11 Kayıt Bulundu.
İbn Abbas, Ebu Süfyân'dan naklen şöyle söylemiştir: Kendisi Kureyş kervanı içinde Şam (topraklarında) imiş. Rasulullah (sav) ile Kureyş müşrikleri arasındaki (sulh) zamanında ticaret için gelmişler. Ebu Süfyân anlatmaya şöyle devam ediyor: Kayser'in elçisi bizi Şam'ın bir yerinde buldu. Beni ve arkadaşlarımı. Nihayet Îlîyâ'ya geldik. (Kayser'in) huzuruna alındık. Kendisi tahtında oturuyor, başında tacı, etrafında da Bizans ileri gelenleri bulunuyordu. Tercümanına, 'Kendisinin peygamber olduğunu söyleyen o zata soy itibariyle hangisinin daha yakın olduğunu onlara sor' dedi. Ben, 'Soy itibariyle ona en yakınım' dedim. O, 'Seninle onun arasındaki yakınlık derecesi nedir?' dedi. Ben, 'O, amcamın oğludur' dedim. O gün kervan içinde benden başka Abdü Menâf oğullarından biri yoktu. Kayser, 'Onu bana yaklaştırın' dedi. Arkadaşlarıma emretti de hemen arkamda oturtuldular. Ardından tercümanına, 'Arkadaşlarına, kendisinin peygamber olduğunu söyleyen o zat hakkında sorular soracağımı, eğer yalan konuşursa onu yalanlamalarını' söyledi. Vallahi! Arkadaşlarımın o gün beni yalanla itham etmelerinden utanmasaydım bana sorduğunda kendisine yalan söylerdim. Ama ben, beni yalanla itham etmelerinden utanıp ona doğru söyledim. Akabinde tercümanına, 'Bu zatın soyu nasıldır?' diye sordurdu. Ben, 'O içimizde soylu biridir' dedim. O, '(Peygamber olduğuna dair) o sözü ondan önce sizden biri söyledi mi?' dedi. Ben, 'Hayır' dedim. O, "Dediği şeyi söylemeden önce onu yalanla itham eder miydiniz?" dedi. Ben, 'Hayır' dedim. O, 'Atalarından kral olan var mıydı?' dedi. Ben, 'Hayır' dedim. O, 'Ona insanların ileri gelenleri mi yoksa zayıfları mı tabi oluyor' dedi. Ben, 'Aksine, zayıfları' dedim. O, 'Artıyorlar mı, azalıyorlar mı?' dedi. Ben, 'Aksine, artıyorlar' dedim. O, '(Onun dinine) girdikten sonra dinine öfke duyarak geri dönen var mı?' dedi. Ben, 'Hayır' dedim. O, 'Kendisi ihanet eder mi?' dedi. Ben, 'Hayır. Ancak biz şimdi onunla sulh dönemindeyiz ve ihanet etmesinden endişe ediyoruz' dedim. (Muhammed'in) değerini düşürüp söyleyebileceğim (bundan başka) bir söz bulamadım (ve) bunun dışındakilerin benden nakledilmesinden endişe etmiyorum. O, 'Onunla savaştınız mı ya da o sizle savaştı mı?' dedi. Ben, 'Evet' dedim. O, 'Onun ve sizin savaşınız nasıldı?' dedi. Ben, 'Zafer ve yenilgi aramızda dönüp duruyor. Bazen o bize galip geliyor, bazen de biz onu yeniyoruz' dedim. O, 'Size ne emrediyor?' dedi. Ben, "Bir olan Allah'a kulluk etmemizi, ona hiç bir şeyi ortak koşmamamızı emrediyor, atlarımızın taptıklarını bize yasaklıyor. Bize namazı, zekatı, namuslu olmayı, ahde vefayı, emanete riayet etmeyi emrediyor" dedim. Ben bunları dediğimde, tercümanına, 'Sana onun içinizdeki soyu hakkında sordum. Sen de onun soylu olduğunu söyledin. Peygamberler böyledirler. Kavminin soylu (kesiminden) gönderilirler. Sana, sizden birinin o sözü kendisinden önce birinin söyleyip söylemediğini sordum. Söylemediğini ifade ettin. Kendi kendime 'Sizden biri kendisinden önce o sözü söyleseydi kendisinden önce söyleneni tamamlamak (isteyen) biri derdim' dedim. Sana, dediğini demeden önce onu yalanla itham edip etmediğinizi sordum. Etmediğinizi söyledin. (Böylece) anladım ki o, insanlara yalan söylemediği gibi Allah'a da yalan isnat etmez! Sana, atalarından kral olup olmadığını sordum. Sen olmadığını ifade ettin. Kendi kendime 'Atalarından kral olsaydı atalarının (mirasını) istiyor' derdim. Sana, ona insanların ileri gelenlerinin mi yoksa zayıflarının mı tabi olduğunu sordum. Sen, ona zayıflarının tabi olduğunu söyledin. (İşte) onlar, peygamberlerin tabileridirler! Sana, onların arttıklarını mı azaldıklarını mı sordum. Sen, onların arttıklarını ifade ettin. Zaten iman da tamamlanana dek böyledir! Sana, onun dinine girdikten sonra dinine öfkelenerek geri dönenin olup olmadığını sordum. Sen olmadığını söyledim. (İşte) iman böyledir! Kalbin derinliklerine girdiğinde kimse onu çıkaramaz! Sana, onun sözünden dönüp dönmediğini sordum. Sen, dönmediğini söyledin. Zaten peygamberler böyledirler! İhanet edip sözlerinden dönmezler. Sana, onunla savaştığınıza ve onun sizinle savaştığına dair sordum. Sen, savaşın olduğunu ve sizin ve onun savaşının (sonucunun) dönüp durduğunu; bir kere onun, başka zaman da sizin galip olduğunuzu ifade ettin. (İşte) peygamberler böyle imtihana tabi tutulurlar ve (sonunda) zafer onların olur. Sana, size neyi emrettiğini sordum. Sen, size Allah'a ibadet etmenizi, ona bir şeyi ortak koşmamanızı emrettiğini, atalarınızın taptıklarını size yasakladığını, size namazı, zekatı, namuslu olmayı, ahde vefayı ve emaneti edayı emrettiğini söyledin. (İşte) bu, peygamberin vasfıdır! Ben onun (zaten) çıkacağını biliyordum. Ama sizden olacağını sanmıyordum. Eğer dediğin hak olsa, şu iki ayağımın olduğu yere hükmetmesi pek yakındır! Eğer imkanım olsa ona kavuşmak isterdim. Onun yanında olsam ayaklarını yıkardım' dedi. Ardından Rasulullah'ın (sav) mektubunu istedi de (kendisine) mektup okundu. (Mektupta) "Bismillahirrahmanirrahim! Allah'ın kulu ve peygamberi Muhammed'den, Bizans Kralı Hirakl'a! Selam, İslam'a tâbi olanlara olsun! Şimdi! Seni İslam'a davet ediyorum. Müslüman ol ki kurtul! Müslüman ol ki Allah, sevabını iki kere versin. Eğer (İslam'dan) yüz çevirirsen çiftçiler (olarak bilinen insanlarının) günahı senin boynunadır! 'Ey Ehl-i Kitâb! Sizinle bizim aramızdaki ortak söze gelin! Allah'tan başkasına ibadet etmeyelim, ona bir şeyi ortak koşmayalım, bazımız bazımızı Allah'tan başka rabler edinmesin! Eğer yüz çevirirlerse 'Bizim Müslümanlar olduğumuza şahit olun' deyin" yazılıydı. (Kayser) sözünü bitirince etrafındaki Bizans ileri gelenlerinin sesleri yükseldi! Homurtuları çoğaldı. Ne dediklerini bilemiyorum. Bize emredildi de (huzurundan) çıkarıldık. Arkadaşlarımla beraber çıkıp onlarla yalnız kaldığımda, kendilerine, 'İbn Ebu Kebşe'nin (Peygamber) işi ciddiye bindi! Bizanslıların kralı (bile) ondan korkuyor!' dedim. Vallahi! Ben istemediğim halde Allah kalbimi İslam'a sokana dek zelil olarak (ve) onun işinin zaferle sonuçlanacağını bilerek yaşadım!'
Bize İbrahim b. Musa, ona Hişam, ona Ma'mer; (T) Bize Abdullah b. Muhammed, ona Abdurrezzak, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe, ona İbn Abbas ona da Ebu Süfyan şöyle demiştir: Rasulullah (sav) ile aramızda (hudeybiye antlaşması yapıldıktan sonraki) barış zamanında (Şam'a) gitmiştim. Şam'da bulunduğum sırada Rasulullah'tan (sav) Herakleios'a bir mektup geldi. Mektubu getiren Dihye el-Kelbî onu Busrâ şehrinin valisine, o da Herakleios'a verdi. Herakleios de "peygamberlik iddiasında bulunan bu adamın memleketinden birleri var mı burada?" dedi. Onlar da "evet" dediler. Birkaç Kureyşli ile birlikte davet edildik ve Herakleios'un huzuruna çıkarak karşısına oturtulduk. Herakleios "peygamberlik iddia eden bu adama soy olarak en yakınınız kim?" dedi. Ben de "benim" dedim. Bunun üzerine beni karşısına, arkadaşlarımı da arkama oturttular. Daha sonra tercümanı getirdiler. Herakleios "bunlara söyle! Ben bu adama (Ebu Süfyân'a) peygamberlik iddia eden adam hakkında sorular soracağım. Şayet yalan söylerse bana söylesinler" dedi. Ebu Süfyân "vallahi, arkadaşlarımın beni yalancılıkla kınamayacaklarını bilsem yalan söylerdim" dedi Sonra Herakleios tercümanına "ona 'aranızda onun nesebi nasıldır' diye sor" dedi. Ben de "nesebi soyludur" dedim. Herakleios "peki atalarından melik olan kimse var mıydı?" dedi. Ben de "hayır" dedim. Herakleios "peygamberlik iddia etmeden önce onun yalanına şahit oldunuz mu hiç?" dedi. Ben de "hayır" dedim. Herakleios "peki ona iman edenler toplumun ileri gelenleri mi yoksa zayıfları mı" dedi. Ben de "zayıflarıdır" dedim. Herakleios "ona uyanların sayıları artıyor mu yoksa azalıyor mu?" dedi. Ben de "sayıları artıyor" dedim. Herakleios "ona inandıktan sonra, kızarak dininden dönen oluyor mu?" dedi. Ben de "hayır" dedim. Herakleios "hiç onunla savaştınız mı?" dedi. Ben de "evet" dedim. Herakleios "peki aranızdaki savaş nasıl sonuçlandı?" dedi. Ben de "nöbetleşe oluyordu, bazen onlar bazen de biz kazanırdık" dedim. Herakleios "sözünü çiğneyip antlaşmayı bozar mı?" dedi. Ben de "hayır, ama bu ateşkes süresince ne yapacağını bilemeyiz" dedim. Ebu Süfyan der ki: Vallahi bundan başka olumsuz bir söz söyleyemedim. Herakleios "peki ondan önce peygamberlik iddiasında bulunan oldu mu?" dedi. Ben de "hayır" dedim. Sonra Herakleios tercümanına "ona şunları söyle" dedi ve şöyle devam etti: "Ben sana soyunu sordum sen soylu olduğunu söyledin. Peygamberler de bu şekilde toplumlarının soylu ve şereflilerinden seçilirler. Sonra ataları arasında bir melikin var olup olmadığını sordum, olmadığını söyledin. Şayet atalarından biri melik olsaydı atalarının eski saltanatına yeniden sahip olmak istiyor derdim. Taraftarları, toplumun ileri gelenler mi yoksa zayıfları mı diye sordum, sen de, zayıflarıdır, dedin. Nitekim peygamberlerin taraftarları da böyledirler. Peygamberlik iddiasından önce yalanına şahit olup olmadığınızı sordum, yalanına şahit olmadığınızı söyledin. İnsanlara yalan söylemediğine göre anladım ki Allah adına da yalan söyleyemez. İnsanların, ona kızarak sonradan dinlerinden ayrılıp ayrılmadığını sordum, ayrılmadıklarını söyledin. İşte kalbe giren iman böyledir. 'Ona inananlar artıyor mu, azalıyor mu' sordum, arttıklarını söyledin. İşte iman tamama erinceye kadar böyledir. Sana, onunla savaşıp savaşmadığınızı sordum, savaştığınızı bazen onun bazen de sizin kazandığınızı söyledin. İşte peygamberler de böyle imtihan edilirler. Ama en sonunda kazanan onlar olur. sana, onun sözünü çiğneyip çiğnemediğini, sordum, sözünde durduğunu söyledin. İşte peygamberler de böyledirler, verdiği sözü çiğnemezler. Ondan önce başka birinin böyle bir iddiada bulunup bulunmadığını sordum, hayır dedin. Eğer daha önce böyle bir iddiada bulunan biri olsaydı bu adam da onu taklit ediyor, derdim." Daha sonra Herakleios "size ne emrediyor?" diye sordu. Ben de "bize namaz kılmayı, zekat vermeyi, akrabalık bağlarını koruyup gözetmeyi ve iffetli olmayı emrediyor" dedim. Herakleios "eğer bu dediklerin onda varsa, o hak bir peygamberdir. Ben onun ortaya çıkacağını biliyordum ama sizden biri olacağını tahmin etmiyordum. Şayet ona yetişebileceğimi bilseydim onunla görüşmek isterdim. Eğer yanında olsaydım ayaklarını yıkardım. O kesinlikle, bir gün ayaklarımın bastığı şu topraklara hakim olacak" dedi. Sonra Rasulullah'ın (sav) mektubunu getirtip okudu. İçinde şunlar yazıyordu: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Allah'ın Rasulü Muhammed'den Rum kralı Herakleios'a. Hidayete uyanlara selam olsun. Seni İslam'a davet ediyorum. İslam'a gir ki kurtuluşa eresin. İslam'a gir ki Allah sana iki kere sevap versin. Eğer kabul etmezsen halkının vebalini de boynunda taşırsın. “Ey kitap ehli! Aramızdaki ortak bir söze gelin: Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim. Şahit olun ki biz Müslümanlardanız." (Ali İmran, 64). Mektubu okumayı bitirince etrafındakiler söylenmeye başladılar, gürültü oluştu. Bizim çıkarılmamız emredildi. Çıktığımız esnada arkadaşlarıma "İbn Ebu Kebşe'nin meselesi iyice büyüdü. Roma kralı bile ondan korkuyor" dedim. Rasulullah'ın (sav) zafere kavuşacağı konusunda kesin kanaat besliyordum. Ta ki Allah bana İslam'ı nasip etti. Zührî der ki: Herakleios, Romalıların ileri gelenlerini çağırıp köşklerinden birinde onları topladı. Onlara "Ey Romalılar! Daima kurtuluş ve istikamet üzere olmayı, güç ve hakimiyetinizin baki kalmasını istemez misiniz?" deyince ürküp kaçışan yaban merkepleri gibi kapıya doğru koşuştular. Ancak kapıların kapatıldığını fark ettiler. Herakleios "onları bırakmayın." dedi. Onları yanına getirttikten sonra "Hanginizin dinine daha sıkı bağlı olduğunu öğrenmek için sizi sınadım. Sizden beklediğim tavrı sergilediniz" dedi. Onlar da önünde secde ettiler, ona bağlılıklarını gösterdiler.
Bize İbrahim b. Musa, ona Hişam, ona Ma'mer; (T) Bize Abdullah b. Muhammed, ona Abdurrezzak, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe, ona İbn Abbas ona da Ebu Süfyan şöyle demiştir: Rasulullah (sav) ile aramızda (hudeybiye antlaşması yapıldıktan sonraki) barış zamanında (Şam'a) gitmiştim. Şam'da bulunduğum sırada Rasulullah'tan (sav) Herakleios'a bir mektup geldi. Mektubu getiren Dihye el-Kelbî onu Busrâ şehrinin valisine, o da Herakleios'a verdi. Herakleios de "peygamberlik iddiasında bulunan bu adamın memleketinden birleri var mı burada?" dedi. Onlar da "evet" dediler. Birkaç Kureyşli ile birlikte davet edildik ve Herakleios'un huzuruna çıkarak karşısına oturtulduk. Herakleios "peygamberlik iddia eden bu adama soy olarak en yakınınız kim?" dedi. Ben de "benim" dedim. Bunun üzerine beni karşısına, arkadaşlarımı da arkama oturttular. Daha sonra tercümanı getirdiler. Herakleios "bunlara söyle! Ben bu adama (Ebu Süfyân'a) peygamberlik iddia eden adam hakkında sorular soracağım. Şayet yalan söylerse bana söylesinler" dedi. Ebu Süfyân "vallahi, arkadaşlarımın beni yalancılıkla kınamayacaklarını bilsem yalan söylerdim" dedi Sonra Herakleios tercümanına "ona 'aranızda onun nesebi nasıldır' diye sor" dedi. Ben de "nesebi soyludur" dedim. Herakleios "peki atalarından melik olan kimse var mıydı?" dedi. Ben de "hayır" dedim. Herakleios "peygamberlik iddia etmeden önce onun yalanına şahit oldunuz mu hiç?" dedi. Ben de "hayır" dedim. Herakleios "peki ona iman edenler toplumun ileri gelenleri mi yoksa zayıfları mı" dedi. Ben de "zayıflarıdır" dedim. Herakleios "ona uyanların sayıları artıyor mu yoksa azalıyor mu?" dedi. Ben de "sayıları artıyor" dedim. Herakleios "ona inandıktan sonra, kızarak dininden dönen oluyor mu?" dedi. Ben de "hayır" dedim. Herakleios "hiç onunla savaştınız mı?" dedi. Ben de "evet" dedim. Herakleios "peki aranızdaki savaş nasıl sonuçlandı?" dedi. Ben de "nöbetleşe oluyordu, bazen onlar bazen de biz kazanırdık" dedim. Herakleios "sözünü çiğneyip antlaşmayı bozar mı?" dedi. Ben de "hayır, ama bu ateşkes süresince ne yapacağını bilemeyiz" dedim. Ebu Süfyan der ki: Vallahi bundan başka olumsuz bir söz söyleyemedim. Herakleios "peki ondan önce peygamberlik iddiasında bulunan oldu mu?" dedi. Ben de "hayır" dedim. Sonra Herakleios tercümanına "ona şunları söyle" dedi ve şöyle devam etti: "Ben sana soyunu sordum sen soylu olduğunu söyledin. Peygamberler de bu şekilde toplumlarının soylu ve şereflilerinden seçilirler. Sonra ataları arasında bir melikin var olup olmadığını sordum, olmadığını söyledin. Şayet atalarından biri melik olsaydı atalarının eski saltanatına yeniden sahip olmak istiyor derdim. Taraftarları, toplumun ileri gelenler mi yoksa zayıfları mı diye sordum, sen de, zayıflarıdır, dedin. Nitekim peygamberlerin taraftarları da böyledirler. Peygamberlik iddiasından önce yalanına şahit olup olmadığınızı sordum, yalanına şahit olmadığınızı söyledin. İnsanlara yalan söylemediğine göre anladım ki Allah adına da yalan söyleyemez. İnsanların, ona kızarak sonradan dinlerinden ayrılıp ayrılmadığını sordum, ayrılmadıklarını söyledin. İşte kalbe giren iman böyledir. 'Ona inananlar artıyor mu, azalıyor mu' sordum, arttıklarını söyledin. İşte iman tamama erinceye kadar böyledir. Sana, onunla savaşıp savaşmadığınızı sordum, savaştığınızı bazen onun bazen de sizin kazandığınızı söyledin. İşte peygamberler de böyle imtihan edilirler. Ama en sonunda kazanan onlar olur. sana, onun sözünü çiğneyip çiğnemediğini, sordum, sözünde durduğunu söyledin. İşte peygamberler de böyledirler, verdiği sözü çiğnemezler. Ondan önce başka birinin böyle bir iddiada bulunup bulunmadığını sordum, hayır dedin. Eğer daha önce böyle bir iddiada bulunan biri olsaydı bu adam da onu taklit ediyor, derdim." Daha sonra Herakleios "size ne emrediyor?" diye sordu. Ben de "bize namaz kılmayı, zekat vermeyi, akrabalık bağlarını koruyup gözetmeyi ve iffetli olmayı emrediyor" dedim. Herakleios "eğer bu dediklerin onda varsa, o hak bir peygamberdir. Ben onun ortaya çıkacağını biliyordum ama sizden biri olacağını tahmin etmiyordum. Şayet ona yetişebileceğimi bilseydim onunla görüşmek isterdim. Eğer yanında olsaydım ayaklarını yıkardım. O kesinlikle, bir gün ayaklarımın bastığı şu topraklara hakim olacak" dedi. Sonra Rasulullah'ın (sav) mektubunu getirtip okudu. İçinde şunlar yazıyordu: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Allah'ın Rasulü Muhammed'den Rum kralı Herakleios'a. Hidayete uyanlara selam olsun. Seni İslam'a davet ediyorum. İslam'a gir ki kurtuluşa eresin. İslam'a gir ki Allah sana iki kere sevap versin. Eğer kabul etmezsen halkının vebalini de boynunda taşırsın. “Ey kitap ehli! Aramızdaki ortak bir söze gelin: Allah'tan başkasına kulluk etmeyelim. Şahit olun ki biz Müslümanlardanız." (Ali İmran, 64). Mektubu okumayı bitirince etrafındakiler söylenmeye başladılar, gürültü oluştu. Bizim çıkarılmamız emredildi. Çıktığımız esnada arkadaşlarıma "İbn Ebu Kebşe'nin meselesi iyice büyüdü. Roma kralı bile ondan korkuyor" dedim. Rasulullah'ın (sav) zafere kavuşacağı konusunda kesin kanaat besliyordum. Ta ki Allah bana İslam'ı nasip etti. Zührî der ki: Herakleios, Romalıların ileri gelenlerini çağırıp köşklerinden birinde onları topladı. Onlara "Ey Romalılar! Daima kurtuluş ve istikamet üzere olmayı, güç ve hakimiyetinizin baki kalmasını istemez misiniz?" deyince ürküp kaçışan yaban merkepleri gibi kapıya doğru koşuştular. Ancak kapıların kapatıldığını fark ettiler. Herakleios "onları bırakmayın." dedi. Onları yanına getirttikten sonra "Hanginizin dinine daha sıkı bağlı olduğunu öğrenmek için sizi sınadım. Sizden beklediğim tavrı sergilediniz" dedi. Onlar da önünde secde ettiler, ona bağlılıklarını gösterdiler.