Bana İbrahim b. Musa, ona Hişâm, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Salim, ona da İbn Ömer (r.anhuma) şöyle demiştir:
Kardeşim Hafsa'nın yanına girdim, (yıkandığı için hala) saç örgülerinden su damlıyordu. Ona "İnsanların sorunu (Ali ile Muaviye'nin arasındaki hilafet kavgası) gördüğün gibi. Benimse idarecilikten nasibim yok. (bu yüzden hakem toplantısına katılmayacağım)" dedim. Hafsa "toplantılara katıl. Çünkü insanlar senin tavrını izliyorlar. katılmamanı muhalefet olarak algılamalarından çekiniyorum" dedi ve kardeşi İbn Ömer'i toplantıya gitmeye razı edene kadar ısrar etti.
Toplantı bitip insanlar dağılınca Muaviye (kendisini halife varsayarak) kürsüye çıkıp insanlara hitap etti ve (Abdullah b. Ömer'i kast ederek) "bu (halife seçimi) konusunda bir diyeceği olan ve ortaya çıksın. Zira biz hilafete hem ondan hem de babasından daha fazla hak sahibiyiz" dedi. Habib b. Mesleme, İbn Ömer'e "Muaviye'ye cevap vermedin mi?" dedi. İbn Ömer "Hemen maşlahımın bağını çözüp ona 'sana ve babana karşı savaşan (Ali) halifelik işine senden daha lâyıktır' diyeyim istedim ama toplumu ayrılığa düşürecek, kan dökmeye yol açacak ve amacı dışında yorumlanacak bir söz söylemekten çekindim ve Allah'ın sabreden kuluna hazırladığı mükâfatını düşündüm ( de Muaviye'ye karşılık vermedim)." dedi. Bunun üzerine Habib "sen bir fitneden uzak durmuş ve fenalıktan korunmuşsun" dedi.
Mahmud, Abdurrazzak'tan yaptığı rivayetinde "nesvâtuha" kelimesi "nevsâtuha" şeklinde söylemiştir.
Açıklama: Rivayet muallaktır; Buhari ile Mahmud b. Ğaylân arasında inkıta vardır.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
281431, B004108-3
Hadis:
حَدَّثَنِى إِبْرَاهِيمُ بْنُ مُوسَى أَخْبَرَنَا هِشَامٌ عَنْ مَعْمَرٍ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ سَالِمٍ عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالَ وَأَخْبَرَنِى ابْنُ طَاوُسٍ عَنْ عِكْرِمَةَ بْنِ خَالِدٍ عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالَ دَخَلْتُ عَلَى حَفْصَةَ وَنَسْوَاتُهَا تَنْطُفُ ، قُلْتُ قَدْ كَانَ مِنْ أَمْرِ النَّاسِ مَا تَرَيْنَ ، فَلَمْ يُجْعَلْ لِى مِنَ الأَمْرِ شَىْءٌ . فَقَالَتِ الْحَقْ فَإِنَّهُمْ يَنْتَظِرُونَكَ ، وَأَخْشَى أَنْ يَكُونَ فِى احْتِبَاسِكَ عَنْهُمْ فُرْقَةٌ . فَلَمْ تَدَعْهُ حَتَّى ذَهَبَ ، فَلَمَّا تَفَرَّقَ النَّاسُ خَطَبَ مُعَاوِيَةُ قَالَ مَنْ كَانَ يُرِيدُ أَنْ يَتَكَلَّمَ فِى هَذَا الأَمْرِ فَلْيُطْلِعْ لَنَا قَرْنَهُ ، فَلَنَحْنُ أَحَقُّ بِهِ مِنْهُ وَمِنْ أَبِيهِ . قَالَ حَبِيبُ بْنُ مَسْلَمَةَ فَهَلاَّ أَجَبْتَهُ قَالَ عَبْدُ اللَّهِ فَحَلَلْتُ حُبْوَتِى وَهَمَمْتُ أَنْ أَقُولَ أَحَقُّ بِهَذَا الأَمْرِ مِنْكَ مَنْ قَاتَلَكَ وَأَبَاكَ عَلَى الإِسْلاَمِ . فَخَشِيتُ أَنْ أَقُولَ كَلِمَةً تُفَرِّقُ بَيْنَ الْجَمْعِ ، وَتَسْفِكُ الدَّمَ ، وَيُحْمَلُ عَنِّى غَيْرُ ذَلِكَ ، فَذَكَرْتُ مَا أَعَدَّ اللَّهُ فِى الْجِنَانِ . قَالَ حَبِيبٌ حُفِظْتَ وَعُصِمْتَ . قَالَ مَحْمُودٌ عَنْ عَبْدِ الرَّزَّاقِ وَنَوْسَاتُهَا .
Tercemesi:
Bana İbrahim b. Musa, ona Hişâm, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Salim, ona da İbn Ömer (r.anhuma) şöyle demiştir:
Kardeşim Hafsa'nın yanına girdim, (yıkandığı için hala) saç örgülerinden su damlıyordu. Ona "İnsanların sorunu (Ali ile Muaviye'nin arasındaki hilafet kavgası) gördüğün gibi. Benimse idarecilikten nasibim yok. (bu yüzden hakem toplantısına katılmayacağım)" dedim. Hafsa "toplantılara katıl. Çünkü insanlar senin tavrını izliyorlar. katılmamanı muhalefet olarak algılamalarından çekiniyorum" dedi ve kardeşi İbn Ömer'i toplantıya gitmeye razı edene kadar ısrar etti.
Toplantı bitip insanlar dağılınca Muaviye (kendisini halife varsayarak) kürsüye çıkıp insanlara hitap etti ve (Abdullah b. Ömer'i kast ederek) "bu (halife seçimi) konusunda bir diyeceği olan ve ortaya çıksın. Zira biz hilafete hem ondan hem de babasından daha fazla hak sahibiyiz" dedi. Habib b. Mesleme, İbn Ömer'e "Muaviye'ye cevap vermedin mi?" dedi. İbn Ömer "Hemen maşlahımın bağını çözüp ona 'sana ve babana karşı savaşan (Ali) halifelik işine senden daha lâyıktır' diyeyim istedim ama toplumu ayrılığa düşürecek, kan dökmeye yol açacak ve amacı dışında yorumlanacak bir söz söylemekten çekindim ve Allah'ın sabreden kuluna hazırladığı mükâfatını düşündüm ( de Muaviye'ye karşılık vermedim)." dedi. Bunun üzerine Habib "sen bir fitneden uzak durmuş ve fenalıktan korunmuşsun" dedi.
Mahmud, Abdurrazzak'tan yaptığı rivayetinde "nesvâtuha" kelimesi "nevsâtuha" şeklinde söylemiştir.
Açıklama:
Rivayet muallaktır; Buhari ile Mahmud b. Ğaylân arasında inkıta vardır.
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Meğâzî 29, 2/73
Senetler:
1. İbn Ömer Abdullah b. Ömer el-Adevî (Abdullah b. Ömer b. Hattab)
2. Ebu Ömer Salim b. Abdullah el-Adevî (Salim b. Abdullah b. Ömer b. Hattab)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Urve Mamer b. Raşid el-Ezdî (Mamer b. Râşid)
5. ُEbu Bekir Abdürrezzak b. Hemmam (Abdürrezzak b. Hemmam b. Nafi)
6. Ebu Ahmed Mahmud b. Ğaylan el-Adevi (Mahmud b. Ğaylan)
Konular:
Ehl-i Beyt, Hz. Ali
Sahabe, aralarındaki ihtilaflar, (Hz. peygamber'den sonra)
Yargı, hakemlik, bir olayı çözmek için
Yönetici, iyisi-kötüsü
Yönetim, kime ait olduğu
Yönetim, Yöneticilik
Bize Abdülaziz b. Abdullah, ona İbrahim b. Sa’d, ona Sâlih, ona İbn Şihâb şöyle rivayet etmiştir:
Bana Urve b. ez-Zübeyr, Saîd b. Müseyyeb, Alkame b. Vakkâs ve Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesûd, Hz. Peygamber’in (sav) hanımı Hz. Aişe’den (r.anha) ifk hadisesi ve insanların söylentileri hakkındaki hadisi rivayet ettiler. Bazıları rivayeti diğerlerinden daha iyi bellemiş ve daha sağlam anlatıyor olduğu halde hepsi ilgili hadisin bir kısmını aktardılar. Her birinin Hz. Aişe’den naklettikleri rivayetlerini iyice öğrendim. İçlerinde bazıları rivayeti daha iyi bellemiş olsa da rivayetleri birbirini tasdik ediyordu. Şöyle dediler: Hz. Aişe (r.anha) şöyle rivayet etmiştir:
Rasulullah (sav) seyahate çıkacağı zaman eşleri arasında kura çeker, kurada hangisi çıkarsa onu yanında götürürdü. Bir gazve sırasında eşleri arasında kura çekti ve kurada ben çıktım. Böylece örtünme ayeti indirildikten sonraki bir zamanda Hz. Peygamberle (sav) birlikte yola çıktık. Ben [kervan] yürürken de konaklarken de hevdecim içinde bulunuyordum. Yolculuğa devam ettik, nihayetinde Rasulullah bu gazvedeki hedefini gerçekleştirdi ve geri dönmeye başladı. Yola çıkıp Medine’ye doğru hareket ettik. Bir gece, yola çıkılacağı ilan edildi. Bu esnada ben de [ihtiyacımı gidermek için] biraz öteye yürüdüm ordunun bulunduğu yerin ötesine geçtim. İhtiyacımı gördükten sonra bineğime doğru yöneldim. Bu sırada göğsümü yokladım. Bir de baktım ki Yemen boncuğundan yapılmış gerdanım kopup düşmüş. Hemen dönüp gerdanlığımı aradım ama onu aramak beni orduya yetişmekten alı koydu. Beni taşıyan grup gelmiş ve benim içinde olduğumu zannederek hevdecimi yüklenerek yolculuk yaptığım devenin üzerine koymuşlar. O zaman kadınlar zayıftı, şişman değillerdi. Çünkü azıcık yemek yerlerdi. Ben de henüz genç bir kadın olduğun için insanlar kaldırıp götürdükleri hevdecin hafif olduğunu fark edememişler. Deveyi önlerine katıp yola devam etmişler. Ben de ordu gittikten sonra gerdanlığımı buldum. Ordunun konakladığı yere geldim ama hiç kimse yoktu. Belki benim orada olmadığımı anlayıp geri dönerler diye konakladığım yere gittim. Ben orada öyle otururken göz kapaklarım ağırlaştı ve uyudum. Safvan b. el-Muattal es-Sülemî ez-Zekvânî ordunun arkasında kalmıştı. Sabahleyin benim konakladığım yere gelince uyuyan bir insanın karaltısını görmüş. Örtünme emrinden önce beni görmüş olduğu için beni tanımış. Beni tanıdığında söylemiş olduğu “İnna lillahi ve innâ ileyhi raciûn” [Biz Allah’a aidiz ve yine ona döneriz (Bakara, 2/156)] sözleriyle uyandım. Yüzümü hemen örtümle örttüm. Vallahi bundan başka onunla ne bir kelime konuştuk ne de ondan başka bir söz işittim. Hızlıca yanıma gelip devesini çöktürdü ve [bineğe yardım almadan binebilmem için] devenin ön ayaklarını yere yaydı. Ben de kalkıp deveye bindim. Beni öğle sıcağında mola vermiş ordunun olduğu yere kadar götürdü. Bana iftira edip helak olanlar helak olmuşlardır. İfk hadisesinde bu işin başını Abdullah b. Übey b. Selül çekmiştir.
[İbn Şihâb ez-Zührî'ye olayı aktaran ravilerden] Urve b. ez-Zübeyr [rivayetinde] şöyle demiştir: 'Bana aktarıldığına göre iftira yayıldığında, bu söz Abdullah b Ubeyy’in yanında konuşulur, o da sözü söyleyene kulak verir, onu onaylar ve insanlar arasında gündeme getirerek yayardı'. Urve sözlerine devamla dedi ki, 'İftira sahiplerinin içinde sadece Hassân b. Sâbit, Mıstah b. Üsâse ve Hamne bint Cahş’ın isimleri söylenmiştir. Diğerleri hakkında bir bilgim yoktur. Ancak onlar Yüce Allah’ın buyurduğu üzere “ [On kişiden müteşekkil] bir gruptan” ibarettiler. İftiranın yayılması konusunda en büyük pay sahibinin Abdullah b. Übey b. Selûl olduğu söylenirdi.
Urve b. ez-Zübeyr sözlerine şöyle devam etti: Aişe yanında Hassân b. Sâbit’e sövülmesinden hoşlanmaz; "O 'Babam, babamın babası ve benim ırzım; size karşı Muhammed’e kalkandır' şeklinde şiir yazan [kafirlere karşı Hz. Peygamber'i savunmuş] biridir"derdi.
Hz. Aişe (r.anha) olayı şöyle anlatmaya devam etmiştir: Nihayetinde Medine’ye vardık. Oraya geldikten sonra ben bir ay hasta oldum. Bu arada insanlar iftira sahiplerinin sözlerine dalmışlar. Ben ise bunların farkında değildim. Bu ağrılı halimde beni şüphelendiren tek şey vardı: Ben önceden hastalandığımda Rasulullah’tan gördüğüm şefkatli muameleyi artık göremiyordum. Allah Resulü (sav) yanıma girdiğinde selam veriyor ve adımı söylemeden “bu nasıl?” diyor ve hemen ayrılıyordu. Bu durum beni şüphelendirse de hâlâ kötü bir şey olduğunu hissetmiyordum. Hastalığım biraz geçince dışarı çıktım. Ümmü Mistah ile birlikte ihtiyacımızı giderdiğimiz yer olan Menâsi tarafına doğru gittik. Oraya ancak geceleyin giderdik. Bu olay evlerimizin yakınına [tuvalet için] korunaklı yerler yapmadan önceydi. O zamanlar tuvalete karşı tavrımız çöldeki eski Arapların tavırlarına benziyordu. Evlerimizde [tuvalet için] korunaklı yerler belirlemekten [oluşturacağı kötü kokudan] sıkıntı duyardık. Hz. Aişe sözlerine devamla dedi ki, Ebu Ruhm b. el-Muttalib b. Abdimenâf’ın kızı olan Ümmü Mıstah ile birlikte oradan ayrıldık. Onun annesi Sahr b. Amir kızı ve Ebu Bekir es-Sıddîk’ın teyzesiydi. Oğlu Mıstah b. Esâse b. Abbad b. Muttalib’di. İşimiz bitince Ümmü Mıstah ile birlikte evime doğru yöneldik. Ümmü Mıstah’ın ayağı sürçtü ve oğluna beddua edip “Mıstah helak olsun!” dedi. Ben “Ne fena söz söyledin! Bedir’e katılmış bir kişi hakkında mı böyle söylüyorsun?” dedim. “Ah seni saf! Onun ne söylediğini duymadın mı?” diye sordu. Ben “Ne söylemiş?” dedim. Bana iftira edenlerin sözlerini bir bir anlattı. Bu sözler hastalığıma hastalık kattı. Evime döndüğümde Rasulullah (sav) yanıma girdi ve “Hastanız nasıl?” diye sordu. Ona “Anne babama gitmeme izin verir misiniz?” diye sordum. O zaman bu söylentileri annem ve babam tarafından duyup iyice anlamak istiyordum. Rasulullah (sav) bana izin verdi. Annemin yanına gidip ona “Annecim! İnsanlar ne konuşuyorlar?” diye sordum. Annem şöyle dedi: “Kızım! Kendini üzme. Bir erkeğin yanında sevdiği güzel bir kadın varsa ve onun birçok kuması da bulunuyorsa mutlaka onun hakkında böyle ileri geri konuşurlar.” Ben “Sübhanallah! İnsanlar bunları mı konuşuyorlar!” dedim ve gece boyunca ağladım. Sabah kalktığımda göz pınarlarım kurumuştu. Gözüme uyku girmemişti. Ağlayarak sabahı etmiştim. Vahiy geciktiği için ailesi ile ayrılması konusunda onlarla istişare etmek için Rasulullah (sav) Ali b. Ebû Tâlib ve Üsâme b. Zeyd’i yanına çağırmış. Üsame b. Zeyd, Rasulullah’ın ailesinin suçsuz olduğuna ve [bu iftiraya inanan arkadaşlarına] karşı sevgi beslediğine dair görüş bildirmiş ve “Senin ailen hakkında ancak hayır düşünürüz” demiş. Ali b. Ebû Tâlib ise “Ey Allah’ın Resulü! Allah sana [evlenme ve boşanma hususunda] darlık vermemiştir. Aişe dışında bir sürü kadın var! Cariyesine sor, sana doğruyu söyleyecektir” demiş. Bunun üzerine Rasulullah (sav) Berire’yi çağırmış ve “Berire! Seni şüphelendiren bir şey gördün mü?” diye sormuş. Berire ona “Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki onu ayıplayacak hiçbir şey görmedim. O saf genç bir kız daha. Ailesinin hamurunu yoğurup uyur, evcil hayvanlar gelip hamurdan yer [onun ruhu duymazdı]. Bundan sonra Rasulullah (sav) o gün minbere çıktı ve Abdullah b. Übey hakkında söz söylemekten muaf tutulmasını isteyerek şöyle hitap etti: “Ey Müslümanlar! Eşim hakkında bana eziyet eden birine karşı bana kim yardım eder? Allah’a yemin olsun ki, ben eşim hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyorum. Bu iftiracılar meseleye bir adamın adını kattılar ki, onun hakkında da iyilikten başka bir şey bilmem. Bu adam ben yanında olmadan asla eşimin yanına girmiş değildir” buyurdu. Bunun üzerine Ensâr’ın Evs kabilesinden Abdüleşheloğullarının kardeşi Sa’d b. Muaz kalkıp “Ey Allah’ın Resulü! Ben sena yardım ederim. Eğer bu adam Evs’ten ise onun boynunu ben vuracağım. Eğer Hazreçli kardeşlerimizden ise bize emredersen gereğini yaparız” dedi. Bunun üzerine Hazreçli bir adam kalktı. Hassanʼın annesi aynı aşiretten onun amcasının kızıydı. Bu kişi Hazrec’in reisi olan Sa’d b. Ubâde idi. Bu olaydan önce iyi bir adamdı. Ama kabile asabiyetine kapıldı ve Sa’d b. Muâz’a “Hayır, yalan söylüyorsun. Allah’a yemin olsun ki onu öldürmezsin, öldüremezsin. Eğer senin kabilenden olsaydı öldürülmesini de istemezdin. Bunun üzerine Sa’d b. Muâz’ın amcasının oğlu olan Üseyd b. Hudayr ayağa kalktı ve Sa’d b. Übâde’ye “Yalan söylüyorsun, onu elbette öldürürdük. Sen münafıkları savunan münafığın birisin!” dedi. Evs ve Hazreç kabileleri birbirine girmişler, çatışacak hale gelmişlerdi. Rasulullah bu sırada minberde duruyordu. Rasulullah onları susturdu ve sakinleştirdi. Hepsi sustular, o da sustu. Ben o gün boyunca ağladım. Göz pınarlarım kurudu, gözüme uyku girmedi. Annem ve babam yanımda kaldılar. İki gece bir gün sürekli ağladım. Göz pınarlarım kurudu, gözüme uyku girmedi. Öyle ki ağlayışımın ciğerimi parçaladığını zannettim. Ben ağlarken annem ve babam yanımda oturuyorlardı. Derken birden bire Ensar’dan bir kadın yanıma gelmek için izin istedi. Ona izin verdim. Gelip yanıma oturdu ve benimle birlikte ağlamaya başladı. Biz bu haldeyken Rasulullah (sav) geldi ve selam verip oturdu. Bu söylentiler çıktığından beri benim yanımda oturmamıştı. Bir aydır benim hakkımda bir vahiy gelmemişti. Rasulullah (sav) otururken şehadet getirdi ve şöyle dedi: “Aişe! Bana senin hakkında şöyle haberler ulaştı. Eğer suçsuz isen Allah senin suçsuz olduğunu gösterecektir. Eğer günah işlemeye yeltenmişsen Allah’a istiğfar et, ona tövbe et. Kul itiraf ettiği ve tövbe ettiği zaman Allah onun tevbesini kabul eder.” Rasulullah (sav) sözünü bitirince gözümün yaşı kesildi, artık akacak damla kalmamıştı. Babama 'Rasulullah’a benim için cevap ver' dedim. Babam “Ben Rasulullah’a ne diyeceğimi bilmiyorum” dedi. Anneme 'Anne, sen Rasulullah’a cevap ver' dedim. Annem de 'Ben de ne diyeceğimi bilmiyorum' dedi. Daha Kur’an’dan fazla bir şey okumamış genç bir hanım olduğum halde şunları söyledim: 'Sizin bu dedikoduları işittiğinizi biliyorum. Bu sözler içinizde yer etti ve belki onları tasdik ettiniz. Belki size suçsuz olduğumu söylesem bana inanmazsınız. Size bir şey itiraf etsem, ki Allah benim masum olduğumu biliyor, bana inanırsınız. Sizinle benim için misal olarak sadece Yusuf’un babasının şu sözlerini görüyorum: 'Artık bana düşen güzelce sabretmektir. Anlattıklarınıza karşı yardımına sığınılacak ancak Allah’tır' (Yusuf, 12/18). Bu sözleri söyleyip yatağıma yattım. Allah benim masum olduğumu biliyordu ve bunu herkese gösterecekti. Ama benim bu halim için [Kur'an'da yer alıp sürekli olarak] okunacak bir vahiy indireceğini zannetmiyordum. Kendi nazarımda halim Allah’ın hakkımda konuşmasını gerektirmeyecek kadar önemsizdi. Ancak Rasulullah’ın bir rüya görmesini ve Allah’ın bu rüya ile benim masumiyetimi ortaya koymasını umuyordum. Allah'a yemin olsun ki, Rasulullah oturduğu yerden kalkmamış, aileden kimse de yerinden ayrılmamıştı. Nihayet vahiy indirildi. Ona vahiy inerken gelen hal kendisini kapladı. Kış gününde bile inen vahyin ağırlığından dolayı vücudundan inci gibi ter damlaları dökülürdü. Rasullah’tan vahiy hali gidince sevincinden güldüğünü gördüm. Söylediği ilk söz “Aişe! Allah seni temize çıkardı” oldu. Bunun üzerine annem “Kızım, Rasulullah’a (sav) kalk da teşekkür et” dedi. Ben “Allah'a yemin olsun ki, ona kalkıp teşekkür etmem. Ancak Allah’a (ac) hamd ederim” dedim. Allah Teâlâ bu iftira olayı ile ilgili 'Sana iftira edenler…(Nur, 24/11-21)' ayetini; sonra benim masum olduğuma dair ayeti indirdi. Ebu Bekir es-Sıddık –hem akrabası hem de fakir olduğu önceden Mıstah b. Üsâse'ye yardım ederken- 'Vallahi Aişe hakkında söylediklerinden sonra Mıstah'a artık hiçbir şey vermem' diye yemin etti. Bunun üzerine Allah Teâlâ 'Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar akrabasına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur etmesin; affetsin, aldırış etmesin. Allah’ın sizi affetmesini istemez misiniz? Allah çok affeden, çok merhamet edendir' (Nur, 24/22) ayetini indirdi. Bunun üzerine babam Ebû Bekir es-Sıddîk: 'Vallahi, ben Allah’ın beni affetmesini elbette isterim' dedi ve Mıstah’a yaptığı yardıma devam etme kararı aldı ve 'Artık bu yardımı ebediyen kesmem' dedi. Rasulullah (sav) [eşi] Zeyneb bint Cahş'a benim hakkımda “Zeyneb! Aişe hakkında ne bilirsin, ne gördün?” diye sormuş. Zeynep Hz. Peygamber’in eşleri arasında güzellik ve Peygamber yanındaki mevkii bakımından benimle yarış içinde olan bir kadın olduğu halde 'Ey Allah’ın Resulü! Ben gözümü ve kulağımı sakınırım. Onun hakkında sadece hayır biliyorum' diye cevap vermiş. Allah dindarlığı sebebiyle onu bu iftiraya katılmaktan korudu. Kız kardeşi Hamne ise iftiraya tutunmuş ve iftiracıların dedikodularını yaymış, bu sebeple helak olanlarla birlikte helak olmuştu.
Zührî şöyle demiştir: İşte bu iftiracılar hakkında bize ulaşan hadis böyledir. Urve şöyle demiştir: Hz. Aişe (r.anha) şöyle buyurdu: 'Sübhanallah, hakkında iftira atılıp dedikodu yapılan adam 'Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, [kendisine yapılan iftirayı reddederek] ben hayatımda hiçbir kadının elbisesini açmadım' derdi. Sonra o zat [Safvan b. Muattal] Allah yolunda şehit oldu.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
278803, B004141-4
Hadis:
حَدَّثَنَا عَبْدُ الْعَزِيزِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ سَعْدٍ عَنْ صَالِحٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ قَالَ حَدَّثَنِى عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ وَسَعِيدُ بْنُ الْمُسَيَّبِ وَعَلْقَمَةُ بْنُ وَقَّاصٍ وَعُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُتْبَةَ بْنِ مَسْعُودٍ عَنْ عَائِشَةَ رضى الله عنها زَوْجِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم حِينَ قَالَ لَهَا أَهْلُ الإِفْكِ مَا قَالُوا ، وَكُلُّهُمْ حَدَّثَنِى طَائِفَةً مِنْ حَدِيثِهَا ، وَبَعْضُهُمْ كَانَ أَوْعَى لِحَدِيثِهَا مِنْ بَعْضٍ وَأَثْبَتَ لَهُ اقْتِصَاصًا ، وَقَدْ وَعَيْتُ عَنْ كُلِّ رَجُلٍ مِنْهُمُ الْحَدِيثَ الَّذِى حَدَّثَنِى عَنْ عَائِشَةَ ، وَبَعْضُ حَدِيثِهِمْ يُصَدِّقُ بَعْضًا ، وَإِنْ كَانَ بَعْضُهُمْ أَوْعَى لَهُ مِنْ بَعْضٍ ، قَالُوا قَالَتْ عَائِشَةُ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِذَا أَرَادَ سَفَرًا أَقْرَعَ بَيْنَ أَزْوَاجِهِ ، فَأَيُّهُنَّ خَرَجَ سَهْمُهَا ، خَرَجَ بِهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَعَهُ ، قَالَتْ عَائِشَةُ فَأَقْرَعَ بَيْنَنَا فِى غَزْوَةٍ غَزَاهَا فَخَرَجَ فِيهَا سَهْمِى ، فَخَرَجْتُ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بَعْدَ مَا أُنْزِلَ الْحِجَابُ ، فَكُنْتُ أُحْمَلُ فِى هَوْدَجِى وَأُنْزَلُ فِيهِ ، فَسِرْنَا حَتَّى إِذَا فَرَغَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ غَزْوَتِهِ تِلْكَ وَقَفَلَ ، دَنَوْنَا مِنَ الْمَدِينَةِ قَافِلِينَ ، آذَنَ لَيْلَةً بِالرَّحِيلِ ، فَقُمْتُ حِينَ آذَنُوا بِالرَّحِيلِ فَمَشَيْتُ حَتَّى جَاوَزْتُ الْجَيْشَ ، فَلَمَّا قَضَيْتُ شَأْنِى أَقْبَلْتُ إِلَى رَحْلِى ، فَلَمَسْتُ صَدْرِى ، فَإِذَا عِقْدٌ لِى مِنْ جَزْعِ ظَفَارِ قَدِ انْقَطَعَ ، فَرَجَعْتُ فَالْتَمَسْتُ عِقْدِى ، فَحَبَسَنِى ابْتِغَاؤُهُ ، قَالَتْ وَأَقْبَلَ الرَّهْطُ الَّذِينَ كَانُوا يُرَحِّلُونِى فَاحْتَمَلُوا هَوْدَجِى ، فَرَحَلُوهُ عَلَى بَعِيرِى الَّذِى كُنْتُ أَرْكَبُ عَلَيْهِ ، وَهُمْ يَحْسِبُونَ أَنِّى فِيهِ ، وَكَانَ النِّسَاءُ إِذْ ذَاكَ خِفَافًا لَمْ يَهْبُلْنَ وَلَمْ يَغْشَهُنَّ اللَّحْمُ ، إِنَّمَا يَأْكُلْنَ الْعُلْقَةَ مِنَ الطَّعَامِ ، فَلَمْ يَسْتَنْكِرِ الْقَوْمُ خِفَّةَ الْهَوْدَجِ حِينَ رَفَعُوهُ وَحَمَلُوهُ ، وَكُنْتُ جَارِيَةً حَدِيثَةَ السِّنِّ ، فَبَعَثُوا الْجَمَلَ فَسَارُوا ، وَوَجَدْتُ عِقْدِى بَعْدَ مَا اسْتَمَرَّ الْجَيْشُ ، فَجِئْتُ مَنَازِلَهُمْ وَلَيْسَ بِهَا مِنْهُمْ دَاعٍ وَلاَ مُجِيبٌ ، فَتَيَمَّمْتُ مَنْزِلِى الَّذِى كُنْتُ بِهِ ، وَظَنَنْتُ أَنَّهُمْ سَيَفْقِدُونِى فَيَرْجِعُونَ إِلَىَّ ، فَبَيْنَا أَنَا جَالِسَةٌ فِى مَنْزِلِى غَلَبَتْنِى عَيْنِى فَنِمْتُ ، وَكَانَ صَفْوَانُ بْنُ الْمُعَطَّلِ السُّلَمِىُّ ثُمَّ الذَّكْوَانِىُّ مِنْ وَرَاءِ الْجَيْشِ ، فَأَصْبَحَ عِنْدَ مَنْزِلِى فَرَأَى سَوَادَ إِنْسَانٍ نَائِمٍ ، فَعَرَفَنِى حِينَ رَآنِى ، وَكَانَ رَآنِى قَبْلَ الْحِجَابِ ، فَاسْتَيْقَظْتُ بِاسْتِرْجَاعِهِ حِينَ عَرَفَنِى ، فَخَمَّرْتُ وَجْهِى بِجِلْبَابِى ، وَاللَّهِ مَا تَكَلَّمْنَا بِكَلِمَةٍ وَلاَ سَمِعْتُ مِنْهُ كَلِمَةً غَيْرَ اسْتِرْجَاعِهِ ، وَهَوَى حَتَّى أَنَاخَ رَاحِلَتَهُ ، فَوَطِئَ عَلَى يَدِهَا ، فَقُمْتُ إِلَيْهَا فَرَكِبْتُهَا ، فَانْطَلَقَ يَقُودُ بِى الرَّاحِلَةَ حَتَّى أَتَيْنَا الْجَيْشَ مُوغِرِينَ فِى نَحْرِ الظَّهِيرَةِ ، وَهُمْ نُزُولٌ - قَالَتْ - فَهَلَكَ { فِىَّ } مَنْ هَلَكَ ، وَكَانَ الَّذِى تَوَلَّى كِبْرَ الإِفْكِ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ أُبَىٍّ ابْنَ سَلُولَ . قَالَ عُرْوَةُ أُخْبِرْتُ أَنَّهُ كَانَ يُشَاعُ وَيُتَحَدَّثُ بِهِ عِنْدَهُ ، فَيُقِرُّهُ وَيَسْتَمِعُهُ وَيَسْتَوْشِيهِ . وَقَالَ عُرْوَةُ أَيْضًا لَمْ يُسَمَّ مِنْ أَهْلِ الإِفْكِ أَيْضًا إِلاَّ حَسَّانُ بْنُ ثَابِتٍ ، وَمِسْطَحُ بْنُ أُثَاثَةَ ، وَحَمْنَةُ بِنْتُ جَحْشٍ فِى نَاسٍ آخَرِينَ ، لاَ عِلْمَ لِى بِهِمْ ، غَيْرَ أَنَّهُمْ عُصْبَةٌ - كَمَا قَالَ اللَّهُ تَعَالَى - وَإِنَّ كُبْرَ ذَلِكَ يُقَالُ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أُبَىٍّ ابْنُ سَلُولَ . قَالَ عُرْوَةُ كَانَتْ عَائِشَةُ تَكْرَهُ أَنْ يُسَبَّ عِنْدَهَا حَسَّانُ ، وَتَقُولُ إِنَّهُ الَّذِى قَالَ فَإِنَّ أَبِى وَوَالِدَهُ وَعِرْضِى لِعِرْضِ مُحَمَّدٍ مِنْكُمْ وِقَاءُ قَالَتْ عَائِشَةُ فَقَدِمْنَا الْمَدِينَةَ فَاشْتَكَيْتُ حِينَ قَدِمْتُ شَهْرًا ، وَالنَّاسُ يُفِيضُونَ فِى قَوْلِ أَصْحَابِ الإِفْكِ ، لاَ أَشْعُرُ بِشَىْءٍ مِنْ ذَلِكَ ، وَهْوَ يَرِيبُنِى فِى وَجَعِى أَنِّى لاَ أَعْرِفُ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم اللُّطْفَ الَّذِى كُنْتُ أَرَى مِنْهُ حِينَ أَشْتَكِى ، إِنَّمَا يَدْخُلُ عَلَىَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَيُسَلِّمُ ثُمَّ يَقُولُ « كَيْفَ تِيكُمْ » ثُمَّ يَنْصَرِفُ ، فَذَلِكَ يَرِيبُنِى وَلاَ أَشْعُرُ بِالشَّرِّ ، حَتَّى خَرَجْتُ حِينَ نَقَهْتُ ، فَخَرَجْتُ مَعَ أُمِّ مِسْطَحٍ قِبَلَ الْمَنَاصِعِ ، وَكَانَ مُتَبَرَّزَنَا ، وَكُنَّا لاَ نَخْرُجُ إِلاَّ لَيْلاً إِلَى لَيْلٍ ، وَذَلِكَ قَبْلَ أَنْ نَتَّخِذَ الْكُنُفَ قَرِيبًا مِنْ بُيُوتِنَا . قَالَتْ وَأَمْرُنَا أَمْرُ الْعَرَبِ الأُوَلِ فِى الْبَرِّيَّةِ قِبَلَ الْغَائِطِ ، وَكُنَّا نَتَأَذَّى بِالْكُنُفِ أَنْ نَتَّخِذَهَا عِنْدَ بُيُوتِنَا ، قَالَتْ فَانْطَلَقْتُ أَنَا وَأُمُّ مِسْطَحٍ وَهْىَ ابْنَةُ أَبِى رُهْمِ بْنِ الْمُطَّلِبِ بْنِ عَبْدِ مَنَافٍ ، وَأُمُّهَا بِنْتُ صَخْرِ بْنِ عَامِرٍ خَالَةُ أَبِى بَكْرٍ الصِّدِّيقِ ، وَابْنُهَا مِسْطَحُ بْنُ أُثَاثَةَ بْنِ عَبَّادِ بْنِ الْمُطَّلِبِ ، فَأَقْبَلْتُ أَنَا وَأُمُّ مِسْطَحٍ قِبَلَ بَيْتِى ، حِينَ فَرَغْنَا مِنْ شَأْنِنَا ، فَعَثَرَتْ أُمُّ مِسْطَحٍ فِى مِرْطِهَا فَقَالَتْ تَعِسَ مِسْطَحٌ . فَقُلْتُ لَهَا بِئْسَ مَا قُلْتِ ، أَتَسُبِّينَ رَجُلاً شَهِدَ بَدْرًا فَقَالَتْ أَىْ هَنْتَاهْ وَلَمْ تَسْمَعِى مَا قَالَ قَالَتْ وَقُلْتُ مَا قَالَ فَأَخْبَرَتْنِى بِقَوْلِ أَهْلِ الإِفْكِ - قَالَتْ - فَازْدَدْتُ مَرَضًا عَلَى مَرَضِى ، فَلَمَّا رَجَعْتُ إِلَى بَيْتِى دَخَلَ عَلَىَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَسَلَّمَ ثُمَّ قَالَ « كَيْفَ تِيكُمْ » . فَقُلْتُ لَهُ أَتَأْذَنُ لِى أَنْ آتِىَ أَبَوَىَّ قَالَتْ وَأُرِيدُ أَنْ أَسْتَيْقِنَ الْخَبَرَ مِنْ قِبَلِهِمَا ، قَالَتْ فَأَذِنَ لِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ، فَقُلْتُ لأُمِّى يَا أُمَّتَاهُ مَاذَا يَتَحَدَّثُ النَّاسُ قَالَتْ يَا بُنَيَّةُ هَوِّنِى عَلَيْكِ ، فَوَاللَّهِ لَقَلَّمَا كَانَتِ امْرَأَةٌ قَطُّ وَضِيئَةً عِنْدَ رَجُلٍ يُحِبُّهَا لَهَا ضَرَائِرُ إِلاَّ كَثَّرْنَ عَلَيْهَا . قَالَتْ فَقُلْتُ سُبْحَانَ اللَّهِ أَوَلَقَدْ تَحَدَّثَ النَّاسُ بِهَذَا قَالَتْ فَبَكَيْتُ تِلْكَ اللَّيْلَةَ ، حَتَّى أَصْبَحْتُ لاَ يَرْقَأُ لِى دَمْعٌ ، وَلاَ أَكْتَحِلُ بِنَوْمٍ ، ثُمَّ أَصْبَحْتُ أَبْكِى - قَالَتْ - وَدَعَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلِىَّ بْنَ أَبِى طَالِبٍ وَأُسَامَةَ بْنَ زَيْدٍ حِينَ اسْتَلْبَثَ الْوَحْىُ يَسْأَلُهُمَا وَيَسْتَشِيرُهُمَا فِى فِرَاقِ أَهْلِهِ - قَالَتْ - فَأَمَّا أُسَامَةُ فَأَشَارَ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِالَّذِى يَعْلَمُ مِنْ بَرَاءَةِ أَهْلِهِ ، وَبِالَّذِى يَعْلَمُ لَهُمْ فِى نَفْسِهِ ، فَقَالَ أُسَامَةُ أَهْلَكَ وَلاَ نَعْلَمُ إِلاَّ خَيْرًا . وَأَمَّا عَلِىٌّ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ لَمْ يُضَيِّقِ اللَّهُ عَلَيْكَ ، وَالنِّسَاءُ سِوَاهَا كَثِيرٌ ، وَسَلِ الْجَارِيَةَ تَصْدُقْكَ . قَالَتْ فَدَعَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بَرِيرَةَ فَقَالَ « أَىْ بَرِيرَةُ هَلْ رَأَيْتِ مِنْ شَىْءٍ يَرِيبُكِ » . قَالَتْ لَهُ بَرِيرَةُ وَالَّذِى بَعَثَكَ بِالْحَقِّ مَا رَأَيْتُ عَلَيْهَا أَمْرًا قَطُّ أَغْمِصُهُ ، غَيْرَ أَنَّهَا جَارِيَةٌ حَدِيثَةُ السِّنِّ تَنَامُ عَنْ عَجِينِ أَهْلِهَا ، فَتَأْتِى الدَّاجِنُ فَتَأْكُلُهُ - قَالَتْ - فَقَامَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ يَوْمِهِ ، فَاسْتَعْذَرَ مِنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أُبَىٍّ وَهْوَ عَلَى الْمِنْبَرِ فَقَالَ « يَا مَعْشَرَ الْمُسْلِمِينَ مَنْ يَعْذِرُنِى مِنْ رَجُلٍ قَدْ بَلَغَنِى عَنْهُ أَذَاهُ فِى أَهْلِى ، وَاللَّهِ مَا عَلِمْتُ عَلَى أَهْلِى إِلاَّ خَيْرًا ، وَلَقَدْ ذَكَرُوا رَجُلاً مَا عَلِمْتُ عَلَيْهِ إِلاَّ خَيْرًا ، وَمَا يَدْخُلُ عَلَى أَهْلِى إِلاَّ مَعِى » . قَالَتْ فَقَامَ سَعْدُ بْنُ مُعَاذٍ أَخُو بَنِى عَبْدِ الأَشْهَلِ فَقَالَ أَنَا يَا رَسُولَ اللَّهِ أَعْذِرُكَ ، فَإِنْ كَانَ مِنَ الأَوْسِ ضَرَبْتُ عُنُقَهُ ، وَإِنْ كَانَ مِنْ إِخْوَانِنَا مِنَ الْخَزْرَجِ أَمَرْتَنَا فَفَعَلْنَا أَمْرَكَ . قَالَتْ فَقَامَ رَجُلٌ مِنَ الْخَزْرَجِ ، وَكَانَتْ أُمُّ حَسَّانَ بِنْتَ عَمِّهِ مِنْ فَخِذِهِ ، وَهْوَ سَعْدُ بْنُ عُبَادَةَ ، وَهْوَ سَيِّدُ الْخَزْرَجِ - قَالَتْ - وَكَانَ قَبْلَ ذَلِكَ رَجُلاً صَالِحًا ، وَلَكِنِ احْتَمَلَتْهُ الْحَمِيَّةُ فَقَالَ لِسَعْدٍ كَذَبْتَ لَعَمْرُ اللَّهِ لاَ تَقْتُلُهُ ، وَلاَ تَقْدِرُ عَلَى قَتْلِهِ ، وَلَوْ كَانَ مِنْ رَهْطِكَ مَا أَحْبَبْتَ أَنْ يُقْتَلَ . فَقَامَ أُسَيْدُ بْنُ حُضَيْرٍ - وَهْوَ ابْنُ عَمِّ سَعْدٍ - فَقَالَ لِسَعْدِ بْنِ عُبَادَةَ كَذَبْتَ لَعَمْرُ اللَّهِ لَنَقْتُلَنَّهُ ، فَإِنَّكَ مُنَافِقٌ تُجَادِلُ عَنِ الْمُنَافِقِينَ . قَالَتْ فَثَارَ الْحَيَّانِ الأَوْسُ وَالْخَزْرَجُ حَتَّى هَمُّوا أَنْ يَقْتَتِلُوا ، وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَائِمٌ عَلَى الْمِنْبَرِ - قَالَتْ - فَلَمْ يَزَلْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُخَفِّضُهُمْ حَتَّى سَكَتُوا وَسَكَتَ - قَالَتْ - فَبَكَيْتُ يَوْمِى ذَلِكَ كُلَّهُ ، لاَ يَرْقَأُ لِى دَمْعٌ ، وَلاَ أَكْتَحِلُ بِنَوْمٍ - قَالَتْ - وَأَصْبَحَ أَبَوَاىَ عِنْدِى ، وَقَدْ بَكَيْتُ لَيْلَتَيْنِ وَيَوْمًا ، لاَ يَرْقَأُ لِى دَمْعٌ ، وَلاَ أَكْتَحِلُ بِنَوْمٍ ، حَتَّى إِنِّى لأَظُنُّ أَنَّ الْبُكَاءَ فَالِقٌ كَبِدِى ، فَبَيْنَا أَبَوَاىَ جَالِسَانِ عِنْدِى وَأَنَا أَبْكِى فَاسْتَأْذَنَتْ عَلَىَّ امْرَأَةٌ مِنَ الأَنْصَارِ ، فَأَذِنْتُ لَهَا ، فَجَلَسَتْ تَبْكِى مَعِى - قَالَتْ - فَبَيْنَا نَحْنُ عَلَى ذَلِكَ دَخَلَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلَيْنَا ، فَسَلَّمَ ثُمَّ جَلَسَ - قَالَتْ - وَلَمْ يَجْلِسْ عِنْدِى مُنْذُ قِيلَ مَا قِيلَ قَبْلَهَا ، وَقَدْ لَبِثَ شَهْرًا لاَ يُوحَى إِلَيْهِ فِى شَأْنِى بِشَىْءٍ - قَالَتْ - فَتَشَهَّدَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حِينَ جَلَسَ ثُمَّ قَالَ « أَمَّا بَعْدُ ، يَا عَائِشَةُ إِنَّهُ بَلَغَنِى عَنْكِ كَذَا وَكَذَا ، فَإِنْ كُنْتِ بَرِيئَةً ، فَسَيُبَرِّئُكِ اللَّهُ ، وَإِنْ كُنْتِ أَلْمَمْتِ بِذَنْبٍ ، فَاسْتَغْفِرِى اللَّهَ وَتُوبِى إِلَيْهِ ، فَإِنَّ الْعَبْدَ إِذَا اعْتَرَفَ ثُمَّ تَابَ تَابَ اللَّهُ عَلَيْهِ » . قَالَتْ فَلَمَّا قَضَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَقَالَتَهُ قَلَصَ دَمْعِى حَتَّى مَا أُحِسُّ مِنْهُ قَطْرَةً ، فَقُلْتُ لأَبِى أَجِبْ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَنِّى فِيمَا قَالَ . فَقَالَ أَبِى وَاللَّهِ مَا أَدْرِى مَا أَقُولُ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . فَقُلْتُ لأُمِّى أَجِيبِى رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِيمَا قَالَ . قَالَتْ أُمِّى وَاللَّهِ مَا أَدْرِى مَا أَقُولُ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . فَقُلْتُ وَأَنَا جَارِيَةٌ حَدِيثَةُ السِّنِّ لاَ أَقْرَأُ مِنَ الْقُرْآنِ كَثِيرًا إِنِّى وَاللَّهِ لَقَدْ عَلِمْتُ لَقَدْ سَمِعْتُمْ هَذَا الْحَدِيثَ حَتَّى اسْتَقَرَّ فِى أَنْفُسِكُمْ وَصَدَّقْتُمْ بِهِ ، فَلَئِنْ قُلْتُ لَكُمْ إِنِّى بَرِيئَةٌ لاَ تُصَدِّقُونِى ، وَلَئِنِ اعْتَرَفْتُ لَكُمْ بِأَمْرٍ ، وَاللَّهُ يَعْلَمُ أَنِّى مِنْهُ بَرِيئَةٌ لَتُصَدِّقُنِّى ، فَوَاللَّهِ لاَ أَجِدُ لِى وَلَكُمْ مَثَلاً إِلاَّ أَبَا يُوسُفَ حِينَ قَالَ ( فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ ) ثُمَّ تَحَوَّلْتُ وَاضْطَجَعْتُ عَلَى فِرَاشِى ، وَاللَّهُ يَعْلَمُ أَنِّى حِينَئِذٍ بَرِيئَةٌ ، وَأَنَّ اللَّهَ مُبَرِّئِى بِبَرَاءَتِى وَلَكِنْ وَاللَّهِ مَا كُنْتُ أَظُنُّ أَنَّ اللَّهَ مُنْزِلٌ فِى شَأْنِى وَحْيًا يُتْلَى ، لَشَأْنِى فِى نَفْسِى كَانَ أَحْقَرَ مِنْ أَنْ يَتَكَلَّمَ اللَّهُ فِىَّ بِأَمْرٍ ، وَلَكِنْ كُنْتُ أَرْجُو أَنْ يَرَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى النَّوْمِ رُؤْيَا يُبَرِّئُنِى اللَّهُ بِهَا ، فَوَاللَّهِ مَا رَامَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَجْلِسَهُ ، وَلاَ خَرَجَ أَحَدٌ مِنْ أَهْلِ الْبَيْتِ ، حَتَّى أُنْزِلَ عَلَيْهِ ، فَأَخَذَهُ مَا كَانَ يَأْخُذُهُ مِنَ الْبُرَحَاءِ ، حَتَّى إِنَّهُ لَيَتَحَدَّرُ مِنْهُ مِنَ الْعَرَقِ مِثْلُ الْجُمَانِ وَهْوَ فِى يَوْمٍ شَاتٍ ، مِنْ ثِقَلِ الْقَوْلِ الَّذِى أُنْزِلَ عَلَيْهِ - قَالَتْ - فَسُرِّىَ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَهْوَ يَضْحَكُ ، فَكَانَتْ أَوَّلَ كَلِمَةٍ تَكَلَّمَ بِهَا أَنْ قَالَ « يَا عَائِشَةُ أَمَّا اللَّهُ فَقَدْ بَرَّأَكِ » . قَالَتْ فَقَالَتْ لِى أُمِّى قُومِى إِلَيْهِ . فَقُلْتُ وَاللَّهِ لاَ أَقُومُ إِلَيْهِ ، فَإِنِّى لاَ أَحْمَدُ إِلاَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ - قَالَتْ - وَأَنْزَلَ اللَّهُ تَعَالَى ( إِنَّ الَّذِينَ جَاءُوا بِالإِفْكِ ) الْعَشْرَ الآيَاتِ ، ثُمَّ أَنْزَلَ اللَّهُ هَذَا فِى بَرَاءَتِى . قَالَ أَبُو بَكْرٍ الصِّدِّيقُ - وَكَانَ يُنْفِقُ عَلَى مِسْطَحِ بْنِ أُثَاثَةَ لِقَرَابَتِهِ مِنْهُ وَفَقْرِهِ - وَاللَّهِ لاَ أُنْفِقُ عَلَى مِسْطَحٍ شَيْئًا أَبَدًا بَعْدَ الَّذِى قَالَ لِعَائِشَةَ مَا قَالَ . فَأَنْزَلَ اللَّهُ ( وَلاَ يَأْتَلِ أُولُو الْفَضْلِ مِنْكُمْ ) إِلَى قَوْلِهِ ( غَفُورٌ رَحِيمٌ ) قَالَ أَبُو بَكْرٍ الصِّدِّيقُ بَلَى وَاللَّهِ إِنِّى لأُحِبُّ أَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لِى . فَرَجَعَ إِلَى مِسْطَحٍ النَّفَقَةَ الَّتِى كَانَ يُنْفِقُ عَلَيْهِ وَقَالَ وَاللَّهِ لاَ أَنْزِعُهَا مِنْهُ أَبَدًا . قَالَتْ عَائِشَةُ وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم سَأَلَ زَيْنَبَ بِنْتَ جَحْشٍ عَنْ أَمْرِى ، فَقَالَ لِزَيْنَبَ « مَاذَا عَلِمْتِ أَوْ رَأَيْتِ » . فَقَالَتْ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَحْمِى سَمْعِى وَبَصَرِى ، وَاللَّهِ مَا عَلِمْتُ إِلاَّ خَيْرًا . قَالَتْ عَائِشَةُ وَهْىَ الَّتِى كَانَتْ تُسَامِينِى مِنْ أَزْوَاجِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم . فَعَصَمَهَا اللَّهُ بِالْوَرَعِ - قَالَتْ - وَطَفِقَتْ أُخْتُهَا حَمْنَةُ تُحَارِبُ لَهَا ، فَهَلَكَتْ فِيمَنْ هَلَكَ . قَالَ ابْنُ شِهَابٍ فَهَذَا الَّذِى بَلَغَنِى مِنْ حَدِيثِ هَؤُلاَءِ الرَّهْطِ . ثُمَّ قَالَ عُرْوَةُ قَالَتْ عَائِشَةُ وَاللَّهِ إِنَّ الرَّجُلَ الَّذِى قِيلَ لَهُ ما قِيلَ لَيَقُولُ سُبْحَانَ اللَّهِ فَوَالَّذِى نَفْسِى بِيَدِهِ مَا كَشَفْتُ مِنْ كَنَفِ أُنْثَى قَطُّ . قَالَتْ ثُمَّ قُتِلَ بَعْدَ ذَلِكَ فِى سَبِيلِ اللَّهِ .
Tercemesi:
Bize Abdülaziz b. Abdullah, ona İbrahim b. Sa’d, ona Sâlih, ona İbn Şihâb şöyle rivayet etmiştir:
Bana Urve b. ez-Zübeyr, Saîd b. Müseyyeb, Alkame b. Vakkâs ve Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesûd, Hz. Peygamber’in (sav) hanımı Hz. Aişe’den (r.anha) ifk hadisesi ve insanların söylentileri hakkındaki hadisi rivayet ettiler. Bazıları rivayeti diğerlerinden daha iyi bellemiş ve daha sağlam anlatıyor olduğu halde hepsi ilgili hadisin bir kısmını aktardılar. Her birinin Hz. Aişe’den naklettikleri rivayetlerini iyice öğrendim. İçlerinde bazıları rivayeti daha iyi bellemiş olsa da rivayetleri birbirini tasdik ediyordu. Şöyle dediler: Hz. Aişe (r.anha) şöyle rivayet etmiştir:
Rasulullah (sav) seyahate çıkacağı zaman eşleri arasında kura çeker, kurada hangisi çıkarsa onu yanında götürürdü. Bir gazve sırasında eşleri arasında kura çekti ve kurada ben çıktım. Böylece örtünme ayeti indirildikten sonraki bir zamanda Hz. Peygamberle (sav) birlikte yola çıktık. Ben [kervan] yürürken de konaklarken de hevdecim içinde bulunuyordum. Yolculuğa devam ettik, nihayetinde Rasulullah bu gazvedeki hedefini gerçekleştirdi ve geri dönmeye başladı. Yola çıkıp Medine’ye doğru hareket ettik. Bir gece, yola çıkılacağı ilan edildi. Bu esnada ben de [ihtiyacımı gidermek için] biraz öteye yürüdüm ordunun bulunduğu yerin ötesine geçtim. İhtiyacımı gördükten sonra bineğime doğru yöneldim. Bu sırada göğsümü yokladım. Bir de baktım ki Yemen boncuğundan yapılmış gerdanım kopup düşmüş. Hemen dönüp gerdanlığımı aradım ama onu aramak beni orduya yetişmekten alı koydu. Beni taşıyan grup gelmiş ve benim içinde olduğumu zannederek hevdecimi yüklenerek yolculuk yaptığım devenin üzerine koymuşlar. O zaman kadınlar zayıftı, şişman değillerdi. Çünkü azıcık yemek yerlerdi. Ben de henüz genç bir kadın olduğun için insanlar kaldırıp götürdükleri hevdecin hafif olduğunu fark edememişler. Deveyi önlerine katıp yola devam etmişler. Ben de ordu gittikten sonra gerdanlığımı buldum. Ordunun konakladığı yere geldim ama hiç kimse yoktu. Belki benim orada olmadığımı anlayıp geri dönerler diye konakladığım yere gittim. Ben orada öyle otururken göz kapaklarım ağırlaştı ve uyudum. Safvan b. el-Muattal es-Sülemî ez-Zekvânî ordunun arkasında kalmıştı. Sabahleyin benim konakladığım yere gelince uyuyan bir insanın karaltısını görmüş. Örtünme emrinden önce beni görmüş olduğu için beni tanımış. Beni tanıdığında söylemiş olduğu “İnna lillahi ve innâ ileyhi raciûn” [Biz Allah’a aidiz ve yine ona döneriz (Bakara, 2/156)] sözleriyle uyandım. Yüzümü hemen örtümle örttüm. Vallahi bundan başka onunla ne bir kelime konuştuk ne de ondan başka bir söz işittim. Hızlıca yanıma gelip devesini çöktürdü ve [bineğe yardım almadan binebilmem için] devenin ön ayaklarını yere yaydı. Ben de kalkıp deveye bindim. Beni öğle sıcağında mola vermiş ordunun olduğu yere kadar götürdü. Bana iftira edip helak olanlar helak olmuşlardır. İfk hadisesinde bu işin başını Abdullah b. Übey b. Selül çekmiştir.
[İbn Şihâb ez-Zührî'ye olayı aktaran ravilerden] Urve b. ez-Zübeyr [rivayetinde] şöyle demiştir: 'Bana aktarıldığına göre iftira yayıldığında, bu söz Abdullah b Ubeyy’in yanında konuşulur, o da sözü söyleyene kulak verir, onu onaylar ve insanlar arasında gündeme getirerek yayardı'. Urve sözlerine devamla dedi ki, 'İftira sahiplerinin içinde sadece Hassân b. Sâbit, Mıstah b. Üsâse ve Hamne bint Cahş’ın isimleri söylenmiştir. Diğerleri hakkında bir bilgim yoktur. Ancak onlar Yüce Allah’ın buyurduğu üzere “ [On kişiden müteşekkil] bir gruptan” ibarettiler. İftiranın yayılması konusunda en büyük pay sahibinin Abdullah b. Übey b. Selûl olduğu söylenirdi.
Urve b. ez-Zübeyr sözlerine şöyle devam etti: Aişe yanında Hassân b. Sâbit’e sövülmesinden hoşlanmaz; "O 'Babam, babamın babası ve benim ırzım; size karşı Muhammed’e kalkandır' şeklinde şiir yazan [kafirlere karşı Hz. Peygamber'i savunmuş] biridir"derdi.
Hz. Aişe (r.anha) olayı şöyle anlatmaya devam etmiştir: Nihayetinde Medine’ye vardık. Oraya geldikten sonra ben bir ay hasta oldum. Bu arada insanlar iftira sahiplerinin sözlerine dalmışlar. Ben ise bunların farkında değildim. Bu ağrılı halimde beni şüphelendiren tek şey vardı: Ben önceden hastalandığımda Rasulullah’tan gördüğüm şefkatli muameleyi artık göremiyordum. Allah Resulü (sav) yanıma girdiğinde selam veriyor ve adımı söylemeden “bu nasıl?” diyor ve hemen ayrılıyordu. Bu durum beni şüphelendirse de hâlâ kötü bir şey olduğunu hissetmiyordum. Hastalığım biraz geçince dışarı çıktım. Ümmü Mistah ile birlikte ihtiyacımızı giderdiğimiz yer olan Menâsi tarafına doğru gittik. Oraya ancak geceleyin giderdik. Bu olay evlerimizin yakınına [tuvalet için] korunaklı yerler yapmadan önceydi. O zamanlar tuvalete karşı tavrımız çöldeki eski Arapların tavırlarına benziyordu. Evlerimizde [tuvalet için] korunaklı yerler belirlemekten [oluşturacağı kötü kokudan] sıkıntı duyardık. Hz. Aişe sözlerine devamla dedi ki, Ebu Ruhm b. el-Muttalib b. Abdimenâf’ın kızı olan Ümmü Mıstah ile birlikte oradan ayrıldık. Onun annesi Sahr b. Amir kızı ve Ebu Bekir es-Sıddîk’ın teyzesiydi. Oğlu Mıstah b. Esâse b. Abbad b. Muttalib’di. İşimiz bitince Ümmü Mıstah ile birlikte evime doğru yöneldik. Ümmü Mıstah’ın ayağı sürçtü ve oğluna beddua edip “Mıstah helak olsun!” dedi. Ben “Ne fena söz söyledin! Bedir’e katılmış bir kişi hakkında mı böyle söylüyorsun?” dedim. “Ah seni saf! Onun ne söylediğini duymadın mı?” diye sordu. Ben “Ne söylemiş?” dedim. Bana iftira edenlerin sözlerini bir bir anlattı. Bu sözler hastalığıma hastalık kattı. Evime döndüğümde Rasulullah (sav) yanıma girdi ve “Hastanız nasıl?” diye sordu. Ona “Anne babama gitmeme izin verir misiniz?” diye sordum. O zaman bu söylentileri annem ve babam tarafından duyup iyice anlamak istiyordum. Rasulullah (sav) bana izin verdi. Annemin yanına gidip ona “Annecim! İnsanlar ne konuşuyorlar?” diye sordum. Annem şöyle dedi: “Kızım! Kendini üzme. Bir erkeğin yanında sevdiği güzel bir kadın varsa ve onun birçok kuması da bulunuyorsa mutlaka onun hakkında böyle ileri geri konuşurlar.” Ben “Sübhanallah! İnsanlar bunları mı konuşuyorlar!” dedim ve gece boyunca ağladım. Sabah kalktığımda göz pınarlarım kurumuştu. Gözüme uyku girmemişti. Ağlayarak sabahı etmiştim. Vahiy geciktiği için ailesi ile ayrılması konusunda onlarla istişare etmek için Rasulullah (sav) Ali b. Ebû Tâlib ve Üsâme b. Zeyd’i yanına çağırmış. Üsame b. Zeyd, Rasulullah’ın ailesinin suçsuz olduğuna ve [bu iftiraya inanan arkadaşlarına] karşı sevgi beslediğine dair görüş bildirmiş ve “Senin ailen hakkında ancak hayır düşünürüz” demiş. Ali b. Ebû Tâlib ise “Ey Allah’ın Resulü! Allah sana [evlenme ve boşanma hususunda] darlık vermemiştir. Aişe dışında bir sürü kadın var! Cariyesine sor, sana doğruyu söyleyecektir” demiş. Bunun üzerine Rasulullah (sav) Berire’yi çağırmış ve “Berire! Seni şüphelendiren bir şey gördün mü?” diye sormuş. Berire ona “Seni hak ile gönderen Allah’a yemin ederim ki onu ayıplayacak hiçbir şey görmedim. O saf genç bir kız daha. Ailesinin hamurunu yoğurup uyur, evcil hayvanlar gelip hamurdan yer [onun ruhu duymazdı]. Bundan sonra Rasulullah (sav) o gün minbere çıktı ve Abdullah b. Übey hakkında söz söylemekten muaf tutulmasını isteyerek şöyle hitap etti: “Ey Müslümanlar! Eşim hakkında bana eziyet eden birine karşı bana kim yardım eder? Allah’a yemin olsun ki, ben eşim hakkında iyilikten başka bir şey bilmiyorum. Bu iftiracılar meseleye bir adamın adını kattılar ki, onun hakkında da iyilikten başka bir şey bilmem. Bu adam ben yanında olmadan asla eşimin yanına girmiş değildir” buyurdu. Bunun üzerine Ensâr’ın Evs kabilesinden Abdüleşheloğullarının kardeşi Sa’d b. Muaz kalkıp “Ey Allah’ın Resulü! Ben sena yardım ederim. Eğer bu adam Evs’ten ise onun boynunu ben vuracağım. Eğer Hazreçli kardeşlerimizden ise bize emredersen gereğini yaparız” dedi. Bunun üzerine Hazreçli bir adam kalktı. Hassanʼın annesi aynı aşiretten onun amcasının kızıydı. Bu kişi Hazrec’in reisi olan Sa’d b. Ubâde idi. Bu olaydan önce iyi bir adamdı. Ama kabile asabiyetine kapıldı ve Sa’d b. Muâz’a “Hayır, yalan söylüyorsun. Allah’a yemin olsun ki onu öldürmezsin, öldüremezsin. Eğer senin kabilenden olsaydı öldürülmesini de istemezdin. Bunun üzerine Sa’d b. Muâz’ın amcasının oğlu olan Üseyd b. Hudayr ayağa kalktı ve Sa’d b. Übâde’ye “Yalan söylüyorsun, onu elbette öldürürdük. Sen münafıkları savunan münafığın birisin!” dedi. Evs ve Hazreç kabileleri birbirine girmişler, çatışacak hale gelmişlerdi. Rasulullah bu sırada minberde duruyordu. Rasulullah onları susturdu ve sakinleştirdi. Hepsi sustular, o da sustu. Ben o gün boyunca ağladım. Göz pınarlarım kurudu, gözüme uyku girmedi. Annem ve babam yanımda kaldılar. İki gece bir gün sürekli ağladım. Göz pınarlarım kurudu, gözüme uyku girmedi. Öyle ki ağlayışımın ciğerimi parçaladığını zannettim. Ben ağlarken annem ve babam yanımda oturuyorlardı. Derken birden bire Ensar’dan bir kadın yanıma gelmek için izin istedi. Ona izin verdim. Gelip yanıma oturdu ve benimle birlikte ağlamaya başladı. Biz bu haldeyken Rasulullah (sav) geldi ve selam verip oturdu. Bu söylentiler çıktığından beri benim yanımda oturmamıştı. Bir aydır benim hakkımda bir vahiy gelmemişti. Rasulullah (sav) otururken şehadet getirdi ve şöyle dedi: “Aişe! Bana senin hakkında şöyle haberler ulaştı. Eğer suçsuz isen Allah senin suçsuz olduğunu gösterecektir. Eğer günah işlemeye yeltenmişsen Allah’a istiğfar et, ona tövbe et. Kul itiraf ettiği ve tövbe ettiği zaman Allah onun tevbesini kabul eder.” Rasulullah (sav) sözünü bitirince gözümün yaşı kesildi, artık akacak damla kalmamıştı. Babama 'Rasulullah’a benim için cevap ver' dedim. Babam “Ben Rasulullah’a ne diyeceğimi bilmiyorum” dedi. Anneme 'Anne, sen Rasulullah’a cevap ver' dedim. Annem de 'Ben de ne diyeceğimi bilmiyorum' dedi. Daha Kur’an’dan fazla bir şey okumamış genç bir hanım olduğum halde şunları söyledim: 'Sizin bu dedikoduları işittiğinizi biliyorum. Bu sözler içinizde yer etti ve belki onları tasdik ettiniz. Belki size suçsuz olduğumu söylesem bana inanmazsınız. Size bir şey itiraf etsem, ki Allah benim masum olduğumu biliyor, bana inanırsınız. Sizinle benim için misal olarak sadece Yusuf’un babasının şu sözlerini görüyorum: 'Artık bana düşen güzelce sabretmektir. Anlattıklarınıza karşı yardımına sığınılacak ancak Allah’tır' (Yusuf, 12/18). Bu sözleri söyleyip yatağıma yattım. Allah benim masum olduğumu biliyordu ve bunu herkese gösterecekti. Ama benim bu halim için [Kur'an'da yer alıp sürekli olarak] okunacak bir vahiy indireceğini zannetmiyordum. Kendi nazarımda halim Allah’ın hakkımda konuşmasını gerektirmeyecek kadar önemsizdi. Ancak Rasulullah’ın bir rüya görmesini ve Allah’ın bu rüya ile benim masumiyetimi ortaya koymasını umuyordum. Allah'a yemin olsun ki, Rasulullah oturduğu yerden kalkmamış, aileden kimse de yerinden ayrılmamıştı. Nihayet vahiy indirildi. Ona vahiy inerken gelen hal kendisini kapladı. Kış gününde bile inen vahyin ağırlığından dolayı vücudundan inci gibi ter damlaları dökülürdü. Rasullah’tan vahiy hali gidince sevincinden güldüğünü gördüm. Söylediği ilk söz “Aişe! Allah seni temize çıkardı” oldu. Bunun üzerine annem “Kızım, Rasulullah’a (sav) kalk da teşekkür et” dedi. Ben “Allah'a yemin olsun ki, ona kalkıp teşekkür etmem. Ancak Allah’a (ac) hamd ederim” dedim. Allah Teâlâ bu iftira olayı ile ilgili 'Sana iftira edenler…(Nur, 24/11-21)' ayetini; sonra benim masum olduğuma dair ayeti indirdi. Ebu Bekir es-Sıddık –hem akrabası hem de fakir olduğu önceden Mıstah b. Üsâse'ye yardım ederken- 'Vallahi Aişe hakkında söylediklerinden sonra Mıstah'a artık hiçbir şey vermem' diye yemin etti. Bunun üzerine Allah Teâlâ 'Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar akrabasına, yoksullara, Allah yolunda hicret edenlere vermelerinde kusur etmesin; affetsin, aldırış etmesin. Allah’ın sizi affetmesini istemez misiniz? Allah çok affeden, çok merhamet edendir' (Nur, 24/22) ayetini indirdi. Bunun üzerine babam Ebû Bekir es-Sıddîk: 'Vallahi, ben Allah’ın beni affetmesini elbette isterim' dedi ve Mıstah’a yaptığı yardıma devam etme kararı aldı ve 'Artık bu yardımı ebediyen kesmem' dedi. Rasulullah (sav) [eşi] Zeyneb bint Cahş'a benim hakkımda “Zeyneb! Aişe hakkında ne bilirsin, ne gördün?” diye sormuş. Zeynep Hz. Peygamber’in eşleri arasında güzellik ve Peygamber yanındaki mevkii bakımından benimle yarış içinde olan bir kadın olduğu halde 'Ey Allah’ın Resulü! Ben gözümü ve kulağımı sakınırım. Onun hakkında sadece hayır biliyorum' diye cevap vermiş. Allah dindarlığı sebebiyle onu bu iftiraya katılmaktan korudu. Kız kardeşi Hamne ise iftiraya tutunmuş ve iftiracıların dedikodularını yaymış, bu sebeple helak olanlarla birlikte helak olmuştu.
Zührî şöyle demiştir: İşte bu iftiracılar hakkında bize ulaşan hadis böyledir. Urve şöyle demiştir: Hz. Aişe (r.anha) şöyle buyurdu: 'Sübhanallah, hakkında iftira atılıp dedikodu yapılan adam 'Nefsim elinde olan Allah’a yemin ederim ki, [kendisine yapılan iftirayı reddederek] ben hayatımda hiçbir kadının elbisesini açmadım' derdi. Sonra o zat [Safvan b. Muattal] Allah yolunda şehit oldu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Meğâzî 4141, 2/79
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Ebu Yahya Alkame b. Vakkas el-Utvârî (Alkame b. Vakkâs b. Mihsan b. Kelede)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Muhammed Salih b. Keysan ed-Devsi (Salih b. Keysan)
5. Ebu İshak İbrahim b. Sa'd ez-Zührî (İbrahim b. Sa'd b. İbrahim b. Abdurrahman b. Avf)
6. Abdulaziz b. Abdullah el-Üveysi (Abdulaziz b. Abdullah b. Yahya b. Amr b. Üveys)
Konular:
Hadis Rivayeti
Hz. Peygamber, evlilikleri
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe'ye sevgisi
Hz. Peygamber, hanımlarıyla ilişkileri
Hz. Peygamber, Hüznü ve Sevinci
Hz. Peygamber, sahabe ile ilişkisi
Hz. Peygamber, sahabeyle iletişimi
Hz. Peygamber, terlemesi ve terinin saklanması
Hz. Peygamber, vahiy geldiğindeki halleri
İftira, iffetli kimseye
KTB, VAHİY
Kur'an, Nüzul sebebleri
Münafık, yaptıkları şeyler (Resulullah zamanında)
Sahabe, aralarındaki ihtilaflar, (Hz. peygamber'den sonra)
Sahabe, birbirine kaba sözleri
Sahabe, birbirlerine karşı kullandıkları üslup
Siyer, Bedir harbine katılan sahabiler
Vahiy, geliş şekilleri
Vahiy, vahyin kesilmesi
Bana İbrahim b. Musa, ona Hişâm, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Salim, ona da İbn Ömer (r.anhuma) şöyle demiştir:
Kardeşim Hafsa'nın yanına girdim, (yıkandığı için hala) saç örgülerinden su damlıyordu. Ona "İnsanların sorunu (Ali ile Muaviye'nin arasındaki hilafet kavgası) gördüğün gibi. Benimse idarecilikten nasibim yok. (bu yüzden hakem toplantısına katılmayacağım)" dedim. Hafsa "toplantılara katıl. Çünkü insanlar senin tavrını izliyorlar. katılmamanı muhalefet olarak algılamalarından çekiniyorum" dedi ve kardeşi İbn Ömer'i toplantıya gitmeye razı edene kadar ısrar etti.
Toplantı bitip insanlar dağılınca Muaviye (kendisini halife varsayarak) kürsüye çıkıp insanlara hitap etti ve (Abdullah b. Ömer'i kast ederek) "bu (halife seçimi) konusunda bir diyeceği olan ve ortaya çıksın. Zira biz hilafete hem ondan hem de babasından daha fazla hak sahibiyiz" dedi. Habib b. Mesleme, İbn Ömer'e "Muaviye'ye cevap vermedin mi?" dedi. İbn Ömer "Hemen maşlahımın bağını çözüp ona 'sana ve babana karşı savaşan (Ali) halifelik işine senden daha lâyıktır' diyeyim istedim ama toplumu ayrılığa düşürecek, kan dökmeye yol açacak ve amacı dışında yorumlanacak bir söz söylemekten çekindim ve Allah'ın sabreden kuluna hazırladığı mükâfatını düşündüm ( de Muaviye'ye karşılık vermedim)." dedi. Bunun üzerine Habib "sen bir fitneden uzak durmuş ve fenalıktan korunmuşsun" dedi.
Mahmud, Abdurrazzak'tan yaptığı rivayetinde "nesvâtuha" kelimesi "nevsâtuha" şeklinde söylemiştir.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
31765, B004108
Hadis:
حَدَّثَنِى إِبْرَاهِيمُ بْنُ مُوسَى أَخْبَرَنَا هِشَامٌ عَنْ مَعْمَرٍ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ سَالِمٍ عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالَ وَأَخْبَرَنِى ابْنُ طَاوُسٍ عَنْ عِكْرِمَةَ بْنِ خَالِدٍ عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالَ دَخَلْتُ عَلَى حَفْصَةَ وَنَسْوَاتُهَا تَنْطُفُ ، قُلْتُ قَدْ كَانَ مِنْ أَمْرِ النَّاسِ مَا تَرَيْنَ ، فَلَمْ يُجْعَلْ لِى مِنَ الأَمْرِ شَىْءٌ . فَقَالَتِ الْحَقْ فَإِنَّهُمْ يَنْتَظِرُونَكَ ، وَأَخْشَى أَنْ يَكُونَ فِى احْتِبَاسِكَ عَنْهُمْ فُرْقَةٌ . فَلَمْ تَدَعْهُ حَتَّى ذَهَبَ ، فَلَمَّا تَفَرَّقَ النَّاسُ خَطَبَ مُعَاوِيَةُ قَالَ مَنْ كَانَ يُرِيدُ أَنْ يَتَكَلَّمَ فِى هَذَا الأَمْرِ فَلْيُطْلِعْ لَنَا قَرْنَهُ ، فَلَنَحْنُ أَحَقُّ بِهِ مِنْهُ وَمِنْ أَبِيهِ . قَالَ حَبِيبُ بْنُ مَسْلَمَةَ فَهَلاَّ أَجَبْتَهُ قَالَ عَبْدُ اللَّهِ فَحَلَلْتُ حُبْوَتِى وَهَمَمْتُ أَنْ أَقُولَ أَحَقُّ بِهَذَا الأَمْرِ مِنْكَ مَنْ قَاتَلَكَ وَأَبَاكَ عَلَى الإِسْلاَمِ . فَخَشِيتُ أَنْ أَقُولَ كَلِمَةً تُفَرِّقُ بَيْنَ الْجَمْعِ ، وَتَسْفِكُ الدَّمَ ، وَيُحْمَلُ عَنِّى غَيْرُ ذَلِكَ ، فَذَكَرْتُ مَا أَعَدَّ اللَّهُ فِى الْجِنَانِ . قَالَ حَبِيبٌ حُفِظْتَ وَعُصِمْتَ . قَالَ مَحْمُودٌ عَنْ عَبْدِ الرَّزَّاقِ وَنَوْسَاتُهَا .
Tercemesi:
Bana İbrahim b. Musa, ona Hişâm, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Salim, ona da İbn Ömer (r.anhuma) şöyle demiştir:
Kardeşim Hafsa'nın yanına girdim, (yıkandığı için hala) saç örgülerinden su damlıyordu. Ona "İnsanların sorunu (Ali ile Muaviye'nin arasındaki hilafet kavgası) gördüğün gibi. Benimse idarecilikten nasibim yok. (bu yüzden hakem toplantısına katılmayacağım)" dedim. Hafsa "toplantılara katıl. Çünkü insanlar senin tavrını izliyorlar. katılmamanı muhalefet olarak algılamalarından çekiniyorum" dedi ve kardeşi İbn Ömer'i toplantıya gitmeye razı edene kadar ısrar etti.
Toplantı bitip insanlar dağılınca Muaviye (kendisini halife varsayarak) kürsüye çıkıp insanlara hitap etti ve (Abdullah b. Ömer'i kast ederek) "bu (halife seçimi) konusunda bir diyeceği olan ve ortaya çıksın. Zira biz hilafete hem ondan hem de babasından daha fazla hak sahibiyiz" dedi. Habib b. Mesleme, İbn Ömer'e "Muaviye'ye cevap vermedin mi?" dedi. İbn Ömer "Hemen maşlahımın bağını çözüp ona 'sana ve babana karşı savaşan (Ali) halifelik işine senden daha lâyıktır' diyeyim istedim ama toplumu ayrılığa düşürecek, kan dökmeye yol açacak ve amacı dışında yorumlanacak bir söz söylemekten çekindim ve Allah'ın sabreden kuluna hazırladığı mükâfatını düşündüm ( de Muaviye'ye karşılık vermedim)." dedi. Bunun üzerine Habib "sen bir fitneden uzak durmuş ve fenalıktan korunmuşsun" dedi.
Mahmud, Abdurrazzak'tan yaptığı rivayetinde "nesvâtuha" kelimesi "nevsâtuha" şeklinde söylemiştir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Meğâzî 29, 2/73
Senetler:
1. İbn Ömer Abdullah b. Ömer el-Adevî (Abdullah b. Ömer b. Hattab)
2. Ebu Ömer Salim b. Abdullah el-Adevî (Salim b. Abdullah b. Ömer b. Hattab)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Urve Mamer b. Raşid el-Ezdî (Mamer b. Râşid)
5. Ebu Abdurrahman Hişam b. Yusuf el-Ebnâvî (Hişam b. Yusuf)
6. İbrahim b. Musa et-Temîmî (İbrahim b. Musa b. Yezid b. Zâzân)
Konular:
Ehl-i Beyt, Hz. Ali
Sahabe, aralarındaki ihtilaflar, (Hz. peygamber'den sonra)
Yargı, hakemlik, bir olayı çözmek için
Yönetici, iyisi-kötüsü
Yönetim, kime ait olduğu
Yönetim, Yöneticilik
Bana İbrahim b. Musa, ona Hişâm, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Salim, ona da İbn Ömer (r.anhuma) şöyle demiştir:
Kardeşim Hafsa'nın yanına girdim, (yıkandığı için hala) saç örgülerinden su damlıyordu. Ona "İnsanların sorunu (Ali ile Muaviye'nin arasındaki hilafet kavgası) gördüğün gibi. Benimse idarecilikten nasibim yok. (bu yüzden hakem toplantısına katılmayacağım)" dedim. Hafsa "toplantılara katıl. Çünkü insanlar senin tavrını izliyorlar. katılmamanı muhalefet olarak algılamalarından çekiniyorum" dedi ve kardeşi İbn Ömer'i toplantıya gitmeye razı edene kadar ısrar etti.
Toplantı bitip insanlar dağılınca Muaviye (kendisini halife varsayarak) kürsüye çıkıp insanlara hitap etti ve (Abdullah b. Ömer'i kast ederek) "bu (halife seçimi) konusunda bir diyeceği olan ve ortaya çıksın. Zira biz hilafete hem ondan hem de babasından daha fazla hak sahibiyiz" dedi. Habib b. Mesleme, İbn Ömer'e "Muaviye'ye cevap vermedin mi?" dedi. İbn Ömer "Hemen maşlahımın bağını çözüp ona 'sana ve babana karşı savaşan (Ali) halifelik işine senden daha lâyıktır' diyeyim istedim ama toplumu ayrılığa düşürecek, kan dökmeye yol açacak ve amacı dışında yorumlanacak bir söz söylemekten çekindim ve Allah'ın sabreden kuluna hazırladığı mükâfatını düşündüm ( de Muaviye'ye karşılık vermedim)." dedi. Bunun üzerine Habib "sen bir fitneden uzak durmuş ve fenalıktan korunmuşsun" dedi.
Mahmud, Abdurrazzak'tan yaptığı rivayetinde "nesvâtuha" kelimesi "nevsâtuha" şeklinde söylemiştir.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
281430, B004108-2
Hadis:
حَدَّثَنِى إِبْرَاهِيمُ بْنُ مُوسَى أَخْبَرَنَا هِشَامٌ عَنْ مَعْمَرٍ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ سَالِمٍ عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالَ وَأَخْبَرَنِى ابْنُ طَاوُسٍ عَنْ عِكْرِمَةَ بْنِ خَالِدٍ عَنِ ابْنِ عُمَرَ قَالَ دَخَلْتُ عَلَى حَفْصَةَ وَنَسْوَاتُهَا تَنْطُفُ ، قُلْتُ قَدْ كَانَ مِنْ أَمْرِ النَّاسِ مَا تَرَيْنَ ، فَلَمْ يُجْعَلْ لِى مِنَ الأَمْرِ شَىْءٌ . فَقَالَتِ الْحَقْ فَإِنَّهُمْ يَنْتَظِرُونَكَ ، وَأَخْشَى أَنْ يَكُونَ فِى احْتِبَاسِكَ عَنْهُمْ فُرْقَةٌ . فَلَمْ تَدَعْهُ حَتَّى ذَهَبَ ، فَلَمَّا تَفَرَّقَ النَّاسُ خَطَبَ مُعَاوِيَةُ قَالَ مَنْ كَانَ يُرِيدُ أَنْ يَتَكَلَّمَ فِى هَذَا الأَمْرِ فَلْيُطْلِعْ لَنَا قَرْنَهُ ، فَلَنَحْنُ أَحَقُّ بِهِ مِنْهُ وَمِنْ أَبِيهِ . قَالَ حَبِيبُ بْنُ مَسْلَمَةَ فَهَلاَّ أَجَبْتَهُ قَالَ عَبْدُ اللَّهِ فَحَلَلْتُ حُبْوَتِى وَهَمَمْتُ أَنْ أَقُولَ أَحَقُّ بِهَذَا الأَمْرِ مِنْكَ مَنْ قَاتَلَكَ وَأَبَاكَ عَلَى الإِسْلاَمِ . فَخَشِيتُ أَنْ أَقُولَ كَلِمَةً تُفَرِّقُ بَيْنَ الْجَمْعِ ، وَتَسْفِكُ الدَّمَ ، وَيُحْمَلُ عَنِّى غَيْرُ ذَلِكَ ، فَذَكَرْتُ مَا أَعَدَّ اللَّهُ فِى الْجِنَانِ . قَالَ حَبِيبٌ حُفِظْتَ وَعُصِمْتَ . قَالَ مَحْمُودٌ عَنْ عَبْدِ الرَّزَّاقِ وَنَوْسَاتُهَا .
Tercemesi:
Bana İbrahim b. Musa, ona Hişâm, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Salim, ona da İbn Ömer (r.anhuma) şöyle demiştir:
Kardeşim Hafsa'nın yanına girdim, (yıkandığı için hala) saç örgülerinden su damlıyordu. Ona "İnsanların sorunu (Ali ile Muaviye'nin arasındaki hilafet kavgası) gördüğün gibi. Benimse idarecilikten nasibim yok. (bu yüzden hakem toplantısına katılmayacağım)" dedim. Hafsa "toplantılara katıl. Çünkü insanlar senin tavrını izliyorlar. katılmamanı muhalefet olarak algılamalarından çekiniyorum" dedi ve kardeşi İbn Ömer'i toplantıya gitmeye razı edene kadar ısrar etti.
Toplantı bitip insanlar dağılınca Muaviye (kendisini halife varsayarak) kürsüye çıkıp insanlara hitap etti ve (Abdullah b. Ömer'i kast ederek) "bu (halife seçimi) konusunda bir diyeceği olan ve ortaya çıksın. Zira biz hilafete hem ondan hem de babasından daha fazla hak sahibiyiz" dedi. Habib b. Mesleme, İbn Ömer'e "Muaviye'ye cevap vermedin mi?" dedi. İbn Ömer "Hemen maşlahımın bağını çözüp ona 'sana ve babana karşı savaşan (Ali) halifelik işine senden daha lâyıktır' diyeyim istedim ama toplumu ayrılığa düşürecek, kan dökmeye yol açacak ve amacı dışında yorumlanacak bir söz söylemekten çekindim ve Allah'ın sabreden kuluna hazırladığı mükâfatını düşündüm ( de Muaviye'ye karşılık vermedim)." dedi. Bunun üzerine Habib "sen bir fitneden uzak durmuş ve fenalıktan korunmuşsun" dedi.
Mahmud, Abdurrazzak'tan yaptığı rivayetinde "nesvâtuha" kelimesi "nevsâtuha" şeklinde söylemiştir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Meğâzî 29, 2/73
Senetler:
1. İbn Ömer Abdullah b. Ömer el-Adevî (Abdullah b. Ömer b. Hattab)
2. İkrime b. Halid el-Mahzumî (İkrime b. Halid b. As b. Hişam b. Muğîra)
3. Ebu Muhammed Abdullah b. Tavus el-Yemanî (Abdullah b. Tâvus b. Keysan)
4. Ebu Urve Mamer b. Raşid el-Ezdî (Mamer b. Râşid)
5. Ebu Abdurrahman Hişam b. Yusuf el-Ebnâvî (Hişam b. Yusuf)
6. İbrahim b. Musa et-Temîmî (İbrahim b. Musa b. Yezid b. Zâzân)
Konular:
Ehl-i Beyt, Hz. Ali
Sahabe, aralarındaki ihtilaflar, (Hz. peygamber'den sonra)
Yargı, hakemlik, bir olayı çözmek için
Yönetici, iyisi-kötüsü
Yönetim, kime ait olduğu
Yönetim, Yöneticilik
Öneri Formu
Hadis Id, No:
43330, DM001964
Hadis:
أَخْبَرَنَا سَهْلُ بْنُ حَمَّادٍ حَدَّثَنَا شُعْبَةُ عَنِ الْحَكَمِ عَنْ عَلِىِّ بْنِ الْحُسَيْنٍ عَنْ مَرْوَانَ بْنِ الْحَكَمِ : أَنَّهُ شَهِدَ عَلِيًّا وَعُثْمَانَ بَيْنَ مَكَّةَ وَالْمَدِينَةِ وَعُثْمَانُ يَنْهَى عَنِ الْمُتْعَةِ ، فَلَمَّا رَأَى ذَلِكَ عَلِىٌّ أَهَلَّ بِهِمَا جَمِيعاً فَقَالَ : لَبَّيْكَ بِحَجَّةٍ وَعُمْرَةٍ مَعاً. فَقَالَ : تَرَانِى أَنْهَى عَنْهُ وَتَفْعَلُهُ؟ فَقَالَ : لَمْ أَكُنْ لأَدَعَ سُنَّةَ رَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- بِقَوْلِ أَحَدٍ مِنَ النَّاسِ.
Tercemesi:
Bize Sehl b. Hammâd, ona Şu‘be, ona el-Hakem, ona Ali b. el-Huseyn, ona Mervan b. el-Hakem’in rivayet ettiğine göre Mekke ile Medine arasında Ali ve Osman’ı gördü. Osman temettu’ haccının yapılmamasını söylüyordu. Ali bunu görünce her ikisi için birlikte ihrama girip telbiye getirdi ve: Bir hac ve bir umreyi beraber yapmak üzere Lebbeyk, dedi. Bu sefer Osman: Sen benim bunu yapmamayı söylediğimi gördüğün halde mi yapıyorsun, dedi. Ali: Ben Rasulullah’ın (sav) sünnetini herhangi kimsenin sözü dolayısıyla bırakacak değilim, dedi.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Dârimî, Sünen-i Dârimî, Menâsik 78, 2/1226
Senetler:
1. Ebu Abdulmelik Mervan b. Hakem el-Kuraşi (Mervan b. Hakem b. Ebu As b. Ümeyye)
2. Ali b. Hüseyin Zeynelabidin (Ali b. Hüseyin b. Ali b. Ebu Talib)
3. Ebu Abdullah Hakem b. Uteybe el-Kindî (Hakem b. Uteybe)
4. Şube b. Haccâc el-Atekî (Şu'be b. Haccac b. Verd)
5. Ebu Attâb Sehl b. Hammad el-Ankazî (Sehl b. Hammad)
Konular:
Hac, Hacc-ı kıran
Sahabe, anlayış farklılıkları
Sahabe, aralarındaki ihtilaflar, (Hz. peygamber'den sonra)
Sahabe, Kur'an'a ve sünnete bağlılık
Sahâbe, sahabilerin sünnete uyma hassasiyetleri
Öneri Formu
Hadis Id, No:
35593, MU000711
Hadis:
حَدَّثَنِى يَحْيَى عَنْ مَالِكٍ عَنْ زَيْدِ بْنِ أَسْلَمَ عَنْ إِبْرَاهِيمَ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ حُنَيْنٍ عَنْ أَبِيهِ أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ عَبَّاسٍ وَالْمِسْوَرَ بْنَ مَخْرَمَةَ اخْتَلَفَا بِالأَبْوَاءِ فَقَالَ عَبْدُ اللَّهِ يَغْسِلُ الْمُحْرِمُ رَأْسَهُ . وَقَالَ الْمِسْوَرُ بْنُ مَخْرَمَةَ لاَ يَغْسِلُ الْمُحْرِمُ رَأْسَهُ . قَالَ فَأَرْسَلَنِى عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عَبَّاسٍ إِلَى أَبِى أَيُّوبَ الأَنْصَارِىِّ فَوَجَدْتُهُ يَغْتَسِلُ بَيْنَ الْقَرْنَيْنِ وَهُوَ يُسْتَرُ بِثَوْبٍ فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَقَالَ مَنْ هَذَا فَقُلْتُ أَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ حُنَيْنٍ أَرْسَلَنِى إِلَيْكَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عَبَّاسٍ أَسْأَلُكَ كَيْفَ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَغْسِلُ رَأْسَهُ وَهُوَ مُحْرِمٌ قَالَ فَوَضَعَ أَبُو أَيُّوبَ يَدَهُ عَلَى الثَّوْبِ فَطَأْطَأَهُ حَتَّى بَدَا لِى رَأْسُهُ ثُمَّ قَالَ لإِنْسَانٍ يَصُبُّ عَلَيْهِ اصْبُبْ . فَصَبَّ عَلَى رَأْسِهِ ثُمَّ حَرَّكَ رَأْسَهُ بِيَدَيْهِ فَأَقْبَلَ بِهِمَا وَأَدْبَرَ ثُمَّ قَالَ هَكَذَا رَأَيْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَفْعَلُ .
Tercemesi:
Bana Yahya, ona Mâlik, ona Zeyd b. Eslem, ona İbrahim b. Abdullah b. Huneyn, ona babasının rivayet ettiğine göre Abdullah b. Abbas ile el-Misver b. Mahreme, Ebvâ’da görüş ayrılığına düştüler. Abdullah: İhramlı bir kimse başını yıkayabilir, dedi. el-Misver b. Mahreme ise ihramlı kimse başını yıkayamaz, dedi. (Abdullah b. Huneyn) dedi ki: Bunun üzerine Abdullah b. Abbas beni Ebu Eyyûb el-Ensarî’ye gönderdi. Onun (kuyunun iki tarafındaki) iki direği arasında ve gerdiği bir perde arkasında yıkanmakta olduğunu gördüm. Ona selam verdim. Bu gelen kim? dedi. Ben: Ben Abdullah b. Huneyn’im, beni, Abdullah b. Abbas sana, Rasulullah (sav) ihramlı iken başını nasıl yıkardı diye sormak üzere gönderdi, dedim. Bunun üzerine Ebu Eyyûb elini o perde üzerine koydu, ben onun başını görünceye kadar onu aşağı indirdi, sonra üzerine su döken bir kişiye: Dök, dedi. O da başına su döktü. Sonra (Ebu Eyyûb) elleriyle başını ovaladı, onları ileri geri götürüp getirdi, sonra da işte Rasulullah’ı (sav) böyle yaparken gördüm, dedi.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İmam Mâlik, Muvatta', Hac 711, 1/114
Senetler:
1. Ebu Eyyüb el-Ensari (Halid b. Zeyd b. Küleyb b. Salabe b. Abd)
2. Abdullah b. Huneyn el-Kuraşî (Abdullah b. Huneyn b. Esed)
3. Ebu İshak İbrahim b. Abdullah el-Haşimi (İbrahim b. Abdullah b. Huneyn)
4. Ebu Üsame Zeyd b. Eslem el-Kuraşî (Zeyd b. Eslem)
Konular:
Hac, İhram, ihramlının yıkanması
HZ.PEYGAMBER DÖNEMİNDEKİ ARAÇ-GEREÇLER
Sahabe, anlayış farklılıkları
Sahabe, aralarındaki ihtilaflar, (Hz. peygamber'den sonra)
عبد الرزاق عن معمر عن الزهري عن عبيد الله بن عبد الله بن عتبة عن ابن عباس قال : كنت أقرئ عبد الرحمن بن عوف في خلافة عمر ، فلما كان آخر حجة حجها عمر ونحن بمنى ، أتاني عبد الرحمن بن عوف في منزلي عشيا ، فقال : لو شهدت أمير المؤمنين اليوم ، أتاه رجل ، فقال : يا أمير المؤمنين ! إني سمعت فلانا يقول : لو قد مات أمير المؤمنين قد بايعت فلانا ، فقال عمر : إني لقائم عشية في الناس ، فنحذرهم هؤلاء الرهط الذين يريدون أن يغتصبوا المسلمين أمرهم ، قال : فقلت : يا أمير المؤمنين ! إن الموسم يجمع رعاع الناس وغوغاءهم ، وإنهم الذين يغلبون على مجلسك . وإني أخشى إن قلت فيهم اليوم مقالة أن يطيروا بها كل مطير ، ولا يعوها ، ولا يضعوها على مواضعها ، ولكن أمهل يا أمير المؤمنين ، حتى تقدم المدينة ، فإنها دار السنة والهجرة ، وتخلص بالمهاجرين والانصار ، فتقول ما قلت متمكنا.
فيعوا مقالتك ويضعوها على مواضعها ، قال : فقال عمر : أما والله إن شاء الله لاقومن به في أول مقام أقومه في المدينة ، قال : فلما قدمنا المدينة ، وجاء الجمعة ، هجرت لما حدثني عبد الرحمن بن عوف ، فوجدت سعيد بن زيد قد سبقني بالتهجير ، جالسا إلى جنب المنبر ، فجلست إلى جنبه ، تمس ركبتي ركبته ، قال : فلما زالت الشمس خرج علينا عمر رحمه الله ، قال : فقلت وهو مقبل : أما والله ليقولن أمير المؤمنين على هذا المنبر مقالة لم يقل قبله ، قال : فغضب سعيد بن زيد [ و ] قال : وأي مقالة يقول لم يقل قبله ؟ قال :فلما ارتقى عمر المنبر أخذ المؤذن في أذانه ، فلما فرغ من أذانه قام عمر ، فحمد الله وأثنى عليه بما هو أهله ، ثم قال : أما بعد فإني أريد أن أقول مقالة قد قدر لي أن أقولها ، لا أدري لعلها بين يدي أجلي إن الله بعث محمدا صلى الله عليه وسلم بالحق ، وأنزل معه الكتاب ، فكان مما أنزل الله عليه آية الرجم ، فرجم رسول الله صلى الله عليه وسلم ورجمنا بعده ، وإني خائف أن يطول بالناس زمان فيقول قائل : والله ما الرجم في كتاب الله فيضل أو يترك فريضة أنزلها الله ، ألا وإن الرجم حق على من زنى ، إذا أحصن وقامت البينة ، وكان الحمل أو الاعتراف.
ثم قد كنا نقرأ (ولا ترغبوا عن آبائكم فإنه كفر بكم) أو (فإن كفرا بكم أن ترغبوا عن آبائكم) ثم إن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال : لا تطروني كما أطرت النصارى ابن مريم صلوات الله عليه ، فإنما أنا عبد الله ، فقولوا : عبد الله ورسوله ، ثم إنه بلغني أن فلانا منكم يقول : إنه لو قد مات أمير المؤمنين قد بايعت فلانا ، فلا يغرن امرأ أن يقول : إن بيعة أبي بكر كانت فلتة ، وقد كانت كذلك ، إلا أن الله وقى شرها ، وليس فيكم من يقطع إليه الاعناق مثل أبي بكر ، إنه كان من خيرنا حين توفي رسول الله صلى الله عليه وسلم ، وإن عليا والزبير ومن معه تخلفوا عنه في بيت فاطمة ، وتخلفت عنا الانصار بأسرها في سقيفة بني ساعدة ، واجتمع المهاجرون إلى أبي بكر رحمه الله ، فقلت : يا أبا بكر ! انطلق بنا إلى إخواننا من الانصار ، فانطلقنا نؤمهم ، فلقينا رجلين صالحين من الانصار قد شهدا بدرا ، فقالا : أين تريدون ؟ يا معشر المهاجرين ! قلنا : نريد إخواننا هؤلاء من الانصار ، وقالا : فارجعوا فاقضوا أمركم بينكم ، قال : قلت : فاقضوا، لنأتينهم ، فأتيناهم ، فإذا هم مجتمعون في سقيفة بني ساعدة ، بين أظهرهم رجل مزمل ، قلت : من هذا ؟ فقالوا : هذا سعد بن عبادة ، قلت : وما شأنه ؟ قالوا : هو وجع ، قال : فقام خطيب الانصار ، فحمد الله ، وأثنى عليه بما هو أهله ، ثم قال : أما بعد ، فنحن الانصار ، وكتيبة الاسلام ، وأنتم يا معشر قريش ! رهط منا ، وقد دفت إلينا دافة منكم ، فإذا هم يريدون أن يختزلونا من أصلنا ، ويحضونا من الامر ، وكنت قد رويت في نفسي ، وكنت أريد أن أقوم بها بين يدي أبي بكر ، وكنت أدارئ من أبي بكر بعض الحد ، وكان هو أوقر مني وأجل ، فلما أدرت الكلام ، قال : على رسلك ، فكرهت أن أعصيه ، فحمد الله أبو بكر رضي الله ، وأثنى عليه بما هو أهله ، ثم قال ، والله ما ترك كلمة كنت رويتها في نفسي إلا جاء بها ، أو بأحسن منها ، في بديهته ، ثم قال : أما بعد ، فما ذكرتم فيكم من خير يا معشر الانصار ، فأنتم له أهل ، ولن تعرف العرب هذا الامر إلا لهذا الحي من قريش ، فهم أوسط العرب دارا ونسبا ، وإني قد رضيت لكم هذين الرجلين فبايعوا أيهما شئتم ، قال : فأخذ بيدي وبيد أبي عبيدة بن الجراح ، قال : فوالله ما كرهت مما قال شيئا إلا هذه الكلمة ، كنت لان أقدم فيضرب عنقي لا يقربني ذلك إلى إثم أحب إلي من أن أُؤَمّر على قوم فيهم أبو بكر ، فلما قضى أبو بكر مقالته ، قام رجل من الانصار فقال : أنا جذيلها المحكك ، وعذيقها المرجب ، منا أمير ومنكم أمير ، يا معشر قريش ! وإلا أجلبنا الحرب فيما بيننا وبينكم جذعا . قال معمر : قال قتادة : فقال عمر بن الخطاب : لا يصلح سفيان في غمد واحد ، ولكن منا الامراء ومنكم الوزراء. قال معمر : قال الزهري في حديثه بالاسناد : فارتفعت الاصوات بيننا ، وكثر اللغط حتى أشفقت الاختلاف ، فقلت : يا أبا بكر ! أبسط يدك أبايعك ، قال : فبسط يده فبايعته ، فبايعه المهاجرون ، وبايعه الانصار ، قال : ونزونا على سعد حين قال قائل : قتلتم سعدا ، قال : قلت : قتل الله سعدا ، وإنا والله ما رأينا فيما حضرنا من أمرنا أمرا كان أقوى من مبايعة أبي بكر ، خشينا إن فارقنا القوم أن يحدثوا بيعة بعدنا ، فإما أن نبايعهم على ما لا نرضى ، وإما أن نخالفهم فيكون فسادا ، فلا يغرن امرأ أن يقول : إن بيعة أبي بكر كانت فلتة ، فقد كانت كذلك ، غير أن الله وقى شرها ، وليس فيكم من يقطع إليه الاعناق مثل أبي بكر ، فمن بايع رجلا عن غير مشورة من المسلمين ، فإنه لا يتابع هو ولا الذي بايعه تغرة أن يقتلا .
قال معمر : قال الزهري : وأخبرني عروة أن الرجلين الذين لقياهم من الانصار عويم بن ساعدة ومعن بن عدي ، والذي قال : أنا جذيلها المحكك وعذيقها المرجب ، الحباب بن المنذر .
Öneri Formu
Hadis Id, No:
81103, MA009758
Hadis:
عبد الرزاق عن معمر عن الزهري عن عبيد الله بن عبد الله بن عتبة عن ابن عباس قال : كنت أقرئ عبد الرحمن بن عوف في خلافة عمر ، فلما كان آخر حجة حجها عمر ونحن بمنى ، أتاني عبد الرحمن بن عوف في منزلي عشيا ، فقال : لو شهدت أمير المؤمنين اليوم ، أتاه رجل ، فقال : يا أمير المؤمنين ! إني سمعت فلانا يقول : لو قد مات أمير المؤمنين قد بايعت فلانا ، فقال عمر : إني لقائم عشية في الناس ، فنحذرهم هؤلاء الرهط الذين يريدون أن يغتصبوا المسلمين أمرهم ، قال : فقلت : يا أمير المؤمنين ! إن الموسم يجمع رعاع الناس وغوغاءهم ، وإنهم الذين يغلبون على مجلسك . وإني أخشى إن قلت فيهم اليوم مقالة أن يطيروا بها كل مطير ، ولا يعوها ، ولا يضعوها على مواضعها ، ولكن أمهل يا أمير المؤمنين ، حتى تقدم المدينة ، فإنها دار السنة والهجرة ، وتخلص بالمهاجرين والانصار ، فتقول ما قلت متمكنا.
فيعوا مقالتك ويضعوها على مواضعها ، قال : فقال عمر : أما والله إن شاء الله لاقومن به في أول مقام أقومه في المدينة ، قال : فلما قدمنا المدينة ، وجاء الجمعة ، هجرت لما حدثني عبد الرحمن بن عوف ، فوجدت سعيد بن زيد قد سبقني بالتهجير ، جالسا إلى جنب المنبر ، فجلست إلى جنبه ، تمس ركبتي ركبته ، قال : فلما زالت الشمس خرج علينا عمر رحمه الله ، قال : فقلت وهو مقبل : أما والله ليقولن أمير المؤمنين على هذا المنبر مقالة لم يقل قبله ، قال : فغضب سعيد بن زيد [ و ] قال : وأي مقالة يقول لم يقل قبله ؟ قال :فلما ارتقى عمر المنبر أخذ المؤذن في أذانه ، فلما فرغ من أذانه قام عمر ، فحمد الله وأثنى عليه بما هو أهله ، ثم قال : أما بعد فإني أريد أن أقول مقالة قد قدر لي أن أقولها ، لا أدري لعلها بين يدي أجلي إن الله بعث محمدا صلى الله عليه وسلم بالحق ، وأنزل معه الكتاب ، فكان مما أنزل الله عليه آية الرجم ، فرجم رسول الله صلى الله عليه وسلم ورجمنا بعده ، وإني خائف أن يطول بالناس زمان فيقول قائل : والله ما الرجم في كتاب الله فيضل أو يترك فريضة أنزلها الله ، ألا وإن الرجم حق على من زنى ، إذا أحصن وقامت البينة ، وكان الحمل أو الاعتراف.
ثم قد كنا نقرأ (ولا ترغبوا عن آبائكم فإنه كفر بكم) أو (فإن كفرا بكم أن ترغبوا عن آبائكم) ثم إن رسول الله صلى الله عليه وسلم قال : لا تطروني كما أطرت النصارى ابن مريم صلوات الله عليه ، فإنما أنا عبد الله ، فقولوا : عبد الله ورسوله ، ثم إنه بلغني أن فلانا منكم يقول : إنه لو قد مات أمير المؤمنين قد بايعت فلانا ، فلا يغرن امرأ أن يقول : إن بيعة أبي بكر كانت فلتة ، وقد كانت كذلك ، إلا أن الله وقى شرها ، وليس فيكم من يقطع إليه الاعناق مثل أبي بكر ، إنه كان من خيرنا حين توفي رسول الله صلى الله عليه وسلم ، وإن عليا والزبير ومن معه تخلفوا عنه في بيت فاطمة ، وتخلفت عنا الانصار بأسرها في سقيفة بني ساعدة ، واجتمع المهاجرون إلى أبي بكر رحمه الله ، فقلت : يا أبا بكر ! انطلق بنا إلى إخواننا من الانصار ، فانطلقنا نؤمهم ، فلقينا رجلين صالحين من الانصار قد شهدا بدرا ، فقالا : أين تريدون ؟ يا معشر المهاجرين ! قلنا : نريد إخواننا هؤلاء من الانصار ، وقالا : فارجعوا فاقضوا أمركم بينكم ، قال : قلت : فاقضوا، لنأتينهم ، فأتيناهم ، فإذا هم مجتمعون في سقيفة بني ساعدة ، بين أظهرهم رجل مزمل ، قلت : من هذا ؟ فقالوا : هذا سعد بن عبادة ، قلت : وما شأنه ؟ قالوا : هو وجع ، قال : فقام خطيب الانصار ، فحمد الله ، وأثنى عليه بما هو أهله ، ثم قال : أما بعد ، فنحن الانصار ، وكتيبة الاسلام ، وأنتم يا معشر قريش ! رهط منا ، وقد دفت إلينا دافة منكم ، فإذا هم يريدون أن يختزلونا من أصلنا ، ويحضونا من الامر ، وكنت قد رويت في نفسي ، وكنت أريد أن أقوم بها بين يدي أبي بكر ، وكنت أدارئ من أبي بكر بعض الحد ، وكان هو أوقر مني وأجل ، فلما أدرت الكلام ، قال : على رسلك ، فكرهت أن أعصيه ، فحمد الله أبو بكر رضي الله ، وأثنى عليه بما هو أهله ، ثم قال ، والله ما ترك كلمة كنت رويتها في نفسي إلا جاء بها ، أو بأحسن منها ، في بديهته ، ثم قال : أما بعد ، فما ذكرتم فيكم من خير يا معشر الانصار ، فأنتم له أهل ، ولن تعرف العرب هذا الامر إلا لهذا الحي من قريش ، فهم أوسط العرب دارا ونسبا ، وإني قد رضيت لكم هذين الرجلين فبايعوا أيهما شئتم ، قال : فأخذ بيدي وبيد أبي عبيدة بن الجراح ، قال : فوالله ما كرهت مما قال شيئا إلا هذه الكلمة ، كنت لان أقدم فيضرب عنقي لا يقربني ذلك إلى إثم أحب إلي من أن أُؤَمّر على قوم فيهم أبو بكر ، فلما قضى أبو بكر مقالته ، قام رجل من الانصار فقال : أنا جذيلها المحكك ، وعذيقها المرجب ، منا أمير ومنكم أمير ، يا معشر قريش ! وإلا أجلبنا الحرب فيما بيننا وبينكم جذعا . قال معمر : قال قتادة : فقال عمر بن الخطاب : لا يصلح سفيان في غمد واحد ، ولكن منا الامراء ومنكم الوزراء. قال معمر : قال الزهري في حديثه بالاسناد : فارتفعت الاصوات بيننا ، وكثر اللغط حتى أشفقت الاختلاف ، فقلت : يا أبا بكر ! أبسط يدك أبايعك ، قال : فبسط يده فبايعته ، فبايعه المهاجرون ، وبايعه الانصار ، قال : ونزونا على سعد حين قال قائل : قتلتم سعدا ، قال : قلت : قتل الله سعدا ، وإنا والله ما رأينا فيما حضرنا من أمرنا أمرا كان أقوى من مبايعة أبي بكر ، خشينا إن فارقنا القوم أن يحدثوا بيعة بعدنا ، فإما أن نبايعهم على ما لا نرضى ، وإما أن نخالفهم فيكون فسادا ، فلا يغرن امرأ أن يقول : إن بيعة أبي بكر كانت فلتة ، فقد كانت كذلك ، غير أن الله وقى شرها ، وليس فيكم من يقطع إليه الاعناق مثل أبي بكر ، فمن بايع رجلا عن غير مشورة من المسلمين ، فإنه لا يتابع هو ولا الذي بايعه تغرة أن يقتلا .
قال معمر : قال الزهري : وأخبرني عروة أن الرجلين الذين لقياهم من الانصار عويم بن ساعدة ومعن بن عدي ، والذي قال : أنا جذيلها المحكك وعذيقها المرجب ، الحباب بن المنذر .
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Abdürrezzak b. Hemmam, Musannef, Meğâzî 9758, 5/439
Senetler:
1. İbn Abbas Abdullah b. Abbas el-Kuraşî (Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
2. Ebu Abdullah Ubeydullah b. Abdullah el-Hüzeli (Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud b. Gâfil)
Konular:
Kur'an, Recm ayeti
Kureyş, Kureyş hakkında
Recm, cezası
Recm, Hz. Ömer'in uygulaması
Sahabe, aralarındaki ihtilaflar, (Hz. peygamber'den sonra)
Şehirler, Medine, önemi
Yönetim, Hilafet tartışmaları,Hz. Peygamber'in vefatından sonra