُرْدَاهُ وَالنَّظَرُ فِي عِطْفَيْهِ) ifadesi kullanılmıştır.] Muâz b. Cebel de 'Ne kötü söz söyledin! Vallahi ey Allah'ın Rasulü, onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz' dedi. Onlar böyle konuşurken, sıcağın serabı içinde, bir adamın yürüyerek geldiğini gördüler. Rasulullah (sav) 'Bu, Ebu Hayseme olmalı' buyurdu, Bir de baktık ki gerçekten de gelen Ebu Hayseme idi. Sonra Tebûk seferini tamamlayan Rasulullah (sav) dönüp Medine’ye yaklaşınca, ben, Rasulullah’ın (sav) öfkesinden kurtulmanın yollarını aramaya ve ailemden, kendisine danışılacak herkesten fikir sormaya başladım. Nihayet 'Rasulullah (sav) yarın sabah Medine’ye girecek' denilince artık içimdeki bütün yanlış düşünceler kayboldu ve kesin olarak anladım ki, ancak doğruyu söyleyerek kurtulabilirim. Rasulullah (sav) kuşluk vakti Medine’ye girdi. Her sefer dönüşü adeti olduğu üzere Mescide girer iki rekât namaz kılar ve otururdu. Bu sefer de öyle yaptı. Ardından seferden geri kalanlar gelmeye başladılar. Onlar yemin edip, özür beyan ediyorlar, Hz. Peygamber (sav) de onların zahirî beyanlarını esas kabul edip, onlar için bağışlanma diliyor ve iç dünyalarını ise Allah’a bırakıyordu. Ben de mescide girdim. Rasulullah (sav) beni görünce öfkeli bir adam gibi tebessüm etti. Yanına varıp oturdum. Bana 'Sen binek hazırlamamış mıydın?' buyurdu. Ben de 'Evet, ey Allah’ın Rasûlü, hazırlamıştım' dedim. 'Peki seni alıkoyan ne oldu?' buyurdu. Ben de 'Vallahi, ey Allah’ın Rasulü! Eğer senden başka herhangi birinin yanında bulunsaydım, mutlaka bir mazeret ileri sürer, onun öfkesinden kurtulurdum. Çünkü ben tartışmada güçlü biriyim. [Yakub'un İbn Şihâb'ın kardeşinin oğlundan rivayetinde 'Onun gazabından bir özürle kurtulabileceğimi gördüm. (Ukayl’in rivayetinde ise 'onun gazabından bir özürle çıkabilirim' şeklinde geçmektedir.) ama belki de Allah seni bana öfkelendirecektir. Eğer sana doğru bir söz söylersem bu konuda bana darılacaksın, fakat ben bu hususta Allah’ın affını umarım’ denilmektedir.] Fakat ben biliyorum ki eğer ben, aleyhime de olsa, sana doğruyu söylersem, sen bana kızabilirsin, ama ben Allah’ın affını umarım. Ama, seni hoşnut edecek bir bir yalan söylersem, Allah, onun hakikati konusunda seni bilgilendirir. Allah’a yemin olsun ki, ey Allah’ın Rasulü, hiçbir zaman, Tebûk’tan geri kaldığım günkü kadar varlıklı ve sefere hazırlıklı bir konumda hiç olmadım' dedim. Rasulullah (sav) 'İşte bu adam size doğruyu söyledi. Haydi kalk, artık Allah senin hakkında hükmünü verinceye kadar bekle' buyurdu. Ben kalktım. Kavmimden bazı kimseler peşimden gelip beni azarladılar ve 'Vallahi, daha önce senin günah işlediğini bilmiyoruz. Keşke Hz. Peygamber'in (sav) hoşnut olacağı bir mazeret bildirseydin, ardından O da senin için istiğfar ederdi, böylece kendini, hakkında ne hüküm verileceğini bilmediğin bir konuma düşürmezdin' dediler. Beni o kadar azarladılar ki, dönüp söylediklerimi inkâr etmeyi düşündüm. Sonra onlara 'Benim gibi konuşan oldu mu?' dedim, 'Evet, Hilâl b. Ümeyye ve Murâre b. Rebî de aynı şekilde konuştu' dediler. Bunlar Bedir’e katılmış, salih kimselerdi. Bunun üzerine ben 'Hayır! Vallahi, asla sözümü geri almayacağım, kendimi yalanlamayacağım' dedim."
"Rasulullah (sav), üçümüz hakkında, 'Onlarla kimse konuşmasın' diye emretti. Bundan sonra çarşıya çıktığımda kimse benimle konuşmuyordu. İnsanlar, sanki bizim tanıdığımız insanlar değilmiş gibi bize yabancılaştı. Duvarlar bile sanki tanıdığımız duvarlar değilmiş gibi bize yabancı geliyordu. Hatta yeryüzü bile, sanki tanıdığımız yeryüzü değilmiş gibi, bize yabancı görünüyordu. Ben aslında o iki arkadaşımdan daha güçlüydüm. Çarşıya gidiyor, mescide uğruyor, Rasulullah’a (sav) selam veriyordum. Kendi kendime 'Acaba dudaklarını selamıma karşılık kıpırdattı mı?' diye bakıyordum. Namaz kılmak için direklerden birinin arkasına durduğumda, Rasulullah (sav) göz ucuyla bana bakıyor, ama ben ona bakınca yüzünü çeviriyordu. İki arkadaşım ise tamamen teslimiyet göstermiş, gece gündüz ağlıyor, başlarını bile kaldırmıyorlardı. Bir gün çarşıda dolaşırken, yiyecek satmak için gelen bir Hristiyan adam 'Bana Kaʿb b. Mâlik’i gösterecek kim var?' diye soruyordu. İnsanlar beni işaret ettiler. O da bana geldi ve Gassân melikinden bir mektup getirdi. Mektupta 'Bundan sonra: Arkadaşının seni dışladığı ve sana sırt çevirdiği haberi bana ulaştı. Hâlbuki sen aşağılanacak, zayi edilecek bir yerde değilsin. Bize katıl, seni şereflendirelim' diyordu. Ben mektubu okuyunca 'İşte bu da bir imtihan ve fitne' dedim, hemen tandırı tutuşturdum, mektubu içine atıp yaktım. Kırk gece geçince, Rasulullah’tan (sav) bir elçi geldi ve bana 'Hanımından ayrı dur' dedi. Ben 'Onu boşayacak mıyım?' diye sordum, 'Hayır, ama ona yaklaşma' dedi. Hilâl b. Ümeyye’nin hanımı Rasulullah’a (sav) geldi ve 'Ey Allah’ın Rasulü! Hilâl yaşlı ve güçsüzdür. Ona hizmet etmem için bana izin verir misin?' dedi. Rasulullah (sav) 'Evet, ama sakın sana yaklaşmasın' buyurdu. Kadın 'Vallahi onda böyle bir hal yok! O günden beri gece gündüz ağlıyor, hiç hareket etmiyor' dedi. Kaʿb der ki: İmtihanım uzayınca, amcaoğlum Ebu Katâde’nin bahçesine tırmanıp girdim. Ona selam verdim. Selamımı almadı. 'Ey Ebu Katâde! Allah aşkına söyler misin, ben Allah’ı ve Rasûlünü seviyor muyum?' dedim, sessiz kaldı. Tekrar 'Ey Ebu Katâde! Allah için söyle, ben Allah’ı ve Rasulünü seviyor muyum?' dedim, yine sustu. Üçüncü defa söyledim. Bunun üzerine bana 'Allah ve Rasûlü daha iyi bilir' dedi. Artık kendime hâkim olamadım, ağladım ve bahçeden çıkıp gittim."
"Rasulullah’ın (sav) bizimle konuşmayı yasaklamasının üzerinden elli gece geçmişti. Evimizin damında sabah namazını kıldım. Sonra oturdum. Allah'ın 'Bütün genişliğine rağmen yeryüzü onlara dar gelmişti, ve bunalmışlardı' Tevbe, 9/118 ayetinde buyurduğu konumdaydım. İşte o haldeyken, Sel Dağı’nın tepesinden 'Müjde ey Kaʿb b. Mâlik!' diye bir ses duydum, hemen secdeye kapandım. Anladım ki Allah bize ferahlık vermiştir. Bir adam da atla yanıma geldi ve bana müjdeyi verdi. Ama dağın tepesinden gelen ses attan daha hızlı ulaştı. Müjdeciye sevincimin karşılığı olarak üzerimdeki takım elbisemi verdim, ben de başka bir takım elbise giydim. Bizim tövbemiz (ile ilgili ayetler), gecenin üçte ikisi geçtiğinde Rasulullah’a (sav) inmişti. Ümmü Seleme 'Ey Allah'ın Rasulü! Kaʿb b. Mâlik’e hemen müjde versek olmaz mı?' dedi. Rasulullah (sav) 'Evet, ama o zaman insanlar kapınızı aşındırır, gece boyunca uyumanıza engel olurlar' buyurdu. Ümmü Seleme benim hakkımda hayır düşünen ve halime üzülen biriydi. Ben hemen Rasulullah’a (sav) gittim. Mescitte, etrafı Müslümanlarla çevrili halde oturuyordu. Yüzü ay gibi aydınlanmıştı. Zira o, sevindiğinde yüzü parıldardı. Yanına vardım, oturdum. Bana 'Müjde ey Kaʿb b. Mâlik! Annenin seni doğurduğundan beri sana gelen en hayırlı gün budur' buyurdu. Ben 'Ey Allah’ın Rasulü! Bu müjde sana Allah’tan mı geldi, yoksa sizden mi?' dedim, 'Hayır, Allah’tandır' buyurdu. Sonra 'Andolsun ki, Allah, yine peygambere ve en zor gününde ona uyan Muhacirler'le Ensar'a, içlerinden bir kısmının kalbleri az kalsın kayacak gibi olmuşken, tevbe nasip etti de lütfedip tevbelerini kabul buyurdu. Çünkü O, gerçekten çok şefkatli, çok bağışlayıcıdır' Tevbe, 9/117 ayetini okudu ve 'Allah’tan sakının ve sadıklarla beraber olun.' Tevbe, 9/119 ayetinin bizim için de indirildiğini söyledi. Ben 'Ey Allah'ın Rasulü! Tövbemin kabulünün (şükrü olarak) bundan böyle ömrüm boyunca sadece doğruyu söyleyeceğim. Ayrıca bütün malımı sadaka olarak Allah ve Rasûlü’ne vermek istiyorum' dedim. Rasulullah (sav) 'Malının bir kısmını yanında tut, bu senin için daha hayırlıdır' buyurdu. Ben 'Öyleyse Hayber’deki hissemi elimde tutacağım' dedim. Kaʿb der ki: Allah’ın bana İslâm’dan sonra verdiği en büyük nimet, Rasulullah’a doğruyu söylememdir. Eğer o gün yalan söyleseydim, helâk olmuştum. Ben ve iki arkadaşım doğruyu söyledik, Allah da bizi kurtardı. O günden sonra, hiçbir zaman kasten yalan söylemedim ve Allah’ın da ömrüm boyunca beni doğruluk üzere sabit kılmasını ümit ediyorum."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ahmed b. Hanbel, Müsned-i Ahmed, Ka'b b. Malik el-Ensarî 27717, 8/777
Senetler:
()
Konular:
Biat, Akabe biatı
Dürüstlük, doğruluk
Ehl-i Kitab, Ehl-i kitap ile ilişkiler
Hz. Peygamber, kızması
Hz. Peygamber, tebessüm etmesi
Hz. Peygamber, yolculuğa, sefere perşembe günü çıkması
Kültürel Hayat, hadislerden kültürümüze
Kur'an, âyetlerin, surelerin nüzulundan sonraki durum
Kur'an, Nüzul sebebleri
Münafık, Nifak / Münafık
Namaz, Nafile namazlar, Duha/Kuşluk Namazı
Savaş, hile oluşu
Siyer, Bedir harbine katılan sahabiler
Siyer, Hayber günü
Siyer, Hz. Peygamber'in gazveleri
Siyer, Tebük gazvesi
Tebessüm, kardeşinin yüzüne tebessüm etmek
Teşvik Edilenler, Müjdeleyici olmak
Yalan, yalancılık
Yargı, Zahire göre hükmetmek
Yazı, Yazışma, Hz. Peygamber döneminde yazışma,
حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ ثَابِتٍ الْمَرْوَزِىُّ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ أَخْبَرَنِى ابْنُ أَبِى نَمْلَةَ الأَنْصَارِىُّ عَنْ أَبِيهِ أَنَّهُ بَيْنَمَا هُوَ جَالِسٌ عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَعِنْدَهُ رَجُلٌ مِنَ الْيَهُودِ مُرَّ بِجَنَازَةٍ فَقَالَ: يَا مُحَمَّدُ هَلْ تَتَكَلَّمُ هَذِهِ الْجَنَازَةُ فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم: "اللَّهُ أَعْلَمُ." فَقَالَ الْيَهُودِىُّ إِنَّهَا تَتَكَلَّمُ. فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم: "مَا حَدَّثَكُمْ أَهْلُ الْكِتَابِ فَلاَ تُصَدِّقُوهُمْ وَلاَ تُكَذِّبُوهُمْ وَقُولُوا آمَنَّا بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ فَإِنْ كَانَ بَاطِلاً لَمْ تُصَدِّقُوهُ وَإِنْ كَانَ حَقًّا لَمْ تُكَذِّبُوهُ."
Bize Ahmed b. Muhammed b. Sabit el-Mervezî, ona Abdürrezzak, ona Mamer, ona Zührî, ona İbn Ebu Nemle el-Ensari, ona da babası (Ömer b. Muaz) şöyle rivayet etmiştir:
"Kendisi, Rasulullah'ın (sav) yanında otururken Yahudi bir adam da yanındaydı. O sırada yanlarından bir cenaze geçti. Yahudi 'Ey Muhammed! Bu cenaze konuşabilir mi?' diye sordu. Hz. Peygamber (sav) 'Allah daha iyi bilir' dedi. Yahudi de 'konuşabilir' dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) 'Ehli kitabın dediklerini ne onaylayın ne de yalanlayın. Sadece 'Biz Allah'a ve peygamberlerine inandık' deyin. Eğer (dedikleri) batıl ise onaylamamış, hak ise de yalanlamamış olursunuz' buyurdu."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
22926, D003644
Hadis:
حَدَّثَنَا أَحْمَدُ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ ثَابِتٍ الْمَرْوَزِىُّ حَدَّثَنَا عَبْدُ الرَّزَّاقِ أَخْبَرَنَا مَعْمَرٌ عَنِ الزُّهْرِىِّ أَخْبَرَنِى ابْنُ أَبِى نَمْلَةَ الأَنْصَارِىُّ عَنْ أَبِيهِ أَنَّهُ بَيْنَمَا هُوَ جَالِسٌ عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَعِنْدَهُ رَجُلٌ مِنَ الْيَهُودِ مُرَّ بِجَنَازَةٍ فَقَالَ: يَا مُحَمَّدُ هَلْ تَتَكَلَّمُ هَذِهِ الْجَنَازَةُ فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم: "اللَّهُ أَعْلَمُ." فَقَالَ الْيَهُودِىُّ إِنَّهَا تَتَكَلَّمُ. فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم: "مَا حَدَّثَكُمْ أَهْلُ الْكِتَابِ فَلاَ تُصَدِّقُوهُمْ وَلاَ تُكَذِّبُوهُمْ وَقُولُوا آمَنَّا بِاللَّهِ وَرُسُلِهِ فَإِنْ كَانَ بَاطِلاً لَمْ تُصَدِّقُوهُ وَإِنْ كَانَ حَقًّا لَمْ تُكَذِّبُوهُ."
Tercemesi:
Bize Ahmed b. Muhammed b. Sabit el-Mervezî, ona Abdürrezzak, ona Mamer, ona Zührî, ona İbn Ebu Nemle el-Ensari, ona da babası (Ömer b. Muaz) şöyle rivayet etmiştir:
"Kendisi, Rasulullah'ın (sav) yanında otururken Yahudi bir adam da yanındaydı. O sırada yanlarından bir cenaze geçti. Yahudi 'Ey Muhammed! Bu cenaze konuşabilir mi?' diye sordu. Hz. Peygamber (sav) 'Allah daha iyi bilir' dedi. Yahudi de 'konuşabilir' dedi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) 'Ehli kitabın dediklerini ne onaylayın ne de yalanlayın. Sadece 'Biz Allah'a ve peygamberlerine inandık' deyin. Eğer (dedikleri) batıl ise onaylamamış, hak ise de yalanlamamış olursunuz' buyurdu."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebû Davud, Sünen-i Ebu Davud, İlim 2, /841
Senetler:
1. Ebu Nemle Ömer b. Muaz el-Ensari (Ammar b. Muaz b. Zürare)
2. Nemle b. Ebu Nemle el-Ensari (Nemle b. Ebu Nemle)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Urve Mamer b. Raşid el-Ezdî (Mamer b. Râşid)
5. ُEbu Bekir Abdürrezzak b. Hemmam (Abdürrezzak b. Hemmam b. Nafi)
6. Ebu Hasan Ahmed b. Şebbuye el-Huzaî (Ahmed b. Muhammed b. Sabit)
Konular:
Bilgi, Ehl-i kitapla bilgi alışverişi
Ehl-i Kitab, Ehl-i kitap ile ilişkiler
Ehl-i Kitap, Hz. Peygamber ve yahudiler
Ehl-i kitap, inançları
KTB, İLİM
De ki: Ey ehl-i kitap! (Gerçeği) görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek müminleri Allah yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
53226, KK3/99
Hadis:
قُلْ يَا أَهْلَ الْكِتَابِ لِمَ تَصُدُّونَ عَن سَبِيلِ اللّهِ مَنْ آمَنَ تَبْغُونَهَا عِوَجًا وَأَنتُمْ شُهَدَاء وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ
Tercemesi:
De ki: Ey ehl-i kitap! (Gerçeği) görüp bildiğiniz halde niçin Allah'ın yolunu eğri göstermeye yeltenerek müminleri Allah yolundan çevirmeye kalkışıyorsunuz? Allah yaptıklarınızdan habersiz değildir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Kur'an, Kur'an-ı Kerim, Âl-i Imrân 3/99, /
Senetler:
()
Konular:
Ehl-i Kitab, Ehl-i kitap ile ilişkiler
Ehl-i kitap, inançları
Kur'an, ayetleri inkar ve alay
Öneri Formu
Hadis Id, No:
17087, B005478
Hadis:
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ يَزِيدَ حَدَّثَنَا حَيْوَةُ قَالَ أَخْبَرَنِى رَبِيعَةُ بْنُ يَزِيدَ الدِّمَشْقِىُّ عَنْ أَبِى إِدْرِيسَ عَنْ أَبِى ثَعْلَبَةَ الْخُشَنِىِّ قَالَ قُلْتُ يَا نَبِىَّ اللَّهِ إِنَّا بِأَرْضِ قَوْمٍ أَهْلِ الْكِتَابِ ، أَفَنَأْكُلُ فِى آنِيَتِهِمْ وَبِأَرْضِ صَيْدٍ ، أَصِيدُ بِقَوْسِى وَبِكَلْبِى الَّذِى لَيْسَ بِمُعَلَّمٍ ، وَبِكَلْبِى الْمُعَلَّمِ ، فَمَا يَصْلُحُ لِى قَالَ "أَمَّا مَا ذَكَرْتَ مِنْ أَهْلِ الْكِتَابِ فَإِنْ وَجَدْتُمْ غَيْرَهَا فَلاَ تَأْكُلُوا فِيهَا ، وَإِنْ لَمْ تَجِدُوا فَاغْسِلُوهَا وَكُلُوا فِيهَا ، وَمَا صِدْتَ بِقَوْسِكَ فَذَكَرْتَ اسْمَ اللَّهِ فَكُلْ ، وَمَا صِدْتَ بِكَلْبِكَ الْمُعَلَّمِ فَذَكَرْتَ اسْمَ اللَّهِ فَكُلْ ، وَمَا صِدْتَ بِكَلْبِكَ غَيْرَ مُعَلَّمٍ فَأَدْرَكْتَ ذَكَاتَهُ فَكُلْ."
Tercemesi:
Bize Abdullah b. Yezid, ona Hayve, ona Rabîa b. Yezid ed-Dımeşkî, ona Ebu İdris, ona da Ebu Sa‘lebe el-Huşenî şöyle demiştir:
Ey Allah’ın Nebisi! Biz Ehl-i Kitap olan bir topluluğun yurdundayız. Onların kaplarında yiyebilir miyiz? Bir de av yurdundayız; yayla, eğitilmemiş köpeğimle ve eğitilmiş köpeğimle av yapıyorum. Bunlardan hangisi bana helâldir?" Rasulullah (sav) buyurdu ki:
"Bahsettiğin Ehl-i Kitap’ın kaplarına gelince; eğer başka kap bulursanız, onlarda yemeyin. Şayet başka kap bulamazsanız, onları yıkayın ve içinde yiyin. Yayla avladığın ve Allah’ın adını andığın bir av ise, onu ye. Eğitilmiş köpeğinle avladığın ve Allah’ın adını andığın bir av da ise, onu ye. Eğitilmemiş köpeğinle avladığın avı ise yetişip bizzat boğazlarsan, onu da ye."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Zebâih ve's-Sayd 4, 2/405
Senetler:
()
Konular:
Avlanma, avlanmayla ilgili hükümler
Ehl-i Kitab, Ehl-i kitap ile ilişkiler
HZ.PEYGAMBER DÖNEMİNDEKİ ARAÇ-GEREÇLER
Kültürel Hayat, yemek kültürü
Öneri Formu
Hadis Id, No:
17097, B005488
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو عَاصِمٍ عَنْ حَيْوَةَ . وَحَدَّثَنِى أَحْمَدُ بْنُ أَبِى رَجَاءٍ حَدَّثَنَا سَلَمَةُ بْنُ سُلَيْمَانَ عَنِ ابْنِ الْمُبَارَكِ عَنْ حَيْوَةَ بْنِ شُرَيْحٍ قَالَ سَمِعْتُ رَبِيعَةَ بْنَ يَزِيدَ الدِّمَشْقِىَّ قَالَ أَخْبَرَنِى أَبُو إِدْرِيسَ عَائِذُ اللَّهِ قَالَ سَمِعْتُ أَبَا ثَعْلَبَةَ الْخُشَنِىَّ - رضى الله عنه - يَقُولُ أَتَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّا بِأَرْضِ قَوْمٍ أَهْلِ الْكِتَابِ ، نَأْكُلُ فِى آنِيَتِهِمْ ، وَأَرْضِ صَيْدٍ أَصِيدُ بِقَوْسِى ، وَأَصِيدُ بِكَلْبِى الْمُعَلَّمِ ، وَالَّذِى لَيْسَ مُعَلَّمًا ، فَأَخْبِرْنِى مَا الَّذِى يَحِلُّ لَنَا مِنْ ذَلِكَ فَقَالَ:
"أَمَّا مَا ذَكَرْتَ أَنَّكَ بِأَرْضِ قَوْمٍ أَهْلِ الْكِتَابِ ، تَأْكُلُ فِى آنِيَتِهِمْ ، فَإِنْ وَجَدْتُمْ غَيْرَ آنِيَتِهِمْ ، فَلاَ تَأْكُلُوا فِيهَا ، وَإِنْ لَمْ تَجِدُوا فَاغْسِلُوهَا ثُمَّ كُلُوا فِيهَا ، وَأَمَّا مَا ذَكَرْتَ أَنَّكَ بِأَرْضِ صَيْدٍ ، فَمَا صِدْتَ بِقَوْسِكَ ، فَاذْكُرِ اسْمَ اللَّهِ ، ثُمَّ كُلْ ، وَمَا صِدْتَ بِكَلْبِكَ الْمُعَلَّمِ ، فَاذْكُرِ اسْمَ اللَّهِ ، ثُمَّ كُلْ ، وَمَا صِدْتَ بِكَلْبِكَ الَّذِى لَيْسَ مُعَلَّمًا فَأَدْرَكْتَ ذَكَاتَهُ ، فَكُلْ."
Tercemesi:
Bize Ebu Asım, ona Hayve; (T)
Bana Ahmed b. Ebu Reca, ona Seleme b. Süleyman, ona İbn Mübarek, ona Hayve b. Şüreyh, ona Rabi‘a b. Yezid ed-Dımaşki, ona Ebu İdris Âizullah, ona da Ebu Sa‘lebe el-Huşeni (ra) şöyle demiştir: Ben, Rasulullah (sav)’a gelerek:
'Ya Rasulallah! Biz Ehli Kitap olan bir kavmin yurdundayız, onların kaplarında yemek yiyoruz; ayrıca av bölgesindeyiz, yayımla avlanıyorum, eğitimli köpeğimle ve eğitimsiz köpeğimle avlanıyorum. Bunlardan hangisi bize helaldir, bana bildir.' dedim.
Bunun üzerine Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
"Ehli Kitap olan bir kavmin yurdunda bulunduğunu ve onların kaplarında yemek yediğini söyledin. Eğer onların kapları dışında kap bulursanız onlarda yemeyin; eğer bulamazsanız kapları yıkayın, sonra onlarda yiyin.
Av bölgesinde bulunduğunu söyledin. Yayınla avladığında Allah’ın adını an, sonra ye. Eğitimli köpeğinle avladığında Allah’ın adını an, sonra ye. Eğitimsiz köpeğinle avladığında ise av diriyken ona yetişip boğazlarsan ye."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Zebâih ve's-Sayd 10, 2/407
Senetler:
()
Konular:
Avlanma, avlanmayla ilgili hükümler
Ehl-i Kitab, Ehl-i kitap ile ilişkiler
Kültürel Hayat, yemek kültürü
Öneri Formu
Hadis Id, No:
17105, B005496
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو عَاصِمٍ عَنْ حَيْوَةَ بْنِ شُرَيْحٍ قَالَ حَدَّثَنِى رَبِيعَةُ بْنُ يَزِيدَ الدِّمَشْقِىُّ قَالَ حَدَّثَنِى أَبُو إِدْرِيسَ الْخَوْلاَنِىُّ قَالَ حَدَّثَنِى أَبُو ثَعْلَبَةَ الْخُشَنِىُّ قَالَ أَتَيْتُ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّا بِأَرْضِ أَهْلِ الْكِتَابِ ، فَنَأْكُلُ فِى آنِيَتِهِمْ ، وَبِأَرْضِ صَيْدٍ ، أَصِيدُ بِقَوْسِى ، وَأَصِيدُ بِكَلْبِى الْمُعَلَّمِ ، وَبِكَلْبِى الَّذِى لَيْسَ بِمُعَلَّمٍ . فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم:
"أَمَّا مَا ذَكَرْتَ أَنَّكَ بِأَرْضِ أَهْلِ كِتَابٍ فَلاَ تَأْكُلُوا فِى آنِيَتِهِمْ ، إِلاَّ أَنْ لاَ تَجِدُوا بُدًّا ، فَإِنْ لَمْ تَجِدُوا بُدًّا فَاغْسِلُوهَا وَكُلُوا ، وَأَمَّا مَا ذَكَرْتَ أَنَّكُمْ بِأَرْضِ صَيْدٍ ، فَمَا صِدْتَ بِقَوْسِكَ ، فَاذْكُرِ اسْمَ اللَّهِ وَكُلْ ، وَمَا صِدْتَ بِكَلْبِكَ الْمُعَلَّمِ ، فَاذْكُرِ اسْمَ اللَّهِ وَكُلْ ، وَمَا صِدْتَ بِكَلْبِكَ الَّذِى لَيْسَ بِمُعَلَّمٍ ، فَأَدْرَكْتَ ذَكَاتَهُ ، فَكُلْهُ."
Tercemesi:
Bize Ebu Asım, ona Hayve b. Şüreyh, ona Rabi‘a b. Yezid ed-Dımaşki, ona Ebu İdris el-Havlani, ona da Ebu Sa‘lebe el-Huşeni (ra) şöyle demiştir: Ben, Rasulullah (sav)’a gelerek:
'Ya Rasulallah! Biz Ehli Kitap'ın topraklarında yaşıyoruz ve onların kaplarında yemek yiyoruz; ayrıca av bölgesindeyiz, yayımla avlanıyorum, eğitimli köpeğimle ve eğitimsiz köpeğimle de avlanıyorum." dedim.
Bunun üzerine Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:
"Ehli Kitap diyarında bulunduğunu söyledin. Onların kaplarında, başka çare bulamadıkça yemeyin. Eğer başka çare bulamazsanız, kaplarını yıkayın ve onlarda yiyin.
Av bölgesinde bulunduğunuzu söyledin. Yayınla avladığında Allah’ın adını an ve ye. Eğitimli köpeğinle avladığında Allah’ın adını an ve ye. Eğitimsiz köpeğinle avladığında ise avı yetişip boğazlarsan onu ye."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Zebâih ve's-Sayd 14, 2/410
Senetler:
()
Konular:
Avlanma, avlanmayla ilgili hükümler
Ehl-i Kitab, Ehl-i kitap ile ilişkiler
Kültürel Hayat, yemek kültürü