263 Kayıt Bulundu.
Bize Said b. Mansur, ona Hüşeym, ona Husayn b. Abdurrahman şöyle rivayet etmiştir: Said b. Cübeyr'in yanındaydım. “Dün akşam kayan yıldızı gören oldu mu?” diye sordu. “Ben gördüm” dedim. Sonra da “Ama namazda değildim, beni beni akrep sokmuştu” dedim. “Peki ne yaptın?” diye sordu. “Rukye yaptım” dedim. “Seni bunu yapmaya sevk eden nedir?” diye sordu. Ben de “Şa'bî'nin bana rivayet ettiği bir hadis sebebiyle yaptım” dedim. “Şa'bî size ne rivayet etti?” diye sordu. Ben de “Bize Şa'bî, ona da Büreyde b. Husayb el-Eslemî şöyle rivayet ettiğine göre nazar ve zehirli hayvan sokmasından başka bir şeyde rukye yoktur” dedim, bana şöyle dedi: İşittiği şeyle yetinen kimse ne güzel yapmıştır Ancak bize İbn Abbas (ra) Hz. Peygamber'den (sav) şöyle rivayet etmiştir: "Bütün ümmetler bana arz edildi. Bazı peygamberlerin yanında küçük bir topluluk, bazılarının yanında bir adam, iki adam; bazılarının ise yanında kimse bulunmadığını gördüm. Sonra benim önüme büyük bir topluluk geldi. Onun ümmetim olduğunu sandım. 'Bu Musa'nın ümmetidir. Sen ufuğa doğru bak' denildi. Ben de baktım. Yine büyük bir kalabalık vardı. Bana 'Diğer tarafa bak' dediler. Bir de baktım ki yine büyük bir kalabalık. 'İşte bu senin ümmetindir. Onlardan yetmiş bin tanesi hesap ve azap görmeden cennete gireceklerdir' denildi. Bundan sonra Hz. Peygamber (sav) kalkıp evine gitti. Orada bulunanlar cennete hesapsız girecekler hakkında konuşmaya başladılar. Bazıları 'Belki onlar Hz. Peygamber'in ashabıdır' dediler. Bazıları 'Belki müslüman olarak doğup Allah'a şirk koşmayanlardır' dediler ve bir çok fikir yürüttüler. Sonra Hz. Peygamber (sav) yanlarına çıktı ve 'Ne hakkında konuşuyorsunuz?' diye sordu. Ona ne konuştuklarını haber verdiler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) 'Onlar rukye yapmayanlar, yaptırmayanlar, bazı şeyleri uğursuzluk saymayanlar ve rablerine tevekkül edenlerdir' buyurdu. Ukkaşe b. Mıhsan 'Ey Allah'ın Rasulü! Dua edin de ben de onlardan olayım' deyince, Hz. Peygamber (sav) 'Sen onlardansın' buyurdu. Başka bir kişi daha kalkıp 'Allah'a dua buyurun da ben de onlardan olayım' dedi. Hz. Peygamber (sav) 'Ukkaşe seni geçti' buyurdu."
Açıklama: Rukye okuyup üfleyerek şifa ummaktır. Bu hadisin son kısmında tedavi için kullanılan şeylerin doğrudan etki sahibi değil, vasıta olduğuna işaret vardır. Hastalığı da, musibeti de, uğursuzluğu da asıl yaratan Allah'tır. Mümin tedavi olurken asıl şifayı Allah'tan bekler ve ona tevekkül eder. Yoksa kasıt tedaviyi reddetmek değildir.
Bize Muhammed b. Beşşâr ve Hafs b. Ömer, onlara Abdurrahman [b. Mehdî], ona Süfyan [es-Sevrî], ona Asım b. Ubeydullah, ona Ziyad b. Süveyb, ona da Ebu Hureyre şöyle rivayet etmiştir: Nebi (sav) bana hasta ziyaretine geldi ve şöyle buyurdu: "Cebrail'in bana getirdiği bir rukyeyi [şifa mahiyetindeki duayı] sana okumayayım mı?" 'Babam-anam sana feda olsun; buyur oku, ey Allah'ın Rasulü,' dedim. O sav da üç defa şu duayı okudu: "Allah'ın ismiyle şifaya kavuşman için sana okurum. Allah, sendeki her hastalıktan, düğümlere üfleyen büyücülerin şerrinden ve hased ettiği zaman hasetçinin şerrinden sana şifa eylesin."
Bize Muhammed b. el-Müsennâ, ona Vehb, ona Hişam, ona Muhammed, ona Ma‘bed, ona da Ebu Said el-Hudrî (ra) şöyle demiştir: Bir yolculuk sırasında konaklamıştık. Derken bir cariye çıkageldi ve şöyle dedi: 'Kabile reisimiz zehirli bir hayvan (akrep) tarafından sokuldu, adamlarımız da dışarıda. İçinizde rukye yapabilen bir kimse var mı?' Bizim içimizden, rukye bildiğini hiç düşünmediğimiz bir adam onunla birlikte gitti, ona rukye yaptı ve adam iyileşti. Bunun üzerine, ona otuz koyun verilmesini emretti ve bize de süt ikram ettiler. Adam dönünce kendisine: 'Sen rukye yapmasını biliyor muydun, yoksa daha önce hiç rukye yaptın mı?' diye sorduk. 'Hayır,' dedi, 'Ben sadece Ümmü’l-Kitâb (Fâtiha) ile rukye yaptım.' Biz de şöyle dedik: 'Bu durumu Rasulullah’a (sav) sorana kadar hiçbir şey yapmayın.' Medine’ye dönünce meseleyi Rasulullah’a (sav) anlattık. Şöyle buyurdu: "O, bunun rukye olduğunu nereden biliyordu? (Koyunları) Paylaştırın, bana da bir hisse ayırın." Ebu Ma‘mer dedi ki: Bize Abdülvârîs, ona Hişam, ona Muhammed b. Sîrîn, ona Ma‘bed b. Sîrîn, ona da Ebu Said el-Hudrî (ra) bu hadisi aynı şekilde rivayet etmiştir.