117 Kayıt Bulundu.
Bize Ebû Ali, ona Ebû Bekir, ona Ebû Davud, ona Abdullah el-Ka'nebî, ona Abdülaziz b. Muhammed, ona Şerîk b. Ebî Nemir rivâyet etti. (T) Yine bize Tahir el-Fakîh, ona Ebû Bekir el-Kattân, ona İbrahim b. el-Hâris, ona Yahya b. Ebî Bükeyr, ona Züheyr b. Muhammed, ona Şerîk, ona da Atâ b. Yesâr'ın rivâyet ettiğine göre Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: "Kusâmeden sakının!" "- Kusâme nedir, ey Allah'ın Rasûlü?" diye soruldu. "- Bir cemâatin başında (yönetici, bilir kişi olarak) bulunan bir insanın (bir şey taksim ederken) hem onun hissesinden, hem bunun hissesinden bir pay almasıdır.”
Açıklama: Kusâme, ortak bir malı sahiplerine bölüştüren insana denir. Bu mal, ister miras, ister ganimet olsun adaletle taksim edilmelidir. Her ne kadar bu taksimi yapan kişinin, yaptığı işin karşılığı olarak bir ücret istemeye hakkı varsa da, taksim ettiği malın bir kısmını kendisine ayırmaya hakkı yoktur. Hadîste haram kılınan da budur.
O halde sen, akrabaya, yoksula, yolda kalmışa hakkını ver. Allah'ın rızasını isteyenler için bu, en iyisidir. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.
Bize Ebû Abdullah el-Hafız ile Ebû Bekir Ahmed b. el-Hasan el-Kadî rivayet ett; Ebû Abdullah rivayetinde “kale”, el-Kadî’nin “haddesenâ” lafzını kullandı. Onlara Ebû Cafer Muhammed b. Ali b. Duhaym eş-Şeybânî, ona Ahmed b. Hâzim, ona Cafer b. Avn, ona Ebû Umeys, ona Avn b. Ebî Cuhayfe, ona da babasının rivayet ettiğine göre; Rasûlullah (sav) Selman ile Ebû’d-Derdâ’yı kardeş yapmıştı. Bir gün Selman Ebû’d-Derdâ’yı ziyarete gitmiş, evde karısı Ümmü’d-Derdâ’yı perişan bir vaziyette görmüştü. Kendisine; “- Bu ne hâl, ya Ümmü’d-Derdâ?” diye sorunca da, “- Kardeşin Ebû’d-Derdâ geceleri ibadet ediyor, gündüzleri de oruç tutuyor. Onun dünyevî ihtiyaçlarla hiç lgisi yoktur” dedi. Derken Ebû’d-Derdâ da geldi, selam verdi, sonra Selman’a yemek getirdi. Selman kendisine; “- Hadi sen de ye” deyince, Ebû’d-Derdâ; “- Ben oruçluyum” dedi. Selman da, “- Sana ueminle söylüyorum, mutlaka orucunu bozmalısın. Sen yemedikçe ben de yemeyeceğim” dedi. Bunun üzerine birlikte yemeği yediler. Sonra Selman geceyi de orada geçirdi. Geceleyin Ebû’d-Derdâ namaza kalkmak istedi, Selman ona mani oldu ve dedi ki: “- Ya Ebû’d-Derdâ! Vücudunun sende hakkı vardır. Rabbinin sende hakkı vardır. Âilenin de sende hakkın vardır. Dolayısıyla bazen oruç tut, bazen tutma. Geceleri biraz namaz kıl, ama karının yanına da git. Böylece her hak sahibine hakkını ver.” Sabahın aydınlığı yüzünü gösterince Selman, “- Haydi şimdi istersen kalk!” dedi. Birlikte kalktılar, abdest aldılar, bir miktar namaz kıldılar, sonra da sabah namazı için evden çıktılar. Ebû’d-Derdâ, Selman’ın söylediklerini kendisine haber vermek için Rasûlullah’a (sav) yaklaştı. Olanları anlatınce, Rasûlullah (sav) şunları söyledi: “- Ya Ebû’d-Derdâ! Selman’ın da sana söylediği gibi vücudunun sende hakkı vardır.” Bunu el-Buhârî es-Sahîh’de Bundâr vasıtasıyla Cafer b. Avn’dan rivayet etmiştir.
Bana Muhammed b. İshak el-Müseyyebî, ona Enes b. Iyâd Ebû Damre, ona Musa b. Ukbe, ona Nâfi, ona da Abdullah b. Ömer'in (ra) rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Bir zamanlar üç arkadaş yolda giderlerken şiddetli bir yağmura yakalanmışlar ve bu yüzden dağdaki bir mağaraya sığınmışlar. Dağdan kopan büyük kaya gelip mağaranın önünde durmuş ve kapıyı kapatmış. Bunun üzerine birbirlerine, 'Allah için yaptığınız salih amelleri bir düşünün. Onların hürmetine Allah'a dua edin, belki Allah sizi buradan kurtarır" demişler. İçlerinden biri hemen şöyle demiş: "Allah'ım! Benim çok yaşlı anne-babam, karım ve küçük çocuklarım vardı. Ben de onlar için çobanlık yapardım. Hayvanlarımı getirince sütlerini sağar, çocuklarımdan önce anne babama verirdim. Bir gün ormanda yolumu kaybettim, gece vaktine kadar eve gidemedim. Eve geldiğimde anne babamın uyuduğunu gördüm. Daha Önce yaptığım gibi onlar için hemen süt sağdım ve sütü alıp yanlarına vardım. O sırada çocuklarım da süt içmek için ayaklarımın arasında dolanıyorlardı. Ben bir yandan anne babamı uyandırmaya kıyamıyor, diğer yandan onlardan önce çocuklarıma yedirmeyi de istemiyor, ayakta bekliyordum. Bu hâl tan yeri ağarıncaya kadar devam etti. Allah'ım; eğer bunu senin rızan için yaptığımı biliyorsan bizim için bu kayayı biraz aç da gökyüzünü görelim." Bunun üzerine Cenâb-ı Hak kayayı biraz aralamış ve onlar da bu aralıktan gökyüzünü görmüşler. Sonra diğeri şöyle demiş: "Allah'ım! Benim amcamın bir kızı vardı. Onu, erkeklerin kadınları sevebileceği en kuvvetli bir duygu ile severdim. Onunla birlikte olmak istedim, ama kabul etmedi; yüz dinar getirmeden razı olmayacağını söyledi. Çalışıp çabaladım ve yüz dinar toplayıp ona getirdim. Tam onunla birlikte olacakken, bana; 'Allah'tan kork ey Allah'ın kulu! Haksız yere mührü bozma!' dedi. Ben de hemen bu işi yapmaktan vazgeçip oradan kalktım. Allah'ım; eğer bunu senin rızan için yaptıysam bu kayayı biraz daha aç!' Bunun üzerine Allah kayayı biraz daha açmış. Sonra diğeri şöyle dua etmiş: "Allah'ım! Bir ölçek pirinç karşılığında bir işçi tutmuştum. Adam işini bitirdiği zaman, 'Bana hakkımı ver!' dedi. Ben de ona bir ölçek pirinci verdim, ama o almadan gitti. Sonra bu pirinci ektim ve çok mahsul elde ettim; onun kazancıyla, çobanlarıyla birlikte bir inek sürüsü aldım. Sonra o adam tekrar bana geldi ve, 'Allah'tan kork, hakkımı yeme!' dedi. Ben de ona, 'Şu inek sürüsünü ve çobanlarını al!' dedim. Adam şaşırıp, 'Allah'tan kork! Benimle alay etme!' dedi. Ben, 'Seninle alay etmiyorum, şu inek sürüsünü ve çobanını alabilirsin' dedim. Adam da onları alıp gitti. Allah'ım; eğer bunu senin rızan için yaptıysam şu kayanın kalan kısmını da önümüzden al!" Bunun üzerine Allah kayanın kalan kısmını da önlerinden almış.
Bize Ebû Abdullah el-Hafız, ona Abdurrahman b. el-Hasan el-Kadî, ona İbrahim b. el-Hüseyin, ona Âdem, ona Şu’be, ona Habîb b. Ebî Sabit, ona da Ebû’l-Abbas el-Mekkî –o şairdi ve hadiste itham edilmemişti- şöyle dedi: Abdullah b. Amr b. el-Âs’ın (ra), Rasûlullah (sav) bana şöyle söyledi, dediğini bizzat duydum: “- Duydum ki sen, dehir orucu tutuyor, geceleri de ibâdetle geçiriyormuşsun.” “- Evet” dedim. Buyurdu ki: “- Eğer böyle yaparsan, gözler çöker, nefs de bîtap düşer. Zaten her gün oruç tutanın orucu da yoktur. Ayda üç gün oruç tutmakla, bütün zaman oruçla geçirilmiş sayılır.” “- Benim daha fazlasına gücüm yeter” deyince de; “- Öyleyse Davud aleyhisselâmın orucu gibi oruç tut; o bir gün oruç tutar, bir gün tutmazdı. Düşmanla karşılaştığında da kaçmazdı” buyurdu. Bunu el-Buhârî es-Sahîh’de Âdem’de rivayet etmiş, Müslim de Muâz b. Muâz vasıtasıyla Şu’be’den tahric etmiştir.
Bize Ebû Abdullah el-Hâfız, ona imlâ yoluyla Ebû Abdullah Muhammed b. Yakub, ona Muhammed b. Haccâc ile Muhammed b. Abdüsselâm rivâyet etti. (T) Yine bizeEbû Nasr Ahmed b. Ali b. Ahmed el-Fâmî, ona Ebû Abdullah Muhammed b. Yakub el-Hâfız, ona Muhammed b. Nasr el-Mervezî Ebû Abdullah ile Cafer b. Muhammed, onlara Yahya b. Yahya, İbn Şihâb'dan onun da Ebû Hureyre'nin söylediği şu sözü Malik'e okuduğunu söyledi: "Ziyafetlerin en kötüsü, zenginlerin çağrılıp yoksulların ihmal edildiği düğün ziyafetidir. Düğün davetine katılmayan da Allah'a ve Rasûlü'ne âsi olmuştur." Ebû Abdullah'ın rivâyetinde ifade, "Ne kötü ziyafettir" şeklindedir. Bunu Buhârî Sahîh'inde Abdullah b. Yusuf'un Malik'ten rivâyeti şeklinde tahric etti. Müslim de Yahya b. Yahya'dan tahric etti.
Bize Ebû Bekir Muhammed b. el-Hasan b. Fûrek (rh), ona Abdullah b. Cafer, ona Yunus b. Habîb, ona Ebû Davud, ona İbn Ebî Zi’b, ona Saîd b. Ebî Saîd, ona da Ebû Hureyre (ra) Rasûlullah’ın (sav) şöyle buyurduğunu haber verdi: “Kimin üzerinde kardeşinin namusu veya malı ile ilgili bir hak bulunursa, onu, dinar ve dirhemin geçerli olmadığı kıyamet günü gelmeden önce hemen bugün ödesin! Çünkü eğer onun salih bir ameli varsa, o gün o salih ameli kendisinden alınacak, haksızlık yaptığı kişiye verilecektir. Şayet sâlih bir ameli yoksa öbürünün günahları alınıp kendisine yüklenecektir.” Bunu Buharî Sahîh’teÂdem b. Ebî İyâs vasıtasıyla İbn Ebî Zi’b’den aynı mana riavayet eder. Ancak bu rivayette ifade şu şekildedir: “…Onu dinar ve dirhemin geçmediği mahşer günü gelmeden önce hemen bugün helal ettirsin!”
Bize Ebû Abdullah el-Hafız ile Ebû Abdullah İshak b. Muhammed b. Yusuf es-Sûsî ve Ebû Abdurrahman es-Sülemî, onlara Ebû’l-abbas Muhammed b. Yakub, ona el-Abbas b. el-Velîd b. Mezîd, ona babası, ona el-Ezvâî, ona Yahya, ona Ebû Seleme b. Abdurrahman, ona da Abdullah b. Amr b. el-Âs (ra) şöyle demiş: Rasûlullah (sav) bana şöyle söyledi: “- Bana, senin gündüzleri oruç tuttuğun, geceleri de ibâdetle geçirdiğin haber verilmedi mi sanıyorsun?” “- Evet ey Allah’ın rasûlü, öyle yapıyorum” dedim. Buyurdu ki: “- Öyle yapma! Geceleyin uyu, arada namaz da kıl. Bazı gümler oruç tut, bazı günler de tutma! Çünkü vücudunun sende hakkı vardır. Gözlerinin sende hakkı vardır. Karının sende hakkı vardır. Misafirinin sende hakkı vardır. Her aydan sadece üç gün oruç tutmak sana yeter, çünkü her iyiliğe on katı sevap verilir. Böyle yaparsan bütün zamanı oruçlu geçirmiş gibi olursun.” Ben daha ağırlaştırılmasını istedikçe bana daha ağırlaştırıldı. Sonra , “- Ey Allah’ın rasûlü, ben kendimi güçlü hissediyorum” deyince, “- Öyleyse haftada üç gün oruç tut!” buyurdu. Ben, daha da arttırılmasını istedim, yine arttırıldı. Ben yine, “- Ey Allah’ın rasûlü, ben kendimi güçlü hissediyorum” deyince, “- Öyleyse Allah’ın peygamberi Davud aleyhisselâm’ın orucu gibi oruç tut, daha fazla tutma!” buyurdu. “- Davud aleyhisselam’ın orucu nasıldı?” diye sorunca, “- Gün aşırı oruç tutmaktır” buyurdu.
Bize Ebû Abdullah el-Hâfız, ona Ebû'l-Kasım Abdurrahman b. el-Hasan el-Esedî, ona İbrahim b. el-Hüseyin, ona Âdem b. Ebî İyâs, ona Şu'be, ona Adiy b. Sabit, ona Abdullah b. Yezîd el-Ensârî -ki o Adiyy'in anne tarafından dedesidir- şöyle dedi: "Rasûlullah (sav) yağmacılığı ve işkenceyi yasakladı." Bu rivâyeti Buhârî Sahîh'inde Âdem b. Ebgî İyâs'tan tahric etti.