38 Kayıt Bulundu.
Bize Abdullah b. Mesleme el-Ka'nebî, ona Abdülaziz b. Ebu Hâzim, ona babası (Seleme b. Dînâr), ona da Sehl b. Sa'd (ra) şöyle rivayet etmiştir: "Hayber günü Rasulullah (sav) 'Bu sancağı öyle bir adama vereceğim ki, Allah onun elinde fetih müyesser kılacak' buyurdu. Artık insanlar o gece 'Sancağı acaba kime verecek?' diye konuşarak kalktılar ve her biri sancağın kendine verilmesini umarak sabah Rasulullah'ın (sav) yanına vardılar. Rasulullah (sav) 'Ali nerede?' diye sordu. Kendisine Ali'nin gözlerinden rahatsız olduğu söylendi. Emir buyurdu, Hz. Ali'ye, adam gönderip getirildi. Rasulullah (sav) onun gözlerine tükürüğünü sürdü ve gözleri derhal düzeldi. Hatta hiç ağrısı yokmuş gibi oldu. (Rasulullah (sav) sancağı ona verdi.) Ali 'Bizim gibi oluncaya kadar onlarla harp edeceğim?' dedi. Hz. Peygamber (sav) 'Sükunetle hareket et, onların sahasına in, sonra onları İslam'a davet et! İslam'da kendilerine vacip olan Allah hakkını onlara haber ver. Vallahi senin sayende Allah'ın bir adama hidayet vermesi, senin için kırmızı develerin senin olmasından daha hayırlıdır' buyurdu."
Bize Kuteybe b. Said, ona Yakub b. Abdurrahman b. Muhammed b. Abdullah b. Abdülkârî, ona Ebu Hâzim, ona da Sehl b. Sa'd (ra) şöyle rivayet etmiştir: "Nebî (sav) Hayber günü 'Sancağı öyle birine vereceğim ki fetih onun eliyle müyesser olacak. O, Allah'ı ve Rasulü'nü sever, Allah ve Rasulü de onu sever' buyurdu. Artık insanlar o gece 'Sancağı acaba kime verecek?' diye konuşarak gecelediler. Her biri sancağın kendine verilmesini umarak sabah Rasulullah'ın (sav) yanına vardılar. Hz. Peygamber (sav) 'Ali nerede?' buyurdu. 'Gözünden rahatsız' denildi. Nebî (sav) de onun gözüne tükürüğünü sürüverdi ve ona dua etti, hiç ağrısı yokmuşçasına iyi oldu! Sancağı ona verdi. Ali 'Bizim gibi (müslüman) olana dek onlara karşı savaşacağım' dedi. Hz. Peygamber (sav) 'Meydanlarına inene dek sükunetle git. Sonra onları İslâm'a davet et ve onlara neyin gerekli olduğunu bildir. Vallahi! Senin elinle birinin hidayete ermesi senin için kırmızı develerin olmasından daha hayırlıdır!' buyurdu."
Bize Muhammed b. Beşşar (b. Osman), ona Abdurrahman b. Mehdî (b. Hassân b. Abdurrahman), ona Süfyan (es-Sevrî), ona Alkame b. Mersed, ona Süleyman b. Büreyde (b. Husayb), ona da babası (Amir b. Husayb b. Abdullah b. Haris b. A'rec)'in rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) birini ordunun başına komutan olarak görevlendirdiğinde ona kendisinin Allah'a karşı sorumluluk bilinciyle hareket etmesini, yanındaki Müslümanlara da iyi muamelede bulunmasını emreder ve "Allah'ın adıyla ve Allah yolunda savaşın. Allah'ı inkar edenlerle çarpışın. (Elde edeceğiniz ganimetten hakkınız olmayan) herhangi bir şeyi almayın. (Yapacağınız herhangi bir) anlaşmayı bozmayın. Düşmanlarınızı öldürdükten sonra onlara müsle (gözlerini oymak, kulaklarını veya burunlarını kesmek gibi şeyler) yapmayın. Hiç bir çocuğu öldürmeyin. Müşrik düşmanlarınla karşılaştığın zaman (ordu komutanı olarak) onlara şu üç alternatiften birisini teklif et. Bunlardan hangisini kabul ederlerse sen de kabul et ve onlara dokunma. Önce onları İslam'a ve kendi yurtlarından çıkıp muhacirlerin yurdu (olan Medine'ye) gelmeye davet et. Onlara Medine'ye gelmeleri durumunda oradaki muhacirlerin sahip oldukları haklara ve sorumluluklara sahip olacaklarını bildir. Medine'ye gelmeyi kabul etmezlerse bedevî Müslümanlarla aynı konumda olacaklarını, onlarla aynı muameleye tabi tutulacaklarını ve cihad etmeleri dışında kendilerine ganimetten ve feyden herhangi bir pay ayrılmayacağını belirt. (Eğer İslamı) kabul etmezlerse Allah'tan sana yardım etmesini dile ve onlarla savaş. (Savaş esnasında) bir kaleyi kuşatırsan ve kalediker, kendilerini Allah ve Rasulü'nün can ve mal güvencesi altına almanı isterlerse onları Allah ve Rasulü'nün can ve mal güvencesi altına alma. Kendinin veya arkadaşlarının can ve mal güvencesi altına al. Zira (hataen de olsa) Allah ve Rasulü'nün can ve mal güvencesine aykırı hareket etmiş olmanızdansa kendinizin ve arkadaşlarınızın verdiği can ve mal güvencesine aykırı hareket etmiş olmanız daha iyidir. Yine savaş esnasında bir kalede bulunanları kuşatırsan ve kaledekiler kendilerine Allah'ın hükümlerini uygulamanı isterlerse onlara Allah'ın hükmünü uygulama. Kendi hükmünü uygula. Çünkü Allah'ın onlar hakkındaki hükmüne isabet edip etmediğini bilemezsin." buyururdu. (Rasulullah (sav) burada aktarılan ifadelerin aynısı) veya bir benzerini kullanmıştır. Ebu İsa (et-Tirmizî) bu konuda Numan b. Mukarrin'den rivayet edilen bir hadisin de bulunduğunu ve Büreyde'nin yukarıdaki hadisinin hasen sahih olduğunu söylemiştir. Bize Muhammed b. Beşşar, ona Ahmed, ona Süfyan, ona da Alkame b. Mersed, aynı muhtevaya sahip benzer bir hadisi "Eğer kabul etmezlerse onlardan cizye al. Şayet bunu da kabul etmezlerse Allah'tan onlara karşı sana yardım etmesini dile." ziyadesiyle rivayet etmiştir. Yine Ebu İsa (et-Tirmizî) şöyle demiştir: Bu hadisi Veki' ve başkaları Süfyan'dan rivayet etmiştir. Aynı hadisi Muahmmed b. Beşşar'ın dışında başka birisi Abdurrahman b. Mehdî'den rivayet etmiş ve bu rivayetinde düşmandan cizye isteme meselesini zikretmiştir.
Bize Muhammed b. Yusuf (b. Vakıd b. Osman), ona Süfyan (es-Sevrî), ona Alkame b. Mersed, ona Süleyman b. Büreyde (b. Husayb), ona da babası (Amir b. Husayb b. Abdulla hb. Haris b. A'rec) şöyle rivayet etmiştir: Rasulullah (sav) birini ordunun başına komutan olarak atadığı zaman ona şöyle emrederdi: "Müşrik düşmanlarınla karşılaştığın zaman onlara şu üç alternatiften birisini teklif et. Bunlardan hangisini kabul ederlerse sen de kabul et ve onlara dokunma. Önce onları İslam'a davet et. Eğer davetine icabet ederlerse sen de kabul et ve onlara dokunma. İslam'a girmeyi kabul edenlere kendi yurtlarından çıkıp muhacirlerin yurdu (olan Medine'ye) gelmeleri teklifinde bulun. Onlara Medine'ye gelmeleri durumunda oradaki muhacirlerin sahip oldukları haklara ve sorumluluklara sahip olacaklarını bildir. Bunu kabul etmezlerse Müminlere uygulanan Allah'ın hükümlerinin kendilerine de uygulandığı bedevî Müslümanlarla aynı konumda olacaklarını, Müslümanlarla birlikte düşmana karşı cihad etmeleri dışında kendilerine ganimetten ve feyden herhangi bir pay ayrılmayacağını belirt. Yok eğer İslamı kabul etmezlerse onlardan cizye vermelerini iste. Bunu kabul ederlerse onlardan cizye al ve onlara dokunma. Cizye teklifini reddederlerse Allah'tan sana yardım etmesini dile ve onlarla savaş. (Savaş esnasında) bir kalede bulunanları kuşatırsan ve kaledekiler, kendilerini Allah ve Rasulü'nün can ve mal güvencesi altına almanı isterlerse onları Allah ve Rasulü'nün can ve mal güvencesi altına alma. Kendinin, babanın veya arkadaşlarının can ve mal güvencesi altına al. Zira (hataen de olsa) Allah ve Rasulü'nün can ve mal güvencesine aykırı hareket etmiş olmanızdansa kendinizin ve babalarınızın verdiği can ve mal güvencesine aykırı hareket etmiş olmanız daha iyidir. Yine savaş esnasında bir kaleyi kuşatırsan ve kaledekiler Allah'ın hükmüne tabi olmayı kabul ederlerse onlara Allah'ın hükmünü uygulama. Kendi hükmünü uygula. Çünkü Allah'ın onlar hakkındaki hükmüne isabet edip etmediğini bilemezsin. Sonra da onlar hakkında uygun gördüğün şekilde hükmet.
Bize Kuteybe b. Saîd, ona Yakub b. Abdurrahman, ona Ebu Hâzim, ona da Sehl b. Sa’d (ra) şöyle haber verdi: "Rasulullah (sav) Hayber gününde 'And olsun, yarın bu sancağı öyle bir adama vereceğim ki Allah onun elleri ile bize zafer verecektir. O kişi Allah’ı ve Rasulü sever, Allah ve Rasulü de onu sever' buyurdu. (Sehl) der ki: Onlar da geceyi 'Acaba sancak kime verilecek' diye kendi aralarında konuşarak geçirdiler. Gaziler sabah olunca erkenden Rasulullah’ın (sav) huzuruna gittiler, hepsi de sancağın kendisine verileceğini umuyordu. Allah Rasulü 'Ali b. Ebu Talib nerede?' buyurdu. 'Ey Allah’ın Rasulü o, gözlerinden rahatsızdır' diye cevap verildi. Hz. Peygamber 'Ona haber gönderin (gelsin)' buyurdu. Ali getirilince Rasulullah (sav) gözlerine tükürüğünü sürdü, dua etti ve adeta gözlerinden rahatsız değilmiş gibi iyileşiverdi. Sonra sancağı ona verdi. Ali 'Ey Allah’ın Rasulü, bizim gibi (Müslüman) oluncaya kadar mı onlarla savaşacağım' dedi. Rasulullah (sav) 'Ağır ağır git, nihayet onların düz ve geniş alanlarına in, ondan sonra kendilerini İslâm’a çağır, onlara, İslâm’a girmeleri halinde yerine getirmeleri gereken Allah’ın haklarının ne olduğunu haber ver. Vallahi, Allah’ın senin vasıtanla bir tek kişiye hidayet vermesi senin kırmızı tüylü develere sahip olmandan daha hayırlıdır' buyurdu."
Bize Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Salim, ona da İbn Ömer şöyle demiştir: Peygamber (sav) Hâlid b. Velîd'i -sanıyorum- Cezîme oğulları kabilesi üzerine gönderdi ve onları İslam'a davet etti. Onlar “Müslüman olduk (أَسْلَمْنَا)” kelimesini iyi söyleyemedikleri için (Müslüman olduklarını ifade etmek üzere, şirki kast ederek) “biz dinden çıktık, biz dinden çıktık (صَبَأْنَا صَبَأْنَا)” demeye başladılar. Ancak Hâlid (dediklerini anlamadığı için) bunlardan bir kısmını öldürmeğe, bir kısmını da esir etmeye başladı ve her birimize esirini verdi. Ertesi sabah olunca bize esirlerimizi öldürmemizi emretti. İbn Ömer der ki: Bunun üzerine ben “Vallahi ben ve arkadaşlarımdan hiçbiri esirini öldürmeyecek” dedim. Hz. Peygamber'e (sav) gelip Halid'in yaptığını anlattılar. Hz. Peygamber ellerini kaldırıp iki defa "Allah'ım, ben Halid b. Velîd'in işlediği bu cürümden beri olduğumu sana bildiriyorum" buyurdu.