250 Kayıt Bulundu.
İbn Abbâs'tan rivayetle Atâ der ki: Karîbe bt. Ebu Ümeyye, Ömer b. Hattâb'ın nikâhında idi. Ömer onu boşadı, Muaviye b. Ebu Süfyân onunla evlendi. Ebu Sufyân'ın kızı Ümmü'l-Hakem de İyâd b. Ganm el-Fıhrî'nin nikâhında idi, İyâd onu boşadı, onunla da Abdullah b. Osman es-Sakafî evlendi.
Bize Yahya b. Bükeyr, ona Leys, ona Ukayl, ona İbn Şihâb, ona Urve b. Zübeyir, ona Mervân b. Hakem ve Misver b. Mahrame, onlara da Hz. Peygamber'in diğer sahâbileri şöyle haber vermiştir: Süheyl b. Amr, Hudeybiye barışının yapıldığı gün, barış metnini yazımı sırasında, Hz. Peygamber'e (sav) koştuğu şartları dile getirirken “bizden sana bir adam gelirse, o senin dininde dahi olsa, onu bize geri vereceksin ve bizimle onun arasına girmeyeceksin” dedi. Müslümanlar bu şartı beğenmeyip, tepki gösterdiler. Kureyş elçisi Süheyl ise bu şartta diretti. Onun bunda ısrar etmesi üzerine, Peygamber (sav) de antlaşmayı bu şartı kabul ederek yazdırdı. Peygamber (sav), o gün Mekke'den kaçıp gelmiş olan Ebu Cendel'i de, babası Süheyl b. Amr'a geri verdi. Barış anlaşması müddeti içinde, Müslüman olarak gelmiş olsa da, Mekkelilerden Peygamber'e gelen her erkeği Peygamber muhakkak iade etti. Daha sonra mümin kadınlar da muhacir olarak geldiler. Allah resulünün yanına çıkıp gelenlerden biri de Ukbe b. Ebu Muayt'ın kızı, genç bir hanım olan Ümmü Gülsüm'dü. Sonra ailesi gelerek Hz. Peygamber'den (sav) Ümmü Gülsüm'ü kendilerine geri vermesini istedi ama Peygamber (sav) Ümmü Gülsüm'ü ailesine vermedi. Çünkü kendisine gelen bu kadınlar hakkında Allah şu ayeti indirmiştir: "Ey iman edenler! Mü’min kadınlar muhacir olarak size geldiklerinde, onları imtihan edin. Allah, onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz onların inanmış kadınlar olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin. Çünkü müslüman hanımlar kâfirlere helâl değillerdir. Kâfirler de müslüman hanımlara helâl olmazlar. Mehir olarak harcadıklarını onlara (kocalarına geri) verin. Mehirlerini verdiğiniz takdirde, bu kadınlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Müşrik karılarınızın nikâhlarına tutunmayın. (Zira bu nikâhlar ortadan kalkmıştır.) Onlara harcadığınız mihri, (evlendikleri kâfir kocalarından) isteyin. Kâfirler de (İslâm’ı kabul eden ve sizinle evlenen eski hanımlarına) harcamış oldukları mihri (sizden) istesinler. Bu, Allah’ın hükmüdür. O, aranızda hüküm veriyor. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Mümtehine: 10).
Ukayl der ki: Bana Zührî, ona Urve, ona da Âişe şöyle haber vermiştir: Rasulullah (sav) (mekke'den Medine'ye hicret eden) kadınları imtihan ederdi. Bize ulaşan habere göre, Yüce Allah, hicret eden mümin kadınların, müşrik kocalarının kendilerine yaptıkları harcamaları, onlara iade etmeleri ve Müslüman erkeklerin de kafir eşlerini artık nikahları altında tutmamaları gerektiğini bildiren hükmü indirdiği zaman Hz. Ömer, (Müslüman olmayan) iki eşini; Karîbe bt. Ebu Ümeyye ve Cervel el-Huzâî'nin kızını boşadı. Bunlardan Karîbe ile Muaviye, diğeri ile de Ebu Cehm evlendi. Kafirler, Müslümanların, kaçıp giden eşlerine harcadıkları nafakayı Müslümanlara ödemeye yanaşmayınca Yüce Allah "Eğer sizden birinin eşi dinden dönüp kâfirlere katılır da o kadına verdiğiniz mehir size iade edilmezse, onlarla yaptığınız savaşta galip gelip kendilerinden ganimet aldığınızda, eşleri gitmiş olan kocalara, ödedikleri mehir kadarını o ganimetten verin" (Mümtehine, 11) ayetini indirdi. "Akib (العقب)" eşi küffara kaçan Müslümanın, eşine yaptığı harcamayı ifade eder. Böylece Allah, eşi çekip giden bir Müslümanın, kaçıp giden kafir eşine ödediği mehrin, ona geri ödenmesini emretti. Ama biz, iman ettikten sonra dinden dönüp giden hiç bir kadını duymadık. Yine bize ulaşan habere göre, Hudeybiye antlaşması döneminde Ebu Basîr b. Üseyd es-Sakafî iman edip muhacir olarak Hz. Peygamber'e (sav) geldi. Ahnes b. Şerîk Hz. Peygamber'e mektup yazarak Ebu Basîr'in iadesini talep etti. Râvi hadisin devamını da aktardı.
Açıklama: Rivayet muallaktır; Buhari ile Ukayl b. Halid arasında inkıta vardır.
Bana Abdullah b. Muhammed, ona Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Urve b. Zübeyir, ona Misver b. Mahreme ve Mervân, -biri diğerinin rivayetini tasdik ederek- şöyle demişlerdir: Rasulullah (sav), Hudeybiye vakti yola çıktı ve bir süre gittikten sonra sahabilerine "Hâlid b. Velîd Kureyşli bir süvari müfrezesi ile öncü ve gözcü olarak Ganîm mevkiindedir. Şimdi siz yolun sağ tarafından gidin" buyurdu. Vallahi Peygamber'in (sav) ordusunun kaldırdığı kara tozu görene kadar Hâlid, Peygamber (sav) ile beraberindekilerin hareketini sezemedi. Hâlid, hemen hayvanını mahmuzlayarak, Kureyş'i uyarmak üzere süratle gitti. Peygamber (sav) de yürüyüp, Kureyş'in üzerine ineceği Seniyye mevkiine geldi. Hz. Peygamber'in bineği burada çöktü. İnsanlar “Kalk yürü, kalk yürü” dedilerse de deve çökmekte ısrar etti. Bu sefer insanlar “Kasvâ çöküp kaldı, Kasvâ çöküp kaldı” dediler. Bunun üzerine Peygamber (sav) "Kasvâ çöküp kalmaz. Onun çökme huyu da yoktur. Fakat vaktiyle fili (Mekke'ye girmekten) engelleyen Allah, şimdi Kasvâ'yı engelledi" buyurdu. Bundan sonra Rasulullah "hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş'in, Allah'ın haremine hürmet barındıran (Mekke'de savaşmayı önleyecek) her talebini onlara vereceğim" buyurdu. Sonra Kasvâ'yı sürdü. Hayvan hemen sıçrayıp kalktı. Râvî der ki: Bu defa Rasulullah, Kureyş tarafından ayrılıp suyu az olan "Semed" kuyusu yolu üzerindeki Hudeybiye mevkiinin en sonunda konakladı. Çok geçmeden insanlar bu kuyunun suyunu çekerek bitirdiler. Sonra da Hz. Peygamber'e (sav) susuzluktan şikayet edildi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) mahfazasından bir ok çıkardı, sonra bu oku Semed kuyusuna atmalarını emretti. Vallahi o anda kuyunun suyu coşmağa başladı ve sahâbe oradan dönünceye kadar, onların susuzluğunu giderdi. Rasulullah ile sahâbîleri bu halde iken, Budeyl b. Verkâ el-Huzâî, kendi kabilesi olan Huzaa'dan bir grup insan ile çıkageldi. Tihâme kabileleri arasında Huzaalılar, öteden beri Rasulullah'ın sırdaşı idiler. Budeyl Hz. Peygamber'e “ben ayrılıp buraya geldiğimde, Ka'b ibn Luey ile Âmir ibn Luey kabileleri, kadınları ve çocukları da yanlarında olduğu halde, Hudeybiye sularının en zengin kaynaklarında konaklamıştı. Bunlar muhakkak sizinle savaşacak ve sizin Kâbe'ye gitmenize engel olacaklar” dedi. Hz. Peygamber (sav) de şöyle buyurdu: "Biz hiçbir kimse ile savaşmak için gelmedik. Biz sadece umre yapmak niyetiyle geldik. Muhakkak ki savaş, Kureyş'in maddî ve manevî kuvvetlerini zayıflatmış ve onları zarara uğratmıştır. Eğer Kureyş arzu ederse, aramızda bir müddet barış yaparım. Onlar da benimle diğer müşriklerin arasına girmemiş olurlar. Eğer ben Araplara galip olursam, Kureyş müşrikleri de insanların girdiği bu itaat yoluna girmek isterlerse girebilirler. Şayet galip gelemezsem, bu durumda müşrikler rahata ererler. Eğer kabul etmezlerse, hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, şu müdafaa ettiğim Müslümanlık uğrunda başım vücudumdan ayrılıncaya kadar onlarla savaşırım. Elbette Allah, vaadini yerine getirecektir." Bunun üzerine Budeyl, Rasulullah'a “şimdi ben senin bu söylediklerini muhakkak Kureyş'e ileteceğim” dedi. Ravi der ki: Büdeyl yürüyüp Kureyş karargâhına vardı ve “şimdi ben şu adamın yanından geliyorum. Onu şöyle bir söz söylerken işittik. Eğer o sözleri sizlere iletmemizi isterseniz iletiriz” dedi. Kureyş'in beyinsizleri “senin bize ondan bir haber vermene ihtiyacımız yoktur” dediler. Fakat içlerinden öngörüsü olan biri “haydi, ondan işittiğin sözü aktar” dedi. Budeyl “ben Ondan şöyle şöyle sözleri söylerken işittim” diyerek, Peygamber'in (sav) söylediği sözleri birer birer anlattı. Bunun üzerine Urve b. Mes'ûd ayağa kalktı ve “ey kavmim, siz benim babam yerinde değil misiniz?” diye sordu. Kureyşliler “evet” dediler. Urve “ben de sizin oğlunuz konumunda değil miyim?” dedi. Onlar yine “evet” dediler. Sonra Urve “beni herhangi bir şeyle ile itham ediyor musunuz?” diye sordu. Onlar “hayır” diye cevap verdiler. Urve “Ukâz halkını size toptan yardıma çağırdığımı ve onların bu yardımdan çekinmeleri üzerine kendim ailem, çocuklarım ve bana itaat edenlerle size yardıma koştuğumu biliyorsunuz değil mi?” dedi. Onlar “evet; biliriz” dediler. Daha sonra Urve “bu adam size hayır ve iyilik yolu gösteriyor. O yolu kabul edin ve müsaade edin, Ona gideyim” dedi. onlar da “haydi git”, dediler. Urve, Peygamber'e (sav) geldi ve Onunla konuştu. Hz. Peygamber (sav) de Urve'ye, Budeyl'e söylediği sözlere benzer şeyler söyledi. Bunun üzerine Urve “Ey Muhammed, diyelim ki kavminin kökünü kazıdın, peki senden önce Araplar içinde kendi kavmini toptan yok eden bir kimse duydun mu? Ya da aksine Kureyş sana galip gelirse o zaman söyle bakalım ne olacak. Vallahi ben aranızda itibarlı kimseler görüyorum, aynı şekilde yine bir takım kabilelerden toplanmış karışık kimseler de görüyorum. Bunlar savaş sırasında kaçıp, seni yalnız bırakabilecek karakterdedir” dedi. Ebu Bekir Urve'ye karşılık verip “haydi sen git, Lât'ın dişilik organını yala! Biz mi savaştan kaçıp Rasulullah'ı yalnız bırakacağız” dedi. Urve “bu kimdir?” diye sordu. Sahâbîler “Ebu Bekir'dir” dediler. Urve “canım elinde olana yemin ederim ki, eğer üzerimde henüz daha ödeyemediğim bir iyiliğin olmasaydı, elbette ben de sana cevap verirdim” dedi. Râvî der ki: Urve, Hz. Peygamber'le konuşmaya devam etti ve her konuştuğunda eliyle Peygamber'in sakalını tutuyordu. O sırada Mugîre b. Şu'be, başında miğfer ve yalın kılıç bir hâlde Hz. Peygamber'in başında dikiliyordu. Urve her ne zaman eliyle uzanıp Hz. Peygamber'in sakalını tutmaya yeltense Mugîre hemen kılıcının kınının ucuyla Urve'nin eline vuruyor ve Urve'ye “Rasulullah'ın sakalından elini çek” diyordu. Mugîre'nin bu hareketi üzerine Urve başını kaldırdı ve “bu da kimdir?” diye sordu. Sahâbîler “Mugîre b Şu'be'dir” dediler. Bunun üzerine Urve “Ey gaddar, ben hâlâ senin gadr ve hıyanetini ödemeye çalışmakla meşgul değil miyim?” dedi. Mugîre Cahiliye döneminde bazı kimselerle yol arkadaşlığı yapmış ve yolda bunları öldürüp mallarını almış, sonra Medine'ye gelip Müslüman olmuştu. Hz. peygamber (sav) "senin İslam'a girmeni kabul ederim ama bu mallardan hiç bir şey alacak değilim" buyurdu. Sonra Urve, Hz. Peygamber'in sahâbîlerini iki gözü ile iyice süzmeye başladı ve şöyle dedi: “Vallahi Rasulullah'ın (sav) ağzından bir şey çıksa hemen sahâbîlerinden bir adamın avucuna düşüyor ve o adam bunu yüzüne ve bedenine sürüp ovalıyor. Onlara bir şey emredince, sahâbîleri derhâl emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar. Abdest aldığı zaman da abdest suyunun artanını almak için neredeyse birbirleriyle çarpışacaklar. Hz. Peygamber (sav) söz söylediği zaman, huzurundaki bütün sahâbîler seslerini kısyorlar. Ona hürmeten için yüzüne dikkatle bakamıyorlar” dedi. Ardından Kureyş'in yanına geldi ve gördüklerini şöyle aktardı: “Ey kavmim! Vallahi ben vaktiyle birçok meliklerin huzuruna elçi olarak çıktım. Rum meliki Kayser'in, Fars meliki Kisrâ'nın, Habeş meliki Necâşî'nin huzuruna elçi olarak girdim. Vallahi hiçbir melikin adamlarını, Ashabın Muhammed'e (sav) gösterdiği hürmet kadar, hükümdarlarına hürmet ettiklerini görmedim. Muhammed'in ashabı, Onun tükürüğü ile bile teberrük ediyorlar (bereket umuyorlar). O bir şey emredince, ashabı derhâl emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar. O abdest aldığı zaman da, abdest suyunun fazlasını birbirlerinin üzerine yığılarak paylaşıyorlar. O söz söylediği zaman ashabı onun yanında seslerini kısıyorlar. Muhammed'in ashabı Ona hürmeten, yüzüne dikkatle bakmıyorlar. Şimdi Muhammed size güzel bir barış ve iyilik yolu sunuyor. Bunu kabul edin” Bunun üzerine Kinâne oğullarından birisi Kureyş'e hitaben “müsaade edin bir de ben Muhammed'in yanına gideyim” dedi. Onlar da “Pekâlâ git” dediler. Bu zât, Peygamber'in ashabına doğru giderken, Rasulullah (sav) "bu gelen falanca kimsedir. Onun kabilesi hac ve umre kurbanlarına hürmet ederler. Kurbanlıkları bu zatın gözü önüne salıverin" buyurdu. Ashab kurbanlıkları onun geleceği yolun üzerine salıverdi ve insanlar onu telbiye getirerek karşıladılar. Bu kimse kurbanlıkları ve telbiye getiren insanları görünce “sübhânallah, bunları Kâbe'yi ziyaretten alıkoymak uygun değildir” dedi. Kureyş'in yanına döndüğünde de “ben bunların umre için kesecekleri işaretlenmiş, gerdanlık takılmış kurban develerini gördüm. Bunların Kâbe'yi ziyaretten alıkonmasını uygun görmem” dedi. Sonra Kureyşliler arasından Mikraz b. Hafs isimli biri kalktı ve “bana müsaade edin de Muhammed'e (sav) bir de ben gideyim” dedi. Onlar da “haydi git” dediler. Mikraz ashaba doğru gelirken, Peygamber (sav) "şu gelen Mikraz'dir, gaddar bir kimsedir" buyurdu. Mikraz Peygamber (sav) ile konuşmağa başladı. Peygamber (sav) onunla konuşacağı sırada, Süheyl b. Amr çıkageldi. Ma'mer der ki: Bana Eyyûb, ona da İkrime'nin rivayet ettiğine göre Süheyl b. Amr gelince, Hz. Peygamber (sav) ashabına "işiniz kolaylaştı" buyurdu. Ma'mer der ki: Zuhrî hadisinde şöyle dedi: Süheyl b. Amr gelince, Hz. Peygamber'e “Haydi getir (katibini da) aramızda bir barış antlaşması yaz” dedi. Bunun üzerine Peygamber yazı yazacak olan kâtibi (Ali b. Ebu Tâlibî) çağırdı ve "Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla (Bismilâhirrahmânirrahîm) yaz" buyurdu. Süheyl “Rahman ismine gelince, vallahi ben onun mahiyetini bilmiyorum. Fakat vaktiyle Senin de yazdırdığın gibi “Bismikellâhumme (Senin adınla ey Allah'ım) diye yaz” dedi Müslümanlar da bir ağızdan “Vallahi biz sadece Bismillâhirrahmânirrahîm yazarız” dediler. Hz. Peygamber (sav) "Haydi Bismikellâhumme yaz" buyurdu. Sonra da "bu, Muhammed Rasulullah'ın yaptığı antlaşma metnidir" diye yazmasını emretti. Süheyl “biz Senin Allah'ın Rasulü olduğunu kabullenseydik, Seni Kâbe'yi ziyaretten alıkoymaz ve Sana karşı savaşmazdık. Sen Muhammed b. Abdullah yaz” dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav) "Vallahi siz yalanlasanız da ben şüphesiz Allah'ın Rasulüyüm" buyurdu ve (Hz. Ali'ye) "Haydi Muhammed b. Abdullah yaz" diye emretti. Zuhrî der ki: Hz. Peygamber'in bu (gerek Besmele, gerekse Rasulullah kelimelerinin metinden çıkarılmasına razı olması) Onun önceden söylediği "Hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş'in, içinde Allah'ın haremine hürmet barındıran (Mekke'de savaşmayı önleyecek) her talebini onlara vereceğim" buyurmasından dolayıdır. Sonra Hz. Peygamber (sav) "Siz yolumuzdan çekileceksiniz, biz Kâbe'yi tavaf edeceğiz" buyurdu. Süheyl “Vallahi Arap milleti sizin güç kullanarak zorla Mekke'ye girdiğinizin dedikodusunu yapar. Ancak gelecek sene (Kâbe'yi tavaf edebilirsiniz)” dedi. (Hz. Ali bu şekilde) yazdı. Süheyl “bizden bir erkek gelir sana sığınırsa, senin dininden olsa bile, onu bize geri vereceksin” dedi. Müslümanlar “Subhânallah! müslüman olarak gelip sığınan kimse nasıl müşriklere geri verilir” dediler. Tam bu sırada Süheyl b. Amr'ın oğlu Ebu Cendel, Mekke'nin aşağısındaki hapsedildiği yerden kaçmış bir şekilde, ayakları zincirli olarak seke seke çıkageldi ve kendisini Müslümanların arasına attı. Bunun üzerine Süheyl “ey Muhammed, imzalanacak antlaşmanın ilk maddesi gereğince bunu bana geri iade edeceksin” dedi. Hz. Peygamber (sav) "Biz antlaşma metnini yazmayı bitirip (imzalamadık)" buyurdu. Süheyl “vallahi o zaman ben de seninle asla antlaşma yapmam” dedi. Peygamber (sav) "Ebû Cendel'i bana bağışla" buyurdu. Süheyl “Ben onu sana bağışlamam” dedi. Peygamber (sav) "Hadi bunu benim hatırım için yap" buyurdu. Süheyl “asla yapmam” dedi. (Antlaşma da temsilci olarak bulunan) Mikraz “onu sana bağışladık” dedi. (ama imzaya yetkili olan Süheyl kabul etmedi.) Ebu Cendel “ey Müslümanlar topluluğu, Müslüman olarak geldiğim hâlde şimdi ben müşriklere geri mi veriliyorum? Benim karşılaştığım şu hâli görmüyor musunuz?” dedi. Gerçekten de Allah için çok ağır işkenceye maruz kalmıştı. Ravi der ki: Ömer b. Hattâb şöyle demiştir: Bunun üzerine ben Peygamber'in yanına geldim ve “Sen gerçekten Allah Rasulü değil misin?” Peygamber (sav) "evet" buyurdu. Ben “biz hak üzerinde, düşmanlarımız ise bâtıl üzerinde bulunmuyorlar mı?” dedim. Peygamber (sav) "Evet, öyledir" buyurdu. Ben “O hâlde dinimiz hakkında bu aşağılık hâli niçin kabul ediyoruz? dedim. Peygamber (sav) "hiç şüphesiz ben Allah'ın Rasulü'yüm ve Allah 'a isyan etmiş de değilim. Allah benim yardımcımdır" buyurdu. Ben yine “vaktiyle Sen bize "Yakında Kâbe'ye varıp tavaf edeceğiz" diye haber vermedin mi?” dedim. Rasulullah (sav) "Ben sana, 'bu sene tavaf edeceğiz', diye mi haber verdim?" buyurdu. Ben de “hayır” dedim. Rasulullah (sav) "Muhakkak sen (yakın zamanda) Kâbe'ye varıp onu tavaf edeceksin" buyurdu. Ömer der ki: Ben ardından Ebu Bekir'in yanına vardım ve “ey Ebu Bekir, Bu adam Allah'ın hak peygamberi değil midir?” dedim. Ebu Bekir de “evet, hak peygamberdir” dedi. Ben “biz Müslümanlar hak üzerinde, düşmanlarımız bâtıl üzerinde bulunmuyor mu?” dedim. O da “evet öyledir” dedi. Ben tekrar “öyle ise niçin biz dinimizi küçük düşürüyoruz?” dedim. Ebu Bekir “behey adam, Muhammed (sav) muhakkak Allah'ın Rasulü'dür. O, Rabbine asi değildir. Allah Onun yardımcısıdır. Sen hemen Onun emrine sarıl. Vallahi Muhammed hak üzeredir” dedi. Ben tekrar “O bize Medine'de "Kâbe'ye varacağız, tavaf edeceğiz" demedi mi?” diye sordum. Ebu Bekir “evet öyledir. Fakat sana "Bu sene varıp tavaf edersiniz" dedi mi?” dedi. Ben de “hayır”, dedim. Ebu Bekir “Sen muhakkak yakın bir zamanda Kâbe'ye varıp onu tavaf edeceksin” dedi. Zuhrî, Ömer'in “bu itirazlarımdan dolayı kefaret olarak sonra birçok iyi işler yapmışımdır” dediğini aktarmaktadır. Râvî der ki: Rasulullah antlaşma metnini yazdırdıktan sonra "haydi artık kalkın, kurbanlarınızı kesip, başlarınızı tıraş edin" buyurdu. Râvî der ki: Hz. Peygamber (sav) üç kere tekrarladığı halde Vallahi ashaptan bir adam dahi olsun kalkmadı. Ashaptan hiçbirisi kalkmayınca, Rasulullah, Ümmü Seleme'nin yanına girdi ve ona insanların tavrını anlattı. Ümmü Seleme “ey Allah'ın Rasulü, sen bu emri yerine getirmek istiyorsan, çık, hiç bir kimseyle bir kelime konuşmadan kurbanlık develerini kes, sonra da berberini çağırıp tıraşını ol” dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav), Ümmü Seleme'nin yanından çıktı ve ashaptan hiç kimse konuşmadan kurbanın kesti ve berberini çağırıp tıraşını oldu. Ashap bunu görünce, üzüntüden neredeyse birbirlerini öldürecek olmalarına rağmen, hemen kalkarak kurbanlarını kestiler ve birbirlerini tıraş etmeye başladılar. Sonra bazı mümin hanımlar geldi. Bunun üzerine Yüce Allah "Ey iman edenler! Mü'min kadınlar hicret ederek size geldiklerinde, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Siz de onların inanmış kimseler olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin. Ne onlar o kâfirlere helâldir, ne de o kâfirler onlara. Yalnız, müşrik kocalarının onlara vermiş oldukları mehirleri kendilerine iade edin. Mehirlerini verdiğiniz takdirde mü'min kadınları nikâhlamanızda hiçbir sakınca yoktur. Kâfir kadınları ise nikâhınızda tutmayın" (Mümtehine, ıo) ayetini indirdi. Bunun üzerine Ömer müşrik olan iki hanımını boşadı. Onlardan biri ile Muâviye b. Ebu Süfyân, diğeri ile de Safvân b. Ümeyye evlendi. Sonra Peygamber (sav) Medine'ye döndü. Ardından Kureyş'ten bir adam olan Ebu Basîr, Müslüman olarak çıkageldi. Hemen arkasından müşrikler onu geri istemek üzere iki adam gönderdiler ve “bizimle imzaladığın antlaşma gereği (onu geri ver)” dediler. Peygamber(sav) de Ebu Basîr'i bu iki kişiye geri verdi. Bunlar Ebu Basîr ile yola çıktılar. Zulhuleyfe'ye vardıklarında azıkları olan hurmayı yemek üzere orada konakladılar. Ebu Basîr bu iki adamdan birine “ey Falanca, vallahi çok güzel bir kılıcın olduğunu görüyorum” dedi. O da kılıcı kınından çıkararak “evet, gerçekten çok iyi bir kılıç. ben onu defalarca denedim” dedi. Ebu Basîr de “müsâade et de bakayım“ dedi ve bir fırsatını bulup kılıcı aldı, ardından vurup onu öldürdü. Diğer adam da kaçarak Medine'ye geldi, koşarak mescide girdi. Hz. peygamber (sav) onu görünce "muhakkak bu adam bir korku görüp geçirmiş" buyurdu. Adam Hz. Peygamber'in yanına gelince “Vallahi sahibim öldürüldü. (engel olmazsanız) ben de öldürüleceğim” dedi. Bu sırada Ebu Basîr de geldi ve “Ey Allah'ın Peygamberi, vallahi Allah sana sözünü yerine getirtti. Beni müşriklere geri verdin. Sonra Allah beni onlardan kurtardı” dedi. Peygamber (sav) "Anası helak olası Ebu Basîr! Eğer yanında biri daha olsa, bu adam savaş ateşini harlayacak" buyurdu. Hz. Peygamber'in bu sözlerini işiten Ebu Basîr, kendisinin tekrar müşriklere iade edileceğini anladı ve oradan çıkıp deniz sahiline kadar kaçtı. Râvî der ki: Süheyl'in oğlu Ebû Cendel de müşrikler arasından kaçarak Ebu Basîr'e katıldı. Müslümân olan herkes, Kureyş arasından ayrılarak Ebu Basîr'e katılmaya başladı. Nihayet Ebû Basîr'in etrafında bir topluluk oluştu. Vallahi bunlar, Şam'a giden bir Kureyş kervanını haber aldıklarında, hemen yolunu kesip, onları öldürerek mallarını alırlardı. Bunun üzerine Kureyş Peygamber'e (sav) elçi göndererek, Allah rızası ve akrabalık hatırını araya koydular ve Ebu Basîr ve arkadaşlarına haber iletip (bunu engellemesini istediler). “Bundan böyle Medine'ye kim giderse güvende olacaktır” diye bildirdiler. Peygamber (sav) de Ebu Basîr topluluğuna haber göndererek (Medine'ye gelebileceklerini bildirdi). Bunun üzerine Yüce Allah şu ayetleri indirmiştir: "Sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke'nin ortasında onların elini sizden, sizin elinizi onlardan çeken de Odur. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir. Onlar inkâr eden ve sizi Mescid-i Haramdan, bekletilen kurbanlıkları da yerine ulaşmaktan alıkoyanlardır. Eğer orada tanımadığınız mü'min erkekler ve mü'min kadınlar bulunup da sizin bilmeden onları ezerek vicdan azabına uğrama ihtimaliniz olmasaydı, Allah savaş izni verirdi. Dilediklerini rahmetine eriştirmek için Allah sizin elinizi onlardan çektirdi. Onlar birbirinden ayırt edilseydi, kâfir olanlarını acı bir azaba uğratırdık. İnkâr edenler, cahiliyet taassubundan ibaret olan o hamiyeti kalplerine yerleştirdiklerinde, Allah da Peygamberine ve mü'minlere güven ve huzur indirdi ve takvâ sözüne tutunmalarını nasip etti ki, zaten onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi. Allah ise herşeyi hakkıyla bilir." (Fetih, 24-26) Müşriklerin hamiyyetleri; Muhammed'in Allah'ın Peygamberi olduğunu kabul etmemeleri, bismillahirrahmâhirrahîm yazmayı reddetmeleri ve Müslümanların Kâbe'ye girişine engel olmalarıdır.
Bana Abdullah b. Muhammed, ona Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Urve b. Zübeyir, ona Misver b. Mahreme ve Mervân, -biri diğerinin rivayetini tasdik ederek- şöyle demişlerdir: Rasulullah (sav), Hudeybiye vakti yola çıktı ve bir süre gittikten sonra sahabilerine "Hâlid b. Velîd Kureyşli bir süvari müfrezesi ile öncü ve gözcü olarak Ganîm mevkiindedir. Şimdi siz yolun sağ tarafından gidin" buyurdu. Vallahi Peygamber'in (sav) ordusunun kaldırdığı kara tozu görene kadar Hâlid, Peygamber (sav) ile beraberindekilerin hareketini sezemedi. Hâlid, hemen hayvanını mahmuzlayarak, Kureyş'i uyarmak üzere süratle gitti. Peygamber (sav) de yürüyüp, Kureyş'in üzerine ineceği Seniyye mevkiine geldi. Hz. Peygamber'in bineği burada çöktü. İnsanlar “Kalk yürü, kalk yürü” dedilerse de deve çökmekte ısrar etti. Bu sefer insanlar “Kasvâ çöküp kaldı, Kasvâ çöküp kaldı” dediler. Bunun üzerine Peygamber (sav) "Kasvâ çöküp kalmaz. Onun çökme huyu da yoktur. Fakat vaktiyle fili (Mekke'ye girmekten) engelleyen Allah, şimdi Kasvâ'yı engelledi" buyurdu. Bundan sonra Rasulullah "hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş'in, Allah'ın haremine hürmet barındıran (Mekke'de savaşmayı önleyecek) her talebini onlara vereceğim" buyurdu. Sonra Kasvâ'yı sürdü. Hayvan hemen sıçrayıp kalktı. Râvî der ki: Bu defa Rasulullah, Kureyş tarafından ayrılıp suyu az olan "Semed" kuyusu yolu üzerindeki Hudeybiye mevkiinin en sonunda konakladı. Çok geçmeden insanlar bu kuyunun suyunu çekerek bitirdiler. Sonra da Hz. Peygamber'e (sav) susuzluktan şikayet edildi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) mahfazasından bir ok çıkardı, sonra bu oku Semed kuyusuna atmalarını emretti. Vallahi o anda kuyunun suyu coşmağa başladı ve sahâbe oradan dönünceye kadar, onların susuzluğunu giderdi. Rasulullah ile sahâbîleri bu halde iken, Budeyl b. Verkâ el-Huzâî, kendi kabilesi olan Huzaa'dan bir grup insan ile çıkageldi. Tihâme kabileleri arasında Huzaalılar, öteden beri Rasulullah'ın sırdaşı idiler. Budeyl Hz. Peygamber'e “ben ayrılıp buraya geldiğimde, Ka'b ibn Luey ile Âmir ibn Luey kabileleri, kadınları ve çocukları da yanlarında olduğu halde, Hudeybiye sularının en zengin kaynaklarında konaklamıştı. Bunlar muhakkak sizinle savaşacak ve sizin Kâbe'ye gitmenize engel olacaklar” dedi. Hz. Peygamber (sav) de şöyle buyurdu: "Biz hiçbir kimse ile savaşmak için gelmedik. Biz sadece umre yapmak niyetiyle geldik. Muhakkak ki savaş, Kureyş'in maddî ve manevî kuvvetlerini zayıflatmış ve onları zarara uğratmıştır. Eğer Kureyş arzu ederse, aramızda bir müddet barış yaparım. Onlar da benimle diğer müşriklerin arasına girmemiş olurlar. Eğer ben Araplara galip olursam, Kureyş müşrikleri de insanların girdiği bu itaat yoluna girmek isterlerse girebilirler. Şayet galip gelemezsem, bu durumda müşrikler rahata ererler. Eğer kabul etmezlerse, hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, şu müdafaa ettiğim Müslümanlık uğrunda başım vücudumdan ayrılıncaya kadar onlarla savaşırım. Elbette Allah, vaadini yerine getirecektir." Bunun üzerine Budeyl, Rasulullah'a “şimdi ben senin bu söylediklerini muhakkak Kureyş'e ileteceğim” dedi. Ravi der ki: Büdeyl yürüyüp Kureyş karargâhına vardı ve “şimdi ben şu adamın yanından geliyorum. Onu şöyle bir söz söylerken işittik. Eğer o sözleri sizlere iletmemizi isterseniz iletiriz” dedi. Kureyş'in beyinsizleri “senin bize ondan bir haber vermene ihtiyacımız yoktur” dediler. Fakat içlerinden öngörüsü olan biri “haydi, ondan işittiğin sözü aktar” dedi. Budeyl “ben Ondan şöyle şöyle sözleri söylerken işittim” diyerek, Peygamber'in (sav) söylediği sözleri birer birer anlattı. Bunun üzerine Urve b. Mes'ûd ayağa kalktı ve “ey kavmim, siz benim babam yerinde değil misiniz?” diye sordu. Kureyşliler “evet” dediler. Urve “ben de sizin oğlunuz konumunda değil miyim?” dedi. Onlar yine “evet” dediler. Sonra Urve “beni herhangi bir şeyle ile itham ediyor musunuz?” diye sordu. Onlar “hayır” diye cevap verdiler. Urve “Ukâz halkını size toptan yardıma çağırdığımı ve onların bu yardımdan çekinmeleri üzerine kendim ailem, çocuklarım ve bana itaat edenlerle size yardıma koştuğumu biliyorsunuz değil mi?” dedi. Onlar “evet; biliriz” dediler. Daha sonra Urve “bu adam size hayır ve iyilik yolu gösteriyor. O yolu kabul edin ve müsaade edin, Ona gideyim” dedi. onlar da “haydi git”, dediler. Urve, Peygamber'e (sav) geldi ve Onunla konuştu. Hz. Peygamber (sav) de Urve'ye, Budeyl'e söylediği sözlere benzer şeyler söyledi. Bunun üzerine Urve “Ey Muhammed, diyelim ki kavminin kökünü kazıdın, peki senden önce Araplar içinde kendi kavmini toptan yok eden bir kimse duydun mu? Ya da aksine Kureyş sana galip gelirse o zaman söyle bakalım ne olacak. Vallahi ben aranızda itibarlı kimseler görüyorum, aynı şekilde yine bir takım kabilelerden toplanmış karışık kimseler de görüyorum. Bunlar savaş sırasında kaçıp, seni yalnız bırakabilecek karakterdedir” dedi. Ebu Bekir Urve'ye karşılık verip “haydi sen git, Lât'ın dişilik organını yala! Biz mi savaştan kaçıp Rasulullah'ı yalnız bırakacağız” dedi. Urve “bu kimdir?” diye sordu. Sahâbîler “Ebu Bekir'dir” dediler. Urve “canım elinde olana yemin ederim ki, eğer üzerimde henüz daha ödeyemediğim bir iyiliğin olmasaydı, elbette ben de sana cevap verirdim” dedi. Râvî der ki: Urve, Hz. Peygamber'le konuşmaya devam etti ve her konuştuğunda eliyle Peygamber'in sakalını tutuyordu. O sırada Mugîre b. Şu'be, başında miğfer ve yalın kılıç bir hâlde Hz. Peygamber'in başında dikiliyordu. Urve her ne zaman eliyle uzanıp Hz. Peygamber'in sakalını tutmaya yeltense Mugîre hemen kılıcının kınının ucuyla Urve'nin eline vuruyor ve Urve'ye “Rasulullah'ın sakalından elini çek” diyordu. Mugîre'nin bu hareketi üzerine Urve başını kaldırdı ve “bu da kimdir?” diye sordu. Sahâbîler “Mugîre b Şu'be'dir” dediler. Bunun üzerine Urve “Ey gaddar, ben hâlâ senin gadr ve hıyanetini ödemeye çalışmakla meşgul değil miyim?” dedi. Mugîre Cahiliye döneminde bazı kimselerle yol arkadaşlığı yapmış ve yolda bunları öldürüp mallarını almış, sonra Medine'ye gelip Müslüman olmuştu. Hz. peygamber (sav) "senin İslam'a girmeni kabul ederim ama bu mallardan hiç bir şey alacak değilim" buyurdu. Sonra Urve, Hz. Peygamber'in sahâbîlerini iki gözü ile iyice süzmeye başladı ve şöyle dedi: “Vallahi Rasulullah'ın (sav) ağzından bir şey çıksa hemen sahâbîlerinden bir adamın avucuna düşüyor ve o adam bunu yüzüne ve bedenine sürüp ovalıyor. Onlara bir şey emredince, sahâbîleri derhâl emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar. Abdest aldığı zaman da abdest suyunun artanını almak için neredeyse birbirleriyle çarpışacaklar. Hz. Peygamber (sav) söz söylediği zaman, huzurundaki bütün sahâbîler seslerini kısyorlar. Ona hürmeten için yüzüne dikkatle bakamıyorlar” dedi. Ardından Kureyş'in yanına geldi ve gördüklerini şöyle aktardı: “Ey kavmim! Vallahi ben vaktiyle birçok meliklerin huzuruna elçi olarak çıktım. Rum meliki Kayser'in, Fars meliki Kisrâ'nın, Habeş meliki Necâşî'nin huzuruna elçi olarak girdim. Vallahi hiçbir melikin adamlarını, Ashabın Muhammed'e (sav) gösterdiği hürmet kadar, hükümdarlarına hürmet ettiklerini görmedim. Muhammed'in ashabı, Onun tükürüğü ile bile teberrük ediyorlar (bereket umuyorlar). O bir şey emredince, ashabı derhâl emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar. O abdest aldığı zaman da, abdest suyunun fazlasını birbirlerinin üzerine yığılarak paylaşıyorlar. O söz söylediği zaman ashabı onun yanında seslerini kısıyorlar. Muhammed'in ashabı Ona hürmeten, yüzüne dikkatle bakmıyorlar. Şimdi Muhammed size güzel bir barış ve iyilik yolu sunuyor. Bunu kabul edin” Bunun üzerine Kinâne oğullarından birisi Kureyş'e hitaben “müsaade edin bir de ben Muhammed'in yanına gideyim” dedi. Onlar da “Pekâlâ git” dediler. Bu zât, Peygamber'in ashabına doğru giderken, Rasulullah (sav) "bu gelen falanca kimsedir. Onun kabilesi hac ve umre kurbanlarına hürmet ederler. Kurbanlıkları bu zatın gözü önüne salıverin" buyurdu. Ashab kurbanlıkları onun geleceği yolun üzerine salıverdi ve insanlar onu telbiye getirerek karşıladılar. Bu kimse kurbanlıkları ve telbiye getiren insanları görünce “sübhânallah, bunları Kâbe'yi ziyaretten alıkoymak uygun değildir” dedi. Kureyş'in yanına döndüğünde de “ben bunların umre için kesecekleri işaretlenmiş, gerdanlık takılmış kurban develerini gördüm. Bunların Kâbe'yi ziyaretten alıkonmasını uygun görmem” dedi. Sonra Kureyşliler arasından Mikraz b. Hafs isimli biri kalktı ve “bana müsaade edin de Muhammed'e (sav) bir de ben gideyim” dedi. Onlar da “haydi git” dediler. Mikraz ashaba doğru gelirken, Peygamber (sav) "şu gelen Mikraz'dir, gaddar bir kimsedir" buyurdu. Mikraz Peygamber (sav) ile konuşmağa başladı. Peygamber (sav) onunla konuşacağı sırada, Süheyl b. Amr çıkageldi. Ma'mer der ki: Bana Eyyûb, ona da İkrime'nin rivayet ettiğine göre Süheyl b. Amr gelince, Hz. Peygamber (sav) ashabına "işiniz kolaylaştı" buyurdu. Ma'mer der ki: Zuhrî hadisinde şöyle dedi: Süheyl b. Amr gelince, Hz. Peygamber'e “Haydi getir (katibini da) aramızda bir barış antlaşması yaz” dedi. Bunun üzerine Peygamber yazı yazacak olan kâtibi (Ali b. Ebu Tâlibî) çağırdı ve "Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla (Bismilâhirrahmânirrahîm) yaz" buyurdu. Süheyl “Rahman ismine gelince, vallahi ben onun mahiyetini bilmiyorum. Fakat vaktiyle Senin de yazdırdığın gibi “Bismikellâhumme (Senin adınla ey Allah'ım) diye yaz” dedi Müslümanlar da bir ağızdan “Vallahi biz sadece Bismillâhirrahmânirrahîm yazarız” dediler. Hz. Peygamber (sav) "Haydi Bismikellâhumme yaz" buyurdu. Sonra da "bu, Muhammed Rasulullah'ın yaptığı antlaşma metnidir" diye yazmasını emretti. Süheyl “biz Senin Allah'ın Rasulü olduğunu kabullenseydik, Seni Kâbe'yi ziyaretten alıkoymaz ve Sana karşı savaşmazdık. Sen Muhammed b. Abdullah yaz” dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav) "Vallahi siz yalanlasanız da ben şüphesiz Allah'ın Rasulüyüm" buyurdu ve (Hz. Ali'ye) "Haydi Muhammed b. Abdullah yaz" diye emretti. Zuhrî der ki: Hz. Peygamber'in bu (gerek Besmele, gerekse Rasulullah kelimelerinin metinden çıkarılmasına razı olması) Onun önceden söylediği "Hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş'in, içinde Allah'ın haremine hürmet barındıran (Mekke'de savaşmayı önleyecek) her talebini onlara vereceğim" buyurmasından dolayıdır. Sonra Hz. Peygamber (sav) "Siz yolumuzdan çekileceksiniz, biz Kâbe'yi tavaf edeceğiz" buyurdu. Süheyl “Vallahi Arap milleti sizin güç kullanarak zorla Mekke'ye girdiğinizin dedikodusunu yapar. Ancak gelecek sene (Kâbe'yi tavaf edebilirsiniz)” dedi. (Hz. Ali bu şekilde) yazdı. Süheyl “bizden bir erkek gelir sana sığınırsa, senin dininden olsa bile, onu bize geri vereceksin” dedi. Müslümanlar “Subhânallah! müslüman olarak gelip sığınan kimse nasıl müşriklere geri verilir” dediler. Tam bu sırada Süheyl b. Amr'ın oğlu Ebu Cendel, Mekke'nin aşağısındaki hapsedildiği yerden kaçmış bir şekilde, ayakları zincirli olarak seke seke çıkageldi ve kendisini Müslümanların arasına attı. Bunun üzerine Süheyl “ey Muhammed, imzalanacak antlaşmanın ilk maddesi gereğince bunu bana geri iade edeceksin” dedi. Hz. Peygamber (sav) "Biz antlaşma metnini yazmayı bitirip (imzalamadık)" buyurdu. Süheyl “vallahi o zaman ben de seninle asla antlaşma yapmam” dedi. Peygamber (sav) "Ebû Cendel'i bana bağışla" buyurdu. Süheyl “Ben onu sana bağışlamam” dedi. Peygamber (sav) "Hadi bunu benim hatırım için yap" buyurdu. Süheyl “asla yapmam” dedi. (Antlaşma da temsilci olarak bulunan) Mikraz “onu sana bağışladık” dedi. (ama imzaya yetkili olan Süheyl kabul etmedi.) Ebu Cendel “ey Müslümanlar topluluğu, Müslüman olarak geldiğim hâlde şimdi ben müşriklere geri mi veriliyorum? Benim karşılaştığım şu hâli görmüyor musunuz?” dedi. Gerçekten de Allah için çok ağır işkenceye maruz kalmıştı. Ravi der ki: Ömer b. Hattâb şöyle demiştir: Bunun üzerine ben Peygamber'in yanına geldim ve “Sen gerçekten Allah Rasulü değil misin?” Peygamber (sav) "evet" buyurdu. Ben “biz hak üzerinde, düşmanlarımız ise bâtıl üzerinde bulunmuyorlar mı?” dedim. Peygamber (sav) "Evet, öyledir" buyurdu. Ben “O hâlde dinimiz hakkında bu aşağılık hâli niçin kabul ediyoruz? dedim. Peygamber (sav) "hiç şüphesiz ben Allah'ın Rasulü'yüm ve Allah 'a isyan etmiş de değilim. Allah benim yardımcımdır" buyurdu. Ben yine “vaktiyle Sen bize "Yakında Kâbe'ye varıp tavaf edeceğiz" diye haber vermedin mi?” dedim. Rasulullah (sav) "Ben sana, 'bu sene tavaf edeceğiz', diye mi haber verdim?" buyurdu. Ben de “hayır” dedim. Rasulullah (sav) "Muhakkak sen (yakın zamanda) Kâbe'ye varıp onu tavaf edeceksin" buyurdu. Ömer der ki: Ben ardından Ebu Bekir'in yanına vardım ve “ey Ebu Bekir, Bu adam Allah'ın hak peygamberi değil midir?” dedim. Ebu Bekir de “evet, hak peygamberdir” dedi. Ben “biz Müslümanlar hak üzerinde, düşmanlarımız bâtıl üzerinde bulunmuyor mu?” dedim. O da “evet öyledir” dedi. Ben tekrar “öyle ise niçin biz dinimizi küçük düşürüyoruz?” dedim. Ebu Bekir “behey adam, Muhammed (sav) muhakkak Allah'ın Rasulü'dür. O, Rabbine asi değildir. Allah Onun yardımcısıdır. Sen hemen Onun emrine sarıl. Vallahi Muhammed hak üzeredir” dedi. Ben tekrar “O bize Medine'de "Kâbe'ye varacağız, tavaf edeceğiz" demedi mi?” diye sordum. Ebu Bekir “evet öyledir. Fakat sana "Bu sene varıp tavaf edersiniz" dedi mi?” dedi. Ben de “hayır”, dedim. Ebu Bekir “Sen muhakkak yakın bir zamanda Kâbe'ye varıp onu tavaf edeceksin” dedi. Zuhrî, Ömer'in “bu itirazlarımdan dolayı kefaret olarak sonra birçok iyi işler yapmışımdır” dediğini aktarmaktadır. Râvî der ki: Rasulullah antlaşma metnini yazdırdıktan sonra "haydi artık kalkın, kurbanlarınızı kesip, başlarınızı tıraş edin" buyurdu. Râvî der ki: Hz. Peygamber (sav) üç kere tekrarladığı halde Vallahi ashaptan bir adam dahi olsun kalkmadı. Ashaptan hiçbirisi kalkmayınca, Rasulullah, Ümmü Seleme'nin yanına girdi ve ona insanların tavrını anlattı. Ümmü Seleme “ey Allah'ın Rasulü, sen bu emri yerine getirmek istiyorsan, çık, hiç bir kimseyle bir kelime konuşmadan kurbanlık develerini kes, sonra da berberini çağırıp tıraşını ol” dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav), Ümmü Seleme'nin yanından çıktı ve ashaptan hiç kimse konuşmadan kurbanın kesti ve berberini çağırıp tıraşını oldu. Ashap bunu görünce, üzüntüden neredeyse birbirlerini öldürecek olmalarına rağmen, hemen kalkarak kurbanlarını kestiler ve birbirlerini tıraş etmeye başladılar. Sonra bazı mümin hanımlar geldi. Bunun üzerine Yüce Allah "Ey iman edenler! Mü'min kadınlar hicret ederek size geldiklerinde, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Siz de onların inanmış kimseler olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin. Ne onlar o kâfirlere helâldir, ne de o kâfirler onlara. Yalnız, müşrik kocalarının onlara vermiş oldukları mehirleri kendilerine iade edin. Mehirlerini verdiğiniz takdirde mü'min kadınları nikâhlamanızda hiçbir sakınca yoktur. Kâfir kadınları ise nikâhınızda tutmayın" (Mümtehine, ıo) ayetini indirdi. Bunun üzerine Ömer müşrik olan iki hanımını boşadı. Onlardan biri ile Muâviye b. Ebu Süfyân, diğeri ile de Safvân b. Ümeyye evlendi. Sonra Peygamber (sav) Medine'ye döndü. Ardından Kureyş'ten bir adam olan Ebu Basîr, Müslüman olarak çıkageldi. Hemen arkasından müşrikler onu geri istemek üzere iki adam gönderdiler ve “bizimle imzaladığın antlaşma gereği (onu geri ver)” dediler. Peygamber(sav) de Ebu Basîr'i bu iki kişiye geri verdi. Bunlar Ebu Basîr ile yola çıktılar. Zulhuleyfe'ye vardıklarında azıkları olan hurmayı yemek üzere orada konakladılar. Ebu Basîr bu iki adamdan birine “ey Falanca, vallahi çok güzel bir kılıcın olduğunu görüyorum” dedi. O da kılıcı kınından çıkararak “evet, gerçekten çok iyi bir kılıç. ben onu defalarca denedim” dedi. Ebu Basîr de “müsâade et de bakayım“ dedi ve bir fırsatını bulup kılıcı aldı, ardından vurup onu öldürdü. Diğer adam da kaçarak Medine'ye geldi, koşarak mescide girdi. Hz. peygamber (sav) onu görünce "muhakkak bu adam bir korku görüp geçirmiş" buyurdu. Adam Hz. Peygamber'in yanına gelince “Vallahi sahibim öldürüldü. (engel olmazsanız) ben de öldürüleceğim” dedi. Bu sırada Ebu Basîr de geldi ve “Ey Allah'ın Peygamberi, vallahi Allah sana sözünü yerine getirtti. Beni müşriklere geri verdin. Sonra Allah beni onlardan kurtardı” dedi. Peygamber (sav) "Anası helak olası Ebu Basîr! Eğer yanında biri daha olsa, bu adam savaş ateşini harlayacak" buyurdu. Hz. Peygamber'in bu sözlerini işiten Ebu Basîr, kendisinin tekrar müşriklere iade edileceğini anladı ve oradan çıkıp deniz sahiline kadar kaçtı. Râvî der ki: Süheyl'in oğlu Ebû Cendel de müşrikler arasından kaçarak Ebu Basîr'e katıldı. Müslümân olan herkes, Kureyş arasından ayrılarak Ebu Basîr'e katılmaya başladı. Nihayet Ebû Basîr'in etrafında bir topluluk oluştu. Vallahi bunlar, Şam'a giden bir Kureyş kervanını haber aldıklarında, hemen yolunu kesip, onları öldürerek mallarını alırlardı. Bunun üzerine Kureyş Peygamber'e (sav) elçi göndererek, Allah rızası ve akrabalık hatırını araya koydular ve Ebu Basîr ve arkadaşlarına haber iletip (bunu engellemesini istediler). “Bundan böyle Medine'ye kim giderse güvende olacaktır” diye bildirdiler. Peygamber (sav) de Ebu Basîr topluluğuna haber göndererek (Medine'ye gelebileceklerini bildirdi). Bunun üzerine Yüce Allah şu ayetleri indirmiştir: "Sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke'nin ortasında onların elini sizden, sizin elinizi onlardan çeken de Odur. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir. Onlar inkâr eden ve sizi Mescid-i Haramdan, bekletilen kurbanlıkları da yerine ulaşmaktan alıkoyanlardır. Eğer orada tanımadığınız mü'min erkekler ve mü'min kadınlar bulunup da sizin bilmeden onları ezerek vicdan azabına uğrama ihtimaliniz olmasaydı, Allah savaş izni verirdi. Dilediklerini rahmetine eriştirmek için Allah sizin elinizi onlardan çektirdi. Onlar birbirinden ayırt edilseydi, kâfir olanlarını acı bir azaba uğratırdık. İnkâr edenler, cahiliyet taassubundan ibaret olan o hamiyeti kalplerine yerleştirdiklerinde, Allah da Peygamberine ve mü'minlere güven ve huzur indirdi ve takvâ sözüne tutunmalarını nasip etti ki, zaten onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi. Allah ise herşeyi hakkıyla bilir." (Fetih, 24-26) Müşriklerin hamiyyetleri; Muhammed'in Allah'ın Peygamberi olduğunu kabul etmemeleri, bismillahirrahmâhirrahîm yazmayı reddetmeleri ve Müslümanların Kâbe'ye girişine engel olmalarıdır.
Bana Abdullah b. Muhammed, ona Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Urve b. Zübeyir, ona Misver b. Mahreme ve Mervân, -biri diğerinin rivayetini tasdik ederek- şöyle demişlerdir: Rasulullah (sav), Hudeybiye vakti yola çıktı ve bir süre gittikten sonra sahabilerine "Hâlid b. Velîd Kureyşli bir süvari müfrezesi ile öncü ve gözcü olarak Ganîm mevkiindedir. Şimdi siz yolun sağ tarafından gidin" buyurdu. Vallahi Peygamber'in (sav) ordusunun kaldırdığı kara tozu görene kadar Hâlid, Peygamber (sav) ile beraberindekilerin hareketini sezemedi. Hâlid, hemen hayvanını mahmuzlayarak, Kureyş'i uyarmak üzere süratle gitti. Peygamber (sav) de yürüyüp, Kureyş'in üzerine ineceği Seniyye mevkiine geldi. Hz. Peygamber'in bineği burada çöktü. İnsanlar “Kalk yürü, kalk yürü” dedilerse de deve çökmekte ısrar etti. Bu sefer insanlar “Kasvâ çöküp kaldı, Kasvâ çöküp kaldı” dediler. Bunun üzerine Peygamber (sav) "Kasvâ çöküp kalmaz. Onun çökme huyu da yoktur. Fakat vaktiyle fili (Mekke'ye girmekten) engelleyen Allah, şimdi Kasvâ'yı engelledi" buyurdu. Bundan sonra Rasulullah "hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş'in, Allah'ın haremine hürmet barındıran (Mekke'de savaşmayı önleyecek) her talebini onlara vereceğim" buyurdu. Sonra Kasvâ'yı sürdü. Hayvan hemen sıçrayıp kalktı. Râvî der ki: Bu defa Rasulullah, Kureyş tarafından ayrılıp suyu az olan "Semed" kuyusu yolu üzerindeki Hudeybiye mevkiinin en sonunda konakladı. Çok geçmeden insanlar bu kuyunun suyunu çekerek bitirdiler. Sonra da Hz. Peygamber'e (sav) susuzluktan şikayet edildi. Bunun üzerine Rasulullah (sav) mahfazasından bir ok çıkardı, sonra bu oku Semed kuyusuna atmalarını emretti. Vallahi o anda kuyunun suyu coşmağa başladı ve sahâbe oradan dönünceye kadar, onların susuzluğunu giderdi. Rasulullah ile sahâbîleri bu halde iken, Budeyl b. Verkâ el-Huzâî, kendi kabilesi olan Huzaa'dan bir grup insan ile çıkageldi. Tihâme kabileleri arasında Huzaalılar, öteden beri Rasulullah'ın sırdaşı idiler. Budeyl Hz. Peygamber'e “ben ayrılıp buraya geldiğimde, Ka'b ibn Luey ile Âmir ibn Luey kabileleri, kadınları ve çocukları da yanlarında olduğu halde, Hudeybiye sularının en zengin kaynaklarında konaklamıştı. Bunlar muhakkak sizinle savaşacak ve sizin Kâbe'ye gitmenize engel olacaklar” dedi. Hz. Peygamber (sav) de şöyle buyurdu: "Biz hiçbir kimse ile savaşmak için gelmedik. Biz sadece umre yapmak niyetiyle geldik. Muhakkak ki savaş, Kureyş'in maddî ve manevî kuvvetlerini zayıflatmış ve onları zarara uğratmıştır. Eğer Kureyş arzu ederse, aramızda bir müddet barış yaparım. Onlar da benimle diğer müşriklerin arasına girmemiş olurlar. Eğer ben Araplara galip olursam, Kureyş müşrikleri de insanların girdiği bu itaat yoluna girmek isterlerse girebilirler. Şayet galip gelemezsem, bu durumda müşrikler rahata ererler. Eğer kabul etmezlerse, hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, şu müdafaa ettiğim Müslümanlık uğrunda başım vücudumdan ayrılıncaya kadar onlarla savaşırım. Elbette Allah, vaadini yerine getirecektir." Bunun üzerine Budeyl, Rasulullah'a “şimdi ben senin bu söylediklerini muhakkak Kureyş'e ileteceğim” dedi. Ravi der ki: Büdeyl yürüyüp Kureyş karargâhına vardı ve “şimdi ben şu adamın yanından geliyorum. Onu şöyle bir söz söylerken işittik. Eğer o sözleri sizlere iletmemizi isterseniz iletiriz” dedi. Kureyş'in beyinsizleri “senin bize ondan bir haber vermene ihtiyacımız yoktur” dediler. Fakat içlerinden öngörüsü olan biri “haydi, ondan işittiğin sözü aktar” dedi. Budeyl “ben Ondan şöyle şöyle sözleri söylerken işittim” diyerek, Peygamber'in (sav) söylediği sözleri birer birer anlattı. Bunun üzerine Urve b. Mes'ûd ayağa kalktı ve “ey kavmim, siz benim babam yerinde değil misiniz?” diye sordu. Kureyşliler “evet” dediler. Urve “ben de sizin oğlunuz konumunda değil miyim?” dedi. Onlar yine “evet” dediler. Sonra Urve “beni herhangi bir şeyle ile itham ediyor musunuz?” diye sordu. Onlar “hayır” diye cevap verdiler. Urve “Ukâz halkını size toptan yardıma çağırdığımı ve onların bu yardımdan çekinmeleri üzerine kendim ailem, çocuklarım ve bana itaat edenlerle size yardıma koştuğumu biliyorsunuz değil mi?” dedi. Onlar “evet; biliriz” dediler. Daha sonra Urve “bu adam size hayır ve iyilik yolu gösteriyor. O yolu kabul edin ve müsaade edin, Ona gideyim” dedi. onlar da “haydi git”, dediler. Urve, Peygamber'e (sav) geldi ve Onunla konuştu. Hz. Peygamber (sav) de Urve'ye, Budeyl'e söylediği sözlere benzer şeyler söyledi. Bunun üzerine Urve “Ey Muhammed, diyelim ki kavminin kökünü kazıdın, peki senden önce Araplar içinde kendi kavmini toptan yok eden bir kimse duydun mu? Ya da aksine Kureyş sana galip gelirse o zaman söyle bakalım ne olacak. Vallahi ben aranızda itibarlı kimseler görüyorum, aynı şekilde yine bir takım kabilelerden toplanmış karışık kimseler de görüyorum. Bunlar savaş sırasında kaçıp, seni yalnız bırakabilecek karakterdedir” dedi. Ebu Bekir Urve'ye karşılık verip “haydi sen git, Lât'ın dişilik organını yala! Biz mi savaştan kaçıp Rasulullah'ı yalnız bırakacağız” dedi. Urve “bu kimdir?” diye sordu. Sahâbîler “Ebu Bekir'dir” dediler. Urve “canım elinde olana yemin ederim ki, eğer üzerimde henüz daha ödeyemediğim bir iyiliğin olmasaydı, elbette ben de sana cevap verirdim” dedi. Râvî der ki: Urve, Hz. Peygamber'le konuşmaya devam etti ve her konuştuğunda eliyle Peygamber'in sakalını tutuyordu. O sırada Mugîre b. Şu'be, başında miğfer ve yalın kılıç bir hâlde Hz. Peygamber'in başında dikiliyordu. Urve her ne zaman eliyle uzanıp Hz. Peygamber'in sakalını tutmaya yeltense Mugîre hemen kılıcının kınının ucuyla Urve'nin eline vuruyor ve Urve'ye “Rasulullah'ın sakalından elini çek” diyordu. Mugîre'nin bu hareketi üzerine Urve başını kaldırdı ve “bu da kimdir?” diye sordu. Sahâbîler “Mugîre b Şu'be'dir” dediler. Bunun üzerine Urve “Ey gaddar, ben hâlâ senin gadr ve hıyanetini ödemeye çalışmakla meşgul değil miyim?” dedi. Mugîre Cahiliye döneminde bazı kimselerle yol arkadaşlığı yapmış ve yolda bunları öldürüp mallarını almış, sonra Medine'ye gelip Müslüman olmuştu. Hz. peygamber (sav) "senin İslam'a girmeni kabul ederim ama bu mallardan hiç bir şey alacak değilim" buyurdu. Sonra Urve, Hz. Peygamber'in sahâbîlerini iki gözü ile iyice süzmeye başladı ve şöyle dedi: “Vallahi Rasulullah'ın (sav) ağzından bir şey çıksa hemen sahâbîlerinden bir adamın avucuna düşüyor ve o adam bunu yüzüne ve bedenine sürüp ovalıyor. Onlara bir şey emredince, sahâbîleri derhâl emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar. Abdest aldığı zaman da abdest suyunun artanını almak için neredeyse birbirleriyle çarpışacaklar. Hz. Peygamber (sav) söz söylediği zaman, huzurundaki bütün sahâbîler seslerini kısyorlar. Ona hürmeten için yüzüne dikkatle bakamıyorlar” dedi. Ardından Kureyş'in yanına geldi ve gördüklerini şöyle aktardı: “Ey kavmim! Vallahi ben vaktiyle birçok meliklerin huzuruna elçi olarak çıktım. Rum meliki Kayser'in, Fars meliki Kisrâ'nın, Habeş meliki Necâşî'nin huzuruna elçi olarak girdim. Vallahi hiçbir melikin adamlarını, Ashabın Muhammed'e (sav) gösterdiği hürmet kadar, hükümdarlarına hürmet ettiklerini görmedim. Muhammed'in ashabı, Onun tükürüğü ile bile teberrük ediyorlar (bereket umuyorlar). O bir şey emredince, ashabı derhâl emrini yerine getirmeye koşuşuyorlar. O abdest aldığı zaman da, abdest suyunun fazlasını birbirlerinin üzerine yığılarak paylaşıyorlar. O söz söylediği zaman ashabı onun yanında seslerini kısıyorlar. Muhammed'in ashabı Ona hürmeten, yüzüne dikkatle bakmıyorlar. Şimdi Muhammed size güzel bir barış ve iyilik yolu sunuyor. Bunu kabul edin” Bunun üzerine Kinâne oğullarından birisi Kureyş'e hitaben “müsaade edin bir de ben Muhammed'in yanına gideyim” dedi. Onlar da “Pekâlâ git” dediler. Bu zât, Peygamber'in ashabına doğru giderken, Rasulullah (sav) "bu gelen falanca kimsedir. Onun kabilesi hac ve umre kurbanlarına hürmet ederler. Kurbanlıkları bu zatın gözü önüne salıverin" buyurdu. Ashab kurbanlıkları onun geleceği yolun üzerine salıverdi ve insanlar onu telbiye getirerek karşıladılar. Bu kimse kurbanlıkları ve telbiye getiren insanları görünce “sübhânallah, bunları Kâbe'yi ziyaretten alıkoymak uygun değildir” dedi. Kureyş'in yanına döndüğünde de “ben bunların umre için kesecekleri işaretlenmiş, gerdanlık takılmış kurban develerini gördüm. Bunların Kâbe'yi ziyaretten alıkonmasını uygun görmem” dedi. Sonra Kureyşliler arasından Mikraz b. Hafs isimli biri kalktı ve “bana müsaade edin de Muhammed'e (sav) bir de ben gideyim” dedi. Onlar da “haydi git” dediler. Mikraz ashaba doğru gelirken, Peygamber (sav) "şu gelen Mikraz'dir, gaddar bir kimsedir" buyurdu. Mikraz Peygamber (sav) ile konuşmağa başladı. Peygamber (sav) onunla konuşacağı sırada, Süheyl b. Amr çıkageldi. Ma'mer der ki: Bana Eyyûb, ona da İkrime'nin rivayet ettiğine göre Süheyl b. Amr gelince, Hz. Peygamber (sav) ashabına "işiniz kolaylaştı" buyurdu. Ma'mer der ki: Zuhrî hadisinde şöyle dedi: Süheyl b. Amr gelince, Hz. Peygamber'e “Haydi getir (katibini da) aramızda bir barış antlaşması yaz” dedi. Bunun üzerine Peygamber yazı yazacak olan kâtibi (Ali b. Ebu Tâlibî) çağırdı ve "Rahman ve Rahim Allah'ın adıyla (Bismilâhirrahmânirrahîm) yaz" buyurdu. Süheyl “Rahman ismine gelince, vallahi ben onun mahiyetini bilmiyorum. Fakat vaktiyle Senin de yazdırdığın gibi “Bismikellâhumme (Senin adınla ey Allah'ım) diye yaz” dedi Müslümanlar da bir ağızdan “Vallahi biz sadece Bismillâhirrahmânirrahîm yazarız” dediler. Hz. Peygamber (sav) "Haydi Bismikellâhumme yaz" buyurdu. Sonra da "bu, Muhammed Rasulullah'ın yaptığı antlaşma metnidir" diye yazmasını emretti. Süheyl “biz Senin Allah'ın Rasulü olduğunu kabullenseydik, Seni Kâbe'yi ziyaretten alıkoymaz ve Sana karşı savaşmazdık. Sen Muhammed b. Abdullah yaz” dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav) "Vallahi siz yalanlasanız da ben şüphesiz Allah'ın Rasulüyüm" buyurdu ve (Hz. Ali'ye) "Haydi Muhammed b. Abdullah yaz" diye emretti. Zuhrî der ki: Hz. Peygamber'in bu (gerek Besmele, gerekse Rasulullah kelimelerinin metinden çıkarılmasına razı olması) Onun önceden söylediği "Hayatım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, Kureyş'in, içinde Allah'ın haremine hürmet barındıran (Mekke'de savaşmayı önleyecek) her talebini onlara vereceğim" buyurmasından dolayıdır. Sonra Hz. Peygamber (sav) "Siz yolumuzdan çekileceksiniz, biz Kâbe'yi tavaf edeceğiz" buyurdu. Süheyl “Vallahi Arap milleti sizin güç kullanarak zorla Mekke'ye girdiğinizin dedikodusunu yapar. Ancak gelecek sene (Kâbe'yi tavaf edebilirsiniz)” dedi. (Hz. Ali bu şekilde) yazdı. Süheyl “bizden bir erkek gelir sana sığınırsa, senin dininden olsa bile, onu bize geri vereceksin” dedi. Müslümanlar “Subhânallah! müslüman olarak gelip sığınan kimse nasıl müşriklere geri verilir” dediler. Tam bu sırada Süheyl b. Amr'ın oğlu Ebu Cendel, Mekke'nin aşağısındaki hapsedildiği yerden kaçmış bir şekilde, ayakları zincirli olarak seke seke çıkageldi ve kendisini Müslümanların arasına attı. Bunun üzerine Süheyl “ey Muhammed, imzalanacak antlaşmanın ilk maddesi gereğince bunu bana geri iade edeceksin” dedi. Hz. Peygamber (sav) "Biz antlaşma metnini yazmayı bitirip (imzalamadık)" buyurdu. Süheyl “vallahi o zaman ben de seninle asla antlaşma yapmam” dedi. Peygamber (sav) "Ebû Cendel'i bana bağışla" buyurdu. Süheyl “Ben onu sana bağışlamam” dedi. Peygamber (sav) "Hadi bunu benim hatırım için yap" buyurdu. Süheyl “asla yapmam” dedi. (Antlaşma da temsilci olarak bulunan) Mikraz “onu sana bağışladık” dedi. (ama imzaya yetkili olan Süheyl kabul etmedi.) Ebu Cendel “ey Müslümanlar topluluğu, Müslüman olarak geldiğim hâlde şimdi ben müşriklere geri mi veriliyorum? Benim karşılaştığım şu hâli görmüyor musunuz?” dedi. Gerçekten de Allah için çok ağır işkenceye maruz kalmıştı. Ravi der ki: Ömer b. Hattâb şöyle demiştir: Bunun üzerine ben Peygamber'in yanına geldim ve “Sen gerçekten Allah Rasulü değil misin?” Peygamber (sav) "evet" buyurdu. Ben “biz hak üzerinde, düşmanlarımız ise bâtıl üzerinde bulunmuyorlar mı?” dedim. Peygamber (sav) "Evet, öyledir" buyurdu. Ben “O hâlde dinimiz hakkında bu aşağılık hâli niçin kabul ediyoruz? dedim. Peygamber (sav) "hiç şüphesiz ben Allah'ın Rasulü'yüm ve Allah 'a isyan etmiş de değilim. Allah benim yardımcımdır" buyurdu. Ben yine “vaktiyle Sen bize "Yakında Kâbe'ye varıp tavaf edeceğiz" diye haber vermedin mi?” dedim. Rasulullah (sav) "Ben sana, 'bu sene tavaf edeceğiz', diye mi haber verdim?" buyurdu. Ben de “hayır” dedim. Rasulullah (sav) "Muhakkak sen (yakın zamanda) Kâbe'ye varıp onu tavaf edeceksin" buyurdu. Ömer der ki: Ben ardından Ebu Bekir'in yanına vardım ve “ey Ebu Bekir, Bu adam Allah'ın hak peygamberi değil midir?” dedim. Ebu Bekir de “evet, hak peygamberdir” dedi. Ben “biz Müslümanlar hak üzerinde, düşmanlarımız bâtıl üzerinde bulunmuyor mu?” dedim. O da “evet öyledir” dedi. Ben tekrar “öyle ise niçin biz dinimizi küçük düşürüyoruz?” dedim. Ebu Bekir “behey adam, Muhammed (sav) muhakkak Allah'ın Rasulü'dür. O, Rabbine asi değildir. Allah Onun yardımcısıdır. Sen hemen Onun emrine sarıl. Vallahi Muhammed hak üzeredir” dedi. Ben tekrar “O bize Medine'de "Kâbe'ye varacağız, tavaf edeceğiz" demedi mi?” diye sordum. Ebu Bekir “evet öyledir. Fakat sana "Bu sene varıp tavaf edersiniz" dedi mi?” dedi. Ben de “hayır”, dedim. Ebu Bekir “Sen muhakkak yakın bir zamanda Kâbe'ye varıp onu tavaf edeceksin” dedi. Zuhrî, Ömer'in “bu itirazlarımdan dolayı kefaret olarak sonra birçok iyi işler yapmışımdır” dediğini aktarmaktadır. Râvî der ki: Rasulullah antlaşma metnini yazdırdıktan sonra "haydi artık kalkın, kurbanlarınızı kesip, başlarınızı tıraş edin" buyurdu. Râvî der ki: Hz. Peygamber (sav) üç kere tekrarladığı halde Vallahi ashaptan bir adam dahi olsun kalkmadı. Ashaptan hiçbirisi kalkmayınca, Rasulullah, Ümmü Seleme'nin yanına girdi ve ona insanların tavrını anlattı. Ümmü Seleme “ey Allah'ın Rasulü, sen bu emri yerine getirmek istiyorsan, çık, hiç bir kimseyle bir kelime konuşmadan kurbanlık develerini kes, sonra da berberini çağırıp tıraşını ol” dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav), Ümmü Seleme'nin yanından çıktı ve ashaptan hiç kimse konuşmadan kurbanın kesti ve berberini çağırıp tıraşını oldu. Ashap bunu görünce, üzüntüden neredeyse birbirlerini öldürecek olmalarına rağmen, hemen kalkarak kurbanlarını kestiler ve birbirlerini tıraş etmeye başladılar. Sonra bazı mümin hanımlar geldi. Bunun üzerine Yüce Allah "Ey iman edenler! Mü'min kadınlar hicret ederek size geldiklerinde, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Siz de onların inanmış kimseler olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin. Ne onlar o kâfirlere helâldir, ne de o kâfirler onlara. Yalnız, müşrik kocalarının onlara vermiş oldukları mehirleri kendilerine iade edin. Mehirlerini verdiğiniz takdirde mü'min kadınları nikâhlamanızda hiçbir sakınca yoktur. Kâfir kadınları ise nikâhınızda tutmayın" (Mümtehine, ıo) ayetini indirdi. Bunun üzerine Ömer müşrik olan iki hanımını boşadı. Onlardan biri ile Muâviye b. Ebu Süfyân, diğeri ile de Safvân b. Ümeyye evlendi. Sonra Peygamber (sav) Medine'ye döndü. Ardından Kureyş'ten bir adam olan Ebu Basîr, Müslüman olarak çıkageldi. Hemen arkasından müşrikler onu geri istemek üzere iki adam gönderdiler ve “bizimle imzaladığın antlaşma gereği (onu geri ver)” dediler. Peygamber(sav) de Ebu Basîr'i bu iki kişiye geri verdi. Bunlar Ebu Basîr ile yola çıktılar. Zulhuleyfe'ye vardıklarında azıkları olan hurmayı yemek üzere orada konakladılar. Ebu Basîr bu iki adamdan birine “ey Falanca, vallahi çok güzel bir kılıcın olduğunu görüyorum” dedi. O da kılıcı kınından çıkararak “evet, gerçekten çok iyi bir kılıç. ben onu defalarca denedim” dedi. Ebu Basîr de “müsâade et de bakayım“ dedi ve bir fırsatını bulup kılıcı aldı, ardından vurup onu öldürdü. Diğer adam da kaçarak Medine'ye geldi, koşarak mescide girdi. Hz. peygamber (sav) onu görünce "muhakkak bu adam bir korku görüp geçirmiş" buyurdu. Adam Hz. Peygamber'in yanına gelince “Vallahi sahibim öldürüldü. (engel olmazsanız) ben de öldürüleceğim” dedi. Bu sırada Ebu Basîr de geldi ve “Ey Allah'ın Peygamberi, vallahi Allah sana sözünü yerine getirtti. Beni müşriklere geri verdin. Sonra Allah beni onlardan kurtardı” dedi. Peygamber (sav) "Anası helak olası Ebu Basîr! Eğer yanında biri daha olsa, bu adam savaş ateşini harlayacak" buyurdu. Hz. Peygamber'in bu sözlerini işiten Ebu Basîr, kendisinin tekrar müşriklere iade edileceğini anladı ve oradan çıkıp deniz sahiline kadar kaçtı. Râvî der ki: Süheyl'in oğlu Ebû Cendel de müşrikler arasından kaçarak Ebu Basîr'e katıldı. Müslümân olan herkes, Kureyş arasından ayrılarak Ebu Basîr'e katılmaya başladı. Nihayet Ebû Basîr'in etrafında bir topluluk oluştu. Vallahi bunlar, Şam'a giden bir Kureyş kervanını haber aldıklarında, hemen yolunu kesip, onları öldürerek mallarını alırlardı. Bunun üzerine Kureyş Peygamber'e (sav) elçi göndererek, Allah rızası ve akrabalık hatırını araya koydular ve Ebu Basîr ve arkadaşlarına haber iletip (bunu engellemesini istediler). “Bundan böyle Medine'ye kim giderse güvende olacaktır” diye bildirdiler. Peygamber (sav) de Ebu Basîr topluluğuna haber göndererek (Medine'ye gelebileceklerini bildirdi). Bunun üzerine Yüce Allah şu ayetleri indirmiştir: "Sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Mekke'nin ortasında onların elini sizden, sizin elinizi onlardan çeken de Odur. Allah bütün yaptıklarınızı görmektedir. Onlar inkâr eden ve sizi Mescid-i Haramdan, bekletilen kurbanlıkları da yerine ulaşmaktan alıkoyanlardır. Eğer orada tanımadığınız mü'min erkekler ve mü'min kadınlar bulunup da sizin bilmeden onları ezerek vicdan azabına uğrama ihtimaliniz olmasaydı, Allah savaş izni verirdi. Dilediklerini rahmetine eriştirmek için Allah sizin elinizi onlardan çektirdi. Onlar birbirinden ayırt edilseydi, kâfir olanlarını acı bir azaba uğratırdık. İnkâr edenler, cahiliyet taassubundan ibaret olan o hamiyeti kalplerine yerleştirdiklerinde, Allah da Peygamberine ve mü'minlere güven ve huzur indirdi ve takvâ sözüne tutunmalarını nasip etti ki, zaten onlar buna lâyık ve ehil kimselerdi. Allah ise herşeyi hakkıyla bilir." (Fetih, 24-26) Müşriklerin hamiyyetleri; Muhammed'in Allah'ın Peygamberi olduğunu kabul etmemeleri, bismillahirrahmâhirrahîm yazmayı reddetmeleri ve Müslümanların Kâbe'ye girişine engel olmalarıdır.
Bize Yahya b. Bükeyr, ona Leys, ona Ukayl, ona İbn Şihâb, ona Urve b. Zübeyir, ona Mervân b. Hakem ve Misver b. Mahrame, onlara da Hz. Peygamber'in diğer sahâbileri şöyle haber vermiştir: Süheyl b. Amr, Hudeybiye barışının yapıldığı gün, barış metnini yazımı sırasında, Hz. Peygamber'e (sav) koştuğu şartları dile getirirken “bizden sana bir adam gelirse, o senin dininde dahi olsa, onu bize geri vereceksin ve bizimle onun arasına girmeyeceksin” dedi. Müslümanlar bu şartı beğenmeyip, tepki gösterdiler. Kureyş elçisi Süheyl ise bu şartta diretti. Onun bunda ısrar etmesi üzerine, Peygamber (sav) de antlaşmayı bu şartı kabul ederek yazdırdı. Peygamber (sav), o gün Mekke'den kaçıp gelmiş olan Ebu Cendel'i de, babası Süheyl b. Amr'a geri verdi. Barış anlaşması müddeti içinde, Müslüman olarak gelmiş olsa da, Mekkelilerden Peygamber'e gelen her erkeği Peygamber muhakkak iade etti. Daha sonra mümin kadınlar da muhacir olarak geldiler. Allah resulünün yanına çıkıp gelenlerden biri de Ukbe b. Ebu Muayt'ın kızı, genç bir hanım olan Ümmü Gülsüm'dü. Sonra ailesi gelerek Hz. Peygamber'den (sav) Ümmü Gülsüm'ü kendilerine geri vermesini istedi ama Peygamber (sav) Ümmü Gülsüm'ü ailesine vermedi. Çünkü kendisine gelen bu kadınlar hakkında Allah şu ayeti indirmiştir: "Ey iman edenler! Mü’min kadınlar muhacir olarak size geldiklerinde, onları imtihan edin. Allah, onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz onların inanmış kadınlar olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin. Çünkü müslüman hanımlar kâfirlere helâl değillerdir. Kâfirler de müslüman hanımlara helâl olmazlar. Mehir olarak harcadıklarını onlara (kocalarına geri) verin. Mehirlerini verdiğiniz takdirde, bu kadınlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Müşrik karılarınızın nikâhlarına tutunmayın. (Zira bu nikâhlar ortadan kalkmıştır.) Onlara harcadığınız mihri, (evlendikleri kâfir kocalarından) isteyin. Kâfirler de (İslâm’ı kabul eden ve sizinle evlenen eski hanımlarına) harcamış oldukları mihri (sizden) istesinler. Bu, Allah’ın hükmüdür. O, aranızda hüküm veriyor. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Mümtehine: 10).
Bize Yahya b. Bükeyr, ona Leys, ona Ukayl, ona İbn Şihâb, ona Urve b. Zübeyir, ona Mervân b. Hakem ve Misver b. Mahrame, onlara da Hz. Peygamber'in diğer sahâbileri şöyle haber vermiştir: Süheyl b. Amr, Hudeybiye barışının yapıldığı gün, barış metnini yazımı sırasında, Hz. Peygamber'e (sav) koştuğu şartları dile getirirken “bizden sana bir adam gelirse, o senin dininde dahi olsa, onu bize geri vereceksin ve bizimle onun arasına girmeyeceksin” dedi. Müslümanlar bu şartı beğenmeyip, tepki gösterdiler. Kureyş elçisi Süheyl ise bu şartta diretti. Onun bunda ısrar etmesi üzerine, Peygamber (sav) de antlaşmayı bu şartı kabul ederek yazdırdı. Peygamber (sav), o gün Mekke'den kaçıp gelmiş olan Ebu Cendel'i de, babası Süheyl b. Amr'a geri verdi. Barış anlaşması müddeti içinde, Müslüman olarak gelmiş olsa da, Mekkelilerden Peygamber'e gelen her erkeği Peygamber muhakkak iade etti. Daha sonra mümin kadınlar da muhacir olarak geldiler. Allah resulünün yanına çıkıp gelenlerden biri de Ukbe b. Ebu Muayt'ın kızı, genç bir hanım olan Ümmü Gülsüm'dü. Sonra ailesi gelerek Hz. Peygamber'den (sav) Ümmü Gülsüm'ü kendilerine geri vermesini istedi ama Peygamber (sav) Ümmü Gülsüm'ü ailesine vermedi. Çünkü kendisine gelen bu kadınlar hakkında Allah şu ayeti indirmiştir: "Ey iman edenler! Mü’min kadınlar muhacir olarak size geldiklerinde, onları imtihan edin. Allah, onların imanlarını daha iyi bilir. Eğer siz onların inanmış kadınlar olduklarını anlarsanız, onları kâfirlere geri göndermeyin. Çünkü müslüman hanımlar kâfirlere helâl değillerdir. Kâfirler de müslüman hanımlara helâl olmazlar. Mehir olarak harcadıklarını onlara (kocalarına geri) verin. Mehirlerini verdiğiniz takdirde, bu kadınlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Müşrik karılarınızın nikâhlarına tutunmayın. (Zira bu nikâhlar ortadan kalkmıştır.) Onlara harcadığınız mihri, (evlendikleri kâfir kocalarından) isteyin. Kâfirler de (İslâm’ı kabul eden ve sizinle evlenen eski hanımlarına) harcamış oldukları mihri (sizden) istesinler. Bu, Allah’ın hükmüdür. O, aranızda hüküm veriyor. Allah, hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir." (Mümtehine: 10).