حدثنا اسماعيل بن اسحق النيسابوري، قال= ثنا يحى بن يحى النيسابوري، قال= ثنا ابن لهيعة،عن عياش بن عباس،عن أبي عبد الرحمن عن عبد الله بن عمرو قال : لم يكن رسول الله صلى الله عليه وسلم فاحشا ولا متفحشا
Öneri Formu
Hadis Id, No:
187214, MK13686
Hadis:
حدثنا اسماعيل بن اسحق النيسابوري، قال= ثنا يحى بن يحى النيسابوري، قال= ثنا ابن لهيعة،عن عياش بن عباس،عن أبي عبد الرحمن عن عبد الله بن عمرو قال : لم يكن رسول الله صلى الله عليه وسلم فاحشا ولا متفحشا
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
, ,
Senetler:
()
Konular:
Ahlak, güzel ahlak
Hz. Peygamber, vasıfları, şemaili, hasaisi
حدثنا أحمد بن عمرو البزنار، قال: إبراهم بن مالك ، قال:ثنا عمر بن الغفار، عن هشام بن عروة، عن أبيه ، عن عبدالله بن جعفر ، قال:رأيت رسوالله صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يأكل البطيخ بارطب
Öneri Formu
Hadis Id, No:
188098, MK13835
Hadis:
حدثنا أحمد بن عمرو البزنار، قال: إبراهم بن مالك ، قال:ثنا عمر بن الغفار، عن هشام بن عروة، عن أبيه ، عن عبدالله بن جعفر ، قال:رأيت رسوالله صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يأكل البطيخ بارطب
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
, ,
Senetler:
()
Konular:
Hz. Peygamber, şemaili
Hz. Peygamber, vasıfları, şemaili, hasaisi
Kültürel Hayat, yemek kültürü
Yiyecekler, Hurma, İlgili Herşey
Yiyecekler, Tayyibat, temiz ve helal yiyecekler
Öneri Formu
Hadis Id, No:
261414, AVM004781
Hadis:
4781 - حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ سَيْفٍ الْحَرَّانِيُّ، قثنا مُحَمَّدُ بْنُ خَالِدِ بْنِ عَثْمَةَ، قثنا مُحَمَّدُ بْنُ جَعْفَرٍ، عَنْ رَبِيعَةَ، عَنِ الْقَاسِمِ، عَنْ عَائِشَةَ، قَالَتْ: مَضَتْ فِي بَرِيرَةَ ثَلَاثُ سُنَنٍ ابْتَعْتُهَا رَقَبَةٍ، وَاشْتَرَطَ أَهْلُهَا وَلَاءَهَا، فَأَعْتَقْتُهَا، فَقَضَى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «الْوَلَاءَ لِمَنْ أَعْتَقَ» ، وَكَانَ لَهَا زَوْجٌ، فَخَيَّرَهَا النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حِينَ عُتِقَتْ إِنْ شَاءَتْ فَارَقَتْهُ، وَإِنْ شَاءَتْ قَرَّتْ عِنْدَهُ، وَدَخَلَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمًا الْبَيْتَ، فَأَبْصَرَ بُرْمَةً عَلَى النَّارِ فِيهَا لَحْمٌ، فَلَمَّا أُتِيَ بِغَدَائِهِ بِغَيْرِ لَحْمٍ، قَالَ: «أَلَمْ أَرَ عِنْدَكُمْ لَحْمًا؟» ، قُلْنَا: إِنَّمَا هُوَ لَحْمٌ تُصُدِّقَ بِهِ عَلَى بَرِيرَةَ، وَأَنْتَ لَا تَأْكُلُ الصَّدَقَةَ فَقَالَ: «هُوَ لِبَرِيرَةَ صَدَقَةٌ وَلَنَا هَدِيَّةٌ»
Tercemesi:
Bize Süleymân b. Seyf el-Harrânî, ona Muhammed b. Hâlid b. ‘Asme, ona Muhammed b. Ca‘fer, ona Rabîa, ona da Kâsım, Âişe’den onun şöyle dediğini rivayet etti:
Berîre hakkında üç hüküm gerçekleşmiştir:
(Birincisi) Onu köle olarak satın almıştım. Sahipleri onun velâ hakkının kendilerinde kalmasını şart koşuyorlardı. Ben onu âzat ettim. Bunun üzerine Allah Rasûlü (s.a.v.) “Velâ hakkı köleyi âzat edene aittir” diye hüküm verdi.
(İkincisi) Onun bir kocası vardı. Âzat edildiğinde Peygamber (s.a.v.) kendisini serbest bırakmıştı; dilerse ondan ayrılır, dilerse de onun yayında kalırdı.
(Üçüncüsü) Bir gün Nebî (s.a.v.) eve girdiğinde ateşin üzerinde içerisinde et (yemeği) olan bir çömlek gördü. Kendisine yemeği etsiz olarak getirilince de:
– “Benim (öz önce) sizde gördüğüm et değil miydi?” diye sordu. Biz de:
– Fakat o Berîre’ye sadaka olarak verilmiş bir ettir, siz sadaka yemiyorsunuz, diye cevap verdik. Bunun üzerine o:
– “O Berîre için sadaka, bizim için ise hediyedir” buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ebu Avâne el-İsferâyînî, Müsned-i Ebu Avâne, Itk ve'l-velâ 4781, 3/232
Senetler:
()
Konular:
Haklar, Vela hakkı
Hediye, Hz. Peygamber'in hediye alması
Hz. Peygamber, hasaisi
Hz. Peygamber, sadaka kabul etmemesi
Hz. Peygamber, vasıfları, şemaili, hasaisi
Köle, Cariye, azadı, insan hürriyeti
Kölelik
Siyer, Berire (olayı)
حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ بُكَيْرٍ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنْ عُقَيْلٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ كَعْبٍ أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ كَعْبٍ قَالَ سَمِعْتُ كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ يُحَدِّثُ حِينَ تَخَلَّفَ عَنْ تَبُوكَ قَالَ فَلَمَّا سَلَّمْتُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَهْوَ يَبْرُقُ وَجْهُهُ مِنَ السُّرُورِ ، وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِذَا سُرَّ اسْتَنَارَ وَجْهُهُ ، حَتَّى كَأَنَّهُ قِطْعَةُ قَمَرٍ ، وَكُنَّا نَعْرِفُ ذَلِكَ مِنْهُ .
Öneri Formu
Hadis Id, No:
34003, B3557
Hadis:
حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ بُكَيْرٍ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنْ عُقَيْلٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ كَعْبٍ أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ كَعْبٍ قَالَ سَمِعْتُ كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ يُحَدِّثُ حِينَ تَخَلَّفَ عَنْ تَبُوكَ قَالَ فَلَمَّا سَلَّمْتُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَهْوَ يَبْرُقُ وَجْهُهُ مِنَ السُّرُورِ ، وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِذَا سُرَّ اسْتَنَارَ وَجْهُهُ ، حَتَّى كَأَنَّهُ قِطْعَةُ قَمَرٍ ، وَكُنَّا نَعْرِفُ ذَلِكَ مِنْهُ .
Tercemesi:
Abdullah b. Ka'ab şöyle demiştir: Ben babam Ka'ab b. Malik'ten işittim. O tebük seferinden geri kaldığı zamanı tahdis ederek şöyle dedi: Rasulullah'a (sav)selam verdiğim zaman yüzünü sevinçten şimşek çakar(gibi parlar) bir halde idi... Esâsen Rasulullah Allah tarafından sevindirildiği zaman yüzü parlardı, hatta o yüz bir ay parçasına benzerdi. biz de sevinçli bir vahiy geldiğini O'nun bu sevimli simasından anlardır...
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
, ,
Senetler:
()
Konular:
Hz. Peygamber, üstünlüğü
Hz. Peygamber, vasıfları, şemaili, hasaisi
KTB, VAHİY
Öneri Formu
Hadis Id, No:
159593, TŞ000253
Hadis:
حَدَّثَنَا عَلِيُّ بْنُ حُجْرٍ ، قَالَ : حَدَّثَنَا عِيسَى بْنُ يُونُسَ ، عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ ، عَنِ أَخِيهِ عَبْدِ اللهِ بْنِ عُرْوَةَ ، عَنْ عُرْوَةَ ، عَنْ عَائِشَةَ ، قَالَتْ : جَلَسَتْ إِحْدَى عَشْرَةَ امْرَأَةً فَتَعَاهَدْنَ وَتَعَاقَدْنَ أَنْ لا يَكْتُمْنَ مِنْ أَخْبَارِ أَزْوَاجِهِنَّ شَيْئًا : فَقَالَتِ الأُولَى : زَوْجِي لَحْمُ جَمَلٍ غَثٍّ عَلَى رَأْسِ جَبَلٍ وَعْرٍ ، لا سَهْلٌ فَيُرْتَقَى ، وَلا سَمِينٌ فَيُنْتَقَلُ قَالَتِ الثَّانِيَةُ : زَوْجِي لا أَبُثُّ خَبَرَهُ ، إِنِّي أَخَافُ أَنْ لا أَذَرَهُ ، إِنْ أَذْكُرْهُ أَذْكُرْ عُجَرَهُ ، وَبُجَرَهُ قَالَتِ الثَّالِثَةُ : زَوْجِي الْعَشَنَّقُ ، إِنْ أَنْطِقْ أُطَلَّقْ ، وَإِنْ أَسْكُتْ أُعَلَّقْ قَالَتِ الرَّابِعَةُ : زَوْجِي كَلَيْلِ تِهَامَةَ ، لا حَرٌّ ، وَلا قُرٌّ ، وَلا مَخَافَةَ ، وَلا سَآمَةَ قَالَتِ الْخَامِسَةُ : زَوْجِي إِنْ دَخَلَ فَهِدَ ، وَإِنْ خَرَجَ أَسِدَ ، وَلا يَسْأَلُ عَمَّا عَهِدَ قَالَتِ السَّادِسَةُ : زَوْجِي إِنْ أَكَلَ لَفَّ ، وَإِنْ شَرِبَ اشْتَفَّ ، وَإِنِ اضْطَجَعَ الْتَفَّ ، وَلا يُولِجُ الْكَفَّ ، لِيَعْلَمَ الْبَثَّ قَالَتِ السَّابِعَةُ : زَوْجِي عَيَايَاءُ ، أَوْ غَيَايَاءُ طَبَاقَاءُ ، كُلُّ دَاءٍ لَهُ دَاءٌ ، شَجَّكِ ، أَوْ فَلَّكِ ، أَوْ جَمَعَ كُلا لَكِ قَالَتِ الثَّامِنَةُ : زَوْجِي الْمَسُّ ، مَسُّ أَرْنَبٍ وَالرِّيحُ ، رِيحُ زَرْنَبٍ قَالَتِ التَّاسِعَةُ : زَوْجِي رَفِيعُ الْعِمَادِ ، طَوِيلُ النِّجَادِ عَظِيمُ الرَّمَادِ ، قَرِيبُ الْبَيْتِ مِنَ النَّادِ قَالَتِ الْعَاشِرَةُ : زَوْجِي مَالِكٌ ، وَمَا مَالِكٌ مَالِكٌ خَيْرٌ مِنْ ذَلِكِ ، لَهُ إِبِلٌ كَثِيرَاتُ الْمَبَارِكِ ، قَلِيلاتُ الْمَسَارِحِ ، إِذَا سَمِعْنَ صَوْتَ الْمِزْهَرِ ، أَيْقَنَّ أَنَّهُنَّ هَوَالِكُ قَالَتِ الْحَادِيَةَ عَشْرَةَ : زَوْجِي أَبُو زَرْعٍ وَمَا أَبُو زَرْعٍ ؟ أَنَاسَ مِنْ حُلِيٍّ أُذُنَيَّ ، وَمَلأَ مِنْ شَحْمٍ عَضُدَيَّ ، وَبَجَّحَنِي ، فَبَجَحَتْ إِلَيَّ نَفْسِي ، وَجَدَنِي فِي أَهْلِ غُنَيْمَةٍ بِشَقٍّ فَجَعَلَنِي فِي أَهْلِ صَهِيلٍ ، وَأَطِيطٍ وَدَائِسٍ وَمُنَقٍّ ، فَعِنْدَهُ أَقُولُ ، فَلا أُقَبَّحُ ، وَأَرْقُدُ ، فَأَتَصَبَّحُ ، وَأَشْرَبُ ، فَأَتَقَمَّحُ ، أُمُّ أَبِي زَرْعٍ فَمَا أُمُّ أَبِي زَرْعٍ ، عُكُومُهَا رَدَاحٌ ، وَبَيْتُهَا فَسَاحٌ ، ابْنُ أَبِي زَرْعٍ ، فَمَا ابْنُ أَبِي زَرْعٍ ، مَضْجَعُهُ كَمَسَلِّ شَطْبَةٍ ، وَتُشْبِعُهُ ذِرَاعُ الْجَفْرَةِ ، بِنْتُ أَبِي زَرْعٍ ، فَمَا بِنْتُ أَبِي زَرْعٍ ، طَوْعُ أَبِيهَا وَطَوْعُ أُمِّهَا ، مِلْءُ كِسَائِهَا ، وَغَيْظُ جَارَتِهَا ، جَارِيَةُ أَبِي زَرْعٍ ، فَمَا جَارِيَةُ أَبِي زَرْعٍ ، لا تَبُثُّ حَدِيثَنَا تَبْثِيثًا ، وَلا تُنَقِّثُ مِيرَتَنَا تَنْقِيثًا ، وَلا تَمْلأُ بَيْتَنَا تَعْشِيشًا ، قَالَتْ : خَرَجَ أَبُو زَرْعٍ ، وَالأَوْطَابُ تُمْخَضُ ، فَلَقِيَ امْرَأَةً مَعَهَا وَلَدَانِ لَهَا ، كَالْفَهْدَيْنِ ، يَلْعَبَانِ مِنْ تَحْتِ خَصْرِهَا بِرُمَّانَتَيْنِ ، فَطَلَّقَنِي وَنَكَحَهَا ، فَنَكَحْتُ بَعْدَهُ رَجُلا سَرِيًّا ، رَكِبَ شَرِيًّا ، وَأَخَذَ خَطِّيًّا ، وَأَرَاحَ عَلَيَّ نَعَمًا ثَرِيًّا ، وَأَعْطَانِي مِنْ كُلِّ رَائِحَةٍ زَوْجًا ، وَقَالَ : كُلِي أُمَّ زَرْعٍ ، وَمِيرِي أَهْلَكِ ، فَلَوْ جَمَعْتُ كُلَّ شَيْءٍ أَعْطَانِيهِ ، مَا بَلَغَ أَصْغَرَ آنِيَةِ أَبِي زَرْعٍ قَالَتْ عَائِشَةُ : فَقَالَ لِي رَسُولُ اللهِ صلى الله عليه وسلم : كُنْتُ لَكِ كَأَبِي زَرْعٍ لأُمِّ زَرْعٍ
Tercemesi:
Hz. Aişe (r.anhâ) anlatıyor: Vaktiyle Arap kadınlarından on bir tanesi, bir yerde toplanarak, kocalarının kusur ve meziyetlerini, hiç saklamadan bütün açıklığı ile birbirlerine anlatmak üzere sözleşip andlaşmışlardır:
Birinci kadın söz alır: Benim kocam, yüksek dağ tepesindeki besisiz devenin etine benzer; tırmanması kolay değildir ki o tepeye çıkılabilsin. Bir yolu bulunup çıkılsa bile, eti semiz değildir ki oradan alınıp aşağıya taşınsın.
İkinci kadın söze başlar: Ben, kocamın sırrını ifşa edemem; kulağına giderse aramızın açılmasından korkarım. Şayet anlatsam da, ancak onun bana yaptığı ezâ, cefâ ve işkenceleri anlatabilirim. Onlar da o kadar çok ki, saymakla bitmez!.
Üçüncü kadın anlatmaya koyulur: Benim kocam çok kötü huyludur; yanında konuşsam boşanmış olurum, sustuğumda da muallâkta kalırım!.
Sıra dördüncü kadın'a gelir: Kocam, tıpkı Hicaz bölgesinin {Tihâme-Mekke) geceleri gibi mutedildir. Ne çok sıcaktır, ne de soğuk. Bu sebeple, kendisinden ne korkulur, ne de usanılır!.
Söz sırası beşinci kadınındır: Benim kocam, eve gelince pars gibi uyur, onun ev hayâtı uyku ile geçer. Dışarı çıkınca da arslan kesilir; çalışır, çabalar, kazanır. O kadar cömerttir ki, eve getirdiği şeyleri ne yaptığımı hiç sormaz!.
Altıncı kadın söz alır: Benim kocam, yemek yerken siler süpürür; su içerken bardağı kurutur; yatarken de yorganına bürünür ve tek başına uyur. Hâlimi öğrenmek üzere elini sokup bir yoklamaz!.
Yedinci kadın da: Benim kocam, yorgun argın bir kimsedir. Ahmaklığından bütün işleri birbirine karışmıştır. Ayrıca ne kadar illet varsa onun vücûdunu istilâ etmiştir. Yanına yaklaşacak olsan; ya başını yarar, ya gözünü çıkarır, ya da hepsini birden yapar, der.
Sekizinci kadın söze başlar: Benim kocamın dokunuşu, tavşan tüyü gibi yumuşak; kokusu ise, güzel kokulu bir gül gibi hoştur!.
Sözü dokuzuncu kadın alır: Benim kocam bir asilzadedir. Ocağının külü çoktur; evinde hiç ziyafet eksik olmaz. Kılıcının kayışı oldukça uzundur; o, civan boylu ve yiğit yaradılışlıdır. Evi, mahallenin ortasında olup, bütün çevre halkının buluşma yeridir.
Söz sırası onuncu kadın'dadır: Benim kocamın adı, Mâlik'dir. Onun, neye mâlik olduğunu bilir misiniz? Mâlik, kocasını övmede çok ileri giden bir önceki kadının kocasından daha çok şeylere mâlikdir. O kadar çok devesi vardır ki, onlar, otlamak için uzağa gitmezler; misafir geldiği zaman hemen tutulup boğazlanmaları için evin yakınlarında yayılırlar. Kocam, misafirlerini saz çalarak karşılar. O develer, çalgı sesini duyunca kesinlikle anlarlar ki, içlerinden bir tanesinin canına kıyılacaktır.
Ve nihayet sıra onbirinci kadın'a gelir: Benim kocamın adı Ebû Zer'dir. Siz, Ebû Zer'in kim olduğunu bilir misiniz? O, kulağımı mücevheratla donattığı, pazularımı semirttiği ve gönlümü hoş tuttuğu için ben de şenşakrak bir kadın oldum. Hâlbuki Ebû Zer' beni aldığı zaman, biz, fakr u zaruret içinde yaşayan birkaç koyunlu bir aile idik. Beni, böylesine fakir bir aileden alıp; atları, develeri, ekinleri, harmanları ve pek çok hizmetçileri bulunan bir muhîte getirdi.
Ebû Zer'in yanında ne konuşursam konuşayım, beni asla azarlayıp kırmaz. Uykumu da kesinlikle bölmez, sabaha kadar hep rahat rahat uyurum. İçecekleri ise kana kana istediğim kadar içerim. İşte benim kocam, böylesine iyi bir insandır.
Ebû Zer'in annesi'nin kim olduğunu da bilir misiniz? Onun, yük denkleri ağır, ev eşyası çok, evi ve sofrası ise genişdir.
Ebû Zer'in oğlunu da tanıtayım size: O, tığ gibi bir delikanlıdır; yattığı yer, içinden kılıcı çekilmiş kına benzer. Dört aylık bir kuzunun ön kolu onu doyurur (hiç obur değildir).
Ebû Zer'in kızı ise, annesine ve babasına karşı son derece itaatlidir. Eti budu yerinde olduğu için vücûdu elbisesini doldurur. Aşırı derecedeki güzelliğinden dolayı, komşuları onu kıskanırlar.
Ebû Zer'in câriyesi'ne gelince: Onu da tanıtayım size. O, evimizin sırlarını başkalarına taşımaz. Erzakımızı saçıp savurarak israf etmez; onları güzelce korur. Evin yiyeceklerini köşeye bucağa saklamak suretiyle evin kıyısını köşesini kuş yuvasına çevirmez (çok tertiplidir).
ÜmmüZer' adındaki bu kadın; kocasını, kayınvalidesini, oğlunu, kızını ve cariyesini bu şekilde uzun uzun medh ü sena ettikten sonra, başından geçen bir olayı anlatmaya başlamıştır: Günlerden bir gün, çevrede yayıkların dövüldüğü bir sırada, kocam Ebû Zer' evden çıkmıştı. Yolda giderken, gözü bir kadına ilişir; pars yavrusu gibi hareketli iki tane (muhtemelen ikiz) çocuk, annelerinin kucağına oturmuşlar; nar gibi memelerle oynuyorlar. Bu manzarayı gören Ebû Zer'in gönlü kaymış ve beni boşayarak o kadınla evlenmiştir. Ben de, bir müddet sonra, hâli vakti yerinde, mal mülk sahibi bir adamla evlendim. Bu ikinci kocam, Hat (Bahreyn) yapımı mızrağını yanına alıp atına bindi ve otlaklarında yayılmakta olan deve, sığır, koyun cinsinden bir sürü hayvanı sürüp getirdi. Bunların her birinden bana birer çift vererek: "Ümmü Zer! Bunları al, istediğin gibi kullan; istersen hısım ve akrabalarına ver, onlar da kullansınlar!." dedi.
Ümmü Zer', "Buna rağmen ikinci kocamın bana verdiklerinin hepsini bir araya toplasam, yine de eski kocam Ebû Zer'in bana verdiği en küçük bir kap kaçak kadar değerli değildir" diyerek, gönlünün hâlâ ilk kocasında olduğunu ifâde etmiştir (Hz. Âişe vâlidemiz'in Cenâb-ı Peygamber'e gece anlattığı "Onbir Kadın Hikâyesi" burada bitmektedir).
Hz. Âişe (r.anhâ), hikâyeyi anlatıp bitirdikten sonra, Peygamber Efendimiz kendisine şöyle buyurmuşlardır: "Yâ Âişe! Ümmü Zer'e karşı kocası Ebû Zer' nasılsa, işte ben de senin için tıpkı onun gibiyim!."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Tirmizî, Şemail-i Muhammediyye, 253, /412
Senetler:
()
Konular:
Aile, ailenin önemi
Hitabet, Şiir, okumak/ dinlemek/ ezberlemek
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Hz. Peygamber, hanımlarıyla ilişkileri
Hz. Peygamber, şemaili
Hz. Peygamber, Şiir okuması, yazması
Hz. Peygamber, vasıfları, şemaili, hasaisi
حدثنا موسى بن إسماعيل قال حدثنا حماد عن بن عقيل عن محمد بن علي بن الحنفية عن أبيه قال : كان النبي صلى الله عليه وسلم ضخم الرأس عظيم العينين إذا مشى تكفأ كأنما يمشي في صعد إذا التفت التفت جميعا
Öneri Formu
Hadis Id, No:
166573, EM001315
Hadis:
حدثنا موسى بن إسماعيل قال حدثنا حماد عن بن عقيل عن محمد بن علي بن الحنفية عن أبيه قال : كان النبي صلى الله عليه وسلم ضخم الرأس عظيم العينين إذا مشى تكفأ كأنما يمشي في صعد إذا التفت التفت جميعا
Tercemesi:
— Muhammed ibni. AH (İbnil-Hanefiyye) babasından rivayet ettiğine göre, şöyle demiştir :
«Peygamber (Saîlallohü Aleyhi ve Seîlem) 'in. başı büyükçe idi, gözleri iri idi. Yürüdüğü zaman ayaklarım yüksek yerden iner gibi kaldırarak yürürdü. (Bir kimseye karşı) döndüğü zaman bütün vücudu ile dönerdi.»[1366]
Görünüşte bu Hadîs-i Şerifin «Cefa» ile ilgisi yoksa da, gerçekte bağ-lanhsı vardır. Peygamber (Sdlallahü Aleyhi ve Selîem) vakar ve heybetle yürürlerdi. Bir kimseye- teveccüh buyuracakları zaman da yolnız başı çevirmekle değil, butun vücudu çevirerek teveccüh eder ve iltifatta bulunurlardı. Her iki hareket, kendilerinde cefa bulunmayan, kibir ve azamet dışı güzei davranışlardır ve bunlar hayanın gereğidir. Bu bakımdan .hayayı gerektiren hal ve gidişat örnek alınmalıdır. Hayasızlık sayılan hallerden uzaklaşmalıdır.[1367]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 1315, /982
Senetler:
()
Konular:
Hz. Peygamber, insanî ilişkileri
Hz. Peygamber, şemaili
Hz. Peygamber, vasıfları, şemaili, hasaisi
Hz. Peygamber, yürüyüşü