112 Kayıt Bulundu.
"Uhud Savaşı’ndan iki yıl sonra Ahzâb Gazvesi meydana geldi. Bu, Hendek Günü idi. Rasulullah (sav) o gün Medine tarafındaydı. Müşriklerin lideri Ebu Süfyân’dı. Rasulullah (sav) ve ashabını on küsur gece kuşattılar. Sıkıntı her birine iyice ulaştı. Öyle ki, Nebî (sav), [İbn Müseyyeb’in rivayetine göre] 'Allah’ım! Sana ahdini ve vaadini hatırlatıyorum. Allah’ım! Eğer dilersen, (yeryüzünde) Sana artık ibadet edilmez' diye dua etti. Bu durum devam ederken, Nebî (sav), o gün Ebu Süfyân'ın yanında saf tutan, Gatafân kabilesinin lideri Uyeyne b. Hısn b. Bedr el-Fazârî’ye haber gönderdi ve 'Ne dersin, sana Ensar hurmalarının üçte birini versem, yanındaki Gatafânlıları alıp dönerek Müşrik ordusu (Ahzâb) arasında çözülme sağlar mısın?' dedi. Uyeyne 'Eğer bana yarısını verirsen yaparım' diye haber gönderdi. Bunun üzerine Nebî (sav), Evs kabilesinin reisi Sa'd b. Muâz ile, Hazrec kabilesinin reisi Sa'd b. Ubâde’yi çağırdı ve onlara 'Uyeyne b. Hısn, hurmalarınızın yarısını benden istedi. Karşılığında yanındaki Gatafânlılarla geri dönecek ve Ahzâb arasında çözülme sağlayacak. Ben ona üçte birini verdim, ama o yarısını istiyor. Siz ne dersiniz?' diye sordu. Onlar da 'Ey Allah’ın Resûlü! Eğer bu konuda sana bir emir gelmişse, Allah’ın emrini uygula' dediler. Rasulullah (sav) 'Eğer bana bu konuda bir emir gelseydi, size danışmazdım. Ama bu, benim kendi görüşüm, size arz ediyorum' buyurdu. Onlar 'Biz ona ancak kılıcı veririz' dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) 'İyi o zaman öyle olsun' buyurdu. Ma'mer der ki: Bana İbn Ebu Necîh haber verdiğine göre onlar 'Vallahi, ey Allah’ın Rasûlü! Allah bize İslâm’ı getirdiği vakit dahi ona (Uyeyne’ye) böyle bir şey vermezken, şimdi mi vereceğiz?' dediler. Hz. Nebî (sav) de ' iyi o zaman öyle olsun' dedi" Zuhrî, İbn Müseyyeb’den rivayetinde der ki: "Bu sırada Nuaym b. Mesûd el-Eşcaî geldi. O, hem Müslümanlar hem de karşı taraf tarafından güvenilir biriydi. İkisiyle de anlaşmalıydı. Nuaym Hz. Peygamber'e (sav) şöyle dedi: Ben Uyeyne ve Ebu Süfyân’ın yanında iken, onlara Kurayza oğullarından bir elçi geldi ve 'Dayanın! Biz Müslümanların merkezine saldıracağız' dedi. Hz. Peygamber (sav) 'Belki de onlara bunu biz emretmişizdir' buyurdu. Nuaym, sözü saklamayan biriydi. Nebî'nin (sav) bu sözünü aldı ve gitti. Ömer (ra) geldi ve 'Ey Allah’ın Rasulü! Eğer bu Allah’tan bir emir ise onu uygula, ama eğer kendi görüşünse, Kureyş ve Kurayza oğullarının meselesi senin için o kadar önemsiz ki kimsenin bu konuda sana söz söyleme hakkı yoktur' dedi. Bunun üzerine Nebî (sav) 'O adamı (Nu‘aym’ı) bana getirin' buyurdu. Onu getirdiler. Nebî (sav) ona 'Sana söylediğimiz şeyi kimseye söyleme' dedi. Nuaym gitti, Uyeyne ve Ebu Süfyân’ın yanına vardı ve onlara 'Muhammed’in ağzından işittiğiniz her söz doğru değil miydi?' dedi. Onlar 'Evet' dediler. Nuaym 'Ben ona Kurayza oğulları meselesini söyleyince, bana 'Belki biz onlara bunu emretmişizdir' dedi.' diye aktardı. Ebu Süfyân, 'Eğer bu bir hile ise yakında anlarız' dedi ve Kurayza oğullarına 'Bize, dayanmamızı ve Müslümanların merkezine saldıracağınızı söylediniz; bunun için bize rehin verin' diye haber gönderdi. Onlar da 'Şimdi cumartesi gecesi girdi, biz cumartesi günü hiçbir iş yapmayız' dediler. Bunun üzerine Ebu Süfyân, 'Kurayza oğulları bize tuzak kuruyor, çekilip gidin' dedi. Derken Allah onlara rüzgâr gönderdi, kalplerine korku düşürdü, ateşlerini söndürdü, atlarının bağlarını çözdü ve böylece savaşmadan çekip gittiler. Ravi der ki: Yüce Allah'ın 'Savaşta, inananlara Allah'ın yardımı yetti. Allah kuvvetli olandır, güçlü olandır' [Ahzâb, 33/25] buyruğu buna işarettir." Ravi der ki: "Hz. Peygamber (sav), ashabını onları takip etmeye çağırdı. Onları, Hamrâü’l-Esed’e kadar takip ettiler, sonra geri döndüler. Nebî (sav) zırhını çıkardı, gusletti ve güzel koku sürdü. Bu sırada Cebrail (as) 'Allah seni sana saldıran düşmanlarından korusun. Görüyorum ki Sen zırhını çıkarmışsın ama biz henüz çıkarmadık' diye Hz. Peygamber'e (sav) seslendi. Bunun üzerine Nebî (sav) hemen kalktı ve ashabına 'Size kesin olarak söylüyorum ki, Kurayza oğulları yurduna varıncaya kadar ikindi namazını kılmayın' buyurdu. Güneş batmadan oraya ulaşamadılar. Müslümanların bir kısmı 'Nebî (sav) namazı terk etmenizi istemedi' diyerek namazını yolda kıldı; bir kısmı ise 'Biz Nebî'nin (sav) kesin emrindeyiz, bunda sakınca yok' dedi. Böylece bir gurup inanarak ve sevabını Allah'tan umarak namazını orada kıldı, bir kısmı da inanarak ve sevabını Allah'tan umarak namazını kılmadı. Hz. Nebî (sav) iki gruptan hiçbirini kınamadı. Nebî (sav) yolda bazı toplulukların yanından geçti ve 'Buradan kim geçti?' diye sordu. Onlar 'Dihye el-Kelbî, beyaz bir katır üzerinde, altında ipekli bir örtü ile geçti' dediler. Nebî (sav) 'O Dihye değildi; o, Cebrâil’di. Kurayza oğullarına gidip, kalelerini sarsmak ve kalplerine korku salmak için gönderilmişti' buyurdu." "Müslümanlar Kurayza oğullarını kuşattılar. Nebî (sav) yaklaşıp konuşmalarını duyabilmek için sahabeye, kalkanlarıyla, kendisini taşlardan korumalarını emretti. Nebî (sav) onlara 'Ey maymun ve domuzun kardeşleri!' diye seslendi. Onlar: 'Ey Ebu Kâsım! Sen kaba bir insan değildin' dediler. Nebî (sav) onları savaşmadan önce İslâm’a davet etti, ancak onlar kabul etmediler. Hz. Peygamber ve beraberindeki Müslümanlar onlarla savaştı, sonunda, Sa'd b. Muâz’ın hüküm vermesi şartıyla teslim oldular ve Hz. Peygamber'in hakemliğini reddettiler. Böylece onlar kendileri için ağır bir hükme razı oldular. (Müslümanlar) onları getirdiler. Sa'd b. Mu‘âz, bir merkep üzerinde tutunmuş olarak geldi. Nihayet hepsi birlikte Allah’ın Rasulü’nün yanına vardılar. Kurayza oğulları, eski dostluklarını hatırlatarak Sa'd'ı etkilemeye çalıştı. Sa'd b. Muâz, vereceği hüküm konusunda Allah’ın Rasûlü (sav) ile istişare etmek üzere ona yönelmeye başladı. Hükmü açıklamadan önce, Rasulullah’ın (sav) ne diyeceğini bekliyordu. Allah Rasulü de ona 'Devam et, ben de bu hükme razıyım' demek istercesine 'Evet' diyordu. Sa'd 'Savaşçı erkekleri öldürülecek, malları taksim edilecek, kadın ve çocukları esir edilecektir' diye hüküm verdi. Nebî (sav) 'Doğru hüküm verdin' buyurdu. Hendek savaşında Müşrikleri Allah’ın Rasulü’ne (sav) karşı müşrikleri kışkırtan Huyey b. Ahtab, Kurayza oğullarına gelip geceleyin onların kalesinin kapısını çaldı. Onların reisi (Ka‘b b. Esed) 'Bu uğursuz bir adamdır. Sakın Huyey size uğursuzluk getirmesin' dedi. Fakat Huyey onlara seslenerek 'Ey Kurayza oğulları! Bana cevap vermeyecek misiniz? Bana katılmayacak mısınız? Beni misafir etmeyecek misiniz? Ben mağrur bir toplulukla geldim' dedi. Bunun üzerine Kurayza oğulları 'Vallahi ona kapıyı açacağız' dediler ve sonunda ona kapıyı açtılar. Huyey onların kalesine girdiğinde 'Ey Kurayza oğulları! Size zamanın en güçlü döneminde geldim. Size öyle bir soğuk (güçlü) rüzgârın estiği vakitte geldim ki, onun karşısında hiçbir güç duramaz' dedi. Reisleri ona 'Sen bize, gelip geçici ve yakında dağılacak bir soğuk (güçlü) dalgası mı vaat ediyorsun, yoksa bizi hiç ayrılmayan, sürekli bir deniz (gibi) kuşatacak bir tehlikenin karşısında mı bırakıyorsun? Sen bize ancak aldatıcı bir vaat veriyorsun' dedi. Buna rağmen Huyey, onlarla anlaşma yaptı ve 'Eğer Müşrik ordusu (Ahzab) dağılırsa, sizinle birlikte kalenizde kalacağım' dedi. Bunu üzerine onlar Hz. Peygamber’e (sav) ve Müslümanlara ihanet etmeyi kabul ettiler. Allah, Ahzab ordusunu dağıttığında Huyey, Ravhâ denilen yere gelince, onlara verdiği ahdi ve yaptığı sözleşmeyi hatırladı ve geri dönerek onlarla birlikte kaleye girdi. Sonra Kurayza oğulları esir edilince, Huyey b. Ahtab, dizbağı ile bağlı olarak getirildi. Peygamber’e (sav) 'Vallahi, sana düşmanlık etmemde kendimi kınamıyorum, ancak Allah kimi zelil kılarsa, o mutlaka zelil olur' dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav) emretti, boynu vuruldu."
Bize Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Salim, ona da İbn Ömer şöyle demiştir: Peygamber (sav) Hâlid b. Velîd'i -sanıyorum- Cezîme oğulları kabilesi üzerine gönderdi ve onları İslam'a davet etti. Onlar “Müslüman olduk (أَسْلَمْنَا)” kelimesini iyi söyleyemedikleri için (Müslüman olduklarını ifade etmek üzere, şirki kast ederek) “biz dinden çıktık, biz dinden çıktık (صَبَأْنَا صَبَأْنَا)” demeye başladılar. Ancak Hâlid (dediklerini anlamadığı için) bunlardan bir kısmını öldürmeğe, bir kısmını da esir etmeye başladı ve her birimize esirini verdi. Ertesi sabah olunca bize esirlerimizi öldürmemizi emretti. İbn Ömer der ki: Bunun üzerine ben “Vallahi ben ve arkadaşlarımdan hiçbiri esirini öldürmeyecek” dedim. Hz. Peygamber'e (sav) gelip Halid'in yaptığını anlattılar. Hz. Peygamber ellerini kaldırıp iki defa "Allah'ım, ben Halid b. Velîd'in işlediği bu cürümden beri olduğumu sana bildiriyorum" buyurdu.
Abdurrezzâk, ona Ma‘mer, Zuhrî şöyle demiştir: "Rasulullah (sav) hicret ettikten ve Habeşistan’da bulunan Müslümanlar da (Medine’ye) geldikten sonra, Şam tarafına, Kelb, Belkîn, Gassân ve Şam sınırındaki Arap kâfirleri üzerine, iki birlik (seriyye) gönderdi. Rasulullah (sav) bu birliklerden birine, Kureyş’in Fihr kolundan olan Ebu Ubeyde b. Cerrâh’ı, diğerine ise Amr b. el-Âs’ı kumandan tayin etti. Ebu Ubeyde’nin birliğine Ebu Bekir ile Ömer de katıldı. İki birliğin hareket vakti gelince Rasulullah (sav) Ebu Ubeyde ile Amr b. Âs’ı çağırdı ve onlara 'Birbirinize karşı gelmeyin' buyurdu. Medine’den ayrıldıklarında Ebu Ubeyde, Amr’a 'Rasûlullah (sav) bize birbirimize karşı gelmememizi emretti. Ya sen bana itaat edersin ya da ben sana itaat ederim' dedi. Amr 'Sen bana itaat et' deyince, Ebu Ubeyde ona itaat etti. Böylece Amr, her iki birliğin de kumandanı oldu. Buna Ömer b. Hattâb çok üzüldü ve Ebu Ubeyde’ye 'İbn Nâbiga’ya (Amr b. el-Âs’a) itaat edip, onu kendi üzerine, Ebu Bekir’in ve hepimizin üzerine mi emir tayin ediyorsun? Bu nasıl bir görüştür?' dedi. Ebu Ubeyde ise 'Ey kardeşimin oğlu! Rasulullah (sav) ikimize, birbirimize karşı gelmememizi emretti. Ona itaat etmezsem Rasulullah’a (sav) karşı gelmiş olurum diye korktum' cevabını verdi. Ebu Ubeyde bu durumu Rasulullah’a (sav) da arz etti. Rasulullah (sav) 'Ben, bu görevi size verirken muhacirleri önceleyerek verdim; onların bulunduğu bir yerde, sonradan gelenleri üzerlerine emir tayin etmem' buyurdu. Bu seferin adı Zâtü’s-Selâsil idi. O gün Araplardan çok sayıda kişi esir alınmış ve ganimet olarak esirler elde edilmişti." "Bundan sonra Rasulullah (sav) genç yaşta bir delikanlı olan Usame b. Zeyd’i komutan tayin etti. Onun birliğine Ömer b. Hattâb ve Zübeyir b. Avvâm da katıldı. Ancak Rasulullah (sav), bu birlik hedefe ulaşmadan vefat etti. Bunun üzerine Ebu Bekir Sıddîk, Rasulullah’ın (sav) vefatından sonra bu birliği (aynı komutanla) yola çıkardı. Daha sonra Ebu Bekir, Rasulullah’ın (sav) vefatından sonra halife olduğunda Şam’a üç ayrı ordu gönderdi. Hâlid b. Sa'îd’i bir birliğin başına, Amr b. el-Âs’ı bir birliğin başına, Şürahbîl b. Hasene’yi de bir birliğin başına kumandan tayin etti. Ayrıca Hâlid b. Velîd’i de Irak tarafına bir birliğin başında gönderdi. Bu esnada Ömer, Ebu Bekir’e sürekli telkinde bulunarak, Hâlid b. Sa'îd’in yerine, onun ordusunun başına Yezîd b. Ebu Süfyân’ı tayin etmesini sağladı. Bunun sebebi, Ömer’in, Hâlid b. Sa‘îd’e Yemen’den Rasûlullah’ın (sav) vefatından sonra dönüşünde duyduğu bir kırgınlıktı. Hz. Ali, Hâlid b. Sa‘îd ile karşılaşınca ona 'Ey Abdümenâf oğulları! İşlerinize (yönetiminize) tamamen hâkim mi oldunuz?' dedi. Ebu Bekir bu sözü önemsemedi, fakat Ömer, bu sözü dikkate alarak Hâlid’in görevden alınmasını destekledi. Ömer, Ebû Bekir’e 'Sen, (Hâlid'i) tilkilerin (hilekârların) başına idareci olarak bırakıyorsun' dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir, Hâlid b. Sa‘îd’i görevden alarak yerine Yezîd b. Ebu Süfyân’ı tayin etti. Yezîd, Şam’a vardığında (Zî’l-Merve denilen yerde) ordusunun başına geçti. Bu sırada Ebu Bekir, Hâlid b. Velîd’e yazı göndererek ordusuyla birlikte Şam’a hareket etmesini emretti. Hâlid de bu emri yerine getirdi. Böylece Ebu Bekir’in vefatına kadar Şam, dört ayrı kumandanın idaresinde kaldı." "Hz. Ömer halife olduğunda Hâlid b. Velîd’i görevden aldı ve yerine Ebu Ubeyde b. Cerrâh’ı tayin etti. Sonra el-Câbiye’ye geldiğinde Şürahbîl b. Hasene’yi de görevden alarak askerlerinin üç komutan arasında dağılmasını emretti. Bunun üzerine Şürahbîl b. Hasene 'Ey mü’minlerin emîri! Ben acizlik mi gösterdim yoksa ihanet mi ettim?' dedi. Ömer 'Ne acizlik gösterdin ne de ihanet ettin' dedi. Şürahbîl 'O hâlde neden beni görevden aldın?' diye sordu. Ömer 'Seni emir tayin etmekten çekindim, çünkü senden daha güçlü birini buldum' cevabını verdi. Şürahbîl 'O hâlde beni mazur gör, ey Müminlerin Emîri' dedi. Ömer 'Seni mazur göreceğim; eğer başka türlü bilseydim böyle yapmazdım' dedi. Böylece Ömer kalktı ve Şürahbîl’i mazur gördü. Ardından Amr b. Âs’a Mısır’a gitmesini emretti. Böylece Şam’da iki vali kaldı: Ebu Ubeyde b. Cerrâh ve Yezîd b. Ebu Süfyân. Sonra Ebu Ubeyde b. Cerrâh vefat edince, yerine Hâlid (b. Velîd) ve amcasının oğlu İyâz b. Ganm geçti. Ömer de bunu onayladı. Ömer'e 'son derece cömert olan ve isteyeni geri çevirmeyen İyâz b. Ganm’ı, nasıl görevde bırakıyorsun? Halbuki sen Hâlid b. Velîd’i, senin iznin olmadan mal dağıttığı için görevden almıştın' denildi. Ömer 'Bu, İyâz’ın kendi malı hususundaki tabiatıdır. Malı kendisine ulaşıncaya kadar böyle davranır. Bununla beraber, Ebu Ubeyde b. Cerrâh’ın verdiği bir kararı değiştirmeyi uygun görmem' dedi. Daha sonra Yezîd b. Ebu Süfyân vefat etti. Ömer yerine Muâviye’yi tayin etti. Ardından bu haberi Ebu Süfyân’a iletti ve 'Ey Ebû Süfyân, Yezîd’in (ölümünü) Allah’tan ecir bekleyerek karşıla' dedi. Ebu Süfyân 'Allah ona rahmet etsin. Peki, yerine kimi tayin ettin?' diye sordu. Ömer 'Muâviye’yi' dedi. Bunun üzerine Ebu Süfyân 'Akrabalık bağını gözetmiş oldun' dedi. Sonra İyâz b. Ğanm vefat etti. Onun yerine Umeyr b. Sa‘d el-Ensârî tayin edildi. Böylece Şam bölgesi, Umeyr öldürülene kadar Muâviye ile Umeyr’in idaresinde kaldı." "Osman b. Affân halife olunca, Umeyr’i görevden aldı ve Şam’ı Muâviye’ye bıraktı. Kûfe valiliğinden Muğîre b. Şu‘be’yi azlederek yerine Sa'd b. Ebî Vakkâs’ı tayin etti. Mısır valiliğinden Amr b. Âs’ı azlederek yerine Abdullah b. Sa‘d b. Ebu Serh’i tayin etti. Basra valiliğinden Ebu Mûsâ el-Eş‘arî’yi görevden alıp yerine Abdullah b. Âmir b. Kurayz’ı getirdi. Sonra Sa'd b. Ebu Vakkâs’ı da Kûfe’den azledip yerine Velîd b. Ukbe’yi tayin etti. Ancak Velîd hakkında şahitlik yapıldı (suç sabit görüldü), bunun üzerine ona had cezası uygulandı ve görevden alındı. Yerine Saîd b. Âs tayin edildi. Ardından halk arasında sözler dolaşmaya başladı ve fitneye bulaştılar. Saîd b. Âs hacca gitti, dönüşünde Uzayb denilen yerde Iraklı süvarilerle karşılaştı; onu oradan geri çevirdiler. Mısırlılar, valileri Abdullah b. Sa'd b. Ebu Serh’i görevden uzaklaştırdılar. Basralılar ise Abdullah b. Âmir b. Kurayz’ı görevinde bıraktılar. Bu durum, fitnenin ilk başlangıcı oldu. Nihayet Osman (Allah ona rahmet etsin) öldürülünce, halk Ali b. Ebu Tâlib’e biat etti. Ali, Talha ve Zübeyr’e haber göndererek 'İsterseniz bana biat edin, isterseniz sizden birinize biat edeyim' dedi. Onlar 'Hayır, sana biat ederiz' dediler; ancak ardından Mekke’ye kaçtılar. Mekke’de Peygamber’in (sav) hanımı Âişe de bulunuyordu. Onlarla aynı görüşte oldu ve onları destekledi. Bunun üzerine Kureyş’ten birçok kişi onlara uydu. Böylece Basra’ya yöneldiler. Amaçları, Osman’ın kanının intikamını almaktı. Onlarla birlikte Abdurrahman b. Ebu Bekir, Abdurrahman b. Attâb b. Esîd, Abdullah b. Hâris b. Hişâm, Abdullah b. Zübeyir, Mervân b. Hakem, ve Kureyş’ten başka kişiler de vardı. Basra halkıyla konuştular, Osman’ın haksız yere öldürüldüğünü anlattılar, Osman hakkında daha önce ileri gittikleri konularda tevbe ettiklerini söylediler. Bunun üzerine Basra halkının çoğu onlara itaat etti. Ahnef b. Kays kabilesi Temîm ile birlikte tarafsız kaldı. Abdulkays kabilesi ise büyük çoğunlukla Ali b. Ebu Tâlib’e katıldı." "Âişe, o gün “Asker” adında bir deveye bindi. Devesinin üzerinde, hücre biçimindeki sığır derileriyle kaplanmış hevdeci içinde 'Benim maksadım, burada durarak insanlar arasında savaşın çıkmasına engel olmaktır. Aralarında savaş olacağını sanmamıştım. Eğer bunu bilseydim, asla bu noktada durmazdım' dedi. Fakat insanlar onun sözünü dinleyip ve ona kulak asmadılar ve savaş başladı. O gün Kureyş’ten yetmiş kişi öldürüldü. Bunların her biri, Âişe’nin devesinin yularını tutuyor, bu hâlde iken öldürülüyordu. Sonra hevdec taşınarak civardaki evlerden birine götürüldü. Mervân ağır şekilde yaralandı. Talha b. Ubeydullah o gün öldürüldü. Zübeyir ise daha sonra Vâdî’s-Sibâ‘ denilen yerde öldürüldü. Âişe ile Mervân, geride kalan Kureyşlilerle birlikte Medine’ye döndüler. Âişe oradan Mekke’ye geçti. Medine’de Mervân ile Esved b. Eb Buhturî hâkimiyet sağladı. Bu sırada Ali ile Muâviye arasında savaş alevlendi. İki tarafın birlikleri, hem Medine’ye hem de hac için Mekke’ye gelirdi. Kim önce gelirse, o yıl hac mevsiminde insanların emîri olurdu. Bunun üzerine Peygamber’in (sav) hanımı Ümmü Habîbe, diğer hanımı Ümmü Seleme’ye haber göndererek şöyle 'Gel, Ali ile Muâviye’ye mektup yazalım, bu insanları korkutan birlikleri geri çağırsınlar ki ümmet iki taraftan birinde birleşsin' dedi. Ümmü Habîbe 'Senin adına Muâviye’yi ben hallederim' dedi. Ümmü Seleme de 'Senin adına Ali’yi ben hallederim' dedi. Her biri, kendi tarafındaki kişiye mektup yazdı ve Kureyş ile Ensâr’dan oluşan bir heyet gönderdi. Muâviye, Ümmü Habîbe’nin isteğini kabul etti. Ali de Ümmü Seleme’nin isteğini yerine getirmek istedi, fakat oğlu Hasan b. Ali buna engel oldu. Böylece her iki tarafın birlikleri ve valileri, Medine ile Mekke’ye gidip gelmeye devam etti. Bu durum Ali (Allah ona rahmet etsin) öldürülene kadar sürdü. Sonrasında insanlar Muâviye üzerinde birleşti." "Mısır, Ali b. Ebu Tâlib’in hâkimiyetindeydi. Ali, Mısır’a Kays b. Saʿd b. Ubâde el-Ensârî’yi vali olarak atamıştı. (Kays’ın babası) Saʿd b. Ubâde, Bedir günü ve başka günlerde Rasulullah (sav) ile birlikte Ensâr’ın sancağını taşıyan kişiydi. Kays ise insanların en basiretli olanlarından sayılırdı, ancak fitne döneminde durum, onu da bazı zor tercihlere sürüklemişti. Bu sırada Muâviye ve Amr b. Âs, Kays’ı Mısır’dan çıkarmak için uğraşıyor ve Mısır üzerinde hâkimiyet kurmak istiyorlardı. Fakat Kays, zekâsı ve siyasî kurnazlığıyla onlara karşı koymuş, bu yüzden ne Muâviye ne de Amr Mısır’ı ele geçirebilmişti. Nihayet Muâviye, Ali’nin yanında bulunan Kays’ı kendi tarafına çekmek için bir hile düşündü." "Muâviye der ki: Kays bana karşı koyarken, Şam halkına 'Kays’a sövmeyin, onu benimle savaşmaya çağırmayın. Çünkü o bizim taraftarımızdır; mektupları bize gelir, bize nasihat eder. Gözünüzle görmüyor musunuz, yanında bulunan kardeşleriniz olan Haribtâ halkına nasıl davranıyor? Onlara maaşlarını ve erzaklarını veriyor, yollarını güvene alıyor, gelen misafire ikram ediyor. Böyle birine, bizimle dostluğu hususunda kuşku beslemek doğru olmaz' dedim. Muâviye der ki: Ben bu sözleri hem Şam halkına söylüyor hem de Irak’taki taraftarlarına mektuplar yazarak yayıyordum. Bu durum, Iraklı casuslar vasıtasıyla Ali’ye ulaştı. Haberi ona, Abdullah b. Cafer ile Muhammed b. Ebu Bekir getirdi. Bunun üzerine Ali, Kays’tan şüphelendi ve ona mektup yazarak Haribtâ halkıyla savaşmasını emretti. O gün Haribtâ halkı on bin kişiydi. Kays, Ali’ye 'Bunlar Mısır’ın ileri gelenleri, şerefli kişileridir. Ben onları yollarının güvenli olacağına ikna ettim, maaşlarını ve erzaklarını veriyorum. Onların gönüllerinin Muâviye’den yana olduğunu biliyorum. Bugün onlarla savaşmak, hem senin hem de benim için daha büyük bir felaket olur. Eğer bana karşı savaşmak isteseler, karşımızda aslanlar gibi çarpışırlar. İçlerinde Busr b. Ertât, Mesleme b. Muhalled ve Muâviye b. Hudeyc el-Havlânî gibi adamlar var. Beni kendi görüşümle baş başa bırak. Ben onların hâlini idare etmeyi biliyorum' diye cevap gönderdi. Fakat Ali, Kays’ın bu talebini kabul etmedi ve onlarla savaşmasını emretti. Kays ise savaşmayı reddederek 'Eğer bana güvenmiyorsan, beni görevden al ve yerime başkasını gönder' diye yazdı. Bunun üzerine Ali, Mısır’a Mâlik el-Eşter’i vali tayin etti. Mâlik, Kalzûm’a vardığında orada bal ile karıştırılmış bir içecek içti. Bu içecek zehirliydi ve onun ölmesine sebep oldu. Bu haber, Muâviye ile Amr b. Âs’a ulaştığında Amr 'Allah’ın baldan oluşan orduları vardır' dedi. Ali, Mâlik el-Eşter’in vefatını öğrenince Mısır’a Muhammed b. Ebu Bekir’i vali tayin etti. Kays b. Saʿd, yeni vali Muhammed’i karşıladı ve onunla özel olarak konuşup 'Sen, savaşta basireti olmayan birinin (Ali’nin) yanından geliyorsun. Sizin, beni görevden almanız, size nasihat etmeme engel olmaz. Ben işlerinize vâkıfım. Sana, Muâviye ve Amr b. Âs’a karşı uyguladığım hileyi anlatacağım; bunu uygula. Başka bir yolla onları alt etmeye çalışırsan helâk olursun' dedi ve Kays, ona uyguladığı siyaseti ayrıntılarıyla anlattı. Ancak Muhammed b. Ebu Bekir, Kays’ın tavsiyelerine aykırı davrandı ve her işte ona muhalefet etti. Mısır’a varınca Kays, Medine’ye doğru yola çıktı. Orada Mervân ve Esved b. Ebu Buhturî onu korkuttular. Bunu üzerine o yakalanıp öldürülmekten çekindiği için devesine binerek Ali’nin yanına gitti. Bunu öğrenen Muâviye, Mervân ile Esved’e öfkeli mektup yazarak 'Siz, Ali’ye Kays b. Saʿd’ı, onun görüşünü ve hilesini göndermiş oldunuz. Vallahi sekiz bin savaşçı göndermiş olsaydınız bile, Kays’ı ona göndermeniz kadar bana ağır gelmezdi' dedi. Kays, Ali’nin yanına varınca onlara Muhammed b. Ebu Bekir’in öldürüldüğü haberi ulaştı. Ali, o zaman anladı ki Kays, Mısır’da büyük fitneleri ustaca idare etmişti. Ali’nin ve Kays’ı görevden almaya teşvik edenlerin siyaseti, Kays’ın siyasetinden çok daha zayıf kalmıştı. Bundan sonra Ali, Kays’ın bütün görüşlerini kabul etti ve onu Irak halkının öncü birliklerinin başına, Azerbaycan ve çevresine, “Şurta el-Hamsîn” (özel harekat birliği) üzerine komutan olarak tayin etti. Kays’ın komutasında kırk bin kişi, Ali’ye ölümüne biat etmişti. Kays, Ali öldürülünceye kadar, bu sınırı korumaya devam etti." "Irak halkı, Hasan b. Ali’yi hilâfete getirdi. Hasan, savaşmak istemiyordu. Amacı sadece Muâviye’den kendi lehine olabildiğince tavizler almak, sonra da topluluğa (cemaat) katılıp biat etmekti. Hasan, Kays b. Sa‘d’ın bu düşüncesine katılmayacağını anlayınca onu görevden aldı ve yerine Ubeydullah b. Abbâs’ı tayin etti. Ubeydullah, Hasan’ın kendi lehine ne almak istediğini anlayınca, Muâviye’ye yazıp güvence (eman) talep etti ve elde ettiği mallar konusunda kendi lehine şartlar ileri sürdü. Muâviye bu şartları kabul etti ve ona, çok sayıda süvariyle birlikte İbn Âmir’i gönderdi. Ubeydullah gece vakti onlara katıldı, komutansız kalan askerlerini ise geride bıraktı. Bu askerlerin başında Kays b. Sa'd bulunuyordu. Elli kişilik seçkin muhafız birliği (Şurṭatü’l-Ḫamsîn), Kays b. Sa'd’ı kumandan tayin etti. Onlar, Ali taraftarları (Şîa) ve ona tabi olanlar için, canları, malları hususunda ve fitne sırasında elde ettikleri konularda güvence şartı kabul edilinceye kadar Muâviye ve Amr b. Âs ile savaşmak üzere and içtiler. Muâviye, Ubeydullah ve Hasan ile işini bitirdikten sonra, elinde kırk bin kişi bulunan ve kendisi açısından en mühim kişi saydığı bu adamı (Kays) kendi tarafına çekmek için hileye başvurdu. Muâviye, Amr ve Şam halkı, Kays’ın kuvvetleri karşısında kırk gece konakladı. Muâviye ona sürekli elçi gönderiyor, Allah’ı hatırlatıyor ve 'Kime itaat için bana karşı savaşıyorsun? İtaatine savaş açtığın kişi bana biat etti' diyordu. Kays ise bunu kabul etmiyordu. Nihayet Muâviye, alt kısmı mühürlü boş bir sahife göndererek, 'Bu sahifeye ne yazarsan senindir' dedi. Amr, Muâviye’ye 'Bunu ona verme, onunla savaş' dedi. Fakat Muâviye – iki kişiden daha hayırlısı olarak – 'Acele etme ey Ebu Abdullah! Biz bu adamları öldüremeyiz, ama onların sayısınca Şamlı öldürülür. Böyle bir hayattan ne hayır gelir? Vallahi, mecbur kalmadıkça onunla savaşmam' dedi. Sahife gelince, Kays b. Sa'd, kendisi ve Ali taraftarları için can ve mal güvenliği şartını ileri sürdü. Fitne esnasında işledikleri fiillerden dolayı da güvence istedi. Bu şartlarda Muâviye’den herhangi bir mal talep etmedi. Muâviye şartı kabul etti; Kays ve beraberindekiler topluluğa (cemaat) katıldılar." "Araplar içinde, ilk fitne çıkıncaya kadar, “Arapların dahileri” diye anılan beş kişi vardı. Kureyş’ten Muâviye ve Amr b. Âs; Ensar’dan Kays b. Sa'd; Muhâcirlerden Abdullah b. Budeyl b. Verka el-Huzâî; Sakîf kabilesinden Muğîre b. Şu‘be. Bunlardan Ali’nin yanında iki kişi vardı: Kays b. Sa‘d ve Abdullah b. Budeyl. Muğîre ise Tâif ve çevresinde tarafsız kalmıştı. Hakemler hüküm verdikten sonra, Ezruh’ta bir araya geldiler, Muğîre b. Şu‘be de onlara katıldı. Hakemler, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyir’e elçi gönderdiler. Pek çok Kureyşli, Muâviye Şam halkıyla, Ebu Mûsâ el-Eş‘arî ve Amr b. Âs ise hakem olarak orada hazır bulundu. Ali ve Iraklılar ise gelmeyi reddettiler. Muğîre b. Şu'be, Kureyş’in ileri gelenlerinden bazılarına şöyle 'Sizce, bu iki hakemin anlaşıp anlaşamayacağını öğrenebilecek bir kimse var mı?' Onlar 'Bunu kimsenin bilebileceğini sanmıyoruz' dediler. Muğîre ise 'Vallahi, ben onların yanına girip baş başa konuştuğumda, geri dönüşlerinden bunu anlayabileceğimi düşünüyorum' dedi. Önce Amr b. Âs’ın yanına girdi ve 'Ey Ebu Abdullah! Sana soracağım konuda beni bilgilendir. Biz, bu savaş meselesinde size açık hâle gelen hususta tereddüde düştük ve acele etmeyip beklemeyi, ümmet bir kişi etrafında birleştiğinde de ümmetin girdiği hayırlı şeye girmeyi uygun gördük. Biz tarafsızlar hakkında ne düşünüyorsun?' dedi. Amr b. Âs 'Ben sizi, tarafsızlar olarak, hem iyilerin hem de kötülerin arkasında görüyorum' dedi. Muğîre, ona başka bir şey sormadan ayrıldı ve Ebu Mûsâ el-Eş‘arî’nin yanına girdi. Onunla baş başa kaldı ve Amr’a söylediğine benzer sözler söyledi. Ebu Mûsâ ona 'Ben sizi insanların en sağlam görüşlüsü olarak görüyorum. Ayrıca sizde Müslümanların geriye kalan en hayırlı kesimini görüyorum' dedi. Muğîre ondan başka bir şey sormadan ayrıldı. Sonra Kureyş’in ileri gelenlerinden olup da daha önce onlara bu mesele hakkında konuştuğu arkadaşlarının yanına geldi ve 'Size yeminle söylüyorum ki, bu iki kişi (hakemler) tek bir adam üzerinde birleşmeyecek; her biri kendi görüşüne çağıracaktır' dedi." "Hakemler bir araya gelip baş başa konuştuklarında Amr b. Âs, Ebu Mûsâ’ya 'Ey Ebu Mûsâ! Sence bizim ilk olarak hakkı gözeterek hüküm vermemiz gereken şey, vefalı olana vefa, hain olana da misliyle mukabele etmek değil midir?' dedi. Ebu Mûsâ 'Bu nedir?' diye sordu. Amr 'Muâviye ve Şamlıların, onlara verdiğimiz randevuya vefalı olarak geldiklerini bilmiyor musun?' dedi. Ebu Mûsâ 'Yaz bunu' dedi ve yazdı. Bunun üzerine Amr 'Benimle senin samimiyetle karar verdiğimiz husus, bu ümmetin işini yürütecek birini belirlemektir. Sen bir isim söyle ey Ebu Mûsâ! Zira ben de sana, biat etmen karşılığında sana biat edebilirim' dedi. Ebu Mûsâ 'Ben, bu görevi, (tarafsız kalanlardan olan) Abdullah b. Ömer b. el-Hattâb’a veriyorum' dedi. Amr ise 'Ben de sana Muâviye b. Ebu Süfyân’ı öneriyorum' dedi. Böylece ikisi o meclisten ayrılmadan önce anlaşmazlığa düştüler ve birbirlerine ağır sözler söylediler. Sonra halka çıktılar. Ebu Mûsâ şöyle dedi: Ey insanlar! Ben, Amr b. Âs’ın durumunu, Allah Teâlâ’nın 'Biz ona ayetlerimizi vermiştik. Fakat o, gurura kapılarak, ayetlerimizden sıyrılıp çıktı. Böylece şeytan onu kandırıp peşine taktı. Sonunda yolunu yitirip azgın sapıklardan biri hâline geldi. Eğer dileseydik, onu ayetlerimiz sâyesinde yüceltirdik; fakat o dünyaya saplandı ve nefsinin isteklerine uydu. Onun hâli, köpeğin hâline benzer ki, üzerine varıp kovalasan da dilini çıkarır solur, kendi hâline bıraksan da solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan bir toplumun hâli böyledir. Sen kendilerine bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler' [A'raf, 7/175] ayetinde anlattığı kimseye benzettim. Amr b. Âs ise şöyle dedi: Ey insanlar! Ben de Ebu Mûsâ’nın durumunu, Allah Teâlâ’nın 'Tevrat’ın hükümlerini uygulamakla yükümlü tutulan, fakat bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlerin hâli, ciltlerle kitap taşıyan eşeğe benzer. Allah’ın âyetlerini yalanlayan topluluğun hâli ne kötüdür! Allah zâlimler topluluğunu doğru yola erdirmez.' [Cuma, 62/5] ayetinde buyurduğu kimseye benzettim. Bunun ardından her biri, diğerine dair bu benzetmeyi, çeşitli şehirlere mektup olarak gönderdi." Ez-Zuhrî, ona Sâlim, ona da Abdullah b. Ömer; (T) Ma‘mer der ki: Bana İbn Tâvûs, ona İkrime b. Hâlid, ona da Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: "Muâviye bir akşam kalktı, Allah’a O’na yaraşır şekilde hamd etti, sonra 'Bundan sonra… Bu meselede söz söyleyecek olan varsa, karşıma çıksın. Vallahi, bu hususta söz söylemeye kalkacak hiç kimse yoktur ki, ben ondan ve babasından daha hak sahibi olmayayım' dedi. -Muâviye bunu söylerken Abdullah b. Ömer’e imada bulunuyordu.- Abdullah b. Ömer der ki: İstedim ki ben bağdaş oturuşumu bozarak kalkıp ona 'Bu hususta, seni ve babanı İslâm uğruna savaşmış adamlar konuşacak' diyeyim, ama bir söz söyleyip cemaatin arasına fitne sokmaktan, kan dökülmesine sebep olmaktan ve yanlış bir görüşle hareket etmekten korktum. Allah Teâlâ’nın cennette verdiği vaat, bana bunların hepsinden daha sevimli geldi. Eve döndüğümde bana Habîb b. Mesleme geldi ve bana 'Adamın konuştuğunu duyduğunda, senin de konuşmanı engelleyen şey neydi?' dedi. Ben de 'Bunu yapmak istedim, ama bir söz söyleyip cemaatin arasına fitne sokmaktan, kan dökülmesine sebep olmaktan ve yanlış bir görüşle hareket etmekten korktum. Allah Teâlâ’nın cennette verdiği vaat, bana bütün bunlardan daha sevimli geldi' dedim. Habîb b. Mesleme, Abdullah b. Ömer’e 'Anam babam sana feda olsun! Sen, korunmuş ve fitneye sebep olacak şeylerden uzak tutulmuş oldun' dedi."
Abdurrezzâk, ona Ma‘mer, Zuhrî şöyle demiştir: "Rasulullah (sav) hicret ettikten ve Habeşistan’da bulunan Müslümanlar da (Medine’ye) geldikten sonra, Şam tarafına, Kelb, Belkîn, Gassân ve Şam sınırındaki Arap kâfirleri üzerine, iki birlik (seriyye) gönderdi. Rasulullah (sav) bu birliklerden birine, Kureyş’in Fihr kolundan olan Ebu Ubeyde b. Cerrâh’ı, diğerine ise Amr b. el-Âs’ı kumandan tayin etti. Ebu Ubeyde’nin birliğine Ebu Bekir ile Ömer de katıldı. İki birliğin hareket vakti gelince Rasulullah (sav) Ebu Ubeyde ile Amr b. Âs’ı çağırdı ve onlara 'Birbirinize karşı gelmeyin' buyurdu. Medine’den ayrıldıklarında Ebu Ubeyde, Amr’a 'Rasûlullah (sav) bize birbirimize karşı gelmememizi emretti. Ya sen bana itaat edersin ya da ben sana itaat ederim' dedi. Amr 'Sen bana itaat et' deyince, Ebu Ubeyde ona itaat etti. Böylece Amr, her iki birliğin de kumandanı oldu. Buna Ömer b. Hattâb çok üzüldü ve Ebu Ubeyde’ye 'İbn Nâbiga’ya (Amr b. el-Âs’a) itaat edip, onu kendi üzerine, Ebu Bekir’in ve hepimizin üzerine mi emir tayin ediyorsun? Bu nasıl bir görüştür?' dedi. Ebu Ubeyde ise 'Ey kardeşimin oğlu! Rasulullah (sav) ikimize, birbirimize karşı gelmememizi emretti. Ona itaat etmezsem Rasulullah’a (sav) karşı gelmiş olurum diye korktum' cevabını verdi. Ebu Ubeyde bu durumu Rasulullah’a (sav) da arz etti. Rasulullah (sav) 'Ben, bu görevi size verirken muhacirleri önceleyerek verdim; onların bulunduğu bir yerde, sonradan gelenleri üzerlerine emir tayin etmem' buyurdu. Bu seferin adı Zâtü’s-Selâsil idi. O gün Araplardan çok sayıda kişi esir alınmış ve ganimet olarak esirler elde edilmişti." "Bundan sonra Rasulullah (sav) genç yaşta bir delikanlı olan Usame b. Zeyd’i komutan tayin etti. Onun birliğine Ömer b. Hattâb ve Zübeyir b. Avvâm da katıldı. Ancak Rasulullah (sav), bu birlik hedefe ulaşmadan vefat etti. Bunun üzerine Ebu Bekir Sıddîk, Rasulullah’ın (sav) vefatından sonra bu birliği (aynı komutanla) yola çıkardı. Daha sonra Ebu Bekir, Rasulullah’ın (sav) vefatından sonra halife olduğunda Şam’a üç ayrı ordu gönderdi. Hâlid b. Sa'îd’i bir birliğin başına, Amr b. el-Âs’ı bir birliğin başına, Şürahbîl b. Hasene’yi de bir birliğin başına kumandan tayin etti. Ayrıca Hâlid b. Velîd’i de Irak tarafına bir birliğin başında gönderdi. Bu esnada Ömer, Ebu Bekir’e sürekli telkinde bulunarak, Hâlid b. Sa'îd’in yerine, onun ordusunun başına Yezîd b. Ebu Süfyân’ı tayin etmesini sağladı. Bunun sebebi, Ömer’in, Hâlid b. Sa‘îd’e Yemen’den Rasûlullah’ın (sav) vefatından sonra dönüşünde duyduğu bir kırgınlıktı. Hz. Ali, Hâlid b. Sa‘îd ile karşılaşınca ona 'Ey Abdümenâf oğulları! İşlerinize (yönetiminize) tamamen hâkim mi oldunuz?' dedi. Ebu Bekir bu sözü önemsemedi, fakat Ömer, bu sözü dikkate alarak Hâlid’in görevden alınmasını destekledi. Ömer, Ebû Bekir’e 'Sen, (Hâlid'i) tilkilerin (hilekârların) başına idareci olarak bırakıyorsun' dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir, Hâlid b. Sa‘îd’i görevden alarak yerine Yezîd b. Ebu Süfyân’ı tayin etti. Yezîd, Şam’a vardığında (Zî’l-Merve denilen yerde) ordusunun başına geçti. Bu sırada Ebu Bekir, Hâlid b. Velîd’e yazı göndererek ordusuyla birlikte Şam’a hareket etmesini emretti. Hâlid de bu emri yerine getirdi. Böylece Ebu Bekir’in vefatına kadar Şam, dört ayrı kumandanın idaresinde kaldı." "Hz. Ömer halife olduğunda Hâlid b. Velîd’i görevden aldı ve yerine Ebu Ubeyde b. Cerrâh’ı tayin etti. Sonra el-Câbiye’ye geldiğinde Şürahbîl b. Hasene’yi de görevden alarak askerlerinin üç komutan arasında dağılmasını emretti. Bunun üzerine Şürahbîl b. Hasene 'Ey mü’minlerin emîri! Ben acizlik mi gösterdim yoksa ihanet mi ettim?' dedi. Ömer 'Ne acizlik gösterdin ne de ihanet ettin' dedi. Şürahbîl 'O hâlde neden beni görevden aldın?' diye sordu. Ömer 'Seni emir tayin etmekten çekindim, çünkü senden daha güçlü birini buldum' cevabını verdi. Şürahbîl 'O hâlde beni mazur gör, ey Müminlerin Emîri' dedi. Ömer 'Seni mazur göreceğim; eğer başka türlü bilseydim böyle yapmazdım' dedi. Böylece Ömer kalktı ve Şürahbîl’i mazur gördü. Ardından Amr b. Âs’a Mısır’a gitmesini emretti. Böylece Şam’da iki vali kaldı: Ebu Ubeyde b. Cerrâh ve Yezîd b. Ebu Süfyân. Sonra Ebu Ubeyde b. Cerrâh vefat edince, yerine Hâlid (b. Velîd) ve amcasının oğlu İyâz b. Ganm geçti. Ömer de bunu onayladı. Ömer'e 'son derece cömert olan ve isteyeni geri çevirmeyen İyâz b. Ganm’ı, nasıl görevde bırakıyorsun? Halbuki sen Hâlid b. Velîd’i, senin iznin olmadan mal dağıttığı için görevden almıştın' denildi. Ömer 'Bu, İyâz’ın kendi malı hususundaki tabiatıdır. Malı kendisine ulaşıncaya kadar böyle davranır. Bununla beraber, Ebu Ubeyde b. Cerrâh’ın verdiği bir kararı değiştirmeyi uygun görmem' dedi. Daha sonra Yezîd b. Ebu Süfyân vefat etti. Ömer yerine Muâviye’yi tayin etti. Ardından bu haberi Ebu Süfyân’a iletti ve 'Ey Ebû Süfyân, Yezîd’in (ölümünü) Allah’tan ecir bekleyerek karşıla' dedi. Ebu Süfyân 'Allah ona rahmet etsin. Peki, yerine kimi tayin ettin?' diye sordu. Ömer 'Muâviye’yi' dedi. Bunun üzerine Ebu Süfyân 'Akrabalık bağını gözetmiş oldun' dedi. Sonra İyâz b. Ğanm vefat etti. Onun yerine Umeyr b. Sa‘d el-Ensârî tayin edildi. Böylece Şam bölgesi, Umeyr öldürülene kadar Muâviye ile Umeyr’in idaresinde kaldı." "Osman b. Affân halife olunca, Umeyr’i görevden aldı ve Şam’ı Muâviye’ye bıraktı. Kûfe valiliğinden Muğîre b. Şu‘be’yi azlederek yerine Sa'd b. Ebî Vakkâs’ı tayin etti. Mısır valiliğinden Amr b. Âs’ı azlederek yerine Abdullah b. Sa‘d b. Ebu Serh’i tayin etti. Basra valiliğinden Ebu Mûsâ el-Eş‘arî’yi görevden alıp yerine Abdullah b. Âmir b. Kurayz’ı getirdi. Sonra Sa'd b. Ebu Vakkâs’ı da Kûfe’den azledip yerine Velîd b. Ukbe’yi tayin etti. Ancak Velîd hakkında şahitlik yapıldı (suç sabit görüldü), bunun üzerine ona had cezası uygulandı ve görevden alındı. Yerine Saîd b. Âs tayin edildi. Ardından halk arasında sözler dolaşmaya başladı ve fitneye bulaştılar. Saîd b. Âs hacca gitti, dönüşünde Uzayb denilen yerde Iraklı süvarilerle karşılaştı; onu oradan geri çevirdiler. Mısırlılar, valileri Abdullah b. Sa'd b. Ebu Serh’i görevden uzaklaştırdılar. Basralılar ise Abdullah b. Âmir b. Kurayz’ı görevinde bıraktılar. Bu durum, fitnenin ilk başlangıcı oldu. Nihayet Osman (Allah ona rahmet etsin) öldürülünce, halk Ali b. Ebu Tâlib’e biat etti. Ali, Talha ve Zübeyr’e haber göndererek 'İsterseniz bana biat edin, isterseniz sizden birinize biat edeyim' dedi. Onlar 'Hayır, sana biat ederiz' dediler; ancak ardından Mekke’ye kaçtılar. Mekke’de Peygamber’in (sav) hanımı Âişe de bulunuyordu. Onlarla aynı görüşte oldu ve onları destekledi. Bunun üzerine Kureyş’ten birçok kişi onlara uydu. Böylece Basra’ya yöneldiler. Amaçları, Osman’ın kanının intikamını almaktı. Onlarla birlikte Abdurrahman b. Ebu Bekir, Abdurrahman b. Attâb b. Esîd, Abdullah b. Hâris b. Hişâm, Abdullah b. Zübeyir, Mervân b. Hakem, ve Kureyş’ten başka kişiler de vardı. Basra halkıyla konuştular, Osman’ın haksız yere öldürüldüğünü anlattılar, Osman hakkında daha önce ileri gittikleri konularda tevbe ettiklerini söylediler. Bunun üzerine Basra halkının çoğu onlara itaat etti. Ahnef b. Kays kabilesi Temîm ile birlikte tarafsız kaldı. Abdulkays kabilesi ise büyük çoğunlukla Ali b. Ebu Tâlib’e katıldı." "Âişe, o gün “Asker” adında bir deveye bindi. Devesinin üzerinde, hücre biçimindeki sığır derileriyle kaplanmış hevdeci içinde 'Benim maksadım, burada durarak insanlar arasında savaşın çıkmasına engel olmaktır. Aralarında savaş olacağını sanmamıştım. Eğer bunu bilseydim, asla bu noktada durmazdım' dedi. Fakat insanlar onun sözünü dinleyip ve ona kulak asmadılar ve savaş başladı. O gün Kureyş’ten yetmiş kişi öldürüldü. Bunların her biri, Âişe’nin devesinin yularını tutuyor, bu hâlde iken öldürülüyordu. Sonra hevdec taşınarak civardaki evlerden birine götürüldü. Mervân ağır şekilde yaralandı. Talha b. Ubeydullah o gün öldürüldü. Zübeyir ise daha sonra Vâdî’s-Sibâ‘ denilen yerde öldürüldü. Âişe ile Mervân, geride kalan Kureyşlilerle birlikte Medine’ye döndüler. Âişe oradan Mekke’ye geçti. Medine’de Mervân ile Esved b. Eb Buhturî hâkimiyet sağladı. Bu sırada Ali ile Muâviye arasında savaş alevlendi. İki tarafın birlikleri, hem Medine’ye hem de hac için Mekke’ye gelirdi. Kim önce gelirse, o yıl hac mevsiminde insanların emîri olurdu. Bunun üzerine Peygamber’in (sav) hanımı Ümmü Habîbe, diğer hanımı Ümmü Seleme’ye haber göndererek şöyle 'Gel, Ali ile Muâviye’ye mektup yazalım, bu insanları korkutan birlikleri geri çağırsınlar ki ümmet iki taraftan birinde birleşsin' dedi. Ümmü Habîbe 'Senin adına Muâviye’yi ben hallederim' dedi. Ümmü Seleme de 'Senin adına Ali’yi ben hallederim' dedi. Her biri, kendi tarafındaki kişiye mektup yazdı ve Kureyş ile Ensâr’dan oluşan bir heyet gönderdi. Muâviye, Ümmü Habîbe’nin isteğini kabul etti. Ali de Ümmü Seleme’nin isteğini yerine getirmek istedi, fakat oğlu Hasan b. Ali buna engel oldu. Böylece her iki tarafın birlikleri ve valileri, Medine ile Mekke’ye gidip gelmeye devam etti. Bu durum Ali (Allah ona rahmet etsin) öldürülene kadar sürdü. Sonrasında insanlar Muâviye üzerinde birleşti." "Mısır, Ali b. Ebu Tâlib’in hâkimiyetindeydi. Ali, Mısır’a Kays b. Saʿd b. Ubâde el-Ensârî’yi vali olarak atamıştı. (Kays’ın babası) Saʿd b. Ubâde, Bedir günü ve başka günlerde Rasulullah (sav) ile birlikte Ensâr’ın sancağını taşıyan kişiydi. Kays ise insanların en basiretli olanlarından sayılırdı, ancak fitne döneminde durum, onu da bazı zor tercihlere sürüklemişti. Bu sırada Muâviye ve Amr b. Âs, Kays’ı Mısır’dan çıkarmak için uğraşıyor ve Mısır üzerinde hâkimiyet kurmak istiyorlardı. Fakat Kays, zekâsı ve siyasî kurnazlığıyla onlara karşı koymuş, bu yüzden ne Muâviye ne de Amr Mısır’ı ele geçirebilmişti. Nihayet Muâviye, Ali’nin yanında bulunan Kays’ı kendi tarafına çekmek için bir hile düşündü." "Muâviye der ki: Kays bana karşı koyarken, Şam halkına 'Kays’a sövmeyin, onu benimle savaşmaya çağırmayın. Çünkü o bizim taraftarımızdır; mektupları bize gelir, bize nasihat eder. Gözünüzle görmüyor musunuz, yanında bulunan kardeşleriniz olan Haribtâ halkına nasıl davranıyor? Onlara maaşlarını ve erzaklarını veriyor, yollarını güvene alıyor, gelen misafire ikram ediyor. Böyle birine, bizimle dostluğu hususunda kuşku beslemek doğru olmaz' dedim. Muâviye der ki: Ben bu sözleri hem Şam halkına söylüyor hem de Irak’taki taraftarlarına mektuplar yazarak yayıyordum. Bu durum, Iraklı casuslar vasıtasıyla Ali’ye ulaştı. Haberi ona, Abdullah b. Cafer ile Muhammed b. Ebu Bekir getirdi. Bunun üzerine Ali, Kays’tan şüphelendi ve ona mektup yazarak Haribtâ halkıyla savaşmasını emretti. O gün Haribtâ halkı on bin kişiydi. Kays, Ali’ye 'Bunlar Mısır’ın ileri gelenleri, şerefli kişileridir. Ben onları yollarının güvenli olacağına ikna ettim, maaşlarını ve erzaklarını veriyorum. Onların gönüllerinin Muâviye’den yana olduğunu biliyorum. Bugün onlarla savaşmak, hem senin hem de benim için daha büyük bir felaket olur. Eğer bana karşı savaşmak isteseler, karşımızda aslanlar gibi çarpışırlar. İçlerinde Busr b. Ertât, Mesleme b. Muhalled ve Muâviye b. Hudeyc el-Havlânî gibi adamlar var. Beni kendi görüşümle baş başa bırak. Ben onların hâlini idare etmeyi biliyorum' diye cevap gönderdi. Fakat Ali, Kays’ın bu talebini kabul etmedi ve onlarla savaşmasını emretti. Kays ise savaşmayı reddederek 'Eğer bana güvenmiyorsan, beni görevden al ve yerime başkasını gönder' diye yazdı. Bunun üzerine Ali, Mısır’a Mâlik el-Eşter’i vali tayin etti. Mâlik, Kalzûm’a vardığında orada bal ile karıştırılmış bir içecek içti. Bu içecek zehirliydi ve onun ölmesine sebep oldu. Bu haber, Muâviye ile Amr b. Âs’a ulaştığında Amr 'Allah’ın baldan oluşan orduları vardır' dedi. Ali, Mâlik el-Eşter’in vefatını öğrenince Mısır’a Muhammed b. Ebu Bekir’i vali tayin etti. Kays b. Saʿd, yeni vali Muhammed’i karşıladı ve onunla özel olarak konuşup 'Sen, savaşta basireti olmayan birinin (Ali’nin) yanından geliyorsun. Sizin, beni görevden almanız, size nasihat etmeme engel olmaz. Ben işlerinize vâkıfım. Sana, Muâviye ve Amr b. Âs’a karşı uyguladığım hileyi anlatacağım; bunu uygula. Başka bir yolla onları alt etmeye çalışırsan helâk olursun' dedi ve Kays, ona uyguladığı siyaseti ayrıntılarıyla anlattı. Ancak Muhammed b. Ebu Bekir, Kays’ın tavsiyelerine aykırı davrandı ve her işte ona muhalefet etti. Mısır’a varınca Kays, Medine’ye doğru yola çıktı. Orada Mervân ve Esved b. Ebu Buhturî onu korkuttular. Bunu üzerine o yakalanıp öldürülmekten çekindiği için devesine binerek Ali’nin yanına gitti. Bunu öğrenen Muâviye, Mervân ile Esved’e öfkeli mektup yazarak 'Siz, Ali’ye Kays b. Saʿd’ı, onun görüşünü ve hilesini göndermiş oldunuz. Vallahi sekiz bin savaşçı göndermiş olsaydınız bile, Kays’ı ona göndermeniz kadar bana ağır gelmezdi' dedi. Kays, Ali’nin yanına varınca onlara Muhammed b. Ebu Bekir’in öldürüldüğü haberi ulaştı. Ali, o zaman anladı ki Kays, Mısır’da büyük fitneleri ustaca idare etmişti. Ali’nin ve Kays’ı görevden almaya teşvik edenlerin siyaseti, Kays’ın siyasetinden çok daha zayıf kalmıştı. Bundan sonra Ali, Kays’ın bütün görüşlerini kabul etti ve onu Irak halkının öncü birliklerinin başına, Azerbaycan ve çevresine, “Şurta el-Hamsîn” (özel harekat birliği) üzerine komutan olarak tayin etti. Kays’ın komutasında kırk bin kişi, Ali’ye ölümüne biat etmişti. Kays, Ali öldürülünceye kadar, bu sınırı korumaya devam etti." "Irak halkı, Hasan b. Ali’yi hilâfete getirdi. Hasan, savaşmak istemiyordu. Amacı sadece Muâviye’den kendi lehine olabildiğince tavizler almak, sonra da topluluğa (cemaat) katılıp biat etmekti. Hasan, Kays b. Sa‘d’ın bu düşüncesine katılmayacağını anlayınca onu görevden aldı ve yerine Ubeydullah b. Abbâs’ı tayin etti. Ubeydullah, Hasan’ın kendi lehine ne almak istediğini anlayınca, Muâviye’ye yazıp güvence (eman) talep etti ve elde ettiği mallar konusunda kendi lehine şartlar ileri sürdü. Muâviye bu şartları kabul etti ve ona, çok sayıda süvariyle birlikte İbn Âmir’i gönderdi. Ubeydullah gece vakti onlara katıldı, komutansız kalan askerlerini ise geride bıraktı. Bu askerlerin başında Kays b. Sa'd bulunuyordu. Elli kişilik seçkin muhafız birliği (Şurṭatü’l-Ḫamsîn), Kays b. Sa'd’ı kumandan tayin etti. Onlar, Ali taraftarları (Şîa) ve ona tabi olanlar için, canları, malları hususunda ve fitne sırasında elde ettikleri konularda güvence şartı kabul edilinceye kadar Muâviye ve Amr b. Âs ile savaşmak üzere and içtiler. Muâviye, Ubeydullah ve Hasan ile işini bitirdikten sonra, elinde kırk bin kişi bulunan ve kendisi açısından en mühim kişi saydığı bu adamı (Kays) kendi tarafına çekmek için hileye başvurdu. Muâviye, Amr ve Şam halkı, Kays’ın kuvvetleri karşısında kırk gece konakladı. Muâviye ona sürekli elçi gönderiyor, Allah’ı hatırlatıyor ve 'Kime itaat için bana karşı savaşıyorsun? İtaatine savaş açtığın kişi bana biat etti' diyordu. Kays ise bunu kabul etmiyordu. Nihayet Muâviye, alt kısmı mühürlü boş bir sahife göndererek, 'Bu sahifeye ne yazarsan senindir' dedi. Amr, Muâviye’ye 'Bunu ona verme, onunla savaş' dedi. Fakat Muâviye – iki kişiden daha hayırlısı olarak – 'Acele etme ey Ebu Abdullah! Biz bu adamları öldüremeyiz, ama onların sayısınca Şamlı öldürülür. Böyle bir hayattan ne hayır gelir? Vallahi, mecbur kalmadıkça onunla savaşmam' dedi. Sahife gelince, Kays b. Sa'd, kendisi ve Ali taraftarları için can ve mal güvenliği şartını ileri sürdü. Fitne esnasında işledikleri fiillerden dolayı da güvence istedi. Bu şartlarda Muâviye’den herhangi bir mal talep etmedi. Muâviye şartı kabul etti; Kays ve beraberindekiler topluluğa (cemaat) katıldılar." "Araplar içinde, ilk fitne çıkıncaya kadar, “Arapların dahileri” diye anılan beş kişi vardı. Kureyş’ten Muâviye ve Amr b. Âs; Ensar’dan Kays b. Sa'd; Muhâcirlerden Abdullah b. Budeyl b. Verka el-Huzâî; Sakîf kabilesinden Muğîre b. Şu‘be. Bunlardan Ali’nin yanında iki kişi vardı: Kays b. Sa‘d ve Abdullah b. Budeyl. Muğîre ise Tâif ve çevresinde tarafsız kalmıştı. Hakemler hüküm verdikten sonra, Ezruh’ta bir araya geldiler, Muğîre b. Şu‘be de onlara katıldı. Hakemler, Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Zübeyir’e elçi gönderdiler. Pek çok Kureyşli, Muâviye Şam halkıyla, Ebu Mûsâ el-Eş‘arî ve Amr b. Âs ise hakem olarak orada hazır bulundu. Ali ve Iraklılar ise gelmeyi reddettiler. Muğîre b. Şu'be, Kureyş’in ileri gelenlerinden bazılarına şöyle 'Sizce, bu iki hakemin anlaşıp anlaşamayacağını öğrenebilecek bir kimse var mı?' Onlar 'Bunu kimsenin bilebileceğini sanmıyoruz' dediler. Muğîre ise 'Vallahi, ben onların yanına girip baş başa konuştuğumda, geri dönüşlerinden bunu anlayabileceğimi düşünüyorum' dedi. Önce Amr b. Âs’ın yanına girdi ve 'Ey Ebu Abdullah! Sana soracağım konuda beni bilgilendir. Biz, bu savaş meselesinde size açık hâle gelen hususta tereddüde düştük ve acele etmeyip beklemeyi, ümmet bir kişi etrafında birleştiğinde de ümmetin girdiği hayırlı şeye girmeyi uygun gördük. Biz tarafsızlar hakkında ne düşünüyorsun?' dedi. Amr b. Âs 'Ben sizi, tarafsızlar olarak, hem iyilerin hem de kötülerin arkasında görüyorum' dedi. Muğîre, ona başka bir şey sormadan ayrıldı ve Ebu Mûsâ el-Eş‘arî’nin yanına girdi. Onunla baş başa kaldı ve Amr’a söylediğine benzer sözler söyledi. Ebu Mûsâ ona 'Ben sizi insanların en sağlam görüşlüsü olarak görüyorum. Ayrıca sizde Müslümanların geriye kalan en hayırlı kesimini görüyorum' dedi. Muğîre ondan başka bir şey sormadan ayrıldı. Sonra Kureyş’in ileri gelenlerinden olup da daha önce onlara bu mesele hakkında konuştuğu arkadaşlarının yanına geldi ve 'Size yeminle söylüyorum ki, bu iki kişi (hakemler) tek bir adam üzerinde birleşmeyecek; her biri kendi görüşüne çağıracaktır' dedi." "Hakemler bir araya gelip baş başa konuştuklarında Amr b. Âs, Ebu Mûsâ’ya 'Ey Ebu Mûsâ! Sence bizim ilk olarak hakkı gözeterek hüküm vermemiz gereken şey, vefalı olana vefa, hain olana da misliyle mukabele etmek değil midir?' dedi. Ebu Mûsâ 'Bu nedir?' diye sordu. Amr 'Muâviye ve Şamlıların, onlara verdiğimiz randevuya vefalı olarak geldiklerini bilmiyor musun?' dedi. Ebu Mûsâ 'Yaz bunu' dedi ve yazdı. Bunun üzerine Amr 'Benimle senin samimiyetle karar verdiğimiz husus, bu ümmetin işini yürütecek birini belirlemektir. Sen bir isim söyle ey Ebu Mûsâ! Zira ben de sana, biat etmen karşılığında sana biat edebilirim' dedi. Ebu Mûsâ 'Ben, bu görevi, (tarafsız kalanlardan olan) Abdullah b. Ömer b. el-Hattâb’a veriyorum' dedi. Amr ise 'Ben de sana Muâviye b. Ebu Süfyân’ı öneriyorum' dedi. Böylece ikisi o meclisten ayrılmadan önce anlaşmazlığa düştüler ve birbirlerine ağır sözler söylediler. Sonra halka çıktılar. Ebu Mûsâ şöyle dedi: Ey insanlar! Ben, Amr b. Âs’ın durumunu, Allah Teâlâ’nın 'Biz ona ayetlerimizi vermiştik. Fakat o, gurura kapılarak, ayetlerimizden sıyrılıp çıktı. Böylece şeytan onu kandırıp peşine taktı. Sonunda yolunu yitirip azgın sapıklardan biri hâline geldi. Eğer dileseydik, onu ayetlerimiz sâyesinde yüceltirdik; fakat o dünyaya saplandı ve nefsinin isteklerine uydu. Onun hâli, köpeğin hâline benzer ki, üzerine varıp kovalasan da dilini çıkarır solur, kendi hâline bıraksan da solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan bir toplumun hâli böyledir. Sen kendilerine bu kıssayı anlat, belki üzerinde düşünürler' [A'raf, 7/175] ayetinde anlattığı kimseye benzettim. Amr b. Âs ise şöyle dedi: Ey insanlar! Ben de Ebu Mûsâ’nın durumunu, Allah Teâlâ’nın 'Tevrat’ın hükümlerini uygulamakla yükümlü tutulan, fakat bu yükümlülüğü yerine getirmeyenlerin hâli, ciltlerle kitap taşıyan eşeğe benzer. Allah’ın âyetlerini yalanlayan topluluğun hâli ne kötüdür! Allah zâlimler topluluğunu doğru yola erdirmez.' [Cuma, 62/5] ayetinde buyurduğu kimseye benzettim. Bunun ardından her biri, diğerine dair bu benzetmeyi, çeşitli şehirlere mektup olarak gönderdi." Ez-Zuhrî, ona Sâlim, ona da Abdullah b. Ömer; (T) Ma‘mer der ki: Bana İbn Tâvûs, ona İkrime b. Hâlid, ona da Abdullah b. Ömer şöyle demiştir: "Muâviye bir akşam kalktı, Allah’a O’na yaraşır şekilde hamd etti, sonra 'Bundan sonra… Bu meselede söz söyleyecek olan varsa, karşıma çıksın. Vallahi, bu hususta söz söylemeye kalkacak hiç kimse yoktur ki, ben ondan ve babasından daha hak sahibi olmayayım' dedi. -Muâviye bunu söylerken Abdullah b. Ömer’e imada bulunuyordu.- Abdullah b. Ömer der ki: İstedim ki ben bağdaş oturuşumu bozarak kalkıp ona 'Bu hususta, seni ve babanı İslâm uğruna savaşmış adamlar konuşacak' diyeyim, ama bir söz söyleyip cemaatin arasına fitne sokmaktan, kan dökülmesine sebep olmaktan ve yanlış bir görüşle hareket etmekten korktum. Allah Teâlâ’nın cennette verdiği vaat, bana bunların hepsinden daha sevimli geldi. Eve döndüğümde bana Habîb b. Mesleme geldi ve bana 'Adamın konuştuğunu duyduğunda, senin de konuşmanı engelleyen şey neydi?' dedi. Ben de 'Bunu yapmak istedim, ama bir söz söyleyip cemaatin arasına fitne sokmaktan, kan dökülmesine sebep olmaktan ve yanlış bir görüşle hareket etmekten korktum. Allah Teâlâ’nın cennette verdiği vaat, bana bütün bunlardan daha sevimli geldi' dedim. Habîb b. Mesleme, Abdullah b. Ömer’e 'Anam babam sana feda olsun! Sen, korunmuş ve fitneye sebep olacak şeylerden uzak tutulmuş oldun' dedi."
Bize Muhammed b. Alâ, ona Ebu Üsâme, ona Büreyd b. Abdullah, ona Ebu Bürde, ona da Ebu Mûsâ şöyle anlattı: Rasûlullah (sav)’in Huneyn’de işi bitince Ebû Âmir’i ordu komutanı olarak Evtâs’a gönderdi. O, Düreyd b. es-Sımme ile karşı karşıya geldi. (Yapılan harpte) Düreyd öldürüldü. Adamlarını da Allah hezimete uğrattı. Ebû Mûsâ (devamla) şöyle dedi: Rasûlullah (sav) beni de Ebû Âmir ile birlikte göndermişti. Ebû Âmir’in dizine ok isabet etti. Oku Cüşemî (adındaki bir düşman askeri) atmış ve dizine isabet ettirmişti. Ben Ebû Âmir’in yanına gidip: – Amca, (bu oku) sana kim attı? diye sordum. O Ebû Mûsâ’ya göstererek: – İşte bana oku atan katilim şudur, dedi. Ben de ona yöneldim ve ona yetiştim. Beni görünce dönüp kaçmaya başladı. Ben de onun peşinden koşup “(kaçmaya) utanmıyor musun? Dursana!” diye bağırmaya başladım. Bunun üzerine o kaçmaktan vazgeçti. Kılıçlarımızla vuruşmaya başladık. (Mücadele) sonrasında ben onu geberttim. Ardından da (dönüp) Ebû Âmir’e: – Allah seninkinin canını aldı, dedim. Bana: – O halde şu oku çıkar, dedi. Ben de hemen çekip çıkardım. Okun çıktığı yerden su boşandı. Bana: – Yeğenim, Peygamber (sav)'e (benden) selam et ve günahlarımın bağışlanması için dua etmesini söyle, dedi. Sonra da beni (kendi yerine) ordunun başına geçirdi. Biraz sonra da ruhunu teslim etti. Ben (seferden döndükten sonra) Peygamber’in (sav) huzuruna girdim. O evinde üzerinde döşek olan dokuma bir sedirinin üstünde idi. Döşeğin örgüleri sırtında ve yanlarında iz yapmıştı. Kendisine bizim ve Ebû Âmir’in başından geçenler ile onun “günahlarımın bağışlanması için dua etsin” şeklindeki isteğini ilettim. Bunun üzerine Peygamber su istedi. Abdest aldıktan sonra ellerini kaldırarak “Allah’ım, Ubeyd Ebû Âmir’in günahlarını bağışla” diye dua etti. Ben onun koltuklarının altındaki beyazlığını gördüm. Ardından duaya şöyle devam etti: “Allah’ım, onu kıyamet gününde şu yarattığın insanların çoğundan üstün (bir makamda) kıl”. Bunun üzerine ben: – Benim günahlarımın bağışlanması için de dua edin, deyinde o: “Allah’ım, Abdullah b. Kays’ın günahını bağışla ve onu kıyamet gününde güzel bir makama yerleştir” diye dua etti. Ebû Bürde dedi ki: Dualardan biri Ebû Âmir, diğeri ise Ebû Mûsâ içindir.
Bize Vekî, ona Süfyân, ona Alkame b. Mersed, ona Süleyman b. Büreyde ona da Babası (Büreyde b. Husayb el-Eslemî) şöyle rivayet etmiştir. Rasulullah (sav) ordu ya da müfrezenin başına komutan göndereceği zaman şahsen ona Allah'ın rızasını dikkate alarak hareket etmesini ve beraberindeki Müslümanlara iyi davranmasını tavsiye eder ardından şöyle buyururdu: "Allah'ın adıyla, Allah yolunda gazâ edin! Allah'ı inkar edenlere karşı savaşın! Müşrik düşmanlarınla karşılaştığında onlara üç seçenek teklif et. Hangisini kabul ederlerse sen de onlardan kabul et ve onlara dokunma! Önce onları İslâm'a çağır. Eğer kabul ederlerse sen de onlardan kabul et ve onlara dokunma. Sonra onlara yurtlarını bırakıp (Müslüman olarak) muhacirlerin yurduna hicret etmelerini teklif et ve gelmeleri durumunda muhacirlerin sahip olduğu hak ve sorumlulukların aynısına sahip olacaklarını onlara bildir. Eğer kabul etmez kendi yurtlarında kalmayı tercih ederlerse onlara Müslüman bedevilerle aynı konuma sahip olacaklarını, kendilerine bedevi Müslümanlara uygulanacak hükümlerin aynısının uygulanacağını, Cihada katılmadıkları takdirde savaş ganimetinden ve (savaşmadan elden edilen) fey gelirinden payları olmayacağını bildir. Eğer kabul etmezlerse onlara cizye vermelerini teklif et. Eğer kabul ederlerse onlardan cizye al ve onlara dokunma. Eğer bunu da kabul etmezlerse Allah'tan yardım dile ve onlarla savaş."