Giriş

Bize Abd b. Humeyd, ona Abdürrezzak, ona Ma’mer, ona ez-Zührî , ona Ubeydullah b. Abdullah b. Ebî Sevr, ona da İbn Abbas (ra) şöyle rivayet etti: “Ben, Kur’ân-ı Kerim’de; ‘İkiniz de tevbe ederseniz ne âlâ!.. Çünkü ikinizin de kalpleri eğrildi’ (Tahrîm, 66/4) meâlideki âyette işaret edilen Rasûlullah’ın (sav) hanımlarından ikisinin kimler olduğunu Hz. Ömer’e sormayı çok istiyordum. Nihâyet Hz. Ömer, hac seyahatine çıktı. Ben de onunla beraber hacca gittim. Yolda Hz. Ömer’e bir mataradan su döktüm, abdest aldı. Dedim ki: “- Ey mü’minlerin Emîri! Yüce Mevlâ’nın haklarında ‘İkiniz de tevbe ederseniz ne güzel!. Çünkü ikinizin de kalpleri eğrildi. Ama Peygamber’e karşı bir dayanışma içine girecek olursanız, bilin ki herkesten önce Allah onun dostu ve koruyucusudur…’ buyurduğu, Rasûlullah’ın (as.) hanımlarından ikisi, hangileridir?” “- Hayret sana, ey Abbas’ın oğlu!” dedi. Zührî şöyle dedi: “Vallahi Ömer, İbn Abbas’ın bu sorusundan hoşlanmadı, ama gerçeği de gizlemedi.” Hz. Ömer bana, “Onlar, Âişe ile Hafsa’dır” dedi ve sonra hadisi bana anlatmaya başladı: “Biz Kureyş kabilesi, kadınlara hükmeden bir millettik. Medîne’ye gelince, burada kendilerine kadınların hükmettiği bir halk bulduk. Bizim kadınlarımız da, onların kadınlarından bu hâli öğrenmeye başladılar. Bir gün karıma kızmıştım. Baktım ki karım da bana karşılık veriyor. Onun bana karşılık vermesini garipseyince de, “- Benim sana karşılık vermemi neden garipsiyorsun? Vallahi Rasûlullah’ın (sav) hanımları da, O’na karşılık veriyorlar. Bazen onlardan biri, geceye kadar bütün gün Rasûlullah’a (sav) dargın kalıyor.” dedi. Bunu duyunca ben kendi kendime, “Bunu yapan mutlaka perişan olur ve hüsrana uğrar” dedim. Benim evim, Avâlî’de, Ümeyye oğulları mahallesinde idi. Ensârdan bir komşum vardı. Onunla nöbetleşe Rasûlullah’ın (as.) yanına giderdik. Bir gün o gidiyor ve bana o gün inen vahyi ve diğer haberleri getiriyor, bir gün ben gidiyor ve ben de ona aynı şeyleri getiriyordum. O sırada bizler, Gassanlılar’ın, bizimle savaşmak için atlarını nallattıkları haberini konuşuyorduk. O gün arkadaşım yatsı vakti gelip kapımı çaldı. Ben de çıktım. Bana dedi ki: “- Büyük bir şey oldu!” “- Ne oldu? Yoksa Gassanlılar mı saldırdı?” “- Hayır! Daha büyük ve daha korkunç bir şey!.. Rasûlullah (sav) hanımlarını boşadı!” Bunu duyunca içimden, “Hafsa perişan oldu ve hüsrana uğradı. Zaten bunun olacağını tahmin ediyordum” dedim. Sabah namazını kılınca giyindim, sonra (Medîne’ye) indim, Hafsa’nın yanına girdim. Hafsa ağlıyordu. Dedim ki: “- Rasûlullah (as.) sizleri boşadı mı?” “- Bilmiyorum, işte şu hücreye çekildi.” Bunun üzerine Rasûlullah’ın (sav) siyah uşağını buldum. Ona; “- Ömer için Rasûlullah’tan (sav) izin iste!” dedim. Uşak içeri girdi, sonra çıktı ve dedi ki: “- Seni söyledim, bir şey demedi.” Bunun üzerine Mescide gittim, minberin yanına vardım. Orada bir gurup insan oturmuş ağlıyorlardu. Bir müddet oturdum. Sonra dayanamadım, tekrar gidip uşağı buldum. Yine; “- Ömer için izin iste!” dedim. Uşak içeri girdi, sonra çıktı ve; “- Seni söyledim, ama yine ses çıkarmadı” dedi. Tekrar Mescide gittim, bir müddet oturdum, sonra yine dayanamadım, gidio uşağı buldum ve kendisine, “- Ömer için izin iste!” dedim. Uşak içeri girdi, sonra çıktı ve; “- Seni söyledim, ama bir şey söylemedi” dedi. Artık dönüp oradan ayrıldım. Az sonra baktım, uşak beni çağırıyor: “- Gir, sana izin verdi!” İçeri girdim, baktım ki Rasûlullah (sav) kuru bir hasıra yaslanmış, vücuduna hasırın izleri çıkmış: “- Ey Allah’ın Rasûlü, hanımlarını boşadın mı?” dedim. Hz. Peygamber, “- Hayır!” dedi. Ben sevinçten ‘Allahu Ekber!’ dedim ve şöyle devam ettim: “- Ey Allah’ın Rasûlü, bilirsiniz ki biz Kureyşliler, kadınlara hükmederdik. Medîne’ye gelince, burada kadınların kendilerine üstün geldiği bir millet bulduk. Bizim kadınlarımız da bu adeti onların hanımlarından öğrenmeye başladılar. Bir gün karıma kızmıştım, baktım ki o da bana karşılık veriyor. Ben onun bu hâlini garipseyince, bana, “- Neden hayret ediyorsun? Vallahi Hz. Peygamber'in (sav) hanımları bile ona karşılık veriyorlar, hatta onlardan biri geceye kadar bütün günü ona dargın olarak geçiriyor” dedi. Bu söz üzerine hemen Hafsa’ya gittim ve ona, “- Siz, Rasûlullah'a (sav) karşılık veriyor musunuz?” diye sordum. O da, “- Evet. Hatta bizden biri geceye kadar bütün günü ona dargın olarak geçiriyor” dedi. Ben de, “- Sizden bunu kim yapmışsa mahvolmuş ve hüsrana uğramış demektir. Herhangi biriniz, Rasûlullah'ın (sav) gazabından dolayı Allah’ın gazabına uğramaktan ve helâk olmaktan emin mi oldu?” dedim. Bunun üzerine Rasûlullah (sav) gülümsedi. Hz. Ömer şöyle devam eder: Hafsa’ya şöyle dedim: “- (Kızım) sakın Rasûlullah’a (sav) karşılık verme! O’ndan bir şey isteme! Bir ihtiyacın olursa benden iste! Senden daha güzel ve Rasûlullah’a (sav) daha sevgili olan ortağının durumu -Hz. Âişe’yi kastediyor- sakın seni aldatmasın!” Bunu duyunca Rasûlullah (sav) tekrar gülümsedi. Bundan cesaret alarak, “- Ey Allah’ın Rasûlü, yanına oturabilir miyim?” dedim. “- Olur!” dedi. Ben de oturdum. Başımı kaldırıp odaya baktım, vallahi orada üç adet deriden başka göze dokunur hiç bir şey göremedim. Dedim ki: “- Ey Allah’ın Rasûlü, ümmetine genişlik vermesi için Allah’a duâ etseniz… O, kendisine ibâdet etmedikleri halde Rumlar’a ve İranlılar’a genişlik verdi.” Bunun üzerine Rasûlullah (sav) doğrulup oturdu, sonra şöyle buyurdu: “- Ey Hattab’ın oğlu! Onlara sadece dünya hayatından geçici birtakım güzelliklerin verilmesi, seni şüpheye mi düşürdü?” Hz. Ömer, anlatmaya devam ediyor: “Rasûlullah (sav), zevcelerine kızmış ve bir ay onların yanına girmeyeceğine yemin etmişti. Cenâb-ı Hak bundan dolayı kendisini ikaz etmiş ve yeminine kefaret vermesini emretmişti.” Zührî dedi ki: Urve bana, Hz. Âişe’nin şöyle dediğini haber verdi: “Yirmi dokuz gece geçince Rasûlullah (sav) bana geldi, hanımlarını dolaşmaya benden başladı. Bana, “- Ya Âişe! Ben sana bir şey söyleyeceğim; ama annene ve babana danışmadan hemen bir karar verme!” dedi ve şu âyeti okudu: “Ey peygamber! Eşlerine şöyle de: Eğer dünya hayatını ve güzelliklerini istiyorsanız gelin size bir şeyler vereyim sonra da güzellikle sizi serbest bırakayım. Yok eğer Allah’ı, rasûlünü ve âhiret yurdunu istiyorsanız şunu bilin ki Allah, içinizden iyiliği seçenlere büyük bir ödül hazırlamıştır.” (Ahzâb, 33/28-29). Hz. Âişe, “Vallahi Rasûlullah (sav), ebeveynimin, kendisinden ayrılmamı istemeyeceklerini mutlaka biliyordu” dedi. Sonra şöyle söyledi: Rasûlullah’a (as.) dedim ki: “- Bunun için mi anneme babama danışacakmışım?! Ben Allah’ı, Rasûlünü ve âhiret yurdunu istiyorum.” Ma’mer şöyle dedi: Bana Eyyub, Hz. Âişe’nin Rasûlullah’a (sav) şöyle söylediğini haber verdi: “- Ey Allah’ın Rasûlü, benim seni tercih ettiğimi diğer hanımlarına söyleme!” Rasûlullah (sav) da ona: “- Yüce Allah beni mübelliğ olarak gönderdi, inatçı olarak değil” buyurdu. Tirmizî dedi ki: Bu hadis, hasen-sahihtir. İbn Abbas’tan çok değişik tariklerle rivayet edilmiştir.


    Öneri Formu
19915 T003318 Tirmizi,Tefsîru'l-Kur'ân, 66

Bize Ebu İsmail Muhammed b. İsmail b. Yusuf et-Tirmizî , ona Eyyüb b. Süleyman b. Bilal, ona Ebu Bekir b. Ebu Üveys, ona Süleyman b. Bilal, ona Musa b. Ukbe ve Abdullah b. Ebu Atik, onlara (Muhammed b. Şihab) ez-Zührî, ona Süleyman b. Erkam, ona Yahya b. Ebu Kesir, ona Ebu Seleme (b. Abdurrahman), ona da Aişe (bt. Ebu Bekir) şöyle rivayet etmiştir: Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Allah'a isyan konusunda adak adanmaz. (Eğer adanmışsa) bunun kefareti yemin kefareti (gibidir). Ebu İsa (Tirmizi) dedi ki: Bu hadis garibtir. Bu hadis Ebu Safvan'ın Yunus'tan rivayet etmiş olduğu hadisten daha sağlamdır. Ebu Safvan, Mekkeli olup adı Abdullah b. Said b. Abdülmelik b. Mervan'dır. el-Humeydî ve hadisçilerin önde gelenlerinden birçoğu ondan hadis rivayet etmişlerdir. Hz. Peygamber'in (sav) ashabından ve diğer bazı ilim adamları: 'Allah'a isyan konusunda adak adanmaz. (Eğer adanmışsa) bunun kefareti yemin kefareti (gibidir)' demişlerdir. Ahmed ve İshak da aynı görüşte olup ez-Zührî'nin Ebu Seleme ve Aişe’den de rivayet ettiği hadisi delil olarak kabul etmektedirler. Hz. Peygamber'in (sav) ashabından ve diğer bazı ilim adamları ise: "Allah'a isyan konusunda adak adanmaz. (Eğer adanırsa) bunun için kefareti de yoktur" demişlerdi. Malik ve Şafii’de bu görüştedir.


    Öneri Formu
281914 T001525-2 Tirmizi, Nüzur ve Eyman, 1


Açıklama: Harise b. Ebu Rical zayıf bir ravidir. Yemini bozma ise kefaret gerektirir.

    Öneri Formu
19812 İM002110 İbn Mâce, Kefaret, 8


    Öneri Formu
19811 İM002109 İbn Mâce, Kefaret, 7


    Öneri Formu
22693 İM002126 İbn Mâce, Kefaret, 16


    Öneri Formu
28726 N003879 Nesai, Eymân ve Nuzûr, 41


    Öneri Formu
108178 MŞ012644 Musannef-i İbn Ebi Şeybe, Eyman - Nuzur - Keffarat, 65


    Öneri Formu
108184 MŞ012650 Musannef-i İbn Ebi Şeybe, Eyman - Nuzur - Keffarat, 67


    Öneri Formu
109061 MŞ012767 Musannef-i İbn Ebi Şeybe, Eyman - Nuzur - Keffarat, 99

Bize Muhammed b. Yahya, ona İshak b. Muhammed el-Fervî, ona Abdullah b. Ömer, ona Ubeydullah b. Ömer, ona Atâ (b. Ebu Rabah), ona da (Abdullah) b. Abbas şöyle demiştir: Hz. Peygamber (sav) bir gün Mekke'de güneşin altında dikilen bir adama rastladı ve: "Buna ne oldu" dedi. Oradakiler: Bu adam oruç tutmaya, konuşmamaya, akşama kadar gölgelenmemeye ve ayakta durmaya adakta bulundu, dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav): "Ona söyleyin; konuşsun, gölgelensin, otursun ve orucunu tamamlasın (açsın)" buyurdu. Bize Hüseyin b. Muhammed b. Şenebe el-Vâsıtî, ona Alâ b. Abdülcabbar, ona Vüheyb, ona Eyyüb, ona İkrime, ona da İbn Abbas, Hz. Peygamber'den (sav) bu hadisin bir benzerini nakletmiştir. Allah en iyi bilendir.


    Öneri Formu
271088 İM002136-2 İbn Mâce, Kefaret, 21