Bize Ebu Küreyb, ona Ebu Bekir b. Ayyaş, ona Asım b. Behdele, ona Mus’ab b. Sa’d, babası Sa’d’ın şöyle anlattığını rivayet etti: Bedir savaşı bitince (ganimet mallarından) bir kılıç alarak Hz. Peygamber'e (sav) getirdim ve “Ey Allah’ın Rasulü! Allah, müşriklere karşı içimdeki hıncı giderdi” veya buna yakın bir ifade kullanarak “Bu kılıcı bana hediye et” dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber “Bu kılıç ne senindir ne de benim” dedi. Ben de kendi kendime “Belki de bu kılıç, benim gibi savaşta üstün yararlılık göstermeyen birine verilecektir” dedim. Biraz sonra Hz. Peygamber (sav) yanıma geldi ve “O kılıç sen istediğinde benim değildi, artık benim oldu onu sana bağışlıyorum” buyurdu. Sonra Enfal sûresinin 1. ayeti indi. “Sana ganimetleri soruyorlar. Ganimetlerin Allah’a ve resulüne ait olduğunu söyle! O halde siz gerçek müminler iseniz Allah’a karşı saygısızlıktan sakının, aranızı düzeltin, Allah ve resulüne itaat edin.”
[Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Aynı şekilde bu hadisi Simak b. Harb, Mus’ab’tan rivâyet etmişlerdir. Bu konuda Ubâde b. Sâmit’den de hadis rivâyet edilmiştir.]
Öneri Formu
Hadis Id, No:
18547, T003079
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو كُرَيْبٍ حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ عَيَّاشٍ عَنْ عَاصِمِ بْنِ بَهْدَلَةَ عَنْ مُصْعَبِ بْنِ سَعْدٍ عَنْ أَبِيهِ قَالَ : لَمَّا كَانَ يَوْمُ بَدْرٍ جِئْتُ بِسَيْفٍ فَقُلْتُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ قَدْ شَفَى صَدْرِى مِنَ الْمُشْرِكِينَ أَوْ نَحْوَ هَذَا هَبْ لِى هَذَا السَّيْفَ . فَقَالَ « هَذَا لَيْسَ لِى وَلاَ لَكَ » . فَقُلْتُ عَسَى أَنْ يُعْطَى هَذَا مَنْ لاَ يُبْلِى بَلاَئِى فَجَاءَنِى الرَّسُولُ فَقَالَ « إِنَّكَ سَأَلْتَنِى وَلَيْسَ لِى وَقَدْ صَارَ لِى وَهُوَ لَكَ » . قَالَ فَنَزَلَتْ ( يَسْأَلُونَكَ عَنِ الأَنْفَالِ ) الآيَةَ . قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ . وَقَدْ رَوَاهُ سِمَاكُ بْنُ حَرْبٍ عَنْ مُصْعَبِ بْنِ سَعْدٍ أَيْضًا . وَفِى الْبَابِ عَنْ عُبَادَةَ بْنِ الصَّامِتِ .
Tercemesi:
Bize Ebu Küreyb, ona Ebu Bekir b. Ayyaş, ona Asım b. Behdele, ona Mus’ab b. Sa’d, babası Sa’d’ın şöyle anlattığını rivayet etti: Bedir savaşı bitince (ganimet mallarından) bir kılıç alarak Hz. Peygamber'e (sav) getirdim ve “Ey Allah’ın Rasulü! Allah, müşriklere karşı içimdeki hıncı giderdi” veya buna yakın bir ifade kullanarak “Bu kılıcı bana hediye et” dedim. Bunun üzerine Hz. Peygamber “Bu kılıç ne senindir ne de benim” dedi. Ben de kendi kendime “Belki de bu kılıç, benim gibi savaşta üstün yararlılık göstermeyen birine verilecektir” dedim. Biraz sonra Hz. Peygamber (sav) yanıma geldi ve “O kılıç sen istediğinde benim değildi, artık benim oldu onu sana bağışlıyorum” buyurdu. Sonra Enfal sûresinin 1. ayeti indi. “Sana ganimetleri soruyorlar. Ganimetlerin Allah’a ve resulüne ait olduğunu söyle! O halde siz gerçek müminler iseniz Allah’a karşı saygısızlıktan sakının, aranızı düzeltin, Allah ve resulüne itaat edin.”
[Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Aynı şekilde bu hadisi Simak b. Harb, Mus’ab’tan rivâyet etmişlerdir. Bu konuda Ubâde b. Sâmit’den de hadis rivâyet edilmiştir.]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Tirmizî, Sünen-i Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'an 8, 5/268
Senetler:
1. Ebu İshak Sa'd b. Ebu Vakkâs ez-Zührî (Malik b. Vüheyb b. Abdümenaf b. Zühre b. Kilab b. Mürre)
2. Ebu Zürare Musab b. Sa'd ez-Zührî (Musab b. Sa'd b. Ebu Vakkas b. Üheyb)
3. Asım b. Ebu Necûd el-Esedî (Âsım b. Behdele)
4. Ebu Bekir b. Ayyaş el-Esedî (Ebu Bekir b. Ayyaş b. Salim)
5. Ebu Küreyb Muhammed b. Alâ el-Hemdânî (Muhammed b. Alâ b. Kureyb)
Konular:
Ganimet, beşte bir hisse
Ganimet, hak sahiplerine taksimi
Ganimet, taksim edilmesi, miktarları
Hediye, hediyeleşmek muhabbeti artırır
Kur'an, Nüzul sebebleri
أخبرنا عبد الرزاق عن الثوري عن الاعمش ومنصور عن أبي وائل مثله بإسناده.[قال : قلت : يا رسول الله - أو قاله غيري - أي الذنوب أعظم عند الله ؟ قال : أن تجعل له ندا وهو خلقك ، قال : ثم أي ؟ قال : ثم أن تقتل ولدك خشية أن يطعم معك ، قال : ثم أي ؟ قال : ثم أن تزاني حليلة جارك ، قال : فأنزل الله تصديق ذلك في كتابه (والذين لا يدعون مع الله إلها آخر) الآية .]
Öneri Formu
Hadis Id, No:
88369, MA019720
Hadis:
أخبرنا عبد الرزاق عن الثوري عن الاعمش ومنصور عن أبي وائل مثله بإسناده.[قال : قلت : يا رسول الله - أو قاله غيري - أي الذنوب أعظم عند الله ؟ قال : أن تجعل له ندا وهو خلقك ، قال : ثم أي ؟ قال : ثم أن تقتل ولدك خشية أن يطعم معك ، قال : ثم أي ؟ قال : ثم أن تزاني حليلة جارك ، قال : فأنزل الله تصديق ذلك في كتابه (والذين لا يدعون مع الله إلها آخر) الآية .]
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Abdürrezzak b. Hemmam, Musannef, Câmi' 19720, 10/465
Senetler:
()
Konular:
Amel, Allah'ın hiç hoşlanmadığı ameller
Büyük Günah, büyük günahlar
Çocuk, fakirlik korkusuyla çocukları öldürmek,
Komşuluk, komşuluk ilişkileri
Kur'an, Ayet Yorumu
Kur'an, Nüzul sebebleri
Zina, nikahsız, gayr-i meşru ilişki,
Bana Umeyye oğullarının azatlısı Ebu’t-Tahir Ahmed b. Amr b. Abdullah b. Amr b. Serh, ona İbn Vehb, ona Yunus, ona İbn Şihâb’ın şöyle dediğini rivayet etti: Sonra Rasulullah (sav) Bizanslıların ve Şam’da bulunan Arap Hristiyanlarının üzerine gitmek kastı ile Tebûk gazvesini yaptı.
İbn Şihâb dedi ki: Abdurrahman b. Abdullah b. Ka‘b b. Mâlik’in rivayet ettiğine göre Abdullah b. Ka‘b, Ka‘b (b. Mâlik)’ın gözleri kör olduğu zaman oğulları arasından elinden tutup, onu yeden kişi olmuştu. (Abdullah b. Ka‘b) dedi ki: Ben, Ka‘b b. Mâlik’in Tebûk gazvesinde Rasulullah’dan (sav) geri kaldığı zaman hakkında başından geçenleri anlatırken şöyle dediğini dinledim:
Ben Tebûk gazvesi dışında Rasulullah’ın (sav) yaptığı gazaların hiçbirisinden geri kalmadım. Ancak Bedir gazvesine de katılmamıştım. Allah Rasulü de o gazvede geri kalarak kendisiyle birlikte çıkmayan hiçbir kimseye sitem etmemişti. Çünkü Rasulullah (sav) da, Müslümanlar da Kureyşlilerin kervanını ele geçirmek istiyordu. Sonunda Allah onları ve düşmanları, önceden herhangi bir vakit ve yer üzerinde sözleşmeksizin bir araya getirmiş oldu. Bununla birlikte ben Rasulullah (sav) ile İslam üzere antlaşıp sözleştiğimiz Akabe gecesinde beraber bulunmuştum. Onun yerine Bedir’de hazır bulunmuş olmayı ise tercih etmem. Bedir, insanlar tarafından o geceye göre daha çok hatırlanıp bilinen bir hadise olsa dahi.
Benim Rasulullah’dan (sav) Tebûk gazvesinde geri kaldığım zaman ile ilgili haberimin bir kısmı da şöyledir: O gazvede kendisinden geride kaldığım zaman kadar, asla güçlü ve bolluk içinde bulunmuş değildim. Vallahi, o gazveden önce, iki yük devesine birden sahip olmamıştım. Ama o gazvede iki bineğim olmuştu. Rasulullah (sav) aşırı sıcak bir zamanda bu gazaya çıktı, önünde uzun ve aşmaları gereken, su bulunmayan uçsuz bucaksız bir yol vardı. Çok sayıda düşmana karşı çıkacaktı. Bundan dolayı Müslümanlara gazveleri için gerektiği gibi hazırlansınlar diye (karşı karşıya) kalacakları durumlarını açık seçik bildirmişti. Bu sebeple kendilerine gaza etmek istediği, gidecekleri yönlerini haber vermişti. Rasulullah (sav) ile birlikte olan Müslümanların sayısı o kadar çoktu ki bir kitapta – bu sözleriyle divanı (askerlerin kayıtlı oldukları kütükleri) kast ediyor- onları bir arada toplamak mümkün değildi.
Ka‘b (devamla) dedi ki: Gazaya katılmaması halinde -bu hususta aziz ve celil Allah’tan bir vahiy inmedikçe- bu durumunun Allah’ın Rasulüne gizli kalacağını sanmayan kişi de azdı.
Rasulullah (sav) mahsullerin olgunlaştığı, gölgelerin pek hoş olduğu bir zamanda o gazaya çıktı, benim ise bunlara meylim çoktu. Rasulullah (sav) ve onunla birlikte müslümanlar hazırlandı. Onlarla birlikte hazırlanmak üzere sabah çıkıyordum. Fakat hiçbir şey yapamadan geri dönüyordum. Kendi kendime: “Ben istersem bunu yapabileceğim” diyordum.
Bu şekilde durumum devam edip gitti. Sonunda insanlar işlerini sürdürdüler ve Rasulullah (sav), müslümanlarla birlikte sabah yola koyuldu. Ben ise hiçbir hazırlık yapamamıştım. Sonra ben de sabah çıktım fakat hiçbir şey yapmadan geri döndüm. Bu halim böylece sürüp gitti. Nihayet onlar hızlandılar, gaza yolunda ilerlemeye devam ettiler. Ben de bineğime binip onlara yetişmek istedim. Keşke yapmış olsaydım; ama benim için bunu yapmak mukadder olmadı.
Rasulullah’ın (sav) çıkıp gitmesinden sonra insanlar arasına çıktığım zaman benim durumumda, ya nifak ile damgalanmış yahut da Allah’ın mazur görmüş olduğu zayıf kimselerden bir kişi dışında benim gibi (geri kalmış kimse) görmeyişim beni üzüyordu.
Rasulullah (sav) Tebûk’e ulaşıncaya kadar beni anmadı. Gazaya çıkmışlar arasında Tebûk’te oturuyorken “Ka‘b b. Mâlik ne yaptı?” buyurdu. Selime oğullarından bir adam: Ey Allah’ın Rasulü, onu çizgili iki elbisesi ve elbisesinin iki yakasına bakması (kendini beğenmesi) alıkoydu, dedi. Ona Muaz b. Cebel: Ne kötü söyledin! Vallahi ey Allah’ın Rasulü, biz onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmedik, dedi.
Rasulullah (sav) sesini çıkarmadı. O bu halde iken, serapta yol alan, beyazlar giyinmiş bir adam gördü. Rasulullah (sav): “Ebu Hayseme olasın” buyurdu. Gerçekten de gelen Ensar’dan Ebu Hayseme idi. Münafıkların, kendisini ayıpladığı bir avuç hurma sadaka olarak veren kişi de oydu.
Rasulullah’ın (sav) artık Tebûk’ten geri dönmek üzere yola koyulduğu haberi bana ulaşınca üzüntü ve kederim daha da arttı. Söyleyeceğim yalan ne olabilir? diye düşünmeye ve: Yarın onun öfkesinden nasıl kurtulabilirim? demeye başladım. Bunun için ailemden görüş sahibi herkesin de yardımını almaya başladım. Bana: Artık Rasulullah (sav) geldi denilince, batıl üzerimden ayrılıp gitti ve böylelikle, herhangi bir şey (bir yalan) ile ondan kurtulamayacağımı anladığım için ona doğru söylemeye karar verdim. Sabah olunca Rasulullah (sav) gelmiş oldu, O, bir seferden geldi mi ilk olarak mescide gider, mescitte iki rekât namaz kılar, sonra insanlar ile (görüşmek için) otururdu. O bunu yapınca, (gazveden) geri kalanlar onun yanına geldi, ona mazeretlerini söylemeye ve yeminler etmeye başladılar. Bunlar seksen küsür adam idiler. Rasulullah (sav) açığa vurdukları şekliyle hallerini kabul etti, onlarla beyatleşti (sözlerini aldı), onlar için mağfiret diledi, içlerini (kalplerini de) Allah’a havale etti. Nihayet ben de (huzuruna) geldim, selam verdim, öfkeli bir kimsenin gülümseyişi ile gülümsedikten sonra: “Gel” buyurdu. Ben de yanına yürüyerek gittim, önünde oturdum, bana: “Senden ne haber? Sen bineğini satın almamış mıydın? dedi.
Ben de dedim ki: 'Ey Allah’ın Rasulü, Allah’a yemin ederim ki, eğer dünya ehlinden senden başka birisinin yanında oturmuş olsaydım, söyleyeceğim bir mazeret ile onun gazabından kendimi kurtarabilirdim, bana bir tartışma gücü verilmiş bulunuyor çünkü. Fakat Allah’a yemin ederim ki, bugün, ben sana benden razı olmanı sağlayacak yalan bir söz söyleyecek olursam, aradan fazla zaman geçmeden Allah senin bana öfkelenmeni sağlayacaktır ve eğer sana bana karşı olumsuz duygular besleyeceğin doğru bir söz söylersem, gerçekten bundan dolayı Allah’ın güzel akıbetini (işimi hayırla sonuçlandırmasını) umarım. Allah’a yemin olsun ki, hiçbir mazeretim yoktu ve senden geri kaldığım zaman kadar, hiçbir vakit güçlü, bolluk ve rahat içinde de olmamıştım'.
Rasulullah (sav): “İşte bu doğru söyledi. Allah senin hakkında hüküm verinceye kadar kalk (git)” buyurdu. Ben de kalktım, Selime oğullarından bir takım kimseler derhal ayaklanarak benim arkamdan geldiler. Bana: Vallahi, biz senin bundan önce herhangi bir günah işlediğini bilmiyoruz, peki, geri kalan diğer kimselerin ileri sürdükleri mazeretler gibi Rasulullah’a (sav) mazeret belirtmekten (nasıl oldu da) âciz kaldın? dediler.
Vallahi, üzerime o kadar ısrarla geldiler ki, sonunda Rasulullah’ın (sav) huzuruna dönüp kendimi yalanlamak istedim, sonra o arkadaşlarıma: Benimle birlikte böyle bir durumla kimse karşılaştı mı, dedim. Onlar: Evet, seninle birlikte iki kişi daha karşılaştı. Onlar da senin söylediklerinin aynısını söylediler, kendilerine sana söylenenlerin benzeri sözler söylendi, dediler.
Ben: Bu ikisi kimdir? dedim. Arkadaşlarım: Murâre b. Rabia el-Âmirî ve Hilâl b. Umeyye el-Vâkifî dediler. Bana Bedir’e katılmış, bu hususta bana uyulacak örnek olabilecek salih iki adamın ismini vermiş oldular. Bana bu ikisinin adını söyledikleri zaman ben de kararımı devam ettirdim.
Rasulullah (sav) bizlerle, yani kendisinden geri kalanlar arasından bu üç kişi ile konuşmayı yasakladı. Bunun üzerine insanlar bizden uzak durdular, bize karşı tutumları değişti. Öyle ki içimde, dünya benim için tanınmaz oldu, artık yeryüzü bildiğim yer değildi. Bu vaziyette eli gün kaldık. Diğer iki arkadaşım öylece kala kaldı, evlerinde oturup ağlamaya koyuldular. Ben ise onların en gençleri, en güçlüleri idim. Bundan dolayı dışarı çıkar, cemaatle namaz kılar, pazarlarda dolaşırdım ama benimle kimse konuşmuyordu. Namazdan sonra meclisinde oturmakta iken Rasulullah’ın yanına gider, ona selam verir, sonra da kendi kendime acaba selamımı almak için dudaklarını kıpırdattı mı, kıpırdatmadı mı derdim. Daha sonra ona yakın bir yerde namaza durur, gizlice ona bakardım. (Ona) bakmayı bitirip, kendimi namazıma verince, bana bakar, ben ona doğru yönelecek olursam yüzünü benden başka tarafa çevirirdi. Müslümanların benden bu uzaklaşmaları artık bana pek uzun gelmeye başlayınca çıkıp gittim ve sonunda amcam oğlu ve en sevdiğim insan olan Ebu Katâde’nin bahçe duvarına tırmandım. Ona selam verdim, vallahi selamımı almadı. Ona: Ey Ebu Katâde, Allah adına sana and veriyorum, benim Allah’ı ve Rasulünü sevdiğimi biliyor musun? dedim. Ebu Katâde sustu, tekrar ona and verdim, yine sustu, bir daha ona and verdim, bu sefer: Allah ve Rasulü en iyi bilir, dedi. Gözlerime yaş doldu, arkamı dönüp gittim, yine bahçe duvarını tırmandım.
Medine pazarında dolaştığım bir sırada Medine’ye satmak üzere buğday getirmiş Şam ahalisi Nabatîlerinden Nabatî birisi: Bana Ka‘b b. Malik’i kim gösterebilir, diyordu. İnsanlar beni işaret etmeye başladılar. Nihayet o kişi yanıma geldi, bana Gassan hükümdarından bir mektup uzattı. Ben yazabilen birisi idim, hemen onu okudum, o mektupta şunların yazdığını gördüm: Senin o arkadaşının seni terk ettiği haberi bize ulaşmış bulunuyor. Hâlbuki Allah seni değeri bilinmeyecek ve sahipsiz kalacağın bir yerde bırakmamıştır. Sen bizim yanımıza gel, biz seni gereği gibi görüp gözetiriz.
Ben bu yazılanları okuyunca: İşte bu da belanın (imtihanımın) bir parçasıdır dedim, derhal o mektubu alıp tandıra doğru gittim ve onu tandırda yaktım. Elli günün kırk günü geçtiği halde hakkımızda vahiy de gecikip gelmemişti. Bir baktım ki Rasulullah’ın (sav) elçisi yanıma geldi ve: Rasulullah (sav) sana hanımından uzak durmanı emrediyor, dedi. Ben: Onu boşayacak mıyım yoksa ne yapacağım? dedim. O: Hayır ondan uzak dur, ona yaklaşma, dedi. Diğer iki arkadaşıma da aynı emri göndermişti. Ben eşime: Ailenin yanına git, Allah bu husus hakkında hüküm verinceye kadar yanlarında kal, dedim.
Hilal b. Umeyye’nin hanımı Rasulullah’ın (sav) yanına geldi ve ona: Ey Allah’ın Rasulü, Hilal b. Umeyye oldukça yaşlı birisidir, kendi kendine bakamaz, ona hizmet edecek birisi de yoktur, benim ona hizmet edişimden rahatsız olur musun? dedi. Allah Rasulü: “Hayır ama sakın sana yaklaşmasın” buyurdu. Hanımı: Vallahi, onda hiçbir şey yapabilecek bir hareket dahi yok, vallahi onun başına gelen o hal geldiğinden bugüne kadar ağlayıp durmaktadır.
Ailemden birisi bana: Eşin hakkında sen de Rasulullah’tan (sav) izin istesen, çünkü o Hilal b. Umeyye’nin hanımına, eşine hizmet etmesi için izin verdi, dediler. Ben: Hayır bu hususta Rasulullah’tan (sav) izin istemeyeceğim, hem ben bu hususta kendisinden izin isteyecek olursam, genç bir adam olduğum halde bana ne söyleyeceğini nerden bileceğim, dedim. Bu halde on gün daha kaldım, böylelikle bizimle konuşmamızın yasaklanmasının üzerinden tam elli gün geçmiş oldu.
Sonra ellinci günün sabahında sabah namazını hanelerimizden birisinin damında kıldım. Ben, aziz ve celil Allah’ın hakkımızda söz ettiği şekilde, ruhum sıkılmış, yeryüzü de bütün genişliğiyle bana dar gelmiş halde oturmakta iken Sel’ tepesine çıkmış, yüksek sesle bağıran birisinin avazının çıkabildiği kadar: “Ey Ka‘b b. Mâlik, müjde sana!” dediğini işittim. Derhal secdeye kapandım ve artık kurtuluşun geldiğini anladım. Rasulullah (sav) insanlara sabah namazını kıldırdıktan sonra Allah’ın tevbemizi kabul etmiş olduğunu bildirmişti. Bunun üzerine insanlar bize müjde vermek için çıktılar. Diğer iki arkadaşıma doğru müjdeciler gitti, bir adam da bir ata binmek üzere koştu, Eslemlilerden birisi de bana doğru koşarak tepeye çıktı. Böylelikle ses attan daha hızlı gelmişti. Bana müjde vermek maksadıyla sesini duyduğum kişi yanıma gelince, altlı üstlü elbiselerimi çıkartıp, o müjdesine karşılık olmak üzere onları giysin diye ona verdim. Vallahi, o gün başka elbisem yoktu. Başkasından ödünç iki elbise aldım, onları giyerek Rasulullah’ın (sav) yanına doğru gitmek üzere yola koyuldum. İnsanlar büyük kalabalıklar halinde beni karşılıyor, tevbemin kabulü ile beni kutluyor ve: Allah’ın tevbeni kabul edişinden dolayı seni tebrik ederiz, diyorlardı. Sonunda mescide girdim, Rasulullah’ın (sav) mescitte etrafında da müslümanlar olduğu halde oturmakta olduğunu gördüm. Talha b. Ubeydullah derhal kalkıp bana doğru koşarak geldi, benimle tokalaştı ve beni tebrik etti. Vallahi, muhacirlerden ondan başka kimse kalkmamıştı.
Hadisin ravisi olan Ka‘b’ın oğlu dedi ki: Bu sebeple Ka‘b, Talha’nın bu davranışını unutmuyordu.
Ka‘b (devamla) dedi ki: Ben Rasulullah’a (sav) selam verince sevinçten yüzü parıl parıl parladığı halde: “Annenin seni doğurduğundan beri geçen bütün günlerinin en hayırlı günü ile seni müjdeliyorum” buyurdu. Ben: Ey Allah’ın Rasulü, bu (tevbemin) kabulü senin tarafından mı yoksa Allah tarafından mı dedim. O: “Hayır, Allah tarafından” buyurdu.
Rasulullah (sav) bir işe sevindi mi yüzü bir ay parçası gibi nurlanırdı. Bizler bunu çok iyi biliyorduk. Onun önünde oturdum ve: Ey Allah’ın Rasulü, malımı elimden çıkarıp Allah’a ve Rasulü’ne sadaka vermek benim tevbemin bir parçasıdır, dedim. Rasulullah (sav) da: “Malının bir kısmını elinde tut, o senin için daha hayırlıdır” buyurdu. Ben: O halde ben Hayber’deki payımı alıkoyayım, dedim. Ayrıca şunları söyledim: Ey Allah’ın Rasulü, şüphesiz Allah beni ancak doğru söylemekle kurtardı. Tevbemin bir parçası olmak üzere de hayatta kaldığım sürece doğrudan başka bir şey konuşmayacağım, dedim. Vallahi, bunu Rasulullah’a (sav) söylediğim günden şu günüme kadar doğru sözlülük hususunda Allah'ın müslümanlardan herhangi bir kimseye, bu hususta bana nasip ettiği nimetten daha güzelini nasip ettiğini bilmiyorum. Vallahi, o sözlerimi Rasulullah’a (sav) söylediğim günden itibaren şu günüme kadar kasten bir tek yalancık dahi söylemedim. Ömrümün geri kalan kısmında da Allah’ın beni koruyacağını ümit ederim.
Ka‘b (devamla) dedi ki: Aziz ve celil Allah da: “And olsun ki Allah, Rasulü’nü de içlerinden bir grubun gönülleri, az kalsın eğrilmek üzere iken, dar zamanda ona uyan muhacirlerle Ensar’ı da tevbeye muvaffak etti. Sonra onların bu tövbelerini de kabul buyurdu. Çünkü O, onları çok esirgeyendir, çok bağışlayandır. Geri bırakılan üç kişinin de (tevbesini kabul buyurdu.) Öyle ki yeryüzü bunca genişliğine rağmen onlara dar gelmişti. Kendi vicdanları da kendilerini sıktıkça sıkmıştı” (Tevbe, 117-118) buyruklarını “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun” (Tevbe, 9/119) buyruğuna kadar indirdi.
Ka‘b dedi ki: Vallahi, Allah bana İslam hidayetini verdikten sonra kendi kanaatime göre Rasulullah’a (sav) doğruyu söylemekten daha büyük bir nimet lütfetmiş değildir. Çünkü böyle yapmayıp, ona yalan söylemiş olsaydım, yalan söyleyen diğerlerinin helâk olduğu gibi ben de helâk olacaktım. Çünkü vahiy nazil olunca Allah, o yalan söyleyen kimselere, başka kimselere söylediklerinin en ağır sözleriyle hitap etti. Yüce Allah: “Yanlarına döndüğünüzde, onlardan (azarlamayıp) vazgeçmeniz için, önünüzde Allah’a yemin edeceklerdir. O halde siz de onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardırlar. Kazandıklarının cezası olarak varacakları yer de cehennemdir. Kendilerinden hoşnut olmanız için size yemin ederler, siz onlardan hoşnut olsanız da şüphesiz Allah, o fasıklar topluluğundan hoşnut olmaz” (Tevbe, 95-96) buyurmaktadır.
Ka‘b dedi ki: Bizler yani bu üç kişi, Rasulullah’ın (sav) kendisine yemin edip onlarla bey’atleşip, onlara mağfiret dilediği o kimselerin durumundan sonra durumları ele alınan üç kişi olarak geri bırakılmış ve Rasulullah (sav) bizim işimizi bu hususta Allah hükmünü verinceye kadar geciktirmiş, ertelemiş idi. Bundan dolayı aziz ve celil Allah: “Geri bırakılan üç kişinin de (tövbesini kabul buyurdu)” (Tevbe, 9/118) buyurdu. Yoksa yüce Allah’ın bizi sonraya bırakılanlardan olduğumuzu söz konusu etmesi gazadan geri kalışımız değildir. Bununla O’nun bizleri sonraya bırakıp, işimizi Rasulullah’a (sav) yemin edip, ona mazeret beyan etmeleri üzerine mazeretlerini kabul ettiği kişilerden sonraya geciktirmesi ve bırakmasını kast etmiştir.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
13363, M007016
Hadis:
حَدَّثَنِى أَبُو الطَّاهِرِ أَحْمَدُ بْنُ عَمْرِو بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرِو بْنِ سَرْحٍ مَوْلَى بَنِى أُمَيَّةَ أَخْبَرَنِى ابْنُ وَهْبٍ أَخْبَرَنِى يُونُسُ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ قَالَ ثُمَّ غَزَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم غَزْوَةَ تَبُوكَ وَهُوَ يُرِيدُ الرُّومَ وَنَصَارَى الْعَرَبِ بِالشَّامِ . قَالَ ابْنُ شِهَابٍ فَأَخْبَرَنِى عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ كَعْبٍ كَانَ قَائِدَ كَعْبٍ مِنْ بَنِيهِ حِينَ عَمِىَ قَالَ سَمِعْتُ كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ يُحَدِّثُ حَدِيثَهُ حِينَ تَخَلَّفَ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى غَزْوَةِ تَبُوكَ قَالَ كَعْبُ بْنُ مَالِكٍ لَمْ أَتَخَلَّفْ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى غَزْوَةٍ غَزَاهَا قَطُّ إِلاَّ فِى غَزْوَةِ تَبُوكَ غَيْرَ أَنِّى قَدْ تَخَلَّفْتُ فِى غَزْوَةِ بَدْرٍ وَلَمْ يُعَاتِبْ أَحَدًا تَخَلَّفَ عَنْهُ إِنَّمَا خَرَجَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَالْمُسْلِمُونَ يُرِيدُونَ عِيرَ قُرَيْشٍ حَتَّى جَمَعَ اللَّهُ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ عَدُوِّهُمْ عَلَى غَيْرِ مِيعَادٍ وَلَقَدْ شَهِدْتُ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لَيْلَةَ الْعَقَبَةِ حِينَ تَوَاثَقْنَا عَلَى الإِسْلاَمِ وَمَا أُحِبُّ أَنَّ لِى بِهَا مَشْهَدَ بَدْرٍ وَإِنْ كَانَتْ بَدْرٌ أَذْكَرَ فِى النَّاسِ مِنْهَا وَكَانَ مِنْ خَبَرِى حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى غَزْوَةِ تَبُوكَ أَنِّى لَمْ أَكُنْ قَطُّ أَقْوَى وَلاَ أَيْسَرَ مِنِّى حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْهُ فِى تِلْكَ الْغَزْوَةِ وَاللَّهِ مَا جَمَعْتُ قَبْلَهَا رَاحِلَتَيْنِ قَطُّ حَتَّى جَمَعْتُهُمَا فِى تِلْكَ الْغَزْوَةِ فَغَزَاهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى حَرٍّ شَدِيدٍ وَاسْتَقْبَلَ سَفَرًا بَعِيدًا وَمَفَازًا وَاسْتَقْبَلَ عَدُوًّا كَثِيرًا فَجَلاَ لِلْمُسْلِمِينَ أَمْرَهُمْ لِيَتَأَهَّبُوا أُهْبَةَ غَزْوِهِمْ فَأَخْبَرَهُمْ بِوَجْهِهِمُ الَّذِى يُرِيدُ وَالْمُسْلِمُونَ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم كَثِيرٌ وَلاَ يَجْمَعُهُمْ كِتَابُ حَافِظٍ - يُرِيدُ بِذَلِكَ الدِّيوَانَ - قَالَ كَعْبٌ فَقَلَّ رَجُلٌ يُرِيدُ أَنْ يَتَغَيَّبَ يَظُنُّ أَنَّ ذَلِكَ سَيَخْفَى لَهُ مَا لَمْ يَنْزِلْ فِيهِ وَحْىٌ مِنَ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ وَغَزَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم تِلْكَ الْغَزْوَةَ حِينَ طَابَتِ الثِّمَارُ وَالظِّلاَلُ فَأَنَا إِلَيْهَا أَصْعَرُ فَتَجَهَّزَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَالْمُسْلِمُونَ مَعَهُ وَطَفِقْتُ أَغْدُو لِكَىْ أَتَجَهَّزَ مَعَهُمْ فَأَرْجِعُ وَلَمْ أَقْضِ شَيْئًا . وَأَقُولُ فِى نَفْسِى أَنَا قَادِرٌ عَلَى ذَلِكَ إِذَا أَرَدْتُ . فَلَمْ يَزَلْ ذَلِكَ يَتَمَادَى بِى حَتَّى اسْتَمَرَّ بِالنَّاسِ الْجِدُّ فَأَصْبَحَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم غَادِيًا وَالْمُسْلِمُونَ مَعَهُ وَلَمْ أَقْضِ مِنْ جَهَازِى شَيْئًا ثُمَّ غَدَوْتُ فَرَجَعْتُ وَلَمْ أَقْضِ شَيْئًا فَلَمْ يَزَلْ ذَلِكَ يَتَمَادَى بِى حَتَّى أَسْرَعُوا وَتَفَارَطَ الْغَزْوُ فَهَمَمْتُ أَنْ أَرْتَحِلَ فَأُدْرِكَهُمْ فَيَا لَيْتَنِى فَعَلْتُ ثُمَّ لَمْ يُقَدَّرْ ذَلِكَ لِى فَطَفِقْتُ إِذَا خَرَجْتُ فِى النَّاسِ بَعْدَ خُرُوجِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَحْزُنُنِى أَنِّى لاَ أَرَى لِى أُسْوَةً إِلاَّ رَجُلاً مَغْمُوصًا عَلَيْهِ فِى النِّفَاقِ أَوْ رَجُلاً مِمَّنْ عَذَرَ اللَّهُ مِنَ الضُّعَفَاءِ وَلَمْ يَذْكُرْنِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حَتَّى بَلَغَ تَبُوكًا فَقَالَ وَهُوَ جَالِسٌ فِى الْقَوْمِ بِتَبُوكَ « مَا فَعَلَ كَعْبُ بْنُ مَالِكٍ » . قَالَ رَجُلٌ مِنْ بَنِى سَلِمَةَ يَا رَسُولَ اللَّهِ حَبَسَهُ بُرْدَاهُ وَالنَّظَرُ فِى عِطْفَيْهِ . فَقَالَ لَهُ مُعَاذُ بْنُ جَبَلٍ بِئْسَ مَا قُلْتَ وَاللَّهِ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَا عَلِمْنَا عَلَيْهِ إِلاَّ خَيْرًا . فَسَكَتَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَبَيْنَمَا هُوَ عَلَى ذَلِكَ رَأَى رَجُلاً مُبَيِّضًا يَزُولُ بِهِ السَّرَابُ فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « كُنْ أَبَا خَيْثَمَةَ » . فَإِذَا هُو أَبُو خَيْثَمَةَ الأَنْصَارِىُّ وَهُوَ الَّذِى تَصَدَّقَ بِصَاعِ التَّمْرِ حِينَ لَمَزَهُ الْمُنَافِقُونَ . فَقَالَ كَعْبُ بْنُ مَالِكٍ فَلَمَّا بَلَغَنِى أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَدْ تَوَجَّهَ قَافِلاً مِنْ تَبُوكَ حَضَرَنِى بَثِّى فَطَفِقْتُ أَتَذَكَّرُ الْكَذِبَ وَأَقُولُ بِمَ أَخْرُجُ مِنْ سَخَطِهِ غَدًا وَأَسْتَعِينُ عَلَى ذَلِكَ كُلَّ ذِى رَأْىٍ مِنْ أَهْلِى فَلَمَّا قِيلَ لِى إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَدْ أَظَلَّ قَادِمًا زَاحَ عَنِّى الْبَاطِلُ حَتَّى عَرَفْتُ أَنِّى لَنْ أَنْجُوَ مِنْهُ بِشَىْءٍ أَبَدًا فَأَجْمَعْتُ صِدْقَهُ وَصَبَّحَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَادِمًا وَكَانَ إِذَا قَدِمَ مِنْ سَفَرٍ بَدَأَ بِالْمَسْجِدِ فَرَكَعَ فِيهِ رَكْعَتَيْنِ ثُمَّ جَلَسَ لِلنَّاسِ فَلَمَّا فَعَلَ ذَلِكَ جَاءَهُ الْمُخَلَّفُونَ فَطَفِقُوا يَعْتَذِرُونَ إِلَيْهِ وَيَحْلِفُونَ لَهُ وَكَانُوا بِضْعَةً وَثَمَانِينَ رَجُلاً فَقَبِلَ مِنْهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلاَنِيَتَهُمْ وَبَايَعَهُمْ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمْ وَوَكَلَ سَرَائِرَهُمْ إِلَى اللَّهِ حَتَّى جِئْتُ فَلَمَّا سَلَّمْتُ تَبَسَّمَ تَبَسُّمَ الْمُغْضَبِ ثُمَّ قَالَ « تَعَالَ » . فَجِئْتُ أَمْشِى حَتَّى جَلَسْتُ بَيْنَ يَدَيْهِ فَقَالَ لِى « مَا خَلَّفَكَ » . أَلَمْ تَكُنْ قَدِ ابْتَعْتَ ظَهْرَكَ » . قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنِّى وَاللَّهِ لَوْ جَلَسْتُ عِنْدَ غَيْرِكَ مِنْ أَهْلِ الدُّنْيَا لَرَأَيْتُ أَنِّى سَأَخْرُجُ مِنْ سَخَطِهِ بِعُذْرٍ وَلَقَدْ أُعْطِيتُ جَدَلاً وَلَكِنِّى وَاللَّهِ لَقَدْ عَلِمْتُ لَئِنْ حَدَّثْتُكَ الْيَوْمَ حَدِيثَ كَذِبٍ تَرْضَى بِهِ عَنِّى لَيُوشِكَنَّ اللَّهُ أَنْ يُسْخِطَكَ عَلَىَّ وَلَئِنْ حَدَّثْتُكَ حَدِيثَ صِدْقٍ تَجِدُ عَلَىَّ فِيهِ إِنِّى لأَرْجُو فِيهِ عُقْبَى اللَّهِ وَاللَّهِ مَا كَانَ لِى عُذْرٌ وَاللَّهِ مَا كُنْتُ قَطُّ أَقْوَى وَلاَ أَيْسَرَ مِنِّى حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْكَ . قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « أَمَّا هَذَا فَقَدْ صَدَقَ فَقُمْ حَتَّى يَقْضِىَ اللَّهُ فِيكَ » . فَقُمْتُ وَثَارَ رِجَالٌ مِنْ بَنِى سَلِمَةَ فَاتَّبَعُونِى فَقَالُوا لِى وَاللَّهِ مَا عَلِمْنَاكَ أَذْنَبْتَ ذَنْبًا قَبْلَ هَذَا لَقَدْ عَجَزْتَ فِى أَنْ لاَ تَكُونَ اعْتَذَرْتَ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِمَا اعْتَذَرَ بِهِ إِلَيْهِ الْمُخَلَّفُونَ فَقَدْ كَانَ كَافِيَكَ ذَنْبَكَ اسْتِغْفَارُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لَكَ . قَالَ فَوَاللَّهِ مَا زَالُوا يُؤَنِّبُونَنِى حَتَّى أَرَدْتُ أَنْ أَرْجِعَ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأُكَذِّبَ نَفْسِى - قَالَ - ثُمَّ قُلْتُ لَهُمْ هَلْ لَقِىَ هَذَا مَعِى مِنْ أَحَدٍ قَالُوا نَعَمْ لَقِيَهُ مَعَكَ رَجُلاَنِ قَالاَ مِثْلَ مَا قُلْتَ فَقِيلَ لَهُمَا مِثْلُ مَا قِيلَ لَكَ - قَالَ - قُلْتُ مَنْ هُمَا قَالُوا مُرَارَةُ بْنُ رَبِيعَةَ الْعَامِرِىُّ وَهِلاَلُ بْنُ أُمَيَّةَ الْوَاقِفِىُّ - قَالَ - فَذَكَرُوا لِى رَجُلَيْنِ صَالِحَيْنِ قَدْ شِهِدَا بَدْرًا فِيهِمَا أُسْوَةٌ - قَالَ - فَمَضَيْتُ حِينَ ذَكَرُوهُمَا لِى . قَالَ وَنَهَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم الْمُسْلِمِينَ عَنْ كَلاَمِنَا أَيُّهَا الثَّلاَثَةُ مِنْ بَيْنِ مَنْ تَخَلَّفَ عَنْهُ - قَالَ - فَاجْتَنَبَنَا النَّاسُ - وَقَالَ - تَغَيَّرُوا لَنَا حَتَّى تَنَكَّرَتْ لِى فِى نَفْسِىَ الأَرْضُ فَمَا هِىَ بِالأَرْضِ الَّتِى أَعْرِفُ فَلَبِثْنَا عَلَى ذَلِكَ خَمْسِينَ لَيْلَةً فَأَمَّا صَاحِبَاىَ فَاسْتَكَانَا وَقَعَدَا فِى بُيُوتِهِمَا يَبْكِيَانِ وَأَمَّا أَنَا فَكُنْتُ أَشَبَّ الْقَوْمِ وَأَجْلَدَهُمْ فَكُنْتُ أَخْرُجُ فَأَشْهَدُ الصَّلاَةَ وَأَطُوفُ فِى الأَسْوَاقِ وَلاَ يُكَلِّمُنِى أَحَدٌ وَآتِى رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأُسَلِّمُ عَلَيْهِ وَهُوَ فِى مَجْلِسِهِ بَعْدَ الصَّلاَةِ فَأَقُولُ فِى نَفْسِى هَلْ حَرَّكَ شَفَتَيْهِ بِرَدِّ السَّلاَمِ أَمْ لاَ ثُمَّ أُصَلِّى قَرِيبًا مِنْهُ وَأُسَارِقُهُ النَّظَرَ فَإِذَا أَقْبَلْتُ عَلَى صَلاَتِى نَظَرَ إِلَىَّ وَإِذَا الْتَفَتُّ نَحْوَهُ أَعْرَضَ عَنِّى حَتَّى إِذَا طَالَ ذَلِكَ عَلَىَّ مِنْ جَفْوَةِ الْمُسْلِمِينَ مَشَيْتُ حَتَّى تَسَوَّرْتُ جِدَارَ حَائِطِ أَبِى قَتَادَةَ وَهُوَ ابْنُ عَمِّى وَأَحَبُّ النَّاسِ إِلَىَّ فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَوَاللَّهِ مَا رَدَّ عَلَىَّ السَّلاَمَ فَقُلْتُ لَهُ يَا أَبَا قَتَادَةَ أَنْشُدُكَ بِاللَّهِ هَلْ تَعْلَمَنَّ أَنِّى أُحِبُّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ قَالَ فَسَكَتَ فَعُدْتُ فَنَاشَدْتُهُ فَسَكَتَ فَعُدْتُ فَنَاشَدْتُهُ فَقَالَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ . فَفَاضَتْ عَيْنَاىَ وَتَوَلَّيْتُ حَتَّى تَسَوَّرْتُ الْجِدَارَ فَبَيْنَا أَنَا أَمْشِى فِى سُوقِ الْمَدِينَةِ إِذَا نَبَطِىٌّ مِنْ نَبَطِ أَهْلِ الشَّامِ مِمَّنْ قَدِمَ بِالطَّعَامِ يَبِيعُهُ بِالْمَدِينَةِ يَقُولُ مَنْ يَدُلُّ عَلَى كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ - قَالَ - فَطَفِقَ النَّاسُ يُشِيرُونَ لَهُ إِلَىَّ حَتَّى جَاءَنِى فَدَفَعَ إِلَىَّ كِتَابًا مِنْ مَلِكِ غَسَّانَ وَكُنْتُ كَاتِبًا فَقَرَأْتُهُ فَإِذَا فِيهِ أَمَّا بَعْدُ فَإِنَّهُ قَدْ بَلَغَنَا أَنَّ صَاحِبَكَ قَدْ جَفَاكَ وَلَمْ يَجْعَلْكَ اللَّهُ بِدَارِ هَوَانٍ وَلاَ مَضْيَعَةٍ فَالْحَقْ بِنَا نُوَاسِكَ . قَالَ فَقُلْتُ حِينَ قَرَأْتُهَا وَهَذِهِ أَيْضًا مِنَ الْبَلاَءِ . فَتَيَامَمْتُ بِهَا التَّنُّورَ فَسَجَرْتُهَا بِهَا حَتَّى إِذَا مَضَتْ أَرْبَعُونَ مِنَ الْخَمْسِينَ وَاسْتَلْبَثَ الْوَحْىُ إِذَا رَسُولُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَأْتِينِى فَقَالَ إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَأْمُرُكَ أَنْ تَعْتَزِلَ امْرَأَتَكَ . قَالَ فَقُلْتُ أُطَلِّقُهَا أَمْ مَاذَا أَفْعَلُ قَالَ لاَ بَلِ اعْتَزِلْهَا فَلاَ تَقْرَبَنَّهَا - قَالَ - فَأَرْسَلَ إِلَى صَاحِبَىَّ بِمِثْلِ ذَلِكَ - قَالَ - فَقُلْتُ لاِمْرَأَتِى الْحَقِى بِأَهْلِكِ فَكُونِى عِنْدَهُمْ حَتَّى يَقْضِىَ اللَّهُ فِى هَذَا الأَمْرِ - قَالَ - فَجَاءَتِ امْرَأَةُ هِلاَلِ بْنِ أُمَيَّةَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَتْ لَهُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ هِلاَلَ بْنَ أُمَيَّةَ شَيْخٌ ضَائِعٌ لَيْسَ لَهُ خَادِمٌ فَهَلْ تَكْرَهُ أَنْ أَخْدُمَهُ قَالَ « لاَ وَلَكِنْ لاَ يَقْرَبَنَّكِ » . فَقَالَتْ إِنَّهُ وَاللَّهِ مَا بِهِ حَرَكَةٌ إِلَى شَىْءٍ وَوَاللَّهِ مَا زَالَ يَبْكِى مُنْذُ كَانَ مِنْ أَمْرِهِ مَا كَانَ إِلَى يَوْمِهِ هَذَا . قَالَ فَقَالَ لِى بَعْضُ أَهْلِى لَوِ اسْتَأْذَنْتَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى امْرَأَتِكَ فَقَدْ أَذِنَ لاِمْرَأَةِ هِلاَلِ بْنِ أُمَيَّةَ أَنْ تَخْدُمَهُ - قَالَ - فَقُلْتُ لاَ أَسْتَأْذِنُ فِيهَا رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَمَا يُدْرِينِى مَاذَا يَقُولُ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِذَا اسْتَأْذَنْتُهُ فِيهَا وَأَنَا رَجُلٌ شَابٌّ - قَالَ - فَلَبِثْتُ بِذَلِكَ عَشْرَ لَيَالٍ فَكَمُلَ لَنَا خَمْسُونَ لَيْلَةً مِنْ حِينَ نُهِىَ عَنْ كَلاَمِنَا - قَالَ - ثُمَّ صَلَّيْتُ صَلاَةَ الْفَجْرِ صَبَاحَ خَمْسِينَ لَيْلَةً عَلَى ظَهْرِ بَيْتٍ مِنْ بُيُوتِنَا فَبَيْنَا أَنَا جَالِسٌ عَلَى الْحَالِ الَّتِى ذَكَرَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ مِنَّا قَدْ ضَاقَتْ عَلَىَّ نَفْسِى وَضَاقَتْ عَلَىَّ الأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ سَمِعْتُ صَوْتَ صَارِخٍ أَوْفَى عَلَى سَلْعٍ يَقُولُ بِأَعْلَى صَوْتِهِ يَا كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ أَبْشِرْ - قَالَ - فَخَرَرْتُ سَاجِدًا وَعَرَفْتُ أَنْ قَدْ جَاءَ فَرَجٌ . - قَالَ - فَآذَنَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم النَّاسَ بِتَوْبَةِ اللَّهِ عَلَيْنَا حِينَ صَلَّى صَلاَةَ الْفَجْرِ فَذَهَبَ النَّاسُ يُبَشِّرُونَنَا فَذَهَبَ قِبَلَ صَاحِبَىَّ مُبَشِّرُونَ وَرَكَضَ رَجُلٌ إِلَىَّ فَرَسًا وَسَعَى سَاعٍ مِنْ أَسْلَمَ قِبَلِى وَأَوْفَى الْجَبَلَ فَكَانَ الصَّوْتُ أَسْرَعَ مِنَ الْفَرَسِ فَلَمَّا جَاءَنِى الَّذِى سَمِعْتُ صَوْتَهُ يُبَشِّرُنِى فَنَزَعْتُ لَهُ ثَوْبَىَّ فَكَسَوْتُهُمَا إِيَّاهُ بِبِشَارَتِهِ وَاللَّهِ مَا أَمْلِكُ غَيْرَهُمَا يَوْمَئِذٍ وَاسْتَعَرْتُ ثَوْبَيْنِ . فَلَبِسْتُهُمَا فَانْطَلَقْتُ أَتَأَمَّمُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَتَلَقَّانِى النَّاسُ فَوْجًا فَوْجًا يُهَنِّئُونِى بِالتَّوْبَةِ وَيَقُولُونَ لِتَهْنِئْكَ تَوْبَةُ اللَّهِ عَلَيْكَ . حَتَّى دَخَلْتُ الْمَسْجِدَ فَإِذَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم جَالِسٌ فِى الْمَسْجِدِ وَحَوْلَهُ النَّاسُ فَقَامَ طَلْحَةُ بْنُ عُبَيْدِ اللَّهِ يُهَرْوِلُ حَتَّى صَافَحَنِى وَهَنَّأَنِى وَاللَّهِ مَا قَامَ رَجُلٌ مِنَ الْمُهَاجِرِينَ غَيْرُهُ . قَالَ فَكَانَ كَعْبٌ لاَ يَنْسَاهَا لِطَلْحَةَ . قَالَ كَعْبٌ فَلَمَّا سَلَّمْتُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ وَهُوَ يَبْرُقُ وَجْهُهُ مِنَ السُّرُورِ وَيَقُولُ « أَبْشِرْ بِخَيْرِ يَوْمٍ مَرَّ عَلَيْكَ مُنْذُ وَلَدَتْكَ أُمُّكَ » . قَالَ فَقُلْتُ أَمِنْ عِنْدِكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَمْ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ فَقَالَ « لاَ بَلْ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ » . وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِذَا سُرَّ اسْتَنَارَ وَجْهُهُ كَأَنَّ وَجْهَهُ قِطْعَةُ قَمَرٍ - قَالَ - وَكُنَّا نَعْرِفُ ذَلِكَ - قَالَ - فَلَمَّا جَلَسْتُ بَيْنَ يَدَيْهِ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ مِنْ تَوْبَتِى أَنْ أَنْخَلِعَ مِنْ مَالِى صَدَقَةً إِلَى اللَّهِ وَإِلَى رَسُولِهِ صلى الله عليه وسلم . فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « أَمْسِكْ بَعْضَ مَالِكَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكَ » . قَالَ فَقُلْتُ فَإِنِّى أُمْسِكُ سَهْمِىَ الَّذِى بِخَيْبَرَ - قَالَ - وَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ إِنَّمَا أَنْجَانِى بِالصِّدْقِ وَإِنَّ مِنْ تَوْبَتِى أَنْ لاَ أُحَدِّثَ إِلاَّ صِدْقًا مَا بَقِيتُ - قَالَ - فَوَاللَّهِ مَا عَلِمْتُ أَنَّ أَحَدًا مِنَ الْمُسْلِمِينَ أَبْلاَهُ اللَّهُ فِى صِدْقِ الْحَدِيثِ مُنْذُ ذَكَرْتُ ذَلِكَ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِلَى يَوْمِى هَذَا أَحْسَنَ مِمَّا أَبْلاَنِى اللَّهُ بِهِ وَاللَّهِ مَا تَعَمَّدْتُ كَذْبَةً مُنْذُ قُلْتُ ذَلِكَ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِلَى يَوْمِى هَذَا وَإِنِّى لأَرْجُو أَنْ يَحْفَظَنِىَ اللَّهُ فِيمَا بَقِىَ . قَالَ فَأَنْزَلَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ ( لَقَدْ تَابَ اللَّهُ عَلَى النَّبِىِّ وَالْمُهَاجِرِينَ وَالأَنْصَارِ الَّذِينَ اتَّبَعُوهُ فِى سَاعَةِ الْعُسْرَةِ مِنْ بَعْدِ مَا كَادَ يَزِيغُ قُلُوبُ فَرِيقٍ مِنْهُمْ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ إِنَّهُ بِهِمْ رَءُوفٌ رَحِيمٌ * وَعَلَى الثَّلاَثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُوا حَتَّى إِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمُ الأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ أَنْفُسُهُمْ ) حَتَّى بَلَغَ ( يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ ) قَالَ كَعْبٌ وَاللَّهِ مَا أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَىَّ مِنْ نِعْمَةٍ قَطُّ بَعْدَ إِذْ هَدَانِى اللَّهُ لِلإِسْلاَمِ أَعْظَمَ فِى نَفْسِى مِنْ صِدْقِى رَسُولَ اللَّهُ صلى الله عليه وسلم أَنْ لاَ أَكُونَ كَذَبْتُهُ فَأَهْلِكَ كَمَا هَلَكَ الَّذِينَ كَذَبُوا إِنَّ اللَّهَ قَالَ لِلَّذِينَ كَذَبُوا حِينَ أَنْزَلَ الْوَحْىَ شَرَّ مَا قَالَ لأَحَدٍ وَقَالَ اللَّهُ ( سَيَحْلِفُونَ بِاللَّهِ لَكُمْ إِذَا انْقَلَبْتُمْ إِلَيْهِمْ لِتُعْرِضُوا عَنْهُمْ فَأَعْرِضُوا عَنْهُمْ إِنَّهُمْ رِجْسٌ وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ * يَحْلِفُونَ لَكُمْ لِتَرْضَوْا عَنْهُمْ فَإِنْ تَرْضَوْا عَنْهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ لاَ يَرْضَى عَنِ الْقَوْمِ الْفَاسِقِينَ ) قَالَ كَعْبٌ كُنَّا خُلِّفْنَا أَيُّهَا الثَّلاَثَةُ عَنْ أَمْرِ أُولَئِكَ الَّذِينَ قَبِلَ مِنْهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حِينَ حَلَفُوا لَهُ فَبَايَعَهُمْ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمْ وَأَرْجَأَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَمْرَنَا حَتَّى قَضَى اللَّهُ فِيهِ فَبِذَلِكَ قَالَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ ( وَعَلَى الثَّلاَثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُوا ) وَلَيْسَ الَّذِى ذَكَرَ اللَّهُ مِمَّا خُلِّفْنَا تَخَلُّفَنَا عَنِ الْغَزْوِ وَإِنَّمَا هُوَ تَخْلِيفُهُ إِيَّانَا وَإِرْجَاؤُهُ أَمْرَنَا عَمَّنْ حَلَفَ لَهُ وَاعْتَذَرَ إِلَيْهِ فَقَبِلَ مِنْهُ .
Tercemesi:
Bana Umeyye oğullarının azatlısı Ebu’t-Tahir Ahmed b. Amr b. Abdullah b. Amr b. Serh, ona İbn Vehb, ona Yunus, ona İbn Şihâb’ın şöyle dediğini rivayet etti: Sonra Rasulullah (sav) Bizanslıların ve Şam’da bulunan Arap Hristiyanlarının üzerine gitmek kastı ile Tebûk gazvesini yaptı.
İbn Şihâb dedi ki: Abdurrahman b. Abdullah b. Ka‘b b. Mâlik’in rivayet ettiğine göre Abdullah b. Ka‘b, Ka‘b (b. Mâlik)’ın gözleri kör olduğu zaman oğulları arasından elinden tutup, onu yeden kişi olmuştu. (Abdullah b. Ka‘b) dedi ki: Ben, Ka‘b b. Mâlik’in Tebûk gazvesinde Rasulullah’dan (sav) geri kaldığı zaman hakkında başından geçenleri anlatırken şöyle dediğini dinledim:
Ben Tebûk gazvesi dışında Rasulullah’ın (sav) yaptığı gazaların hiçbirisinden geri kalmadım. Ancak Bedir gazvesine de katılmamıştım. Allah Rasulü de o gazvede geri kalarak kendisiyle birlikte çıkmayan hiçbir kimseye sitem etmemişti. Çünkü Rasulullah (sav) da, Müslümanlar da Kureyşlilerin kervanını ele geçirmek istiyordu. Sonunda Allah onları ve düşmanları, önceden herhangi bir vakit ve yer üzerinde sözleşmeksizin bir araya getirmiş oldu. Bununla birlikte ben Rasulullah (sav) ile İslam üzere antlaşıp sözleştiğimiz Akabe gecesinde beraber bulunmuştum. Onun yerine Bedir’de hazır bulunmuş olmayı ise tercih etmem. Bedir, insanlar tarafından o geceye göre daha çok hatırlanıp bilinen bir hadise olsa dahi.
Benim Rasulullah’dan (sav) Tebûk gazvesinde geri kaldığım zaman ile ilgili haberimin bir kısmı da şöyledir: O gazvede kendisinden geride kaldığım zaman kadar, asla güçlü ve bolluk içinde bulunmuş değildim. Vallahi, o gazveden önce, iki yük devesine birden sahip olmamıştım. Ama o gazvede iki bineğim olmuştu. Rasulullah (sav) aşırı sıcak bir zamanda bu gazaya çıktı, önünde uzun ve aşmaları gereken, su bulunmayan uçsuz bucaksız bir yol vardı. Çok sayıda düşmana karşı çıkacaktı. Bundan dolayı Müslümanlara gazveleri için gerektiği gibi hazırlansınlar diye (karşı karşıya) kalacakları durumlarını açık seçik bildirmişti. Bu sebeple kendilerine gaza etmek istediği, gidecekleri yönlerini haber vermişti. Rasulullah (sav) ile birlikte olan Müslümanların sayısı o kadar çoktu ki bir kitapta – bu sözleriyle divanı (askerlerin kayıtlı oldukları kütükleri) kast ediyor- onları bir arada toplamak mümkün değildi.
Ka‘b (devamla) dedi ki: Gazaya katılmaması halinde -bu hususta aziz ve celil Allah’tan bir vahiy inmedikçe- bu durumunun Allah’ın Rasulüne gizli kalacağını sanmayan kişi de azdı.
Rasulullah (sav) mahsullerin olgunlaştığı, gölgelerin pek hoş olduğu bir zamanda o gazaya çıktı, benim ise bunlara meylim çoktu. Rasulullah (sav) ve onunla birlikte müslümanlar hazırlandı. Onlarla birlikte hazırlanmak üzere sabah çıkıyordum. Fakat hiçbir şey yapamadan geri dönüyordum. Kendi kendime: “Ben istersem bunu yapabileceğim” diyordum.
Bu şekilde durumum devam edip gitti. Sonunda insanlar işlerini sürdürdüler ve Rasulullah (sav), müslümanlarla birlikte sabah yola koyuldu. Ben ise hiçbir hazırlık yapamamıştım. Sonra ben de sabah çıktım fakat hiçbir şey yapmadan geri döndüm. Bu halim böylece sürüp gitti. Nihayet onlar hızlandılar, gaza yolunda ilerlemeye devam ettiler. Ben de bineğime binip onlara yetişmek istedim. Keşke yapmış olsaydım; ama benim için bunu yapmak mukadder olmadı.
Rasulullah’ın (sav) çıkıp gitmesinden sonra insanlar arasına çıktığım zaman benim durumumda, ya nifak ile damgalanmış yahut da Allah’ın mazur görmüş olduğu zayıf kimselerden bir kişi dışında benim gibi (geri kalmış kimse) görmeyişim beni üzüyordu.
Rasulullah (sav) Tebûk’e ulaşıncaya kadar beni anmadı. Gazaya çıkmışlar arasında Tebûk’te oturuyorken “Ka‘b b. Mâlik ne yaptı?” buyurdu. Selime oğullarından bir adam: Ey Allah’ın Rasulü, onu çizgili iki elbisesi ve elbisesinin iki yakasına bakması (kendini beğenmesi) alıkoydu, dedi. Ona Muaz b. Cebel: Ne kötü söyledin! Vallahi ey Allah’ın Rasulü, biz onun hakkında hayırdan başka bir şey bilmedik, dedi.
Rasulullah (sav) sesini çıkarmadı. O bu halde iken, serapta yol alan, beyazlar giyinmiş bir adam gördü. Rasulullah (sav): “Ebu Hayseme olasın” buyurdu. Gerçekten de gelen Ensar’dan Ebu Hayseme idi. Münafıkların, kendisini ayıpladığı bir avuç hurma sadaka olarak veren kişi de oydu.
Rasulullah’ın (sav) artık Tebûk’ten geri dönmek üzere yola koyulduğu haberi bana ulaşınca üzüntü ve kederim daha da arttı. Söyleyeceğim yalan ne olabilir? diye düşünmeye ve: Yarın onun öfkesinden nasıl kurtulabilirim? demeye başladım. Bunun için ailemden görüş sahibi herkesin de yardımını almaya başladım. Bana: Artık Rasulullah (sav) geldi denilince, batıl üzerimden ayrılıp gitti ve böylelikle, herhangi bir şey (bir yalan) ile ondan kurtulamayacağımı anladığım için ona doğru söylemeye karar verdim. Sabah olunca Rasulullah (sav) gelmiş oldu, O, bir seferden geldi mi ilk olarak mescide gider, mescitte iki rekât namaz kılar, sonra insanlar ile (görüşmek için) otururdu. O bunu yapınca, (gazveden) geri kalanlar onun yanına geldi, ona mazeretlerini söylemeye ve yeminler etmeye başladılar. Bunlar seksen küsür adam idiler. Rasulullah (sav) açığa vurdukları şekliyle hallerini kabul etti, onlarla beyatleşti (sözlerini aldı), onlar için mağfiret diledi, içlerini (kalplerini de) Allah’a havale etti. Nihayet ben de (huzuruna) geldim, selam verdim, öfkeli bir kimsenin gülümseyişi ile gülümsedikten sonra: “Gel” buyurdu. Ben de yanına yürüyerek gittim, önünde oturdum, bana: “Senden ne haber? Sen bineğini satın almamış mıydın? dedi.
Ben de dedim ki: 'Ey Allah’ın Rasulü, Allah’a yemin ederim ki, eğer dünya ehlinden senden başka birisinin yanında oturmuş olsaydım, söyleyeceğim bir mazeret ile onun gazabından kendimi kurtarabilirdim, bana bir tartışma gücü verilmiş bulunuyor çünkü. Fakat Allah’a yemin ederim ki, bugün, ben sana benden razı olmanı sağlayacak yalan bir söz söyleyecek olursam, aradan fazla zaman geçmeden Allah senin bana öfkelenmeni sağlayacaktır ve eğer sana bana karşı olumsuz duygular besleyeceğin doğru bir söz söylersem, gerçekten bundan dolayı Allah’ın güzel akıbetini (işimi hayırla sonuçlandırmasını) umarım. Allah’a yemin olsun ki, hiçbir mazeretim yoktu ve senden geri kaldığım zaman kadar, hiçbir vakit güçlü, bolluk ve rahat içinde de olmamıştım'.
Rasulullah (sav): “İşte bu doğru söyledi. Allah senin hakkında hüküm verinceye kadar kalk (git)” buyurdu. Ben de kalktım, Selime oğullarından bir takım kimseler derhal ayaklanarak benim arkamdan geldiler. Bana: Vallahi, biz senin bundan önce herhangi bir günah işlediğini bilmiyoruz, peki, geri kalan diğer kimselerin ileri sürdükleri mazeretler gibi Rasulullah’a (sav) mazeret belirtmekten (nasıl oldu da) âciz kaldın? dediler.
Vallahi, üzerime o kadar ısrarla geldiler ki, sonunda Rasulullah’ın (sav) huzuruna dönüp kendimi yalanlamak istedim, sonra o arkadaşlarıma: Benimle birlikte böyle bir durumla kimse karşılaştı mı, dedim. Onlar: Evet, seninle birlikte iki kişi daha karşılaştı. Onlar da senin söylediklerinin aynısını söylediler, kendilerine sana söylenenlerin benzeri sözler söylendi, dediler.
Ben: Bu ikisi kimdir? dedim. Arkadaşlarım: Murâre b. Rabia el-Âmirî ve Hilâl b. Umeyye el-Vâkifî dediler. Bana Bedir’e katılmış, bu hususta bana uyulacak örnek olabilecek salih iki adamın ismini vermiş oldular. Bana bu ikisinin adını söyledikleri zaman ben de kararımı devam ettirdim.
Rasulullah (sav) bizlerle, yani kendisinden geri kalanlar arasından bu üç kişi ile konuşmayı yasakladı. Bunun üzerine insanlar bizden uzak durdular, bize karşı tutumları değişti. Öyle ki içimde, dünya benim için tanınmaz oldu, artık yeryüzü bildiğim yer değildi. Bu vaziyette eli gün kaldık. Diğer iki arkadaşım öylece kala kaldı, evlerinde oturup ağlamaya koyuldular. Ben ise onların en gençleri, en güçlüleri idim. Bundan dolayı dışarı çıkar, cemaatle namaz kılar, pazarlarda dolaşırdım ama benimle kimse konuşmuyordu. Namazdan sonra meclisinde oturmakta iken Rasulullah’ın yanına gider, ona selam verir, sonra da kendi kendime acaba selamımı almak için dudaklarını kıpırdattı mı, kıpırdatmadı mı derdim. Daha sonra ona yakın bir yerde namaza durur, gizlice ona bakardım. (Ona) bakmayı bitirip, kendimi namazıma verince, bana bakar, ben ona doğru yönelecek olursam yüzünü benden başka tarafa çevirirdi. Müslümanların benden bu uzaklaşmaları artık bana pek uzun gelmeye başlayınca çıkıp gittim ve sonunda amcam oğlu ve en sevdiğim insan olan Ebu Katâde’nin bahçe duvarına tırmandım. Ona selam verdim, vallahi selamımı almadı. Ona: Ey Ebu Katâde, Allah adına sana and veriyorum, benim Allah’ı ve Rasulünü sevdiğimi biliyor musun? dedim. Ebu Katâde sustu, tekrar ona and verdim, yine sustu, bir daha ona and verdim, bu sefer: Allah ve Rasulü en iyi bilir, dedi. Gözlerime yaş doldu, arkamı dönüp gittim, yine bahçe duvarını tırmandım.
Medine pazarında dolaştığım bir sırada Medine’ye satmak üzere buğday getirmiş Şam ahalisi Nabatîlerinden Nabatî birisi: Bana Ka‘b b. Malik’i kim gösterebilir, diyordu. İnsanlar beni işaret etmeye başladılar. Nihayet o kişi yanıma geldi, bana Gassan hükümdarından bir mektup uzattı. Ben yazabilen birisi idim, hemen onu okudum, o mektupta şunların yazdığını gördüm: Senin o arkadaşının seni terk ettiği haberi bize ulaşmış bulunuyor. Hâlbuki Allah seni değeri bilinmeyecek ve sahipsiz kalacağın bir yerde bırakmamıştır. Sen bizim yanımıza gel, biz seni gereği gibi görüp gözetiriz.
Ben bu yazılanları okuyunca: İşte bu da belanın (imtihanımın) bir parçasıdır dedim, derhal o mektubu alıp tandıra doğru gittim ve onu tandırda yaktım. Elli günün kırk günü geçtiği halde hakkımızda vahiy de gecikip gelmemişti. Bir baktım ki Rasulullah’ın (sav) elçisi yanıma geldi ve: Rasulullah (sav) sana hanımından uzak durmanı emrediyor, dedi. Ben: Onu boşayacak mıyım yoksa ne yapacağım? dedim. O: Hayır ondan uzak dur, ona yaklaşma, dedi. Diğer iki arkadaşıma da aynı emri göndermişti. Ben eşime: Ailenin yanına git, Allah bu husus hakkında hüküm verinceye kadar yanlarında kal, dedim.
Hilal b. Umeyye’nin hanımı Rasulullah’ın (sav) yanına geldi ve ona: Ey Allah’ın Rasulü, Hilal b. Umeyye oldukça yaşlı birisidir, kendi kendine bakamaz, ona hizmet edecek birisi de yoktur, benim ona hizmet edişimden rahatsız olur musun? dedi. Allah Rasulü: “Hayır ama sakın sana yaklaşmasın” buyurdu. Hanımı: Vallahi, onda hiçbir şey yapabilecek bir hareket dahi yok, vallahi onun başına gelen o hal geldiğinden bugüne kadar ağlayıp durmaktadır.
Ailemden birisi bana: Eşin hakkında sen de Rasulullah’tan (sav) izin istesen, çünkü o Hilal b. Umeyye’nin hanımına, eşine hizmet etmesi için izin verdi, dediler. Ben: Hayır bu hususta Rasulullah’tan (sav) izin istemeyeceğim, hem ben bu hususta kendisinden izin isteyecek olursam, genç bir adam olduğum halde bana ne söyleyeceğini nerden bileceğim, dedim. Bu halde on gün daha kaldım, böylelikle bizimle konuşmamızın yasaklanmasının üzerinden tam elli gün geçmiş oldu.
Sonra ellinci günün sabahında sabah namazını hanelerimizden birisinin damında kıldım. Ben, aziz ve celil Allah’ın hakkımızda söz ettiği şekilde, ruhum sıkılmış, yeryüzü de bütün genişliğiyle bana dar gelmiş halde oturmakta iken Sel’ tepesine çıkmış, yüksek sesle bağıran birisinin avazının çıkabildiği kadar: “Ey Ka‘b b. Mâlik, müjde sana!” dediğini işittim. Derhal secdeye kapandım ve artık kurtuluşun geldiğini anladım. Rasulullah (sav) insanlara sabah namazını kıldırdıktan sonra Allah’ın tevbemizi kabul etmiş olduğunu bildirmişti. Bunun üzerine insanlar bize müjde vermek için çıktılar. Diğer iki arkadaşıma doğru müjdeciler gitti, bir adam da bir ata binmek üzere koştu, Eslemlilerden birisi de bana doğru koşarak tepeye çıktı. Böylelikle ses attan daha hızlı gelmişti. Bana müjde vermek maksadıyla sesini duyduğum kişi yanıma gelince, altlı üstlü elbiselerimi çıkartıp, o müjdesine karşılık olmak üzere onları giysin diye ona verdim. Vallahi, o gün başka elbisem yoktu. Başkasından ödünç iki elbise aldım, onları giyerek Rasulullah’ın (sav) yanına doğru gitmek üzere yola koyuldum. İnsanlar büyük kalabalıklar halinde beni karşılıyor, tevbemin kabulü ile beni kutluyor ve: Allah’ın tevbeni kabul edişinden dolayı seni tebrik ederiz, diyorlardı. Sonunda mescide girdim, Rasulullah’ın (sav) mescitte etrafında da müslümanlar olduğu halde oturmakta olduğunu gördüm. Talha b. Ubeydullah derhal kalkıp bana doğru koşarak geldi, benimle tokalaştı ve beni tebrik etti. Vallahi, muhacirlerden ondan başka kimse kalkmamıştı.
Hadisin ravisi olan Ka‘b’ın oğlu dedi ki: Bu sebeple Ka‘b, Talha’nın bu davranışını unutmuyordu.
Ka‘b (devamla) dedi ki: Ben Rasulullah’a (sav) selam verince sevinçten yüzü parıl parıl parladığı halde: “Annenin seni doğurduğundan beri geçen bütün günlerinin en hayırlı günü ile seni müjdeliyorum” buyurdu. Ben: Ey Allah’ın Rasulü, bu (tevbemin) kabulü senin tarafından mı yoksa Allah tarafından mı dedim. O: “Hayır, Allah tarafından” buyurdu.
Rasulullah (sav) bir işe sevindi mi yüzü bir ay parçası gibi nurlanırdı. Bizler bunu çok iyi biliyorduk. Onun önünde oturdum ve: Ey Allah’ın Rasulü, malımı elimden çıkarıp Allah’a ve Rasulü’ne sadaka vermek benim tevbemin bir parçasıdır, dedim. Rasulullah (sav) da: “Malının bir kısmını elinde tut, o senin için daha hayırlıdır” buyurdu. Ben: O halde ben Hayber’deki payımı alıkoyayım, dedim. Ayrıca şunları söyledim: Ey Allah’ın Rasulü, şüphesiz Allah beni ancak doğru söylemekle kurtardı. Tevbemin bir parçası olmak üzere de hayatta kaldığım sürece doğrudan başka bir şey konuşmayacağım, dedim. Vallahi, bunu Rasulullah’a (sav) söylediğim günden şu günüme kadar doğru sözlülük hususunda Allah'ın müslümanlardan herhangi bir kimseye, bu hususta bana nasip ettiği nimetten daha güzelini nasip ettiğini bilmiyorum. Vallahi, o sözlerimi Rasulullah’a (sav) söylediğim günden itibaren şu günüme kadar kasten bir tek yalancık dahi söylemedim. Ömrümün geri kalan kısmında da Allah’ın beni koruyacağını ümit ederim.
Ka‘b (devamla) dedi ki: Aziz ve celil Allah da: “And olsun ki Allah, Rasulü’nü de içlerinden bir grubun gönülleri, az kalsın eğrilmek üzere iken, dar zamanda ona uyan muhacirlerle Ensar’ı da tevbeye muvaffak etti. Sonra onların bu tövbelerini de kabul buyurdu. Çünkü O, onları çok esirgeyendir, çok bağışlayandır. Geri bırakılan üç kişinin de (tevbesini kabul buyurdu.) Öyle ki yeryüzü bunca genişliğine rağmen onlara dar gelmişti. Kendi vicdanları da kendilerini sıktıkça sıkmıştı” (Tevbe, 117-118) buyruklarını “Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğrularla beraber olun” (Tevbe, 9/119) buyruğuna kadar indirdi.
Ka‘b dedi ki: Vallahi, Allah bana İslam hidayetini verdikten sonra kendi kanaatime göre Rasulullah’a (sav) doğruyu söylemekten daha büyük bir nimet lütfetmiş değildir. Çünkü böyle yapmayıp, ona yalan söylemiş olsaydım, yalan söyleyen diğerlerinin helâk olduğu gibi ben de helâk olacaktım. Çünkü vahiy nazil olunca Allah, o yalan söyleyen kimselere, başka kimselere söylediklerinin en ağır sözleriyle hitap etti. Yüce Allah: “Yanlarına döndüğünüzde, onlardan (azarlamayıp) vazgeçmeniz için, önünüzde Allah’a yemin edeceklerdir. O halde siz de onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardırlar. Kazandıklarının cezası olarak varacakları yer de cehennemdir. Kendilerinden hoşnut olmanız için size yemin ederler, siz onlardan hoşnut olsanız da şüphesiz Allah, o fasıklar topluluğundan hoşnut olmaz” (Tevbe, 95-96) buyurmaktadır.
Ka‘b dedi ki: Bizler yani bu üç kişi, Rasulullah’ın (sav) kendisine yemin edip onlarla bey’atleşip, onlara mağfiret dilediği o kimselerin durumundan sonra durumları ele alınan üç kişi olarak geri bırakılmış ve Rasulullah (sav) bizim işimizi bu hususta Allah hükmünü verinceye kadar geciktirmiş, ertelemiş idi. Bundan dolayı aziz ve celil Allah: “Geri bırakılan üç kişinin de (tövbesini kabul buyurdu)” (Tevbe, 9/118) buyurdu. Yoksa yüce Allah’ın bizi sonraya bırakılanlardan olduğumuzu söz konusu etmesi gazadan geri kalışımız değildir. Bununla O’nun bizleri sonraya bırakıp, işimizi Rasulullah’a (sav) yemin edip, ona mazeret beyan etmeleri üzerine mazeretlerini kabul ettiği kişilerden sonraya geciktirmesi ve bırakmasını kast etmiştir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Tevbe 7016, /1135
Senetler:
1. Ka'b b. Malik el-Ensarî (Ka'b b. Malik b. Ebu Ka'b b. Kayn b. Ka'b)
2. Abdullah b. Ka'b el-Ensarî (Abdullah b. Ka'b b. Malik b. Amr b. Kayn)
3. Abdurrahman b. Abdullah el-Ensarî (Abdurrahaman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik)
4. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
5. Yunus b. Yezid el-Eyli (Yunus b. Yezid b. Mişkan)
6. Abdullah b. Vehb el-Kuraşî (Abdullah b. Vehb b. Müslim)
7. Ebu Tahir Ahmed b. Amr el-Kuraşî (Ahmed b. Amr b. Abdullah)
Konular:
Allah İnancı, kullarına karşı sevecen ve merhametlidir
DOĞRULUK VE YALANCILIK
Dürüstlük, doğruluk
Hz. Peygamber, tebessüm etmesi
İstiaze, Allah'a sığınmak
Kur'an, Nüzul sebebleri
Münafık, Nifak / Münafık
Münafık, yaptıkları şeyler (Resulullah zamanında)
Siyer, Tebük gazvesi
Tebessüm, kardeşinin yüzüne tebessüm etmek
Bize Abd b. Humeyd, ona Yakub b. İbrahim b. Sa'd, ona babası, ona Muhammed b. İshak, ona ez-Zührî, ona Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe, ona da Abdullah b. Abbas'ın (r. anhümâ) rivayet ettiğine göre Ömer b. Hattab (ra) şöyle demiştir:
Abdullah b. Übey öldüğünde Rasûlullah (s.a.v.), onun cenaze namazına çağrıldı. O (sav) da kalkıp gitti. Namaz kılmak için cenazenin karşısına geçince yerimden kalkarak göğsü hizasına dikildim ve 'Ya Rasulallah! Yaşarken falan falan günlerde şöyle şöyle diyen Allah'ın düşmanı Abdullah b. Übey’in cenaze namazını mı kılacaksın?' Bu sözlerim karşısında Rasulullah (sav) tebessüm etti. Bu konuda sözü uzatınca dedi ki: "Benden biraz geri dur, ey Ömer! Şüphesiz ki ben, serbest bırakıldım ve bir tercihte bulundum. Zira bana 'Onlar (münafıklar) için ister af dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek.' (Tevbe 2/80) buyruldu. Eğer yetmiş kezden fazla af dilediğimde bağışlanacağını bilsem kesinlikle dilerdim." Ardından onun cenaze namazını kıldı ve onunla birlikte yürüdü, defin işi bitinceye kadar kabrinin başında durdu. Allah ve Rasulü (sav), doğrusunu bilirken Rasûlullah'a (sav) karşı olan bu cesaretim sebebiyle şaşarım halime! Vallahi, az bir zaman geçmişti ki şu iki ayet nazil oldu: 'Onlardan ölen hiç biri üzerine asla namaz kılma; kabri başında da durma. Çünkü onlar, Allah ve Resûlünü inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler. Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah, bunlarla ancak dünyada onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kâfir olarak canlarının güçlükle çıkmasını istiyor.' (Tevbe 9/84-85) Bundan sonra Rasulullah (sav), vefat edinceye kadar hiçbir münafığın cenaze namazını kılmadı, kabrinin başında da durmadı.
Ebu İsa (Tirmizi) şöyle dedi: Bu, hasen sahih garib bir hadistir.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
18582, T003097
Hadis:
حَدَّثَنَا عَبْدُ بْنُ حُمَيْدٍ حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ بْنِ سَعْدٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ إِسْحَاقَ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُتْبَةَ عَنِ ابْنِ عَبَّاسٍ قَالَ سَمِعْتُ عُمَرَ بْنَ الْخَطَّابِ يَقُولُ لَمَّا تُوُفِّىَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أُبَىٍّ دُعِىَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لِلصَّلاَةِ عَلَيْهِ فَقَامَ إِلَيْهِ فَلَمَّا وَقَفَ عَلَيْهِ يُرِيدُ الصَّلاَةَ تَحَوَّلْتُ حَتَّى قُمْتُ فِى صَدْرِهِ فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَعَلَى عَدُوِّ اللَّهِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أُبَىٍّ الْقَائِلِ يَوْمَ كَذَا كَذَا وَكَذَا يَعُدُّ أَيَّامَهُ . قَالَ وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم: يَتَبَسَّمُ حَتَّى إِذَا أَكْثَرْتُ عَلَيْهِ قَالَ " أَخِّرْ عَنِّى يَا عُمَرُ . إِنِّى خُيِّرْتُ فَاخْتَرْتُ قَدْ قِيلَ لِى ( اسْتَغْفِرْ لَهُمْ أَوْ لاَ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ إِنْ تَسْتَغْفِرْ لَهُمْ سَبْعِينَ مَرَّةً فَلَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لَهُمْ ) لَوْ أَعْلَمُ أَنِّى لَوْ زِدْتُ عَلَى السَّبْعِينَ غُفِرَ لَهُ لَزِدْتُ " . قَالَ ثُمَّ صَلَّى عَلَيْهِ وَمَشَى مَعَهُ فَقَامَ عَلَى قَبْرِهِ حَتَّى فُرِغَ مِنْهُ قَالَ فَعَجَبٌ لِى وَجُرْأَتِى عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَاللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ فَوَاللَّهِ مَا كَانَ إِلاَّ يَسِيرًا حَتَّى نَزَلَتْ هَاتَانِ الآيَتَانِ ( وَلاَ تُصَلِّ عَلَى أَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ أَبَدًا وَلاَ تَقُمْ عَلَى قَبْرِهِ ) إِلَى آخِرِ الآيَةِ قَالَ: فَمَا صَلَّى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بَعْدَهُ عَلَى مُنَافِقٍ وَلاَ قَامَ عَلَى قَبْرِهِ حَتَّى قَبَضَهُ اللَّهُ . قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ غَرِيبٌ .
Tercemesi:
Bize Abd b. Humeyd, ona Yakub b. İbrahim b. Sa'd, ona babası, ona Muhammed b. İshak, ona ez-Zührî, ona Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe, ona da Abdullah b. Abbas'ın (r. anhümâ) rivayet ettiğine göre Ömer b. Hattab (ra) şöyle demiştir:
Abdullah b. Übey öldüğünde Rasûlullah (s.a.v.), onun cenaze namazına çağrıldı. O (sav) da kalkıp gitti. Namaz kılmak için cenazenin karşısına geçince yerimden kalkarak göğsü hizasına dikildim ve 'Ya Rasulallah! Yaşarken falan falan günlerde şöyle şöyle diyen Allah'ın düşmanı Abdullah b. Übey’in cenaze namazını mı kılacaksın?' Bu sözlerim karşısında Rasulullah (sav) tebessüm etti. Bu konuda sözü uzatınca dedi ki: "Benden biraz geri dur, ey Ömer! Şüphesiz ki ben, serbest bırakıldım ve bir tercihte bulundum. Zira bana 'Onlar (münafıklar) için ister af dile, ister dileme. Onlar için yetmiş kez af dilesen de Allah onları asla affetmeyecek.' (Tevbe 2/80) buyruldu. Eğer yetmiş kezden fazla af dilediğimde bağışlanacağını bilsem kesinlikle dilerdim." Ardından onun cenaze namazını kıldı ve onunla birlikte yürüdü, defin işi bitinceye kadar kabrinin başında durdu. Allah ve Rasulü (sav), doğrusunu bilirken Rasûlullah'a (sav) karşı olan bu cesaretim sebebiyle şaşarım halime! Vallahi, az bir zaman geçmişti ki şu iki ayet nazil oldu: 'Onlardan ölen hiç biri üzerine asla namaz kılma; kabri başında da durma. Çünkü onlar, Allah ve Resûlünü inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler. Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah, bunlarla ancak dünyada onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kâfir olarak canlarının güçlükle çıkmasını istiyor.' (Tevbe 9/84-85) Bundan sonra Rasulullah (sav), vefat edinceye kadar hiçbir münafığın cenaze namazını kılmadı, kabrinin başında da durmadı.
Ebu İsa (Tirmizi) şöyle dedi: Bu, hasen sahih garib bir hadistir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Tirmizî, Sünen-i Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'an 9, 5/279
Senetler:
1. Ebu Hafs Ömer b. Hattab el-Adevî (Ömer b. Hattab b. Nüfeyl b. Abdüluzza)
2. İbn Abbas Abdullah b. Abbas el-Kuraşî (Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
3. Ebu Abdullah Ubeydullah b. Abdullah el-Hüzeli (Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud b. Gâfil)
4. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
5. İbn İshak el-Kuraşî (Muhammed b. İshak b. Yesar b. Hıyar)
6. Ebu İshak İbrahim b. Sa'd ez-Zührî (İbrahim b. Sa'd b. İbrahim b. Abdurrahman b. Avf)
7. Ebu Yusuf Yakub b. İbrahim el-Kuraşî (Yakub b. İbrahim b. Sa'd b. İbrahim b. Abdurrahman b. Avf)
8. Abd b. Humeyd el-Keşşi (Abdulhumeyd b. Humeyd b. Nasr)
Konular:
Cenaze namazı, münafığın
Hz. Peygamber, tebessüm etmesi
KTB, NAMAZ,
Kur'an, Nüzul sebebleri
Münafık, Abdullah b. Übeyy b. Selul (Münafıkların reisi)
Tebessüm, kardeşinin yüzüne tebessüm etmek
أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ الْمُبَارَكِ قَالَ حَدَّثَنَا حُجَيْنُ بْنُ الْمُثَنَّى قَالَ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنْ عُقَيْلٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَبَّاسٍ عَنْ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ قَالَ لَمَّا مَاتَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أُبَىِّ ابْنِ سَلُولَ دُعِى لَهُ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لِيُصَلِّىَ عَلَيْهِ فَلَمَّا قَامَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَثَبْتُ إِلَيْهِ فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ تُصَلِّى عَلَى ابْنِ أُبَىٍّ وَقَدْ قَالَ يَوْمَ كَذَا وَكَذَا كَذَا وَكَذَا أُعَدِّدُ عَلَيْهِ فَتَبَسَّمَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَقَالَ " أَخِّرْ عَنِّى يَا عُمَرُ " . فَلَمَّا أَكْثَرْتُ عَلَيْهِ قَالَ " إِنِّى قَدْ خُيِّرْتُ فَاخْتَرْتُ فَلَوْ عَلِمْتُ أَنِّى لَوْ زِدْتُ عَلَى السَّبْعِينَ غُفِرَ لَهُ لَزِدْتُ عَلَيْهَا " . فَصَلَّى عَلَيْهِ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ثُمَّ انْصَرَفَ فَلَمْ يَمْكُثْ إِلاَّ يَسِيرًا حَتَّى نَزَلَتِ الآيَتَانِ مِنْ بَرَاءَةَ ( وَلاَ تُصَلِّ عَلَى أَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ أَبَدًا وَلاَ تَقُمْ عَلَى قَبْرِهِ إِنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَمَاتُوا وَهُمْ فَاسِقُونَ ) فَعَجِبْتُ بَعْدُ مِنْ جُرْأَتِى عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَوْمَئِذٍ وَاللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ .
Bize Muhammed b. Abdullah b. Mübarek, ona Huceyn b. Müsenna, ona Leys, ona Ukayl, ona İbn Şihab, ona Ubeydullah b. Abdullah, ona da Abdullah b. Abbas’ın (r. anhümâ) rivayet ettiğine göre Ömer b. Hattab (ra) şöyle demiştir:
Abdullah b. Übey öldüğünde Rasûlullah (s.a.v.), onun cenaze namazına çağrıldı. Rasulullah (sav) cenaze namazını kılmak için kalkınca karşısına atıldım ve ‘Ya Rasulallah! Übey b. Selül’ün cenaze namazını kılacaksın. Oysa o, şu şu günlerde, şöyle şöyle söylemişti.’ diyerek yaptıklarını saymaya başladım. Bu sözlerim karşısında Rasulullah (sav) tebessüm etti ve "Benden biraz geri dur, ey Ömer!" dedi. Kendisine karşı sözü uzatınca da "Şüphesiz ki ben, serbest bırakıldım ve bir tercihte bulundum. Eğer yetmiş kezden fazla af dilediğimde bağışlanacağını bilsem kesinlikle dilerdim." dedi. Ardından onun cenaze namazını kıldı. Derken az bir zaman geçmişti ki Berâe (Tevbe) Suresi’nden iki ayet indi. 'Onlardan ölen hiç biri üzerine asla namaz kılma; kabri başında da durma. Çünkü onlar, Allah ve Resûlünü inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler. Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah, bunlarla ancak dünyada onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kâfir olarak canlarının güçlükle çıkmasını istiyor.' (Tevbe 9/84-85) Allah ve Rasulü (sav), doğrusunu bilirken o gün Rasûlullah'a (s.a.v.) karşı olan bu cesaretime daha sonra şaşırmışımdır!
Öneri Formu
Hadis Id, No:
18968, N001968
Hadis:
أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ الْمُبَارَكِ قَالَ حَدَّثَنَا حُجَيْنُ بْنُ الْمُثَنَّى قَالَ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنْ عُقَيْلٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَبَّاسٍ عَنْ عُمَرَ بْنِ الْخَطَّابِ قَالَ لَمَّا مَاتَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أُبَىِّ ابْنِ سَلُولَ دُعِى لَهُ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لِيُصَلِّىَ عَلَيْهِ فَلَمَّا قَامَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَثَبْتُ إِلَيْهِ فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ تُصَلِّى عَلَى ابْنِ أُبَىٍّ وَقَدْ قَالَ يَوْمَ كَذَا وَكَذَا كَذَا وَكَذَا أُعَدِّدُ عَلَيْهِ فَتَبَسَّمَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَقَالَ " أَخِّرْ عَنِّى يَا عُمَرُ " . فَلَمَّا أَكْثَرْتُ عَلَيْهِ قَالَ " إِنِّى قَدْ خُيِّرْتُ فَاخْتَرْتُ فَلَوْ عَلِمْتُ أَنِّى لَوْ زِدْتُ عَلَى السَّبْعِينَ غُفِرَ لَهُ لَزِدْتُ عَلَيْهَا " . فَصَلَّى عَلَيْهِ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ثُمَّ انْصَرَفَ فَلَمْ يَمْكُثْ إِلاَّ يَسِيرًا حَتَّى نَزَلَتِ الآيَتَانِ مِنْ بَرَاءَةَ ( وَلاَ تُصَلِّ عَلَى أَحَدٍ مِنْهُمْ مَاتَ أَبَدًا وَلاَ تَقُمْ عَلَى قَبْرِهِ إِنَّهُمْ كَفَرُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ وَمَاتُوا وَهُمْ فَاسِقُونَ ) فَعَجِبْتُ بَعْدُ مِنْ جُرْأَتِى عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَوْمَئِذٍ وَاللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ .
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Abdullah b. Mübarek, ona Huceyn b. Müsenna, ona Leys, ona Ukayl, ona İbn Şihab, ona Ubeydullah b. Abdullah, ona da Abdullah b. Abbas’ın (r. anhümâ) rivayet ettiğine göre Ömer b. Hattab (ra) şöyle demiştir:
Abdullah b. Übey öldüğünde Rasûlullah (s.a.v.), onun cenaze namazına çağrıldı. Rasulullah (sav) cenaze namazını kılmak için kalkınca karşısına atıldım ve ‘Ya Rasulallah! Übey b. Selül’ün cenaze namazını kılacaksın. Oysa o, şu şu günlerde, şöyle şöyle söylemişti.’ diyerek yaptıklarını saymaya başladım. Bu sözlerim karşısında Rasulullah (sav) tebessüm etti ve "Benden biraz geri dur, ey Ömer!" dedi. Kendisine karşı sözü uzatınca da "Şüphesiz ki ben, serbest bırakıldım ve bir tercihte bulundum. Eğer yetmiş kezden fazla af dilediğimde bağışlanacağını bilsem kesinlikle dilerdim." dedi. Ardından onun cenaze namazını kıldı. Derken az bir zaman geçmişti ki Berâe (Tevbe) Suresi’nden iki ayet indi. 'Onlardan ölen hiç biri üzerine asla namaz kılma; kabri başında da durma. Çünkü onlar, Allah ve Resûlünü inkâr ettiler ve fâsık olarak öldüler. Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah, bunlarla ancak dünyada onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kâfir olarak canlarının güçlükle çıkmasını istiyor.' (Tevbe 9/84-85) Allah ve Rasulü (sav), doğrusunu bilirken o gün Rasûlullah'a (s.a.v.) karşı olan bu cesaretime daha sonra şaşırmışımdır!
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Nesâî, Sünen-i Nesâî, Cenâiz 1968, /2216
Senetler:
1. Ebu Hafs Ömer b. Hattab el-Adevî (Ömer b. Hattab b. Nüfeyl b. Abdüluzza)
2. İbn Abbas Abdullah b. Abbas el-Kuraşî (Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
3. Ebu Abdullah Ubeydullah b. Abdullah el-Hüzeli (Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud b. Gâfil)
4. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
5. Ebu Halid Ukayl b. Halid el-Eylî (Ukayl b. Halid b. Ukayl)
6. Ebu Haris Leys b. Sa'd el-Fehmî (Leys b. Sa'd b. Abdurrahman)
7. Ebu Ömer Huceyn b. Müsenna (Huceyn b. Müsenna)
8. Ebu Cafer Muhammed b. Abdullah el-Mahrami (Muhammed b. Abdullah b. Mübarek)
Konular:
Cenaze namazı, münafığın
Hz. Peygamber, tebessüm etmesi
KTB, NAMAZ,
Kur'an, Nüzul sebebleri
Tebessüm, kardeşinin yüzüne tebessüm etmek
Öneri Formu
Hadis Id, No:
18130, T002981
Hadis:
حَدَّثَنَا عَبْدُ بْنُ حُمَيْدٍ حَدَّثَنَا هِشَامُ بْنُ الْقَاسِمِ عَنِ الْمُبَارَكِ بْنِ فَضَالَةَ عَنِ الْحَسَنِ عَنْ مَعْقِلِ بْنِ يَسَارٍ: أَنَّهُ زَوَّجَ أُخْتَهُ رَجُلاً مِنَ الْمُسْلِمِينَ عَلَى عَهْدِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَكَانَتْ عِنْدَهُ مَا كَانَتْ ثُمَّ طَلَّقَهَا تَطْلِيقَةً لَمْ يُرَاجِعْهَا حَتَّى انْقَضَتِ الْعِدَّةُ فَهَوِيَهَا وَهَوِيَتْهُ ثُمَّ خَطَبَهَا مَعَ الْخُطَّابِ فَقَالَ لَهُ: يَا لُكَعُ أَكْرَمْتُكَ بِهَا وَزَوَّجْتُك فَطَلَّقْتَهَا وَاللَّهِ لاَ تَرْجِعُ إِلَيْكَ أَبَدًا آخِرُ مَا عَلَيْكَ قَالَ: فَعَلِمَ اللَّهُ حَاجَتَهُ إِلَيْهَا وَحَاجَتَهَا إِلَى بَعْلِهَا فَأَنْزَلَ اللَّهُ: ( وَإِذَا طَلَّقْتُمُ النِّسَاءَ فَبَلَغْنَ أَجَلَهُنَّ ) إِلَى قَوْلِهِ -( وَأَنْتُمْ لاَ تَعْلَمُونَ ) فَلَمَّا سَمِعَهَا مَعْقِلٌ قَالَ: سَمْعًا لِرَبِّى وَطَاعَةً ثُمَّ دَعَاهُ فَقَالَ: أُزَوِّجُكَ وَأُكْرِمُكَ . قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ . وَقَدْ رُوِىَ مِنْ غَيْرِ وَجْهٍ عَنِ الْحَسَنِ وهو عن الحسن غريب. وَفِى هَذَا الْحَدِيثِ دَلاَلَةٌ عَلَى أَنَّهُ لاَ يَجُوزُ النِّكَاحُ بِغَيْرِ وَلِىٍّ لأَنَّ أُخْتَ مَعْقِلِ بْنِ يَسَارٍ كَانَتْ ثَيِّبًا فَلَوْ كَانَ الأَمْرُ إِلَيْهَا دُونَ وَلِيِّهَا لَزَوَّجَتْ نَفْسَهَا وَلَمْ تَحْتَجْ إِلَى وَلِيِّهَا مَعْقِلِ بْنِ يَسَارٍ وَإِنَّمَا خَاطَبَ اللَّهُ فِى الآيَةِ الأَوْلِيَاءَ فَقَالَ :( لاَ تَعْضُلُوهُنَّ أَنْ يَنْكِحْنَ أَزْوَاجَهُنَّ) فَفِى هَذِهِ الآيَةِ دَلاَلَةٌ عَلَى أَنَّ الأَمْرَ إِلَى الأَوْلِيَاءِ فِى التَّزْوِيجِ مَعَ رِضَاهُنَّ .
Tercemesi:
Ma’kıl b. Yesâr (r.a.)’den rivâyete göre; Ma’kıl, Peygamber (s.a.v.) zamanında kız kardeşini bir Müslüman’la evlendirdi. Bu kadın o kimse yanında belli bir süre kaldı. Sonra o kişi bu kadını bir talakla boşadı, bekleme süresi doluncaya kadar da ona müracaat etmedi. Sonra kadın o adama o adam da kadına istek duydu. Pek çok dünürcü ile beraber o da o kadını istedi. Ma’kıl ona: “Hey şaşkın adam ben onu sana vermiş ve seninle evlendirmişken sen onu boşadın vallahi sana ebediyen bir daha dönemez. Senin onunla bir alakan kalmamıştır” dedi. Allah ise bu erkeğin o kadına o kadının da bu erkeğe ihtiyacı olduğunu bilmekteydi. Bu yüzden Bakara sûresi 232. ayetini indirdi: “Eşlerinizi boşadığınızda bekleme süreleri de sona erdiğinde kocalarıyla örfe uygun güzelce anlaşmışlarsa onlara engel olmayın. Bu Allah’a ve ahiret gününe inanan her biriniz için bir uyarıdır ve sizin için en erdemli ve en temiz yoldur. Allah bilir siz bilmezsiniz.” Ma’kıl bunu işitince Rabbimi dinlemek ve boyun eğmek vazifemdir, sonra eski kocasını çağırdı ve seni evlendirip ikramda bulunacağım. Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir. Bu hadis başka şekilde de Hasan-ı Basrî’den rivâyet edilmiş olup garibtir. Bu hadiste velisiz nikahın caiz olmadığına bir işaret vardır. Çünkü Ma’kıl’ın kız kardeşi dul idi. Evlenme işi velisinden ayrı olarak kendi elinde olsaydı kendi kendini evlendirir. Ma’kıl’e muhtaç olmazdı. Nihayet Allah bu ayeti kerimede velilere hitap ederek şöyle buyurmaktadır: “...anlaşmışlarsa onlara engel olmayın...” Bu ayette’de; Evlendirme konusunda salahiyetin kadının rızası alınmak suretiyle velilere aid olduğuna bir işaret vardır.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Tirmizî, Sünen-i Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'an 2, 5/216
Senetler:
()
Konular:
Boşanma, ardından eski kocaya/hanıma dönüş durumu
Boşanma, boşanma şekli, sünnete uygun boşama
KTB, NİKAH
Kur'an, Nüzul sebebleri
Nikah, velinin evlendirmesi
Örf, hareket ölçüsü olarak kullanımı