Bize Kuteybe, ona Leys, ona Ebu'z-Zübeyr, ona Câbir (ra) şöyle rivayet etmiştir: "Bir gün Rasulullah (sav) beni bir ihtiyacı için göndermişti. Geri geldiğimde namaz kılıyordu. Ona selam verdim. Eliyle işaret etti. Namazını bitirince beni çağırdı ve şöyle dedi: "Sen biraz önce namaz kılarken bana selam vermiştin." O zamanlar Hz. Peygamber namaz kılarken doğuya (Kudüs'e) doğru dönüyordu.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
25767, N001190
Hadis:
أَخْبَرَنَا قُتَيْبَةُ قَالَ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنْ أَبِى الزُّبَيْرِ عَنْ جَابِرٍ قَالَ بَعَثَنِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لِحَاجَةٍ ثُمَّ أَدْرَكْتُهُ وَهُوَ يُصَلِّى فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَأَشَارَ إِلَىَّ فَلَمَّا فَرَغَ دَعَانِى فَقَالَ « إِنَّكَ سَلَّمْتَ عَلَىَّ آنِفًا وَأَنَا أُصَلِّى » . وَإِنَّمَا هُوَ مُوَجَّهٌ يَوْمَئِذٍ إِلَى الْمَشْرِقِ
Tercemesi:
Bize Kuteybe, ona Leys, ona Ebu'z-Zübeyr, ona Câbir (ra) şöyle rivayet etmiştir: "Bir gün Rasulullah (sav) beni bir ihtiyacı için göndermişti. Geri geldiğimde namaz kılıyordu. Ona selam verdim. Eliyle işaret etti. Namazını bitirince beni çağırdı ve şöyle dedi: "Sen biraz önce namaz kılarken bana selam vermiştin." O zamanlar Hz. Peygamber namaz kılarken doğuya (Kudüs'e) doğru dönüyordu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Nesâî, Sünen-i Nesâî, Sehv 6, /2164
Senetler:
1. Cabir b. Abdullah el-Ensârî (Cabir b. Abdullah b. Amr b. Haram b. Salebe)
2. Ebu Zübeyr Muhammed b. Müslim el-Kuraşi (Muhammed b. Müslim b. Tedrus)
3. Ebu Haris Leys b. Sa'd el-Fehmî (Leys b. Sa'd b. Abdurrahman)
4. Ebu Recâ Kuteybe b. Said es-Sekafi (Kuteybe b. Said b. Cemil b. Tarif)
Konular:
Kıble, Kudüs'e yönelerek namaz
KTB, KIBLE
KTB, SELAM
Namaz, binek üzerinde nafile namaz kılarken kıble dışında bir yöne dönmek
Namaz, namazda iken yapılan hareketler
Selam, namaz kılana
حَدَّثنا محمد بن مسكين، حَدَّثنا عُثمَان بن صالح، حَدَّثنا ابن لهيعة، حَدَّثنا يزيد بن أبي حبيب وعقيل، عَن الزُّهْرِيّ، عَن أَنَس بْنِ مَالِكٍ , قَالَ: لَمَّا وُلِدَ إِبْرَاهِيمُ ابْنُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ مَارِيَةَ جَارِيَتِهِ وَقَعَ فِي نَفْسِ النَّبِيّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْهُ شَيْءٌ حَتَّى أَتَاهُ جِبْرِيلُ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ: السَّلامُ عَلَيْكَ أَبَا إِبْرَاهِيمَ.
وَهَذِهِ الأَحَادِيثُ لا نَعْلَمُ رَوَاهَا، عَن الزُّهْرِيّ، عَن أَنَسٍ إِلَّا عُقَيْلٌ.
Bize Muhammed b. Miskîn, ona Osman b. Sâlih, ona İbn Lehî‘a, ona Yezid b. Ebu Habîb ve Ukayl, ona Zührî, ona da Enes b. Mâlik rivayet etmiştir: Hz. Peygamber’in (sav) cariyesi Mariye’den oğlu İbrahim doğunca Hz. Peygamber’in kalbinde şüphe düşmüştü. Neyse ki Cebrail (as) geldi ve “Selam sana ey İbrahim’in babası” dedi. Bu hadislerin Zühri – Enes tarikinden sadece Ukayl tarafından nakledildiğini biliyoruz.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
221692, BM006331
Hadis:
حَدَّثنا محمد بن مسكين، حَدَّثنا عُثمَان بن صالح، حَدَّثنا ابن لهيعة، حَدَّثنا يزيد بن أبي حبيب وعقيل، عَن الزُّهْرِيّ، عَن أَنَس بْنِ مَالِكٍ , قَالَ: لَمَّا وُلِدَ إِبْرَاهِيمُ ابْنُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْ مَارِيَةَ جَارِيَتِهِ وَقَعَ فِي نَفْسِ النَّبِيّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ مِنْهُ شَيْءٌ حَتَّى أَتَاهُ جِبْرِيلُ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ: السَّلامُ عَلَيْكَ أَبَا إِبْرَاهِيمَ.
وَهَذِهِ الأَحَادِيثُ لا نَعْلَمُ رَوَاهَا، عَن الزُّهْرِيّ، عَن أَنَسٍ إِلَّا عُقَيْلٌ.
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Miskîn, ona Osman b. Sâlih, ona İbn Lehî‘a, ona Yezid b. Ebu Habîb ve Ukayl, ona Zührî, ona da Enes b. Mâlik rivayet etmiştir: Hz. Peygamber’in (sav) cariyesi Mariye’den oğlu İbrahim doğunca Hz. Peygamber’in kalbinde şüphe düşmüştü. Neyse ki Cebrail (as) geldi ve “Selam sana ey İbrahim’in babası” dedi. Bu hadislerin Zühri – Enes tarikinden sadece Ukayl tarafından nakledildiğini biliyoruz.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Bezzâr, Müsned-i Bezzâr, Enes b. Malik 6331, 13/26
Senetler:
1. Enes b. Malik el-Ensarî (Enes b. Malik b. Nadr b. Damdam b. Zeyd b. Haram)
2. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
3. Ebu Halid Ukayl b. Halid el-Eylî (Ukayl b. Halid b. Ukayl)
4. Ebu Halid Yezid b. Harun el-Vasitî (Yezid b. Harun b. Zâzî b. Sabit)
5. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Lehîa el-Hadramî (Abdullah b. Lehîa b. Ukbe)
6. Osman b. Salih es-Sehmi (Osman b. Salih b. Safvan)
7. Muhammed b. Miskin el-Yemami (Muhammed b. Miskin b. Nümeyle)
Konular:
Ehl-i Beyt, Hz. Peygamber'in oğlu İbrahim
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Maria
KTB, SELAM
Selam, Cebrail, Hz. Peygamber'e selam vermesi
Selam, meleklerin insanlarla selamlaşması
Öneri Formu
Hadis Id, No:
212969, İHM000208
Hadis:
نا بُنْدَارٌ، نا مُحَمَّدُ بْنُ جَعْفَرٍ، نا شُعْبَةُ، عَنْ عَمْرِو بْنِ مُرَّةَ قَالَ: سَمِعْتُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ سَلَمَةَ قَالَ: دَخَلْتُ عَلَى عَلِيِّ بْنِ أَبِي طَالِبٍ أَنَا وَرَجُلَانِ: رَجُلٌ مِنَّا، وَرَجُلٌ مِنْ بَنِي أَسَدٍ أَحْسَبُ، فَبَعَثَهُمَا وَجْهًا وَقَالَ: إِنَّكُمَا عِلْجَانِ فَعَالِجَا عَنْ دِينِكُمَا، ثُمَّ دَخَلَ الْمَخْرَجَ ثُمَّ خَرَجَ، فَأَخَذَ حَفْنَةً مِنْ مَاءٍ فَتَمَسَّحَ بِهَا ثُمَّ جَاءَ، فَقَرَأَ الْقُرْآنَ قِرَاءَةً فَأَنْكَرْنَا ذَلِكَ، فَقَالَ عَلِيٌّ: «كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَأْتِي الْخَلَاءَ فَيَقْضِي الْحَاجَةَ، ثُمَّ يَخْرُجُ فَيَأْكُلُ مَعَنَا الْخُبْزَ وَاللَّحْمَ، وَيَقْرَأُ الْقُرْآنَ، وَلَا يَحْجُبُهُ عَنِ الْقُرْآنِ شَيْءٌ لَيْسَ الْجَنَابَةَ» أَوْ إِلَّا الْجَنَابَةُ قَالَ: سَمِعْتُ أَحْمَدَ بْنَ الْمِقْدَامِ الْعِجْلِيَّ يَقُولُ: حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ الرَّبِيعِ، عَنْ شُعْبَةَ بِهَذَا الْحَدِيثِ قَالَ شُعْبَةُ: «هَذَا ثُلُثُ رَأْسِ مَالِي» قَالَ أَبُو بَكْرٍ: " قَدْ كُنْتُ بَيَّنْتُ فِي كِتَابِ الْبُيُوعِ أَنَّ بَيْنَ الْمَكْرُوهِ وَبَيْنَ الْمُحَرَّمِ فُرْقَانًا، وَاسْتَدْلَلْتُ عَلَى الْفَرْقِ بَيْنَهُمَا بِقَوْلِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «إِنَّ اللَّهَ كَرِهَ لَكُمْ ثَلَاثًا، وَحَرَّمَ عَلَيْكُمْ ثَلَاثًا، كَرِهَ لَكُمْ قِيلَ وَقَالَ، وَكَثْرَةَ السُّؤَالِ، وَإِضَاعَةَ الْمَالِ، وَحَرَّمَ عَلَيْكُمْ عُقُوقَ الْأُمَّهَاتِ، وَوَأْدَ الْبَنَاتِ، وَمَنْعًا وَهَاتِ» فَفَرَّقَ بَيْنَ الْمَكْرُوهِ، وَبَيْنَ الْمُحَرَّمِ بِقَوْلِهِ فِي خَبَرِ الْمُهَاجِرِ بْنِ قُنْفُذٍ: «كَرِهْتُ أَنْ أَذْكُرَ اللَّهَ إِلَّا عَلَى طُهْرٍ» قَدْ يَجُوزُ أَنْ يَكُونَ إِنَّمَا كَرِهَ ذَلِكَ إِذِ الذِّكْرُ عَلَى طُهْرٍ أَفْضَلُ لَا أَنَّ ذِكْرَ اللَّهِ عَلَى غَيْرِ طُهْرٍ مُحَرَّمٌ، «إِذِ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَدْ كَانَ يُقْرَأُ الْقُرْآنَ عَلَى غَيْرِ طُهْرٍ» وَالْقُرْآنُ أَفْضَلُ الذِّكْرِ، «وَقَدْ كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَذْكُرُ اللَّهَ عَلَى كُلِّ أَحْيَانِهِ» عَلَى مَا رُوِّينَا عَنْ عَائِشَةَ رَضِي اللَّهُ عَنْهَا، وَقَدُ يَجُوزُ أَنْ تَكُونَ كَرَاهَتُهُ لِذِكْرِ اللَّهِ إِلَّا عَلَى طُهْرٍ ذِكْرُ اللَّهِ الَّذِي هُوَ فَرْضٌ عَلَى الْمَرْءِ دُونَ مَا هُوَ مُتَطَوَّعٌ بِهِ، فَإِذَا كَانَ ذِكْرُ اللَّهِ فَرْضًا لَمْ يُؤَدِّ الْفَرْضَ عَلَى غَيْرِ طُهْرٍ حَتَّى يَتَطَهَّرَ، ثُمَّ يُؤَدِّي ذَلِكَ الْفَرْضَ عَلَى طَهَارَةٍ؛ لِأَنَّ رَدَّ السَّلَامِ فَرْضٌ عِنْدَ أَكْثَرِ الْعُلَمَاءِ، فَلَمْ يَرُدَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَهُوَ عَلَى غَيْرِ طُهْرٍ حَتَّى تَطَهَّرَ، ثُمَّ رَدَّ السَّلَامَ، فَأَمَّا مَا كَانَ الْمَرْءُ مُتَطَوِّعًا بِهِ مِنْ ذِكْرِ اللَّهِ وَلَوْ تَرَكَهُ فِي حَالَةٍ هُوَ فِيهَا غَيْرُ طَاهِرٍ لَمْ يَكُنْ عَلَيْهِ إِعَادَتُهُ فَلَهُ أَنْ يَذْكُرَ اللَّهَ مُتَطَوِّعًا بِالذِّكْرِ، وَإِنْ كَانَ غَيْرَ مُتَطَهِّرٍ "
Tercemesi:
Bize Bendar, ona Muhammed b. Cafer, ona Şube ona Amr b. Mürre, ona “Abdullah b. Seleme’nin şöyle anlattığını rivayet etti: “Benimle birlikte iki kişi Hz. Ali’nin huzuruna girdik. Onlardan biri bizden, diğeri zannediyorum Esed oğullarındandı. Hz. Ali, Onları bir tarafa (göreve) gönderdi ve ‘Sizler güçlü kuvvetli insanlarsınız. Dininiz için çalışıp gayret edin’ dedi. Sonra (abdest bozmak için) dışarı çıktı. Geri dönünce bir avuç su aldı ve ellerin yıkadı. Ve Kur’an okudu. Biz onun yaptıklarını garip karşılayınca bize ‘Hz. Peygamber (abdest bozmak için) dışarı çıkar ihtiyacını giderirdi. Sonra gelir bizimle birlikte ekmek ve et yer, Kur’an okurdu. Cünüplük dışında hiçbir durum Kur’an okumasına engel olmazdı.’ Ravi Amr b. Mürre, Ahmed b. Mikdam el-Icli’den, Ahmed b. Mikdam, Sa’id b. er-Rabi’den o da Şu’be’den bu hadisi duyduğunu rivayet etmiştir. (Söz konusu rivayete göre Şu’be bu hadis) benim malımın üçte biridir demiştir. Ebu Bekir (el-Beyhaki) ise şöyle demiştir: ‘Büyu’ bölümünde mekruhla haram arasında fark olduğunu beyan etmiştim. İkisi arasındaki farkı Hz. Peygamber’in şu hadisinden çıkardım. “Allah üç şeyi yapmanızdan hoşlanmamış, üç şeyi de haram kılmıştır. Dedi- kodu yapmayı, çok soru sormayı ve malı çar çur etmeyi hoş görmemiştir. Anne-babaya karşı gelmeyi, kız çocuklarını (diri diri) toprağa gömmeyi ve vermeniz gerekeni vermemeyi, almaya hakkınız olmayan bir şeyi de talep etmeyi haram kılmıştır.” Ebu Bekir (el-Beyhaki) Mekruhla haramı Muhacir b. Kunfuz’un rivayetinde yer alan “Allah’ın adını abdestsiz zikretmeyi hoş görmedim” cümlesiyle beyan etmiştir. Bunu mekruh görmüş de olabilir. Çünkü ifade, Allah’ın adını abdestli olarak anmak daha faziletlidir şeklindedir. Yoksa abdestsiz olarak anmak haramdır biçiminde değildir. “Çünkü Hz. Peygamber, Kur’an’ı abdestsiz okurdu.” Oysa Kur’an zikrin en faziletlisidir. Hz. Ayşe’den (r.anha) bize ulaşan bir rivayete göre “Rasulullah (sav) Kur’an’ı her durumda okurdu.” Hz. Peygamber’in Allah’ın ismini abdestsiz olarak anmaktan hoşlanmayışı, kişiye onu abdestli anmasının farz olduğu yerler için söz konusu olup, nafile olarak anıldığı yerlerde olmayabilir. Allah’ın adını anmak farz olunca kişi bu farzı abdestsiz eda edemez. Abdest alır ve abdestli olarak eda eder. Çünkü selamı almak alimlerin çoğuna göre farzdır. Hz. Peygamber (kendisine verilen selamı) abdestsiz olarak almamış, (abdestini) alınca (selamı) iade etmiştir. (Buna karşılık) kişi, Allah’ın adını farz olmayarak anacaksa, abdestsiz olduğu durumlarda zikri terk edecekse bunu iade etmesi gerekmez. Abdestsiz bile olsa nafile olarak Allah’ın adını anabilir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Huzeyme, Sahih-i İbn Huzeyme, Vudû 208, 1/98
Senetler:
1. Ebu Hasan Ali b. Ebu Talib el-Hâşimî (Ali b. Ebu Talib b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
2. Ebu Aliye Abdullah b. Seleme el-Muradî (Abdullah b. Seleme)
3. Amr b. Mürre el-Muradî (Amr b. Mürre b. Abdullah b. Tarık)
4. Şube b. Haccâc el-Atekî (Şu'be b. Haccac b. Verd)
5. Gunder Muhammed b. Cafer el-Hüzelî (Muhammed b. Cafer el-Hüzeli)
6. Muhammed b. Beşşâr el-Abdî (Muhammed b. Beşşâr b. Osman)
Konular:
Adab, soru sorma adabı
Gıybet, gıybet etmek, dedi kodu yapmak
KTB, SELAM
Kur'an, abdestsiz okumak, dokunmak
Selam, karşılık verilmeyecek durumlar
Öneri Formu
Hadis Id, No:
271426, İHM000208-2
Hadis:
نا بُنْدَارٌ، نا مُحَمَّدُ بْنُ جَعْفَرٍ، نا شُعْبَةُ، عَنْ عَمْرِو بْنِ مُرَّةَ قَالَ: سَمِعْتُ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ سَلَمَةَ قَالَ: دَخَلْتُ عَلَى عَلِيِّ بْنِ أَبِي طَالِبٍ أَنَا وَرَجُلَانِ: رَجُلٌ مِنَّا، وَرَجُلٌ مِنْ بَنِي أَسَدٍ أَحْسَبُ، فَبَعَثَهُمَا وَجْهًا وَقَالَ: إِنَّكُمَا عِلْجَانِ فَعَالِجَا عَنْ دِينِكُمَا، ثُمَّ دَخَلَ الْمَخْرَجَ ثُمَّ خَرَجَ، فَأَخَذَ حَفْنَةً مِنْ مَاءٍ فَتَمَسَّحَ بِهَا ثُمَّ جَاءَ، فَقَرَأَ الْقُرْآنَ قِرَاءَةً فَأَنْكَرْنَا ذَلِكَ، فَقَالَ عَلِيٌّ: «كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَأْتِي الْخَلَاءَ فَيَقْضِي الْحَاجَةَ، ثُمَّ يَخْرُجُ فَيَأْكُلُ مَعَنَا الْخُبْزَ وَاللَّحْمَ، وَيَقْرَأُ الْقُرْآنَ، وَلَا يَحْجُبُهُ عَنِ الْقُرْآنِ شَيْءٌ لَيْسَ الْجَنَابَةَ» أَوْ إِلَّا الْجَنَابَةُ قَالَ: سَمِعْتُ أَحْمَدَ بْنَ الْمِقْدَامِ الْعِجْلِيَّ يَقُولُ: حَدَّثَنَا سَعِيدُ بْنُ الرَّبِيعِ، عَنْ شُعْبَةَ بِهَذَا الْحَدِيثِ قَالَ شُعْبَةُ: «هَذَا ثُلُثُ رَأْسِ مَالِي» قَالَ أَبُو بَكْرٍ: " قَدْ كُنْتُ بَيَّنْتُ فِي كِتَابِ الْبُيُوعِ أَنَّ بَيْنَ الْمَكْرُوهِ وَبَيْنَ الْمُحَرَّمِ فُرْقَانًا، وَاسْتَدْلَلْتُ عَلَى الْفَرْقِ بَيْنَهُمَا بِقَوْلِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «إِنَّ اللَّهَ كَرِهَ لَكُمْ ثَلَاثًا، وَحَرَّمَ عَلَيْكُمْ ثَلَاثًا، كَرِهَ لَكُمْ قِيلَ وَقَالَ، وَكَثْرَةَ السُّؤَالِ، وَإِضَاعَةَ الْمَالِ، وَحَرَّمَ عَلَيْكُمْ عُقُوقَ الْأُمَّهَاتِ، وَوَأْدَ الْبَنَاتِ، وَمَنْعًا وَهَاتِ» فَفَرَّقَ بَيْنَ الْمَكْرُوهِ، وَبَيْنَ الْمُحَرَّمِ بِقَوْلِهِ فِي خَبَرِ الْمُهَاجِرِ بْنِ قُنْفُذٍ: «كَرِهْتُ أَنْ أَذْكُرَ اللَّهَ إِلَّا عَلَى طُهْرٍ» قَدْ يَجُوزُ أَنْ يَكُونَ إِنَّمَا كَرِهَ ذَلِكَ إِذِ الذِّكْرُ عَلَى طُهْرٍ أَفْضَلُ لَا أَنَّ ذِكْرَ اللَّهِ عَلَى غَيْرِ طُهْرٍ مُحَرَّمٌ، «إِذِ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَدْ كَانَ يُقْرَأُ الْقُرْآنَ عَلَى غَيْرِ طُهْرٍ» وَالْقُرْآنُ أَفْضَلُ الذِّكْرِ، «وَقَدْ كَانَ النَّبِيُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَذْكُرُ اللَّهَ عَلَى كُلِّ أَحْيَانِهِ» عَلَى مَا رُوِّينَا عَنْ عَائِشَةَ رَضِي اللَّهُ عَنْهَا، وَقَدُ يَجُوزُ أَنْ تَكُونَ كَرَاهَتُهُ لِذِكْرِ اللَّهِ إِلَّا عَلَى طُهْرٍ ذِكْرُ اللَّهِ الَّذِي هُوَ فَرْضٌ عَلَى الْمَرْءِ دُونَ مَا هُوَ مُتَطَوَّعٌ بِهِ، فَإِذَا كَانَ ذِكْرُ اللَّهِ فَرْضًا لَمْ يُؤَدِّ الْفَرْضَ عَلَى غَيْرِ طُهْرٍ حَتَّى يَتَطَهَّرَ، ثُمَّ يُؤَدِّي ذَلِكَ الْفَرْضَ عَلَى طَهَارَةٍ؛ لِأَنَّ رَدَّ السَّلَامِ فَرْضٌ عِنْدَ أَكْثَرِ الْعُلَمَاءِ، فَلَمْ يَرُدَّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَهُوَ عَلَى غَيْرِ طُهْرٍ حَتَّى تَطَهَّرَ، ثُمَّ رَدَّ السَّلَامَ، فَأَمَّا مَا كَانَ الْمَرْءُ مُتَطَوِّعًا بِهِ مِنْ ذِكْرِ اللَّهِ وَلَوْ تَرَكَهُ فِي حَالَةٍ هُوَ فِيهَا غَيْرُ طَاهِرٍ لَمْ يَكُنْ عَلَيْهِ إِعَادَتُهُ فَلَهُ أَنْ يَذْكُرَ اللَّهَ مُتَطَوِّعًا بِالذِّكْرِ، وَإِنْ كَانَ غَيْرَ مُتَطَهِّرٍ "
Tercemesi:
Bize Bendar, ona Muhammed b. Cafer, ona Şube ona Amr b. Mürre, ona Abdullah b. Seleme’nin şöyle anlattığını rivayet etti: “Benimle birlikte iki kişi Hz. Ali’nin huzuruna girdik. Onlardan biri bizden, diğeri zannediyorum Esed oğullarındandı. Hz. Ali, Onları bir tarafa (göreve) gönderdi ve ‘Sizler güçlü kuvvetli insanlarsınız. Dininiz için çalışıp gayret edin’ dedi. Sonra (abdest bozmak için) dışarı çıktı. Geri dönünce bir avuç su aldı ve ellerin yıkadı. Ve Kur’an okudu. Biz onun yaptıklarını garip karşılayınca bize ‘Hz. Peygamber (abdest bozmak için) dışarı çıkar ihtiyacını giderirdi. Sonra gelir bizimle birlikte ekmek ve et yer, Kur’an okurdu. Cünüplük dışında hiçbir durum Kur’an okumasına engel olmazdı.’ Ravi Amr b. Mürre, Ahmed b. Mikdam el-Icli’den, Ahmed b. Mikdam, Sa’id b. er-Rabi’den o da Şu’be’den bu hadisi duyduğunu rivayet etmiştir. (Söz konusu rivayete göre Şu’be bu hadis) benim malımın üçte biridir demiştir. Ebu Bekir (el-Beyhaki) ise şöyle demiştir: ‘Büyu’ bölümünde mekruhla haram arasında fark olduğunu beyan etmiştim. İkisi arasındaki farkı Hz. Peygamber’in şu hadisinden çıkardım. “Allah üç şeyi yapmanızdan hoşlanmamış, üç şeyi de haram kılmıştır. Dedi- kodu yapmayı, çok soru sormayı ve malı çar çur etmeyi hoş görmemiştir. Anne-babaya karşı gelmeyi, kız çocuklarını (diri diri) toprağa gömmeyi ve vermeniz gerekeni vermemeyi, almaya hakkınız olmayan bir şeyi de talep etmeyi haram kılmıştır.” Resul-i Ekrem mekruhla haramı Muhacir b. Kunfuz’un rivayetinde yer alan “Allah’ın adını abdestsiz zikretmeyi hoş görmedim” cümlesiyle birbirinden ayırmıştır. Bunu mekruh görmüş de olabilir. Çünkü ifade, Allah’ın adını abdestli olarak anmak daha faziletlidir şeklindedir. Yoksa abdestsiz olarak anmak haramdır biçiminde değildir. “Çünkü Hz. Peygamber, Kur’an’ı abdestsiz okurdu.” Oysa Kur’an zikrin en faziletlisidir. Hz. Ayşe’den (r.anha) bize ulaşan bir rivayete göre “Rasulullah (sav) Kur’an’ı her durumda okurdu.” Hz. Peygamber’in Allah’ın ismini abdestsiz olarak anmaktan hoşlanmayışı, kişiye onu abdestli anmasının farz olduğu yerler için söz konusu olup, nafile olarak anıldığı yerlerde olmayabilir. Allah’ın adını anmak farz olunca kişi bu farzı abdestsiz eda edemez. Abdest alır ve abdestli olarak eda eder. Çünkü selamı almak -alimlerin çoğuna göre- farzdır. Hz. Peygamber (kendisine verilen selamı) abdestsiz olarak almamış, (abdestini) alınca (selamı) iade etmiştir. (Buna karşılık) kişi, Allah’ın adını farz olmayarak anacaksa, abdestsiz olduğu durumlarda zikri terk edecekse bunu iade etmesi gerekmez. Abdestsiz bile olsa nafile olarak Allah’ın adını anabilir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Huzeyme, Sahih-i İbn Huzeyme, Vudû 208, 1/98
Senetler:
1. Ebu Hasan Ali b. Ebu Talib el-Hâşimî (Ali b. Ebu Talib b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
2. Ebu Aliye Abdullah b. Seleme el-Muradî (Abdullah b. Seleme)
3. Amr b. Mürre el-Muradî (Amr b. Mürre b. Abdullah b. Tarık)
4. Şube b. Haccâc el-Atekî (Şu'be b. Haccac b. Verd)
5. Ebu Zeyd Saîd b. Rabî' el-Haraşî (Saîd b. Rabî')
6. Ebu Eşas Ahmed b. Mikdam el-Icli (Ahmed b. Mikdam b. Süleyman b. Eşas)
Konular:
Adab, soru sorma adabı
Gıybet, gıybet etmek, dedi kodu yapmak
KTB, SELAM
Kur'an, abdestsiz okumak, dokunmak
Selam, karşılık verilmeyecek durumlar
Öneri Formu
Hadis Id, No:
231852, İHS002559
Hadis:
2559 - أَخْبَرَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ مُحَمَّدٍ الْأَزْدِيُّ، حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ، أَخْبَرَنَا أَبُو عَامِرٍ الْعَقَدِيُّ، حَدَّثَنَا هَمَّامُ بْنُ يَحْيَى، عَنْ قَتَادَةَ، عَنْ أَبِي مَيْمُونَةَ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ: قُلْتُ: يَا رَسُولَ اللَّهِ، إِنِّي إِذَا رَأَيْتُكَ طَابَتْ نَفْسِي، وَقَرَّتْ عَيْنِي، أَنْبِئْنِي عَنْ كُلِّ شَيْءٍ، قَالَ: «كُلُّ شَيْءٍ خُلِقَ مِنَ الْمَاءِ»، فَقُلْتُ: أَخْبِرْنِي بِشَيْءٍ إِذَا عَمِلْتُ بِهِ دَخَلْتُ الْجَنَّةَ، قَالَ: «أَطْعِمِ الطَّعَامَ، وَأَفْشِ السَّلَامَ، وَصِلِ الْأَرْحَامَ، وَقُمْ بِاللَّيْلِ وَالنَّاسُ نِيَامٌ، تَدْخُلِ الْجَنَّةَ بِسَلَامٍ»
قَالَ أَبُو حَاتِمٍ: قَوْلُ أَبِي هُرَيْرَةَ: أَنْبِئْنِي عَنْ كُلِّ شَيْءٍ، أَرَادَ بِهِ عَنْ كُلِّ شَيْءٍ خُلِقَ مِنَ الْمَاءِ، وَالدَّلِيلُ عَلَى صِحَّةِ هَذَا جَوَابُ الْمُصْطَفَى إِيَّاهُ، حَيْثُ قَالَ: «كُلُّ شَيْءٍ خُلِقَ مِنَ الْمَاءِ»، فَهَذَا جَوَابٌ خَرَجَ عَلَى سُؤَالٍ بِعَيْنِهِ، لَا أَنَّ كُلَّ شَيْءٍ خُلِقَ مِنَ الْمَاءِ وَإِنْ لَمْ يَكُنْ مَخْلُوقًا
Tercemesi:
Bize Abdullâh İbn Muhammed el-Ezdî haber verdi: Bize İshâk İbn İbrâhîm anlattı: Bize Ebû Âmir el-Akadî haber verdi: Hemmâm İbn Yahyâ bize, Katâde'den, o da Hilâl İbn Ebû Meymûne'den, o da Ebû Hureyre'den anlattı:
Ey Allâh'ın Elçisi, dedim, seni gördüğümde içim açılıyor, gözüm aydınlanıyor; bana her şeyden haber ver! Buyurdu ki: Her şey sudan yaratıldı? Bunun üzerine ben: Bana öyle bir şey tarif et ki, onu uyguladığımda Cennet'e gireyim, dedim. Şöyle buyurdu: Yemek yedir, selamı yaygınlaştır, yakınlarınla ilişkini sürdür ve insanlar uykudayken sen geceleyin kalkıver ki Cennet'e kazasız giresin.
Ebû Hâtim (İbn Hibbân): Ebû Hureyre, 'bana her şeyden haber ver' sözüyle, 'bana sudan yaratılan her şeyden haber ver' demek istiyor. Bunun kanıtı, Mustafa'nın, 'Her şey sudan yaratıldı?' şeklindeki cevabıdır. Bu, soruya sorunun aynısıyla verilen bir cevaptır. Yoksa, her şey sudan yaratılmış değildir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Hibban, Sahih-i İbn Hibban, Salât 2559, 6/299
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebu Meymune el-Fârisî (Süleym)
3. Ebu Hattab Katade b. Diame es-Sedusî (Katade b. Diame b. Katade)
4. Ebu Abdullah Hemmâm b. Yahya el-Avzî (Hemmâm b. Yahya b. Dinar)
5. Ebu Âmir Abdülmelik b. Amr el-Kaysî (Abdülmelik b. Amr)
6. İshak b. Râhûye el-Mervezî (İshak b. İbrahim b. Mahled)
7. Ebu Muhammed Abdullah b. Muhammed en-Nisaburi (Abdullah b. Muhammed b. Abdurrahman b. Şireveyh)
Konular:
Akraba, akrabalık ilişkileri, sıla-i rahim
Cennet, Cennetlikler, vasfı , sıfatı , yaşamı vs.
KTB, SELAM
KTB, YARATILIŞ
Namaz, Teheccüt namazı
Selam, selamı yaymak
Teşvik edilenler, Yemek yedirmek, fazileti
Yaratma, Yaratılış
Bize İshak b. Mansur, ona Abdussamed b. Abdülvaris, ona Hammad b. Seleme, ona Süheyl b. Ebû Salih, ona babası (Ebû Salih), ona da Hz. Âişe (ra), Rasûlullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etti:
“Yahudilerin sizi, selamlaşmanız ve (dualarınızda) amin demeniz konusunda kıskandıkları kadar hiçbir konuda kıskanmadılar.”
Öneri Formu
Hadis Id, No:
10983, İM000856
Hadis:
حَدَّثَنَا إِسْحَاقُ بْنُ مَنْصُورٍ أَخْبَرَنَا عَبْدُ الصَّمَدِ بْنُ عَبْدِ الْوَارِثِ حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ سَلَمَةَ حَدَّثَنَا سُهَيْلُ بْنُ أَبِى صَالِحٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَ « مَا حَسَدَتْكُمُ الْيَهُودُ عَلَى شَىْءٍ مَا حَسَدَتْكُمْ عَلَى السَّلاَمِ وَالتَّأْمِينِ » .
Tercemesi:
Bize İshak b. Mansur, ona Abdussamed b. Abdülvaris, ona Hammad b. Seleme, ona Süheyl b. Ebû Salih, ona babası (Ebû Salih), ona da Hz. Âişe (ra), Rasûlullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etti:
“Yahudilerin sizi, selamlaşmanız ve (dualarınızda) amin demeniz konusunda kıskandıkları kadar hiçbir konuda kıskanmadılar.”
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Mâce, Sünen-i İbn Mâce, İkâmetu's-salât ve's-sünnetü fîhâ 14, /144
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Ebû Salih es-Semmân (Ebû Sâlih Zekvân b. Abdillâh et-Teymî)
3. Ebu Yezid Süheyl b. Ebu Salih es-Semmân (Süheyl b. Zekvan)
4. Ebu Seleme Hammad b. Seleme el-Basrî (Hammad b. Seleme b. Dînar)
5. Ebu Sehl Abdussamed b. Abdulvâris et-Temimî (Abdussamed b. Abdulvâris b. Saîd b. Zekvân)
6. İshak b. Mansur el-Kevsec (İshak b. Mansur b. Behram)
Konular:
Dua, duaya amin demek
Ehl-i kitap, Yahudi tasvirleri, Kur'an, Rasulullah ve Sahabenin
KTB, DUA
KTB, NAMAZ,
KTB, SELAM
Namaz, amin demek
Selam, aynı şekilde veya daha güzeliyle karşılık vermek
Bize Yakub b. İbrahim, ona Zührî’nin erkek kardeşinin oğlu Muhammed b. Abdullah, ona amcası Muhammed b. Müslim ez-Zührî, ona Abdurrahman b. Abdullah b. Ka‘b b. Malik naklettiğine göre babası Abdullah, babası Ka‘b gözlerini yitirince oğulları arasında onun bakımını üstlenmişti. Şöyle dedi: Ka‘b b. Mâlik, Tebük Gazvesi sırasında Hz. Peygamber’in yanında savaşa katılamayışını şöyle anlattı:
Tebük Gazvesi dışında, Bedir savaşı hariç Rasulullah’ın (sav) katıldığı savaşların hepsine katılmıştım. Hz. Peygamber (sav) Bedir’e katılmayanları ayıplamamıştı. Hz. Peygamber (sav) Bedir’e sadece Kureyş kervanını yakalamak için gitmiş Allah onunla düşmanlarını aniden karşı karşıya getirmişti. Rasulullah (sav) ile birlikte Akabe’de biatte bulunmuştum. Her ne kadar Bedir insanlar arasında daha çok konuşulsa ve meşhur olsa da Akabe’de bulunmak bana Bedir’e şahit olmaktan daha güzel gelmişti. Tebük Gazvesi sırasında Hz. Peygamber’in (sav) yanında bulunamayışım şöyle gerçekleşmişti: Bu savaşa çıkıldığı andaki kadar güç ve zenginlik sahibi hiç olmamıştım. Hayatımda iki devem olmamış iken bu sefere çıkılacağı zaman iki tane devem vardı.
Rasulullah (sav) bir savaşa çıkmayı murat ettiğinde başka bir yere gider gibi yapıp gittiği yeri gizlerdi. Bu savaşta ise çarpışma şiddetli sıcakta vuku bulacağından ve uzak, çetin bir yolculuk ve kalabalık bir düşman ile karşılaşma ihtimaliden dolayı sefer hazırlıklarını sağlamaları için Müslümanlara durumu açıkça bildirdi ve nereye gideceğini söyledi. Rasulullah (sav) ile birlikte sefere çıkan Müslümanların sayısı divan katibinin defterine sığmayacak kadar çoktu. Ka‘b şöyle dedi: Kalabalık sebebiyle ortalıktan kaybolmak isteyen bir kişi, vahiy gelmedikçe açığa çıkmayacağını sanırdı. Hz. Peygamber (sav) bu sefere meyvelerin olgunlaştığı bir mevsimde çıkıyordu. Bende bu sefere katılma konusunda hevesliydim. Rasulullah (sav) ve Müslümanlar yol hazırlığına başladılar. Ben de onlarla birlikte hazırlanmak için erkenden gidiyor ama bir şey yapmadan geri geliyordum. Kendi kendime “(Daha vakit var) istediğimde hemen hazırlanırım” diyordum. Ben böyle deyip dururken insanlar ciddi bir şekilde hazırlıkla uğraşıyorlardı
Hz. Peygamber (sav) bir sabah erkenden Müslümanlarla birlikte yola çıktı. Ben ise daha hiçbir hazırlık yapmamıştım. “Bir iki gün sonra çıksam bile onlara yetişirim” diyordum. Onlar yola çıktıktan sonra hazırlanmak için çarşıya gittiysem de bir şey yapmadan geri döndüm. Ertesi gün de aynısı oldu. Ben böyle yapıp dururken gaziler hızla yol aldılar. Onlara yetişmek için hemen yola çıkmak istedim, keşke yapabilseydim, ama yapamadım.
Rasulullah’ın (sav) sefere çıkışından sonra insanların içine çıktığımda sadece nifaka itham edilenleri, savaşa katılamayacak kadar mazur olanları görünce çok üzülüyordum. Rasulullah (sav) Tebük’e varana kadar beni hiç anmamış. Oraya varınca bir mecliste insanlar arasında otururken “Ka‘b b. Malik ne yaptı, nerede?” diye sormuş. Selemeoğulllarından bir adam “Onu süslü elbiseleri ve kibirle omuzlarına bakması alıkoydu” demiş. Muaz b. Cebel “Ne kötü söz söyledin! Allah’a yemin olsun ki, biz Ka’b hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz” diye cevap vermiş. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) de hiçbir şey dememiş.
Ka’b şöyle devam etti: Rasulullah’ın (sav) Tebük’ten geri dönmek üzere yola çıktığını duyunca çok telaşlandım. Bir şeyler uydurmayı düşündüm. “Yarın Peygamber’in öfkesinden nasıl kurtulacağım?” diye düşünüp, ailemden ve akıllı insanların düşüncelerinden yararlanmalıyım” dedim. “Rasulullah (sav) Medine’ye varmak üzere” denildiği zaman bütün bu batıl düşünceler zihnimden dağıldı. Bu durumdan kurtuluş olmadığını anladım ve doğru söylemeye karar verdim. Rasulullah (sav) sabah vakti Medine’ye geldi. Ne zaman bir seferden dönse, önce mescide gider orada iki rekat namaz kılar, sonra insanları dinlerdi. Yine böyle yapınca sefere katılamayanlar onun huzuruna geldiler ve özürlerini sunmaya, yeminler etmeye başladılar. Seksen küsür kişiydiler. Rasulullah onların söylediklerini kabul etti ve onlar için istiğfar etti. İçlerinde sakladıklarını ise Allah’a havale etti. Sonunda sıra bana geldi. Ona selam verdiğimde kızgın bir edayla bana gülümsedi ve “Gel bakalım” dedi. Yürüyerek yanına kadar gelip önünde oturdum. “Neden sefere gelmedin? Sen bize biat etmemiş miydin?” diye sordu. Şöyle dedim: “Ey Allah’ın resulü! Senin değil de başka bir adamın yanında oturuyor olsaydım onun bu öfkesinden özrümle kurtulabilirdim. Dilimle ikna etmesini bilirim. Ama şunu kesinlikle biliyorum ki bu gün yalan söyleyerek benden razı olmanı sağlasam bile Allah seni bana karşı öfkelendirecektir. Eğer sana doğruyu söylersem, benim aleyhime bile olsa Allah’ın beni af edeceğini umarım. Yemin olsun ki benim bir mazeretim yoktu. Bu savaştaki kadar da hayatımda hiç güç ve zenginliğe sahip olmamıştım.” Bunun üzerine Rasulullah (sav) “Bu ise doğru söyledi. Şimdi kalk ve Allah’ın senin hakkındaki hükmünü bekle” buyurdu. Oradan kalktım. Seleme oğullarından birileri kalkıp beni takip ettiler ve bana “Bundan önce böyle bir günah işlediğini görmemiştik. Rasulullah’a diğer insanlar gibi bir özür bile sunmadın. Onun istiğfarı enin için yeterdi” dediler. O kadar üzerime geldiler ki, gidip kendimi yalanlamak istedim sonra onlara “Bu konuda benimle aynı halde olan kimse var mı?” diye sordum. “İki kişi var, senin söylediğini söylediler ve senin aldığın cevabı aldılar.” diye cevap verdiler. “Kim o ikisi?” diye sordum. “Mürare b. Rabî el-‘Âmirî ve Hilal b. Ümeyye el-Vâkıfî” dediler. İkisi de Bedir Savaşı’na katılmış salih ve örnek insanlardı. Onların adını söylediklerinde ben de geri dönmekten vazgeçtim ve söylediğimin arkasında durdum.
Rasulullah (sav) savaşa katılmayanlar arasından sadece bizimle konuşmaktan insanları men etti. İnsanlar bizden uzaklaştı. Bu şekilde elli gün geçirdik. İki arkadaşım evlerine çekilip ağlıyorlardı. Ben onlar arasında en genç ve sağlam olanıydım. Evimden çıkıp Müslümanlarla beraber namaz kılıyordum, çarşıda dolaşıyordum ama benimle kimse konuşmuyordu. Namazdan sonra Rasulullah’ın (sav) meclisine gidip selam veriyor ve “acaba selamı almak için dudaklarını kıpırdattı mı kıpırdatmadı mı?” diye soruyordum. Sonra ona yakın yerde namaz kılıp gizlice ona bakıyordum. Namaza başladığımda bana baktı ama ona dönünce yüzünü benden çevirdi.
Bana karşı uygulanan bu cefa uzayarak devam ediyordu. Ben de amcamın oğlu ve çok sevdiğim biri olan Ebu Katâde’nin çevirmesine gittim. Ona selam verdim ama selamımı almadı. “Ebu Katâde! Allah için söyle, benim Allah’ı ve resulünü sevdiğimi bilmiyor musun?”. Sustu, bir şey demedi. Tekrar sordum, yine sustu. Elinden çekiştirdim. “Allah ve Resulü en iyi bilendir” buyurdu. Gözlerimden yaşlar boşandı, geriye dönüp duvardan atlayıp oradan ayrıldım.
Medine’de çarşıda gezdiğim bir sırada, Medine’ye yiyecek bir şeyler satmaya gelmiş Şam nabatilerinden bir adam “Bana Ka’b b. Mâlik’i kim gösterecek” diye sesleniyordu. İnsanlar beni göstermeye başladılar. O da bana gelip Gassânî kralından getirdiği bir mektubu verdi. Ben okuma yazma biliyordum. Mektupta şunları gördüm: “Konumuza gelince: Dostunun sana cefa ettiğini işittik. Allah seni horlanacağın ve yok olup gideceğin bir yerde yaratmamıştır. Bize gel, sana en güzel şekilde muamele ederiz”. Mektubu okuyunca “Bu da başka bir imtihan” dedim ve hemen onu yanan ocağa attım. Böyle elli gecenin kırkı geçmiş oldu. O gece Hz. Peygamber’in (sav) elçisi geldi ve “Rasulullah (sav) eşinden ayrılmanı emrediyor” dedi. Ben “Onu boşayayım mı, ne yapayım?” diye sordum. “Sadece ondan uzak dur, ona yaklaşma” dedi. İki arkadaşıma da aynı haberi göndermiş. Hanımıma “Allah bu konuda hükmünü verene kadar babanın evine git” dedim. Hilal b. Ümeyye’nin karısı Hz. Peygamber’in yanına gelip “Ey Allah’ın resulü! Hilal yaşlı, çaresiz bir adam. İşlerini görecek bir hizmetçisi de yok. Ona hizmet etmemi kötü görür müsün?” diye sordu. Hz. Peygamber “Hayır, ama sana yaklaşmasın” buyurdu. “Hiçbir şey yapmıyor, o günden beri sürekli ağlayıp duruyor” dedi. Ailemden biri “Eşin konusunda Rasulullah’tan sen de izin istesen, Hilal b. Ümeyye’nin karısına hizmet etmesi için izin verdi” dedi. “Allah’a yemin olsun ki, bu konuda Hz. Peygamber’den izin istemem. Ben genç bir adamım. Bana Hz. Peygamber (sav) ne der bilemiyorum” dedim. Bu halde on gün daha kalıp elli geceyi tamamladık. Ellinci gecenin sabahında sabah namazını evlerimizin birinin damında kıldım. Yüce Allah’ın zikrettiği şekilde canım dar, yeryüzü bana dar gelir bir halde oturuyordum. Sel’ dağının üzerinden bir kişinin en yükse sesiyle bağırdığını duydum: “Ka’b b. Malik! Müjdeler olsun”. Hemen secdeye kapandım. Sıkıntım giderilmişti. Rasulullah sabah namazını kıldırırken Allah’ın bizim tövbemizi kabul ettiğini bildirmişti. İnsanlar bizi müjdelemeye eldiler. İki arkadaşıma da müjdelemeye gitmişlerdi. Bir adam bana atını koşturarak gelmiş, başka birisi tepeye çıkıp bağırmıştı. Ses attan daha hızlıydı. Sesini duyduğum müjdeci yanıma gelince iki elbisemi de çıkarıp ona verdim. Vallahi o zaman o ikisinden başka elbisem yoktu. Başkasından iki elbise ödünç aldım ve onları giyip hemen rasulullah’ın yanına koştum. İnsanlar gruplar halinde yanıma geliyor ve benim tövbemin kabul olmasını tebrik ediyorlardı. “Allah’ın tövbeni kabulü mübarek olsun” diyorlardı. Ben mescide girdim. Hz. Peygamber (sav) insanların arasında oturuyordu. Talha b. Ubeydullah bana doğru koşup benimle tokalaştı ve beni tebrik etti. Muhacirlerden başka kimse kalkmamıştı. Ka’b, Talha’nın bu davranışını unutmamıştır. Rasulullah’a selam verdiği zaman yüzü sevinçle parlayarak “Annenin seni doğurduğu günden beri yaşadığın en güzel gün için sana müjdeler olsun” buyurdu. “Sizin tarafınızdan mı yoksa Allah tarafından mı?” diye sordum. “Allah tarafından” buyurdu. Hz. Peygamber (sav) sevindiği zaman yüzü ay parçası gibi parlardı ve sevindiği anlaşılırdı.
Hz. Peygamber’in (sav) önüne oturunca “Ey Allah’ın resulü! Tövbemde bütün malımı Allah ve resulüne vermekte vardı” dedim. Hz. Peygamber “Malının bir kısmını kendine sakla bu senin için daha iyidir” buyurdu. “Öyleyse Hayber’deki payımı bırakıyorum” dedim. “Ey Allah’ın resulü! Allah beni doğru sözlü olduğum için kurtardı. Tövbemde asla yalan söylemeyeceğim de var” dedim. Allah’a yemin olsun ki Allah’ın doğrulukla bu şekilde imtihan ettiği başka bir Müslüman bilmiyorum. O günden beri asla bilerek yalan söylemedim. Allah’ın kalan ömrümde de beni yalandan korumasını dilerim. “Andolsun ki Allah, müslümanlardan bir gurubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamberi ve güçlük zamanında ona uyan muhacirlerle ensarı affetti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir.” (Tevbe, 9/117) Ka‘b şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki, Allah o gün Rasulullah’a (sav) doğru söylememden daha büyük bir nimet bahşetmedi. Eğer ona diğer insanlar gibi yalan söyleseydim onlar gibi helak olurdum. Allah o yalancılar hakkında bir kişi için söylenecek en kötü sözü söylemiş ve şöyle buyurmuştur: “Onların yanına döndüğünüz zaman size, kendilerinden (onları cezalandırmaktan) vazgeçmeniz için Allah adına and içecekler. Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır. Kazanmakta olduklarına (kötü işlerine) karşılık ceza olarak varacakları yer cehennemdir.” (Tevbe 9/95). Biz üçümüz Rasullah’ın sözlerini kabul ettiği ve kendileri için istiğfar ettiği kimseler varken bu işten geri bırakılmıştık. Rasulullah da bizim durumumuzu hakkımızda hüküm vermesi için Allah’a havale etmişti. Yüce Allah şöyle buyurdu: “Ve geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti).” (Tevbe, 9/118). Burada geri bırakılmakla kastedilen savaşa katılmaktan kaçınmamız değil, Hz. Peygamber’in huzuruna gidip yemin ederek özür dileyen ve bu özürleri kabul edilenlerden geri kalmamızdır.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
64431, HM015882
Hadis:
حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ حَدَّثَنَا ابْنُ أَخِي الزُّهْرِيِّ مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ عَمِّهِ مُحَمَّدِ بْنِ مُسْلِمٍ الزُّهْرِيِّ قَالَ أَخْبَرَنِي عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ وَكَانَ قَائِدَ كَعْبٍ مِنْ بَنِيهِ حِينَ عَمِيَ قَالَ
سَمِعْتُ كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ يُحَدِّثُ حَدِيثَهُ حِينَ تَخَلَّفَ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي غَزْوَةِ تَبُوكَ فَقَالَ كَعْبُ بْنُ مَالِكٍ لَمْ أَتَخَلَّفْ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي غَزْوَةٍ غَيْرِهَا قَطُّ إِلَّا فِي غَزْوَةِ تَبُوكَ غَيْرَ أَنِّي كُنْتُ تَخَلَّفْتُ فِي غَزْوَةِ بَدْرٍ وَلَمْ يُعَاتِبْ أَحَدًا تَخَلَّفَ عَنْهَا إِنَّمَا خَرَجَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُرِيدُ عِيرَ قُرَيْشٍ حَتَّى جَمَعَ اللَّهُ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ عَدُوِّهِمْ عَلَى غَيْرِ مِيعَادٍ وَلَقَدْ شَهِدْتُ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَيْلَةَ الْعَقَبَةِ حِينَ تَوَافَقْنَا عَلَى الْإِسْلَامِ مَا أُحِبُّ أَنَّ لِي بِهَا مَشْهَدَ بَدْرٍ وَإِنْ كَانَتْ بَدْرٌ أَذْكَرَ فِي النَّاسِ مِنْهَا وَأَشْهَرَ وَكَانَ مِنْ خَبَرِي حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي غَزْوَةِ تَبُوكَ لِأَنِّي لَمْ أَكُنْ قَطُّ أَقْوَى وَلَا أَيْسَرَ مِنِّي حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْهُ فِي تِلْكَ الْغَزَاةِ وَاللَّهِ مَا جَمَعْتُ قَبْلَهَا رَاحِلَتَيْنِ قَطُّ حَتَّى جَمَعْتُهَا فِي تِلْكَ الْغَزَاةِ وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَلَّمَا يُرِيدُ غَزَاةً يَغْزُوهَا إِلَّا وَرَّى بِغَيْرِهَا حَتَّى كَانَتْ تِلْكَ الْغَزَاةُ فَغَزَاهَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي حَرٍّ شَدِيدٍ وَاسْتَقْبَلَ سَفَرًا بَعِيدًا وَمَفَازًا وَاسْتَقْبَلَ عَدُوًّا كَثِيرًا فَجَلَا لِلْمُسْلِمِينَ أَمْرَهُ لِيَتَأَهَّبُوا أُهْبَةَ عَدُوِّهِمْ فَأَخْبَرَهُمْ بِوَجْهِهِ الَّذِي يُرِيدُ وَالْمُسْلِمُونَ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَثِيرٌ لَا يَجْمَعُهُمْ كِتَابُ حَافِظٍ يُرِيدُ الدِّيوَانَ فَقَالَ كَعْبٌ فَقَلَّ رَجُلٌ يُرِيدُ يَتَغَيَّبُ إِلَّا ظَنَّ أَنَّ ذَلِكَ سَيُخْفَى لَهُ مَا لَمْ يَنْزِلْ فِيهِ وَحْيٌ مِنْ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ وَغَزَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ تِلْكَ الْغَزْوَةَ حِينَ طَابَتْ الثِّمَارُ وَالظِّلُّ وَأَنَا إِلَيْهَا أَصْعَرُ فَتَجَهَّزَ إِلَيْهَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَالْمُؤْمِنُونَ مَعَهُ وَطَفِقْتُ أَغْدُو لِكَيْ أَتَجَهَّزَ مَعَهُ فَأَرْجِعَ وَلَمْ أَقْضِ شَيْئًا فَأَقُولُ فِي نَفْسِي أَنَا قَادِرٌ عَلَى ذَلِكَ إِذَا أَرَدْتُ فَلَمْ يَزَلْ كَذَلِكَ يَتَمَادَى بِي حَتَّى شَمَّرَ بِالنَّاسِ الْجِدُّ فَأَصْبَحَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ غَادِيًا وَالْمُسْلِمُونَ مَعَهُ وَلَمْ أَقْضِ مِنْ جَهَازِي شَيْئًا فَقُلْتُ الْجَهَازُ بَعْدَ يَوْمٍ أَوْ يَوْمَيْنِ ثُمَّ أَلْحَقُهُمْ فَغَدَوْتُ بَعْدَ مَا فَصَلُوا لِأَتَجَهَّزَ فَرَجَعْتُ وَلَمْ أَقْضِ شَيْئًا مِنْ جَهَازِي ثُمَّ غَدَوْتُ فَرَجَعْتُ وَلَمْ أَقْضِ شَيْئًا فَلَمْ يَزَلْ ذَلِكَ يَتَمَادَى بِي حَتَّى أَسْرَعُوا وَتَفَارَطَ الْغَزْوُ فَهَمَمْتُ أَنْ أَرْتَحِلَ فَأُدْرِكَهُمْ وَلَيْتَ أَنِّي فَعَلْتُ ثُمَّ لَمْ يُقَدَّرْ ذَلِكَ لِي فَطَفِقْتُ إِذَا خَرَجْتُ فِي النَّاسِ بَعْدَ خُرُوجِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَطُفْتُ فِيهِمْ يَحْزُنُنِي أَنْ لَا أَرَى إِلَّا رَجُلًا مَغْمُوصًا عَلَيْهِ فِي النِّفَاقِ أَوْ رَجُلًا مِمَّنْ عَذَرَهُ اللَّهُ وَلَمْ يَذْكُرْنِي رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حَتَّى بَلَغَ تَبُوكَ فَقَالَ وَهُوَ جَالِسٌ فِي الْقَوْمِ بِتَبُوكَ مَا فَعَلَ كَعْبُ بْنُ مَالِكٍ قَالَ رَجُلٌ مِنْ بَنِي سَلِمَةَ حَبَسَهُ يَا رَسُولَ اللَّهِ بُرْدَاهُ وَالنَّظَرُ فِي عِطْفَيْهِ فَقَالَ لَهُ مُعَاذُ بْنُ جَبَلٍ بِئْسَمَا قُلْتَ وَاللَّهِ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَا عَلِمْنَا عَلَيْهِ إِلَّا خَيْرًا فَسَكَتَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ كَعْبُ بْنُ مَالِكٍ فَلَمَّا بَلَغَنِي أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَدْ تَوَجَّهَ قَافِلًا مِنْ تَبُوكَ حَضَرَنِي بَثِّي فَطَفِقْتُ أَتَفَكَّرُ الْكَذِبَ وَأَقُولُ بِمَاذَا أَخْرُجُ مِنْ سَخَطِهِ غَدًا أَسْتَعِينُ عَلَى ذَلِكَ كُلَّ ذِي رَأْيٍ مِنْ أَهْلِي فَلَمَّا قِيلَ إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَدْ أَظَلَّ قَادِمًا زَاحَ عَنِّي الْبَاطِلُ وَعَرَفْتُ أَنِّي لَنْ أَنْجُوَ مِنْهُ بِشَيْءٍ أَبَدًا فَأَجْمَعْتُ صِدْقَهُ وَصَبَّحَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَكَانَ إِذَا قَدِمَ مِنْ سَفَرٍ بَدَأَ بِالْمَسْجِدِ فَرَكَعَ فِيهِ رَكْعَتَيْنِ ثُمَّ جَلَسَ لِلنَّاسِ فَلَمَّا فَعَلَ ذَلِكَ جَاءَهُ الْمُتَخَلِّفُونَ فَطَفِقُوا يَعْتَذِرُونَ إِلَيْهِ وَيَحْلِفُونَ لَهُ وَكَانُوا بِضْعَةً وَثَمَانِينَ رَجُلًا فَقَبِلَ مِنْهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَانِيَتَهُمْ وَيَسْتَغْفِرُ لَهُمْ وَيَكِلُ سَرَائِرَهُمْ إِلَى اللَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى حَتَّى جِئْتُ فَلَمَّا سَلَّمْتُ عَلَيْهِ تَبَسَّمَ تَبَسُّمَ الْمُغْضَبِ ثُمَّ قَالَ لِي تَعَالَ فَجِئْتُ أَمْشِي حَتَّى جَلَسْتُ بَيْنَ يَدَيْهِ فَقَالَ لِي مَا خَلَّفَكَ أَلَمْ تَكُنْ قَدْ اسْتَمَرَّ ظَهْرُكَ قَالَ فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنِّي لَوْ جَلَسْتُ عِنْدَ غَيْرِكَ مِنْ أَهْلِ الدُّنْيَا لَرَأَيْتُ أَنِّي أَخْرُجُ مِنْ سَخْطَتِهِ بِعُذْرٍ لَقَدْ أُعْطِيتُ جَدَلًا وَلَكِنَّهُ وَاللَّهِ لَقَدْ عَلِمْتُ لَئِنْ حَدَّثْتُكَ الْيَوْمَ حَدِيثَ كَذِبٍ تَرْضَى عَنِّي بِهِ لَيُوشِكَنَّ اللَّهُ تَعَالَى يُسْخِطُكَ عَلَيَّ وَلَئِنْ حَدَّثْتُكَ الْيَوْمَ بِصِدْقٍ تَجِدُ عَلَيَّ فِيهِ إِنِّي لَأَرْجُو قُرَّةَ عَيْنِي عَفْوًا مِنْ اللَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى وَاللَّهِ مَا كَانَ لِي عُذْرٌ وَاللَّهِ مَا كُنْتُ قَطُّ أَفْرَغَ وَلَا أَيْسَرَ مِنِّي حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْكَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَمَّا هَذَا فَقَدْ صَدَقَ فَقُمْ حَتَّى يَقْضِيَ اللَّهُ تَعَالَى فِيكَ فَقُمْتُ وَبَادَرَتْ رِجَالٌ مِنْ بَنِي سَلِمَةَ فَاتَّبَعُونِي فَقَالُوا لِي وَاللَّهِ مَا عَلِمْنَاكَ كُنْتَ أَذْنَبْتَ ذَنْبًا قَبْلَ هَذَا وَلَقَدْ عَجَزْتَ أَنْ لَا تَكُونَ اعْتَذَرْتَ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِمَا اعْتَذَرَ بِهِ الْمُتَخَلِّفُونَ لَقَدْ كَانَ كَافِيَكَ مِنْ ذَنْبِكَ اسْتِغْفَارُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَكَ قَالَ فَوَاللَّهِ مَا زَالُوا يُؤَنِّبُونِي حَتَّى أَرَدْتُ أَنْ أَرْجِعَ فَأُكَذِّبَ نَفْسِي قَالَ ثُمَّ قُلْتُ لَهُمْ هَلْ لَقِيَ هَذَا مَعِي أَحَدٌ قَالُوا نَعَمْ لَقِيَهُ مَعَكَ رَجُلَانِ قَالَا مَا قُلْتَ فَقِيلَ لَهُمَا مِثْلُ مَا قِيلَ لَكَ قَالَ فَقُلْتُ لَهُمْ مَنْ هُمَا قَالُوا مُرَارَةُ بْنُ الرَّبِيعِ الْعَامِرِيُّ وَهِلَالُ بْنُ أُمَيَّةَ الْوَاقِفِيُّ قَالَ فَذَكَرُوا لِي رَجُلَيْنِ صَالِحَيْنِ قَدْ شَهِدَا بَدْرًا لِي فِيهِمَا أُسْوَةٌ قَالَ فَمَضَيْتُ حِينَ ذَكَرُوهُمَا لِي قَالَ وَنَهَى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمُسْلِمِينَ عَنْ كَلَامِنَا أَيُّهَا الثَّلَاثَةُ مِنْ بَيْنِ مَنْ تَخَلَّفَ عَنْهُ فَاجْتَنَبَنَا النَّاسُ قَالَ وَتَغَيَّرُوا لَنَا حَتَّى تَنَكَّرَتْ لِي مِنْ نَفْسِي الْأَرْضُ فَمَا هِيَ بِالْأَرْضِ الَّتِي كُنْتُ أَعْرِفُ فَلَبِثْنَا عَلَى ذَلِكَ خَمْسِينَ لَيْلَةً فَأَمَّا صَاحِبَايَ فَاسْتَكَانَا وَقَعَدَا فِي بُيُوتِهِمَا يَبْكِيَانِ وَأَمَّا أَنَا فَكُنْتُ أَشَبَّ الْقَوْمِ وَأَجْلَدَهُمْ فَكُنْتُ أَشْهَدُ الصَّلَاةَ مَعَ الْمُسْلِمِينَ وَأَطُوفُ بِالْأَسْوَاقِ وَلَا يُكَلِّمُنِي أَحَدٌ وَآتِي رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَهُوَ فِي مَجْلِسِهِ بَعْدَ الصَّلَاةِ فَأُسَلِّمُ عَلَيْهِ فَأَقُولُ فِي نَفْسِي حَرَّكَ شَفَتَيْهِ بِرَدِّ السَّلَامِ أَمْ لَا ثُمَّ أُصَلِّي قَرِيبًا مِنْهُ وَأُسَارِقُهُ النَّظَرَ فَإِذَا أَقْبَلْتُ عَلَى صَلَاتِي نَظَرَ إِلَيَّ فَإِذَا الْتَفَتُّ نَحْوَهُ أَعْرَضَ حَتَّى إِذَا طَالَ عَلَيَّ ذَلِكَ مِنْ هَجْرِ الْمُسْلِمِينَ مَشَيْتُ حَتَّى تَسَوَّرْتُ حَائِطَ أَبِي قَتَادَةَ وَهُوَ ابْنُ عَمِّي وَأَحَبُّ النَّاسِ إِلَيَّ فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَوَاللَّهِ مَا رَدَّ عَلَيَّ السَّلَامَ فَقُلْتُ لَهُ يَا أَبَا قَتَادَةَ أَنْشُدُكَ اللَّهَ هَلْ تَعْلَمُ أَنِّي أُحِبُّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ قَالَ فَسَكَتَ قَالَ فَعُدْتُ فَنَشَدْتُهُ فَسَكَتَ فَعُدْتُ فَنَشَدْتُهُ فَقَالَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ فَفَاضَتْ عَيْنَايَ وَتَوَلَّيْتُ حَتَّى تَسَوَّرْتُ الْجِدَارَ فَبَيْنَمَا أَنَا أَمْشِي بِسُوقِ الْمَدِينَةِ إِذَا نَبَطِيٌّ مِنْ أَنْبَاطِ أَهْلِ الشَّامِ مِمَّنْ قَدِمَ بِطَعَامٍ يَبِيعُهُ بِالْمَدِينَةِ يَقُولُ مَنْ يَدُلُّنِي عَلَى كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ فَطَفِقَ النَّاسُ يُشِيرُونَ لَهُ إِلَيَّ حَتَّى جَاءَ فَدَفَعَ إِلَيَّ كِتَابًا مِنْ مَلِكِ غَسَّانَ وَكُنْتُ كَاتِبًا فَإِذَا فِيهِ أَمَّا بَعْدُ فَقَدْ بَلَغَنَا أَنَّ صَاحِبَكَ قَدْ جَفَاكَ وَلَمْ يَجْعَلْكَ اللَّهُ بِدَارِ هَوَانٍ وَلَا مَضْيَعَةٍ فَالْحَقْ بِنَا نُوَاسِكَ قَالَ فَقُلْتُ حِينَ قَرَأْتُهَا وَهَذَا أَيْضًا مِنْ الْبَلَاءِ قَالَ فَتَيَمَّمْتُ بِهَا التَّنُّورَ فَسَجَرْتُهُ بِهَا حَتَّى إِذَا مَضَتْ أَرْبَعُونَ لَيْلَةً مِنْ الْخَمْسِينَ إِذَا بِرَسُولِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَأْتِينِي فَقَالَ إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَأْمُرُكَ أَنْ تَعْتَزِلَ امْرَأَتَكَ قَالَ فَقُلْتُ أُطَلِّقُهَا أَمْ مَاذَا أَفْعَلُ قَالَ بَلْ اعْتَزِلْهَا فَلَا تَقْرَبْهَا قَالَ وَأَرْسَلَ إِلَى صَاحِبَيَّ بِمِثْلِ ذَلِكَ قَالَ فَقُلْتُ لِامْرَأَتِي الْحَقِي بِأَهْلِكِ فَكُونِي عِنْدَهُمْ حَتَّى يَقْضِيَ اللَّهُ فِي هَذَا الْأَمْرِ قَالَ فَجَاءَتْ امْرَأَةُ هِلَالِ بْنِ أُمَيَّةَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَتْ لَهُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ هِلَالًا شَيْخٌ ضَائِعٌ لَيْسَ لَهُ خَادِمٌ فَهَلْ تَكْرَهُ أَنْ أَخْدُمَهُ قَالَ لَا وَلَكِنْ لَا يَقْرَبَنَّكِ قَالَتْ فَإِنَّهُ وَاللَّهِ مَا بِهِ حَرَكَةٌ إِلَى شَيْءٍ وَاللَّهِ مَا يَزَالُ يَبْكِي مِنْ لَدُنْ أَنْ كَانَ مِنْ أَمْرِكَ مَا كَانَ إِلَى يَوْمِهِ هَذَا قَالَ فَقَالَ لِي بَعْضُ أَهْلِي لَوْ اسْتَأْذَنْتَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي امْرَأَتِكَ فَقَدْ أَذِنَ لِامْرَأَةِ هِلَالِ بْنِ أُمَيَّةَ أَنْ تَخْدُمَهُ قَالَ فَقُلْتُ وَاللَّهِ لَا أَسْتَأْذِنُ فِيهَا رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَمَا أَدْرِي مَا يَقُولُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا اسْتَأْذَنْتُهُ وَأَنَا رَجُلٌ شَابٌّ قَالَ فَلَبِثْنَا بَعْدَ ذَلِكَ عَشْرَ لَيَالٍ كَمَالُ خَمْسِينَ لَيْلَةً حِينَ نُهِيَ عَنْ كَلَامِنَا قَالَ ثُمَّ صَلَّيْتُ صَلَاةَ الْفَجْرِ صَبَاحَ خَمْسِينَ لَيْلَةً عَلَى ظَهْرِ بَيْتٍ مِنْ بُيُوتِنَا فَبَيْنَمَا أَنَا جَالِسٌ عَلَى الْحَالِ الَّتِي ذَكَرَ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى مِنَّا قَدْ ضَاقَتْ عَلَيَّ نَفْسِي وَضَاقَتْ عَلَيَّ الْأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ سَمِعْتُ صَارِخًا أَوْفَى عَلَى جَبَلِ سَلْعٍ يَقُولُ بِأَعْلَى صَوْتِهِ يَا كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ أَبْشِرْ قَالَ فَخَرَرْتُ سَاجِدًا وَعَرَفْتُ أَنْ قَدْ جَاءَ فَرَجٌ وَآذَنَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِتَوْبَةِ اللَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى عَلَيْنَا حِينَ صَلَّى صَلَاةَ الْفَجْرِ فَذَهَبَ النَّاسُ يُبَشِّرُونَنَا وَذَهَبَ قِبَلَ صَاحِبَيَّ يُبَشِّرُونَ وَرَكَضَ إِلَيَّ رَجُلٌ فَرَسًا وَسَعَى سَاعٍ مِنْ أَسْلَمَ وَأَوْفَى الْجَبَلَ فَكَانَ الصَّوْتُ أَسْرَعَ مِنْ الْفَرَسِ فَلَمَّا جَاءَنِي الَّذِي سَمِعْتُ صَوْتَهُ يُبَشِّرُنِي نَزَعْتُ لَهُ ثَوْبَيَّ فَكَسَوْتُهُمَا إِيَّاهُ بِبِشَارَتِهِ وَاللَّهِ مَا أَمْلِكُ غَيْرَهُمَا يَوْمَئِذٍ فَاسْتَعَرْتُ ثَوْبَيْنِ فَلَبِسْتُهُمَا فَانْطَلَقْتُ أَتَأَمَّمُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَلْقَانِي النَّاسُ فَوْجًا فَوْجًا يُهَنِّئُونِي بِالتَّوْبَةِ يَقُولُونَ لِيَهْنِكَ تَوْبَةُ اللَّهِ عَلَيْكَ حَتَّى دَخَلْتُ الْمَسْجِدَ فَإِذَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ جَالِسٌ فِي الْمَسْجِدِ حَوْلَهُ النَّاسُ فَقَامَ إِلَيَّ طَلْحَةُ بْنُ عُبَيْدِ اللَّهِ يُهَرْوِلُ حَتَّى صَافَحَنِي وَهَنَّأَنِي وَاللَّهِ مَا قَامَ إِلَيَّ رَجُلٌ مِنْ الْمُهَاجِرِينَ غَيْرَهُ قَالَ فَكَانَ كَعْبٌ لَا يَنْسَاهَا لِطَلْحَةَ قَالَ كَعْبٌ فَلَمَّا سَلَّمْتُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ وَهُوَ يَبْرُقُ وَجْهُهُ مِنْ السُّرُورِ أَبْشِرْ بِخَيْرِ يَوْمٍ مَرَّ عَلَيْكَ مُنْذُ وَلَدَتْكَ أُمُّكَ قَالَ قُلْتُ أَمِنْ عِنْدِكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَمْ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ قَالَ لَا بَلْ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ قَالَ وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا سُرَّ اسْتَنَارَ وَجْهُهُ كَأَنَّهُ قِطْعَةُ قَمَرٍ حَتَّى يُعْرَفَ ذَلِكَ مِنْهُ قَالَ فَلَمَّا جَلَسْتُ بَيْنَ يَدَيْهِ قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ مِنْ تَوْبَتِي أَنْ أَنْخَلِعَ مِنْ مَالِي صَدَقَةً إِلَى اللَّهِ تَعَالَى وَإِلَى رَسُولِهِ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَمْسِكْ بَعْضَ مَالِكَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكَ قَالَ فَقُلْتُ إِنِّي أُمْسِكُ سَهْمِي الَّذِي بِخَيْبَرَ قَالَ فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّمَا اللَّهُ تَعَالَى نَجَّانِي بِالصِّدْقِ وَإِنَّ مِنْ تَوْبَتِي أَنْ لَا أُحَدِّثَ إِلَّا صِدْقًا مَا بَقِيتُ قَالَ فَوَاللَّهِ مَا أَعْلَمُ أَحَدًا مِنْ الْمُسْلِمِينَ أَبْلَاهُ اللَّهُ مِنْ الصِّدْقِ فِي الْحَدِيثِ مُذْ ذَكَرْتُ ذَلِكَ لِرَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَحْسَنَ مِمَّا أَبْلَانِي اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى وَاللَّهِ مَا تَعَمَّدْتُ كَذِبَةً مُذْ قُلْتُ ذَلِكَ لِرَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَى يَوْمِي هَذَا وَإِنِّي لَأَرْجُو أَنْ يَحْفَظَنِي فِيمَا بَقِيَ قَالَ وَأَنْزَلَ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى
{ لَقَدْ تَابَ اللَّهُ عَلَى النَّبِيِّ وَالْمُهَاجِرِينَ وَالْأَنْصَارِ الَّذِينَ اتَّبَعُوهُ فِي سَاعَةِ الْعُسْرَةِ مِنْ بَعْدِ مَا كَادَ يَزِيغُ قُلُوبُ فَرِيقٍ مِنْهُمْ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ إِنَّهُ بِهِمْ رَءُوفٌ رَحِيمٌ وَعَلَى الثَّلَاثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُوا حَتَّى إِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمْ الْأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ أَنْفُسُهُمْ وَظَنُّوا أَنْ لَا مَلْجَأَ مِنْ اللَّهِ إِلَّا إِلَيْهِ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُوا إِنَّ اللَّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ }
قَالَ كَعْبٌ فَوَاللَّهِ مَا أَنْعَمَ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى عَلَيَّ مِنْ نِعْمَةٍ قَطُّ بَعْدَ أَنْ هَدَانِي أَعْظَمَ فِي نَفْسِي مِنْ صِدْقِي رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَئِذٍ أَنْ لَا أَكُونَ كَذَبْتُهُ فَأَهْلِكُ كَمَا هَلَكَ الَّذِينَ كَذَبُوهُ حِينَ كَذَبُوهُ فَإِنَّ اللَّهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى قَالَ لِلَّذِينَ كَذَبُوهُ حِينَ كَذَبُوهُ شَرَّ مَا يُقَالُ لِأَحَدٍ فَقَالَ اللَّهُ تَعَالَى
{ سَيَحْلِفُونَ بِاللَّهِ لَكُمْ إِذَا انْقَلَبْتُمْ إِلَيْهِمْ لِتُعْرِضُوا عَنْهُمْ فَأَعْرِضُوا عَنْهُمْ إِنَّهُمْ رِجْسٌ وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ يَحْلِفُونَ لَكُمْ لِتَرْضَوْا عَنْهُمْ فَإِنْ تَرْضَوْا عَنْهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ لَا يَرْضَى عَنْ الْقَوْمِ الْفَاسِقِينَ }
قَالَ وَكُنَّا خُلِّفْنَا أَيُّهَا الثَّلَاثَةُ عَنْ أَمْرِ أُولَئِكَ الَّذِينَ قَبِلَ مِنْهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حِينَ حَلَفُوا فَبَايَعَهُمْ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمْ فَأَرْجَأَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَمْرَنَا حَتَّى قَضَى اللَّهُ تَعَالَى فَبِذَلِكَ قَالَ اللَّهُ تَعَالَى
{ وَعَلَى الثَّلَاثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُوا }
وَلَيْسَ تَخْلِيفُهُ إِيَّانَا وَإِرْجَاؤُهُ أَمْرَنَا الَّذِي ذَكَرَ مِمَّا خُلِّفْنَا بِتَخَلُّفِنَا عَنْ الْغَزْوِ وَإِنَّمَا هُوَ عَمَّنْ حَلَفَ لَهُ وَاعْتَذَرَ إِلَيْهِ فَقَبِلَ مِنْهُ
Tercemesi:
Bize Yakub b. İbrahim, ona Zührî’nin erkek kardeşinin oğlu Muhammed b. Abdullah, ona amcası Muhammed b. Müslim ez-Zührî, ona Abdurrahman b. Abdullah b. Ka‘b b. Malik naklettiğine göre babası Abdullah, babası Ka‘b gözlerini yitirince oğulları arasında onun bakımını üstlenmişti. Şöyle dedi: Ka‘b b. Mâlik, Tebük Gazvesi sırasında Hz. Peygamber’in yanında savaşa katılamayışını şöyle anlattı:
Tebük Gazvesi dışında, Bedir savaşı hariç Rasulullah’ın (sav) katıldığı savaşların hepsine katılmıştım. Hz. Peygamber (sav) Bedir’e katılmayanları ayıplamamıştı. Hz. Peygamber (sav) Bedir’e sadece Kureyş kervanını yakalamak için gitmiş Allah onunla düşmanlarını aniden karşı karşıya getirmişti. Rasulullah (sav) ile birlikte Akabe’de biatte bulunmuştum. Her ne kadar Bedir insanlar arasında daha çok konuşulsa ve meşhur olsa da Akabe’de bulunmak bana Bedir’e şahit olmaktan daha güzel gelmişti. Tebük Gazvesi sırasında Hz. Peygamber’in (sav) yanında bulunamayışım şöyle gerçekleşmişti: Bu savaşa çıkıldığı andaki kadar güç ve zenginlik sahibi hiç olmamıştım. Hayatımda iki devem olmamış iken bu sefere çıkılacağı zaman iki tane devem vardı.
Rasulullah (sav) bir savaşa çıkmayı murat ettiğinde başka bir yere gider gibi yapıp gittiği yeri gizlerdi. Bu savaşta ise çarpışma şiddetli sıcakta vuku bulacağından ve uzak, çetin bir yolculuk ve kalabalık bir düşman ile karşılaşma ihtimaliden dolayı sefer hazırlıklarını sağlamaları için Müslümanlara durumu açıkça bildirdi ve nereye gideceğini söyledi. Rasulullah (sav) ile birlikte sefere çıkan Müslümanların sayısı divan katibinin defterine sığmayacak kadar çoktu. Ka‘b şöyle dedi: Kalabalık sebebiyle ortalıktan kaybolmak isteyen bir kişi, vahiy gelmedikçe açığa çıkmayacağını sanırdı. Hz. Peygamber (sav) bu sefere meyvelerin olgunlaştığı bir mevsimde çıkıyordu. Bende bu sefere katılma konusunda hevesliydim. Rasulullah (sav) ve Müslümanlar yol hazırlığına başladılar. Ben de onlarla birlikte hazırlanmak için erkenden gidiyor ama bir şey yapmadan geri geliyordum. Kendi kendime “(Daha vakit var) istediğimde hemen hazırlanırım” diyordum. Ben böyle deyip dururken insanlar ciddi bir şekilde hazırlıkla uğraşıyorlardı
Hz. Peygamber (sav) bir sabah erkenden Müslümanlarla birlikte yola çıktı. Ben ise daha hiçbir hazırlık yapmamıştım. “Bir iki gün sonra çıksam bile onlara yetişirim” diyordum. Onlar yola çıktıktan sonra hazırlanmak için çarşıya gittiysem de bir şey yapmadan geri döndüm. Ertesi gün de aynısı oldu. Ben böyle yapıp dururken gaziler hızla yol aldılar. Onlara yetişmek için hemen yola çıkmak istedim, keşke yapabilseydim, ama yapamadım.
Rasulullah’ın (sav) sefere çıkışından sonra insanların içine çıktığımda sadece nifaka itham edilenleri, savaşa katılamayacak kadar mazur olanları görünce çok üzülüyordum. Rasulullah (sav) Tebük’e varana kadar beni hiç anmamış. Oraya varınca bir mecliste insanlar arasında otururken “Ka‘b b. Malik ne yaptı, nerede?” diye sormuş. Selemeoğulllarından bir adam “Onu süslü elbiseleri ve kibirle omuzlarına bakması alıkoydu” demiş. Muaz b. Cebel “Ne kötü söz söyledin! Allah’a yemin olsun ki, biz Ka’b hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz” diye cevap vermiş. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) de hiçbir şey dememiş.
Ka’b şöyle devam etti: Rasulullah’ın (sav) Tebük’ten geri dönmek üzere yola çıktığını duyunca çok telaşlandım. Bir şeyler uydurmayı düşündüm. “Yarın Peygamber’in öfkesinden nasıl kurtulacağım?” diye düşünüp, ailemden ve akıllı insanların düşüncelerinden yararlanmalıyım” dedim. “Rasulullah (sav) Medine’ye varmak üzere” denildiği zaman bütün bu batıl düşünceler zihnimden dağıldı. Bu durumdan kurtuluş olmadığını anladım ve doğru söylemeye karar verdim. Rasulullah (sav) sabah vakti Medine’ye geldi. Ne zaman bir seferden dönse, önce mescide gider orada iki rekat namaz kılar, sonra insanları dinlerdi. Yine böyle yapınca sefere katılamayanlar onun huzuruna geldiler ve özürlerini sunmaya, yeminler etmeye başladılar. Seksen küsür kişiydiler. Rasulullah onların söylediklerini kabul etti ve onlar için istiğfar etti. İçlerinde sakladıklarını ise Allah’a havale etti. Sonunda sıra bana geldi. Ona selam verdiğimde kızgın bir edayla bana gülümsedi ve “Gel bakalım” dedi. Yürüyerek yanına kadar gelip önünde oturdum. “Neden sefere gelmedin? Sen bize biat etmemiş miydin?” diye sordu. Şöyle dedim: “Ey Allah’ın resulü! Senin değil de başka bir adamın yanında oturuyor olsaydım onun bu öfkesinden özrümle kurtulabilirdim. Dilimle ikna etmesini bilirim. Ama şunu kesinlikle biliyorum ki bu gün yalan söyleyerek benden razı olmanı sağlasam bile Allah seni bana karşı öfkelendirecektir. Eğer sana doğruyu söylersem, benim aleyhime bile olsa Allah’ın beni af edeceğini umarım. Yemin olsun ki benim bir mazeretim yoktu. Bu savaştaki kadar da hayatımda hiç güç ve zenginliğe sahip olmamıştım.” Bunun üzerine Rasulullah (sav) “Bu ise doğru söyledi. Şimdi kalk ve Allah’ın senin hakkındaki hükmünü bekle” buyurdu. Oradan kalktım. Seleme oğullarından birileri kalkıp beni takip ettiler ve bana “Bundan önce böyle bir günah işlediğini görmemiştik. Rasulullah’a diğer insanlar gibi bir özür bile sunmadın. Onun istiğfarı enin için yeterdi” dediler. O kadar üzerime geldiler ki, gidip kendimi yalanlamak istedim sonra onlara “Bu konuda benimle aynı halde olan kimse var mı?” diye sordum. “İki kişi var, senin söylediğini söylediler ve senin aldığın cevabı aldılar.” diye cevap verdiler. “Kim o ikisi?” diye sordum. “Mürare b. Rabî el-‘Âmirî ve Hilal b. Ümeyye el-Vâkıfî” dediler. İkisi de Bedir Savaşı’na katılmış salih ve örnek insanlardı. Onların adını söylediklerinde ben de geri dönmekten vazgeçtim ve söylediğimin arkasında durdum.
Rasulullah (sav) savaşa katılmayanlar arasından sadece bizimle konuşmaktan insanları men etti. İnsanlar bizden uzaklaştı. Bu şekilde elli gün geçirdik. İki arkadaşım evlerine çekilip ağlıyorlardı. Ben onlar arasında en genç ve sağlam olanıydım. Evimden çıkıp Müslümanlarla beraber namaz kılıyordum, çarşıda dolaşıyordum ama benimle kimse konuşmuyordu. Namazdan sonra Rasulullah’ın (sav) meclisine gidip selam veriyor ve “acaba selamı almak için dudaklarını kıpırdattı mı kıpırdatmadı mı?” diye soruyordum. Sonra ona yakın yerde namaz kılıp gizlice ona bakıyordum. Namaza başladığımda bana baktı ama ona dönünce yüzünü benden çevirdi.
Bana karşı uygulanan bu cefa uzayarak devam ediyordu. Ben de amcamın oğlu ve çok sevdiğim biri olan Ebu Katâde’nin çevirmesine gittim. Ona selam verdim ama selamımı almadı. “Ebu Katâde! Allah için söyle, benim Allah’ı ve resulünü sevdiğimi bilmiyor musun?”. Sustu, bir şey demedi. Tekrar sordum, yine sustu. Elinden çekiştirdim. “Allah ve Resulü en iyi bilendir” buyurdu. Gözlerimden yaşlar boşandı, geriye dönüp duvardan atlayıp oradan ayrıldım.
Medine’de çarşıda gezdiğim bir sırada, Medine’ye yiyecek bir şeyler satmaya gelmiş Şam nabatilerinden bir adam “Bana Ka’b b. Mâlik’i kim gösterecek” diye sesleniyordu. İnsanlar beni göstermeye başladılar. O da bana gelip Gassânî kralından getirdiği bir mektubu verdi. Ben okuma yazma biliyordum. Mektupta şunları gördüm: “Konumuza gelince: Dostunun sana cefa ettiğini işittik. Allah seni horlanacağın ve yok olup gideceğin bir yerde yaratmamıştır. Bize gel, sana en güzel şekilde muamele ederiz”. Mektubu okuyunca “Bu da başka bir imtihan” dedim ve hemen onu yanan ocağa attım. Böyle elli gecenin kırkı geçmiş oldu. O gece Hz. Peygamber’in (sav) elçisi geldi ve “Rasulullah (sav) eşinden ayrılmanı emrediyor” dedi. Ben “Onu boşayayım mı, ne yapayım?” diye sordum. “Sadece ondan uzak dur, ona yaklaşma” dedi. İki arkadaşıma da aynı haberi göndermiş. Hanımıma “Allah bu konuda hükmünü verene kadar babanın evine git” dedim. Hilal b. Ümeyye’nin karısı Hz. Peygamber’in yanına gelip “Ey Allah’ın resulü! Hilal yaşlı, çaresiz bir adam. İşlerini görecek bir hizmetçisi de yok. Ona hizmet etmemi kötü görür müsün?” diye sordu. Hz. Peygamber “Hayır, ama sana yaklaşmasın” buyurdu. “Hiçbir şey yapmıyor, o günden beri sürekli ağlayıp duruyor” dedi. Ailemden biri “Eşin konusunda Rasulullah’tan sen de izin istesen, Hilal b. Ümeyye’nin karısına hizmet etmesi için izin verdi” dedi. “Allah’a yemin olsun ki, bu konuda Hz. Peygamber’den izin istemem. Ben genç bir adamım. Bana Hz. Peygamber (sav) ne der bilemiyorum” dedim. Bu halde on gün daha kalıp elli geceyi tamamladık. Ellinci gecenin sabahında sabah namazını evlerimizin birinin damında kıldım. Yüce Allah’ın zikrettiği şekilde canım dar, yeryüzü bana dar gelir bir halde oturuyordum. Sel’ dağının üzerinden bir kişinin en yükse sesiyle bağırdığını duydum: “Ka’b b. Malik! Müjdeler olsun”. Hemen secdeye kapandım. Sıkıntım giderilmişti. Rasulullah sabah namazını kıldırırken Allah’ın bizim tövbemizi kabul ettiğini bildirmişti. İnsanlar bizi müjdelemeye eldiler. İki arkadaşıma da müjdelemeye gitmişlerdi. Bir adam bana atını koşturarak gelmiş, başka birisi tepeye çıkıp bağırmıştı. Ses attan daha hızlıydı. Sesini duyduğum müjdeci yanıma gelince iki elbisemi de çıkarıp ona verdim. Vallahi o zaman o ikisinden başka elbisem yoktu. Başkasından iki elbise ödünç aldım ve onları giyip hemen rasulullah’ın yanına koştum. İnsanlar gruplar halinde yanıma geliyor ve benim tövbemin kabul olmasını tebrik ediyorlardı. “Allah’ın tövbeni kabulü mübarek olsun” diyorlardı. Ben mescide girdim. Hz. Peygamber (sav) insanların arasında oturuyordu. Talha b. Ubeydullah bana doğru koşup benimle tokalaştı ve beni tebrik etti. Muhacirlerden başka kimse kalkmamıştı. Ka’b, Talha’nın bu davranışını unutmamıştır. Rasulullah’a selam verdiği zaman yüzü sevinçle parlayarak “Annenin seni doğurduğu günden beri yaşadığın en güzel gün için sana müjdeler olsun” buyurdu. “Sizin tarafınızdan mı yoksa Allah tarafından mı?” diye sordum. “Allah tarafından” buyurdu. Hz. Peygamber (sav) sevindiği zaman yüzü ay parçası gibi parlardı ve sevindiği anlaşılırdı.
Hz. Peygamber’in (sav) önüne oturunca “Ey Allah’ın resulü! Tövbemde bütün malımı Allah ve resulüne vermekte vardı” dedim. Hz. Peygamber “Malının bir kısmını kendine sakla bu senin için daha iyidir” buyurdu. “Öyleyse Hayber’deki payımı bırakıyorum” dedim. “Ey Allah’ın resulü! Allah beni doğru sözlü olduğum için kurtardı. Tövbemde asla yalan söylemeyeceğim de var” dedim. Allah’a yemin olsun ki Allah’ın doğrulukla bu şekilde imtihan ettiği başka bir Müslüman bilmiyorum. O günden beri asla bilerek yalan söylemedim. Allah’ın kalan ömrümde de beni yalandan korumasını dilerim. “Andolsun ki Allah, müslümanlardan bir gurubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamberi ve güçlük zamanında ona uyan muhacirlerle ensarı affetti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir.” (Tevbe, 9/117) Ka‘b şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki, Allah o gün Rasulullah’a (sav) doğru söylememden daha büyük bir nimet bahşetmedi. Eğer ona diğer insanlar gibi yalan söyleseydim onlar gibi helak olurdum. Allah o yalancılar hakkında bir kişi için söylenecek en kötü sözü söylemiş ve şöyle buyurmuştur: “Onların yanına döndüğünüz zaman size, kendilerinden (onları cezalandırmaktan) vazgeçmeniz için Allah adına and içecekler. Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır. Kazanmakta olduklarına (kötü işlerine) karşılık ceza olarak varacakları yer cehennemdir.” (Tevbe 9/95). Biz üçümüz Rasullah’ın sözlerini kabul ettiği ve kendileri için istiğfar ettiği kimseler varken bu işten geri bırakılmıştık. Rasulullah da bizim durumumuzu hakkımızda hüküm vermesi için Allah’a havale etmişti. Yüce Allah şöyle buyurdu: “Ve geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti).” (Tevbe, 9/118). Burada geri bırakılmakla kastedilen savaşa katılmaktan kaçınmamız değil, Hz. Peygamber’in huzuruna gidip yemin ederek özür dileyen ve bu özürleri kabul edilenlerden geri kalmamızdır.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ahmed b. Hanbel, Müsned-i Ahmed, Ka'b b. Malik el-Ensarî 15882, 5/417
Senetler:
1. Ka'b b. Malik el-Ensarî (Ka'b b. Malik b. Ebu Ka'b b. Kayn b. Ka'b)
2. Abdullah b. Ka'b el-Ensarî (Abdullah b. Ka'b b. Malik b. Amr b. Kayn)
3. Abdurrahman b. Abdullah el-Ensarî (Abdurrahaman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik)
4. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
5. Ebu Halid Ukayl b. Halid el-Eylî (Ukayl b. Halid b. Ukayl)
6. Ebu Haris Leys b. Sa'd el-Fehmî (Leys b. Sa'd b. Abdurrahman)
7. Ebu Muhammed Haccac b. Muhammed el-Mesîsî (Haccac b. Muhammed)
Konular:
Boşanma, öncesi muhayyerlik/ bir müddet ayrı kalmak
Hz. Peygamber, kızması
Hz. Peygamber, sahabeyle iletişimi
Hz. Peygamber, tebessüm etmesi
KTB, LİBAS, GİYİM-KUŞAM
KTB, SELAM
Kültürel Hayat, hadislerden kültürümüze
Kur'an, Ayet Yorumu
Kur'an, Nüzul sebebleri
Münafık, Nifak / Münafık
Sadaka, malın tamamının sadaka olarak verilmesi
Sahabe, birbirlerine karşı kullandıkları üslup
Sahabe, birbirlerine sıcak, samimi davranmaları
Savaş, mazereti bulunan için
Şehirler, Dımaşk, Şam
Selam, aynı şekilde veya daha güzeliyle karşılık vermek
Selam, Selam vermeme/almama, tepki için
Siyer, akabe günü
Siyer, Bedir harbine katılan sahabiler
Siyer, Hayber günü
Siyer, Tebük gazvesi
Strateji, Hz. Peygamber'in savaş kararında gizliliğe riayet etmesi
Tebessüm, kardeşinin yüzüne tebessüm etmek
Teşvik Edilenler, Müjdeleyici olmak
Ticaret, ticari ilişkiler
Tokalaşma, Musafaha, tokalaşma, musâfaha, el sıkışma, kucaklaşma
Yalan, yalan söylemek
Yazı, katiplik
Yazı, Yazışma, Hz. Peygamber döneminde yazışma,
Açıklama: Hadis aynı isnadla geldiği için bir sonraki hadiste ona dahil edilmiştir.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
50354, HM010435
Hadis:
وَبِإِسْنَادِهِ رُؤْيَا الْمُسْلِمِ أَوْ تُرَى لَهُ جُزْءٌ مِنْ سِتَّةٍ وَأَرْبَعِينَ جُزْءًا مِنْ النُّبُوَّةِ وَبِإِسْنَادِهِ هَذَا قَالَ وَالَّذِي نَفْسِي بِيَدِهِ لَا تَدْخُلُونَ الْجَنَّةَ حَتَّى تُؤْمِنُوا وَلَا تُؤْمِنُوا حَتَّى تَحَابُّوا إِنْ شِئْتُمْ دَلَلْتُكُمْ عَلَى أَمْرٍ إِنْ فَعَلْتُمُوهُ تَحَابَبْتُمْ قَالُوا أَجَلْ قَالَ أَفْشُوا السَّلَامَ بَيْنَكُمْ
Tercemesi:
Açıklama:
Hadis aynı isnadla geldiği için bir sonraki hadiste ona dahil edilmiştir.
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ahmed b. Hanbel, Müsned-i Ahmed, Ebu Hureyre 10435, 3/703
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebû Salih es-Semmân (Ebû Sâlih Zekvân b. Abdillâh et-Teymî)
3. Ebu Muhammed Süleyman b. Mihran el-A'meş (Süleyman b. Mihran)
4. Ebu Hişam Abdullah b. Nümeyr el-Hemdânî (Abdullah b. Nümeyr b. Abdullah b. Ebu Hayye)
Konular:
Cennet, Sevkeden İşler, Sözler, Davranışlar
KTB, SELAM
Müslüman, müminlerin birbirlerini Sevmesi,
Müslüman, vasıfları
Sadık Rüya, nübüvvetten bir cüzdür
Selam, selamı yaymak
حدثنا مطلب بن شعيب الأزدي، قال ثنا عبد الله بن صالح، قال حدثني اليث، عن يَزِيدُ بْنُ أَبِي حَبِيبٍ عن أبي الْخَيْرِ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بن عَمْرٍو أنَّ رَجُلا سأل رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أي الإسلام خير؟ قال: تطعم الطعام وتقرأ السلام على من عرفت و من لم تعرف
Açıklama: Leys b. Sa'd ile Ebu Hayr Mersed b. Abdullah arasında inkita vardır.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
188081, MK013802
Hadis:
حدثنا مطلب بن شعيب الأزدي، قال ثنا عبد الله بن صالح، قال حدثني اليث، عن يَزِيدُ بْنُ أَبِي حَبِيبٍ عن أبي الْخَيْرِ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بن عَمْرٍو أنَّ رَجُلا سأل رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أي الإسلام خير؟ قال: تطعم الطعام وتقرأ السلام على من عرفت و من لم تعرف
Tercemesi:
Abdullah b. Amr (r.a.) şöyle anlatmıştır: "Bir gün bir adam Hz. Peygamber'e (s.a.v.) 'Nasıl bir müslümanlık en hayırlı müslümanlıktır?' diye sordu. Hz. Peygamber (s.a.v.) şu cevabı verdi: 'Sofran herkese açık olursa ve tanıdık tanımadık herkesle selamlaşırsan işte bu en hayırlı müslümanlıktır'."
Açıklama:
Leys b. Sa'd ile Ebu Hayr Mersed b. Abdullah arasında inkita vardır.
Yazar, Kitap, Bölüm:
, ,
Senetler:
1. Ebu Muhammed Abdullah b. Amr es-Sehmî (Abdullah b. Amr b. Âs b. Vail b. Haşim)
2. Ebu Hayr Mersed b. Abdullah el-Yeznî (Mersed b. Abdullah)
3. Ebu Haris Leys b. Sa'd el-Fehmî (Leys b. Sa'd b. Abdurrahman)
4. Ebu Salih Abdullah b. Salih el-Cüheni (Abdullah b. Salih b. Muhammed b. Müslim)
5. Ebu Muhammed Muttalib b. Şuayb el-Ezdî (Muttalib b. Şuayb b. Hibban b. Sinan b. Rüstem)
Konular:
KTB, SELAM
Müslüman, vasıfları
Selam, selamı yaymak
Selam, tanıdıklarına ve tanımadıklarına
Teşvik edilenler, Yemek yedirmek, fazileti
قال أخبرنا محمد بن عمر بن واقد الأسلمي أخبرنا عبد الحميد بن جعفر عن أبيه قال لما رجع رسول الله صلى الله عليه وسلم من الحديبية في ذي القعدة سنة ست من الهجرة بعث حاطب بن أبي بلتعة إلى المقوقس القبطي صاحب الإسكندرية وكتب معه إليه كتابا يدعوه فيه إلى الإسلام فلما قرأ الكتاب قال خيرا وأخذ الكتاب فكان مختوما فجعله في حق من عاج وختم عليه ودفعه إلى جارية له وكتب إلى النبي صلى الله عليه وسلم جواب كتابه ولم يسلم وأهدى إلى النبي صلى الله عليه وسلم مارية القبطية وأختها سيرين وحماره يعفور وبغلته دلدل وكانت بيضاء ولم يك في العرب يومئذ غيرها قال محمد بن عمر وأخبرني أبو سعيد رجل من أهل العلم قال كانت مارية من حفن من كورة أنصنا قال أخبرنا محمد بن عمر أخبرنا يعقوب بن محمد بن أبي صعصعة عن عبد الله بن عبد الرحمن بن أبي صعصعة قال كان رسول الله صلى الله عليه وسلم يعجب بمارية القبطية وكانت بيضاء جعدة جميلة فأنزلها رسول الله صلى الله عليه وسلم وأختها على أم سليم بنت ملحان فدخل عليهما رسول الله صلى الله عليه وسلم فعرض عليهما الإسلام فأسلمتا فوطيء مارية بالملك وحولها إلى مال له بالعالية كان من أموال بني النضير فكانت فيه في الصيف وفي خرافة النخل فكان يأتيها هناك وكانت حسنة الدين ووهب أختها سيرين لحسان بن ثابت الشاعر فولدت له عبد الرحمن وولدت مارية لرسول الله صلى الله عليه وسلم غلاما فسماه إبراهيم وعق عنه رسول الله صلى الله عليه وسلم بشاة يوم سابعه وحلق رأسه فتصدق بزنة شعره فضة على المساكين وأمر بشعره فدفن في الأرض وسماه إبراهيم وكانت قابلتها سلمى مولاة النبي صلى الله عليه وسلم فخرجت إلى زوجها أبي رافع فأخبرته بأنها قد ولدت غلاما فجاء أبو رافع إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم فبشره فوهب له عبدا وغار نساء رسول الله صلى الله عليه وسلم واشتد عليهن حين رزق منها الولد قال أخبرنا محمد بن عمر قال حدثني بن أبي سبرة عن إسحاق بن عبد الله عن أبي جعفر أن رسول الله صلى الله عليه وسلم حجب مارية وكانت قد ثقلت على نساء النبي صلى الله عليه وسلم وغرن عليها ولا مثل عائشة قال محمد بن عمر وولدته في ذي الحجة سنة ثمان من الهجرة قال أخبرنا محمد بن عمر قال حدثني محمد بن عبد الله عن الزهري عن أنس بن مالك قال لما ولد إبراهيم جاء جبريل إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم فقال السلام عليك يا أبا إبراهيم
Öneri Formu
Hadis Id, No:
202079, ST1/112
Hadis:
قال أخبرنا محمد بن عمر بن واقد الأسلمي أخبرنا عبد الحميد بن جعفر عن أبيه قال لما رجع رسول الله صلى الله عليه وسلم من الحديبية في ذي القعدة سنة ست من الهجرة بعث حاطب بن أبي بلتعة إلى المقوقس القبطي صاحب الإسكندرية وكتب معه إليه كتابا يدعوه فيه إلى الإسلام فلما قرأ الكتاب قال خيرا وأخذ الكتاب فكان مختوما فجعله في حق من عاج وختم عليه ودفعه إلى جارية له وكتب إلى النبي صلى الله عليه وسلم جواب كتابه ولم يسلم وأهدى إلى النبي صلى الله عليه وسلم مارية القبطية وأختها سيرين وحماره يعفور وبغلته دلدل وكانت بيضاء ولم يك في العرب يومئذ غيرها قال محمد بن عمر وأخبرني أبو سعيد رجل من أهل العلم قال كانت مارية من حفن من كورة أنصنا قال أخبرنا محمد بن عمر أخبرنا يعقوب بن محمد بن أبي صعصعة عن عبد الله بن عبد الرحمن بن أبي صعصعة قال كان رسول الله صلى الله عليه وسلم يعجب بمارية القبطية وكانت بيضاء جعدة جميلة فأنزلها رسول الله صلى الله عليه وسلم وأختها على أم سليم بنت ملحان فدخل عليهما رسول الله صلى الله عليه وسلم فعرض عليهما الإسلام فأسلمتا فوطيء مارية بالملك وحولها إلى مال له بالعالية كان من أموال بني النضير فكانت فيه في الصيف وفي خرافة النخل فكان يأتيها هناك وكانت حسنة الدين ووهب أختها سيرين لحسان بن ثابت الشاعر فولدت له عبد الرحمن وولدت مارية لرسول الله صلى الله عليه وسلم غلاما فسماه إبراهيم وعق عنه رسول الله صلى الله عليه وسلم بشاة يوم سابعه وحلق رأسه فتصدق بزنة شعره فضة على المساكين وأمر بشعره فدفن في الأرض وسماه إبراهيم وكانت قابلتها سلمى مولاة النبي صلى الله عليه وسلم فخرجت إلى زوجها أبي رافع فأخبرته بأنها قد ولدت غلاما فجاء أبو رافع إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم فبشره فوهب له عبدا وغار نساء رسول الله صلى الله عليه وسلم واشتد عليهن حين رزق منها الولد قال أخبرنا محمد بن عمر قال حدثني بن أبي سبرة عن إسحاق بن عبد الله عن أبي جعفر أن رسول الله صلى الله عليه وسلم حجب مارية وكانت قد ثقلت على نساء النبي صلى الله عليه وسلم وغرن عليها ولا مثل عائشة قال محمد بن عمر وولدته في ذي الحجة سنة ثمان من الهجرة قال أخبرنا محمد بن عمر قال حدثني محمد بن عبد الله عن الزهري عن أنس بن مالك قال لما ولد إبراهيم جاء جبريل إلى رسول الله صلى الله عليه وسلم فقال السلام عليك يا أبا إبراهيم
Tercemesi:
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
, ,
Senetler:
1. Ebu Abdülhamid Cafer b. Abdullah el-Ensari (Cafer b. Abdullah b. Hakem b. Rafi' b. Sinan)
2. Ebu Fadl Abdülhamid b. Cafer el-Ensârî (Abdülhamid b. Cafer b. Abdullah b. Hakem b. Rafi' b. Sinan)
3. Ebu Abdullah Muhammed b. Ömer el-Vakıdi (Muhammed b. Ömer b. Vakıd)
Konular:
Ehl-i Beyt, Hz. Peygamber'in oğlu İbrahim
Hz. Peygamber, çocukları
Hz. Peygamber, dine davet mektupları
Hz. Peygamber, hanımları
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Maria
Hz. Peygamber, hanımlarıyla ilişkileri
KTB, SELAM
Selam, Cebrail, Hz. Peygamber'e selam vermesi
Siyer, Hudeybiye Anlaşması
Yazı, Yazışma, Hz. Peygamber döneminde yazışma,