Bize İsmail b. Abdullah, ona İsmail b. İbrahim b. Ukbe, ona Musa b. Ukbe, ona da İbn Şihâb şöyle dedi: Bana Urve b. ez-Zübeyr'in haber verdiğine göre, Misver b. Mahreme kendisine şöyle anlatmış: Âmir b. Lueyy kabilesinin yeminli dostu olan ve Rasulullah (sav) ile beraber Bedir'de hazır bulunan Amr b. Avf bana şöyle dedi:
“Rasûlullah (sav.), Bahreyn’in cizyesini getirmek üzere Ebû Ubeyde b. el-Cerrah’ı oraya göndermişti. Hz. Peygamber (sav.), daha önce Bahreynlilerle bir cizye antlaşması yapmış ve el-Alâ’ b. el-Hadramî’yi onlara emîr tayin etmişti. Ebû Ubeyde, Bahreyn’den mallarla döndüğünde, Ensâr onun döndüğünü duymuş ve Hz. Peygamber’le (sav.) birlikte sabah namazına iştirak etmişlerdi. Hz. Peygamber (sav.) namazı tamamlayıp ayrılınca, onun önüne çıktılar. Rasûlullah (as.) onların bu halini görünce gülümsedi. Sonra
"Zannediyorum, Ebû Ubeyde’nin (Bahreyn’den) geldiğini ve bir şeyler getirdiğini duydunuz" dedi. Onlar da; “Evet, ey Allah’ın Rasûlü” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav.) şöyle söyledi:
"Öyle ise sevinin! Sizi sevindirecek olan şeyi de ümit edin! Allah’a yemin olsun ki, ben sizin için fakirlikten korkmuyorum; ama ben dünya nimetlerinin sizden önceliklerin önüne serildiği gibi sizin önünüze de serilmesinden ve onların bu dünyalıklar için birbirleriyle yarışa giriştikleri gibi, sizin de yarışa girmenizden ve onları meşgul ettiği gibi, sizi de meşgul etmesinden korkuyorum."
Açıklama: Bu hadîste Hz. Peygamber, dünya malına aşırı düşkünlük göstermenin ve ihtirasla çıkar peşinde koşmanın felaketine dikkat çekmiş, bunun insanlar arasında kıskançlık ve düşmanlıklara yol açabileceğini ve uzun vadede onların maddî ve manevî helâkine sebebiyet verebileceğini ifade buyurmuştur. Mal ihtirası aynı zamanda imab zaafiyetine de yol açar.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
23470, B006425
Hadis:
حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ قَالَ حَدَّثَنِى إِسْمَاعِيلُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ بْنِ عُقْبَةَ عَنْ مُوسَى بْنِ عُقْبَةَ قَالَ ابْنُ شِهَابٍ حَدَّثَنِى عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ أَنَّ الْمِسْوَرَ بْنَ مَخْرَمَةَ أَخْبَرَهُ أَنَّ عَمْرَو بْنَ عَوْفٍ وَهْوَ حَلِيفٌ لِبَنِى عَامِرِ بْنِ لُؤَىٍّ كَانَ شَهِدَ بَدْرًا مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَخْبَرَهُ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بَعَثَ أَبَا عُبَيْدَةَ بْنَ الْجَرَّاحِ إِلَى الْبَحْرَيْنِ يَأْتِى بِجِزْيَتِهَا ، وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم هُوَ صَالَحَ أَهْلَ الْبَحْرَيْنِ ، وَأَمَّرَ عَلَيْهِمُ الْعَلاَءَ بْنَ الْحَضْرَمِىِّ ، فَقَدِمَ أَبُو عُبَيْدَةَ بِمَالٍ مِنَ الْبَحْرَيْنِ ، فَسَمِعَتِ الأَنْصَارُ بِقُدُومِهِ فَوَافَتْهُ صَلاَةَ الصُّبْحِ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَلَمَّا انْصَرَفَ تَعَرَّضُوا لَهُ فَتَبَسَّمَ حِينَ رَآهُمْ وَقَالَ " أَظُنُّكُمْ سَمِعْتُمْ بِقُدُومِ أَبِى عُبَيْدَةَ ، وَأَنَّهُ جَاءَ بِشَىْءٍ " . قَالُوا أَجَلْ يَا رَسُولَ اللَّهِ . قَالَ " فَأَبْشِرُوا وَأَمِّلُوا مَا يَسُرُّكُمْ ، فَوَاللَّهِ مَا الْفَقْرَ أَخْشَى عَلَيْكُمْ ، وَلَكِنْ أَخْشَى عَلَيْكُمْ أَنْ تُبْسَطَ عَلَيْكُمُ الدُّنْيَا ، كَمَا بُسِطَتْ عَلَى مَنْ كَانَ قَبْلَكُمْ ، فَتَنَافَسُوهَا كَمَا تَنَافَسُوهَا وَتُلْهِيَكُمْ كَمَا أَلْهَتْهُمْ " .
Tercemesi:
Bize İsmail b. Abdullah, ona İsmail b. İbrahim b. Ukbe, ona Musa b. Ukbe, ona da İbn Şihâb şöyle dedi: Bana Urve b. ez-Zübeyr'in haber verdiğine göre, Misver b. Mahreme kendisine şöyle anlatmış: Âmir b. Lueyy kabilesinin yeminli dostu olan ve Rasulullah (sav) ile beraber Bedir'de hazır bulunan Amr b. Avf bana şöyle dedi:
“Rasûlullah (sav.), Bahreyn’in cizyesini getirmek üzere Ebû Ubeyde b. el-Cerrah’ı oraya göndermişti. Hz. Peygamber (sav.), daha önce Bahreynlilerle bir cizye antlaşması yapmış ve el-Alâ’ b. el-Hadramî’yi onlara emîr tayin etmişti. Ebû Ubeyde, Bahreyn’den mallarla döndüğünde, Ensâr onun döndüğünü duymuş ve Hz. Peygamber’le (sav.) birlikte sabah namazına iştirak etmişlerdi. Hz. Peygamber (sav.) namazı tamamlayıp ayrılınca, onun önüne çıktılar. Rasûlullah (as.) onların bu halini görünce gülümsedi. Sonra
"Zannediyorum, Ebû Ubeyde’nin (Bahreyn’den) geldiğini ve bir şeyler getirdiğini duydunuz" dedi. Onlar da; “Evet, ey Allah’ın Rasûlü” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav.) şöyle söyledi:
"Öyle ise sevinin! Sizi sevindirecek olan şeyi de ümit edin! Allah’a yemin olsun ki, ben sizin için fakirlikten korkmuyorum; ama ben dünya nimetlerinin sizden önceliklerin önüne serildiği gibi sizin önünüze de serilmesinden ve onların bu dünyalıklar için birbirleriyle yarışa giriştikleri gibi, sizin de yarışa girmenizden ve onları meşgul ettiği gibi, sizi de meşgul etmesinden korkuyorum."
Açıklama:
Bu hadîste Hz. Peygamber, dünya malına aşırı düşkünlük göstermenin ve ihtirasla çıkar peşinde koşmanın felaketine dikkat çekmiş, bunun insanlar arasında kıskançlık ve düşmanlıklara yol açabileceğini ve uzun vadede onların maddî ve manevî helâkine sebebiyet verebileceğini ifade buyurmuştur. Mal ihtirası aynı zamanda imab zaafiyetine de yol açar.
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Rikâk 67, 2/564
Senetler:
1. Ebu Amr Amr b. Avf el-Ensârî (Amr b. Avf)
2. Misver b. Mahreme el-Kuraşi (Misver b. Mahreme b. Nevfel b. Üheyb b. Abdümenaf)
3. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
4. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
5. Ebu Muhammed Musa b. Ukbe el-Kuraşî (Musa b. Ukbe b. Ebu Ayyaş)
6. Ebu İshak İsmail b. İbrahim el-Kuraşi (İsmail b. İbrahim b. Ukbe b. Ebu Ayyaş)
7. Ebu Abdullah İsmail b. Ebu Üveys el-Esbahî (İsmail b. Abdullah b. Abdullah b. Üveys b. Malik)
Konular:
Antlaşma, anlaşmalara dayalı ilişkiler
Hased, Kıskançlık
Hz. Peygamber, tebessüm etmesi
İman, Esasları, Ahirete, üstünlüğü
KTB, İMAN
Kulluk, ümitle korku arasındaki denge
Mal, mal - mülk hırsı
Şehirler, Bahreyn ve Kınnesrin
Tebessüm, kardeşinin yüzüne tebessüm etmek
Toplumsal Düzen, münafeset müslümanların birbiriyle çekişmeleri
Yönetim, cizye vergisi
حَدَّثَنِيهِ مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ قُهْزَاذَ قَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عُثْمَانَ حَدَّثَنِيهِ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ الْمُبَارَكِ عَنْ يُونُسَ عَنِ الزُّهْرِىِّ بِهَذَا الإِسْنَادِ
[أَخْبَرَنِى مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ الْحَارِثِ بْنِ هِشَامٍ أَنَّ عَائِشَةَ زَوْجَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم.] مِثْلَهُ فِى الْمَعْنَى
[أَرْسَلَ أَزْوَاجُ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَاطِمَةَ بِنْتَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَاسْتَأْذَنَتْ عَلَيْهِ وَهُوَ مُضْطَجِعٌ مَعِى فِى مِرْطِى فَأَذِنَ لَهَا فَقَالَتْ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ أَزْوَاجَكَ أَرْسَلْنَنِى إِلَيْكَ يَسْأَلْنَكَ الْعَدْلَ فِى ابْنَةِ أَبِى قُحَافَةَ وَأَنَا سَاكِتَةٌ - قَالَتْ - فَقَالَ لَهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم "أَىْ بُنَيَّةُ أَلَسْتِ تُحِبِّينَ مَا أُحِبُّ." فَقَالَتْ بَلَى. قَالَ: "فَأَحِبِّى هَذِهِ." قَالَتْ فَقَامَتْ فَاطِمَةُ حِينَ سَمِعَتْ ذَلِكَ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَرَجَعَتْ إِلَى أَزْوَاجِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَأَخْبَرَتْهُنَّ بِالَّذِى قَالَتْ وَبِالَّذِى قَالَ لَهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقُلْنَ لَهَا مَا نُرَاكِ أَغْنَيْتِ عَنَّا مِنْ شَىْءٍ فَارْجِعِى إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقُولِى لَهُ إِنَّ أَزْوَاجَكَ يَنْشُدْنَكَ الْعَدْلَ فِى ابْنَةِ أَبِى قُحَافَةَ. فَقَالَتْ فَاطِمَةُ وَاللَّهِ لاَ أُكَلِّمُهُ فِيهَا أَبَدًا. قَالَتْ عَائِشَةُ فَأَرْسَلَ أَزْوَاجُ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم زَيْنَبَ بِنْتَ جَحْشٍ زَوْجَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم وَهِىَ الَّتِى كَانَتْ تُسَامِينِى مِنْهُنَّ فِى الْمَنْزِلَةِ عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَلَمْ أَرَ امْرَأَةً قَطُّ خَيْرًا فِى الدِّينِ مِنْ زَيْنَبَ وَأَتْقَى لِلَّهِ وَأَصْدَقَ حَدِيثًا وَأَوْصَلَ لِلرَّحِمِ وَأَعْظَمَ صَدَقَةً وَأَشَدَّ ابْتِذَالاً لِنَفْسِهَا فِى الْعَمَلِ الَّذِى تَصَدَّقُ بِهِ وَتَقَرَّبُ بِهِ إِلَى اللَّهِ تَعَالَى مَا عَدَا سَوْرَةً مِنْ حَدٍّ كَانَتْ فِيهَا تُسْرِعُ مِنْهَا الْفَيْئَةَ قَالَتْ فَاسْتَأْذَنَتْ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَعَ عَائِشَةَ فِى مِرْطِهَا عَلَى الْحَالَةِ الَّتِى دَخَلَتْ فَاطِمَةُ عَلَيْهَا وَهُوَ بِهَا فَأَذِنَ لَهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَتْ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ أَزْوَاجَكَ أَرْسَلْنَنِى إِلَيْكَ يَسْأَلْنَكَ الْعَدْلَ فِى ابْنَةِ أَبِى قُحَافَةَ. قَالَتْ ثُمَّ وَقَعَتْ بِى فَاسْتَطَالَتْ عَلَىَّ وَأَنَا أَرْقُبُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَرْقُبُ طَرْفَهُ هَلْ يَأْذَنُ لِى فِيهَا - قَالَتْ - فَلَمْ تَبْرَحْ زَيْنَبُ حَتَّى عَرَفْتُ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لاَ يَكْرَهُ أَنْ أَنْتَصِرَ - قَالَتْ - فَلَمَّا وَقَعْتُ بِهَا لَمْ أَنْشَبْهَا حِينَ أَنْحَيْتُ عَلَيْهَا - قَالَتْ - فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَتَبَسَّمَ "إِنَّهَا ابْنَةُ أَبِى بَكْرٍ."]
غَيْرَ أَنَّهُ قَالَ فَلَمَّا وَقَعْتُ بِهَا لَمْ أَنْشَبْهَا أَنْ أَثْخَنْتُهَا غَلَبَةً.
Bize Muhammed b. Abdullah b. Kuhhaz, ona Abdullah b. Osman, ona Abdullah b. Mübarek, ona Yunus, ona Zühri bu (önceki rivayetle aynı) isnadla nakletmiştir.
[Bana Muhammed b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam Peygamber'in (sav) hanımı Aişe'den (r.anha) haber verdi.) Rivayet mana olarak (bir önceki rivayetin manası ile) benzerdir.]
[Peygamber'in (sav) hanımları, Rasulullah'ın (sav) kızı Fatıma'yı Rasulullah'a (sav) gönderdiler. O da içeri girmek için izin istedi. Kendisi benimle örtünün altında uzanmıştı. Ona girmesi için izin verdi. Fatıma "Ey Allah'ın elçisi! Hanımların beni sana gönderdiler. Senden Ebû Kuhafe'nin kızı ile aralarında adaletli davranmanı istiyorlar" dedi. Ben susuyordum. Rasulullah (sav) ona; "ey kızcağızım! Sen benim sevdiğimi sevmez misin" dedi. Fatıma; elbette severim dedi. "O halde onu da sev" buyurdu. Fatıma Rasulullah'tan (sav) bu sözü işitince kalktı ve Peygamber'in (sav) zevcelerine geri dönerek onlara kendi söylediğini ve kendisine Rasulullah'ın (sav) cevabını bildirdi. Onlar da Fatıma'ya; bu yaptığının bize hiçbir faydası olmadı. Rasulullah'a (sav) dön ve ona şöyle söyle: Hanımların senden Ebu Kuhafe'nin kızı ile aralarında adaletli davranmanı istiyorlar. Fatıma; vallahi ben onunla Aişe hakkında bir daha asla konuşmam dedi. Aişe şöyle der: Bunun üzerine Peygamber'in (sav) hanımları, eşi Zeynep bt. Cahş'ı gönderdiler. Rasulullah'ın (sav) nezdinde mertebesi bana denk olan sadece o idi. Dindarlıkta Zeynep'den daha iyi bir kadın görmedim. Ondan daha fazla Allah'tan sakınan, ondan daha doğru sözlü, ondan daha çok sılayı rahim yapan, ondan daha çok sadaka veren, çalışarak kazandığını sadaka vererek Allah'a yaklaştığı amelinde kendini ondan daha fazla yıpratıp o amelle Allah Teâlâ'ya yakınlaşmaya çalışan yoktu. Ancak mizacının sertliğinden kaynaklanan ve çabucak sönüveren bir hiddeti vardı. (Aişe devamla) dedi ki: Zeynep, Rasulullah'ın (sav) yanına girmek için izin istedi. Rasulullah (sav) ise Aişe ile beraber örtüsünün altında Fatıma'nın girdiği zamanki halde bulunuyordu. Rasulullah (sav) ona da izin verdi. Zeynep; ey Allah'ın Rasulü! Hanımların beni sana gönderdiler; senden Ebu Kuhafe'nin kızı ile aralarında adaletle davranmanı istiyorlar dedi. Sonra bana atıp tuttu ve hakkımda sözü uzattı. Ben onunla konuşmama izin verecek mi diye Rasulullah'ın (sav) gözüne bakıyordum. Zeynep aynı minval üzere konuşmaya devam etti. Nihayet Rasulullah'ın (sav) benim kendimi müdafaa etmemi yanlış görmeyeceğini anladım. Ben de Zeynep'e cevap vermeye başlayınca ona karşı atağımda kendisine fırsat vermedim. Bunun üzerine Rasulullah (sav) gülümseyerek; "bu Ebu Bekir'in kızıdır" buyurdu.)]
Ravi (bir önceki rivayetten farklı olarak) şunu söylemiştir: (Hz. Aişe şöyle demiştir:) Cevap vermeye başlayınca, ona yaptığım atakta fırsat vermeden onu bastırarak mağlup ettim.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
7407, M006291
Hadis:
حَدَّثَنِيهِ مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ قُهْزَاذَ قَالَ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عُثْمَانَ حَدَّثَنِيهِ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ الْمُبَارَكِ عَنْ يُونُسَ عَنِ الزُّهْرِىِّ بِهَذَا الإِسْنَادِ
[أَخْبَرَنِى مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ الْحَارِثِ بْنِ هِشَامٍ أَنَّ عَائِشَةَ زَوْجَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم.] مِثْلَهُ فِى الْمَعْنَى
[أَرْسَلَ أَزْوَاجُ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَاطِمَةَ بِنْتَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَاسْتَأْذَنَتْ عَلَيْهِ وَهُوَ مُضْطَجِعٌ مَعِى فِى مِرْطِى فَأَذِنَ لَهَا فَقَالَتْ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ أَزْوَاجَكَ أَرْسَلْنَنِى إِلَيْكَ يَسْأَلْنَكَ الْعَدْلَ فِى ابْنَةِ أَبِى قُحَافَةَ وَأَنَا سَاكِتَةٌ - قَالَتْ - فَقَالَ لَهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم "أَىْ بُنَيَّةُ أَلَسْتِ تُحِبِّينَ مَا أُحِبُّ." فَقَالَتْ بَلَى. قَالَ: "فَأَحِبِّى هَذِهِ." قَالَتْ فَقَامَتْ فَاطِمَةُ حِينَ سَمِعَتْ ذَلِكَ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَرَجَعَتْ إِلَى أَزْوَاجِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَأَخْبَرَتْهُنَّ بِالَّذِى قَالَتْ وَبِالَّذِى قَالَ لَهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقُلْنَ لَهَا مَا نُرَاكِ أَغْنَيْتِ عَنَّا مِنْ شَىْءٍ فَارْجِعِى إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقُولِى لَهُ إِنَّ أَزْوَاجَكَ يَنْشُدْنَكَ الْعَدْلَ فِى ابْنَةِ أَبِى قُحَافَةَ. فَقَالَتْ فَاطِمَةُ وَاللَّهِ لاَ أُكَلِّمُهُ فِيهَا أَبَدًا. قَالَتْ عَائِشَةُ فَأَرْسَلَ أَزْوَاجُ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم زَيْنَبَ بِنْتَ جَحْشٍ زَوْجَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم وَهِىَ الَّتِى كَانَتْ تُسَامِينِى مِنْهُنَّ فِى الْمَنْزِلَةِ عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَلَمْ أَرَ امْرَأَةً قَطُّ خَيْرًا فِى الدِّينِ مِنْ زَيْنَبَ وَأَتْقَى لِلَّهِ وَأَصْدَقَ حَدِيثًا وَأَوْصَلَ لِلرَّحِمِ وَأَعْظَمَ صَدَقَةً وَأَشَدَّ ابْتِذَالاً لِنَفْسِهَا فِى الْعَمَلِ الَّذِى تَصَدَّقُ بِهِ وَتَقَرَّبُ بِهِ إِلَى اللَّهِ تَعَالَى مَا عَدَا سَوْرَةً مِنْ حَدٍّ كَانَتْ فِيهَا تُسْرِعُ مِنْهَا الْفَيْئَةَ قَالَتْ فَاسْتَأْذَنَتْ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَعَ عَائِشَةَ فِى مِرْطِهَا عَلَى الْحَالَةِ الَّتِى دَخَلَتْ فَاطِمَةُ عَلَيْهَا وَهُوَ بِهَا فَأَذِنَ لَهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَتْ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ أَزْوَاجَكَ أَرْسَلْنَنِى إِلَيْكَ يَسْأَلْنَكَ الْعَدْلَ فِى ابْنَةِ أَبِى قُحَافَةَ. قَالَتْ ثُمَّ وَقَعَتْ بِى فَاسْتَطَالَتْ عَلَىَّ وَأَنَا أَرْقُبُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَرْقُبُ طَرْفَهُ هَلْ يَأْذَنُ لِى فِيهَا - قَالَتْ - فَلَمْ تَبْرَحْ زَيْنَبُ حَتَّى عَرَفْتُ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لاَ يَكْرَهُ أَنْ أَنْتَصِرَ - قَالَتْ - فَلَمَّا وَقَعْتُ بِهَا لَمْ أَنْشَبْهَا حِينَ أَنْحَيْتُ عَلَيْهَا - قَالَتْ - فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَتَبَسَّمَ "إِنَّهَا ابْنَةُ أَبِى بَكْرٍ."]
غَيْرَ أَنَّهُ قَالَ فَلَمَّا وَقَعْتُ بِهَا لَمْ أَنْشَبْهَا أَنْ أَثْخَنْتُهَا غَلَبَةً.
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Abdullah b. Kuhhaz, ona Abdullah b. Osman, ona Abdullah b. Mübarek, ona Yunus, ona Zühri bu (önceki rivayetle aynı) isnadla nakletmiştir.
[Bana Muhammed b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam Peygamber'in (sav) hanımı Aişe'den (r.anha) haber verdi.) Rivayet mana olarak (bir önceki rivayetin manası ile) benzerdir.]
[Peygamber'in (sav) hanımları, Rasulullah'ın (sav) kızı Fatıma'yı Rasulullah'a (sav) gönderdiler. O da içeri girmek için izin istedi. Kendisi benimle örtünün altında uzanmıştı. Ona girmesi için izin verdi. Fatıma "Ey Allah'ın elçisi! Hanımların beni sana gönderdiler. Senden Ebû Kuhafe'nin kızı ile aralarında adaletli davranmanı istiyorlar" dedi. Ben susuyordum. Rasulullah (sav) ona; "ey kızcağızım! Sen benim sevdiğimi sevmez misin" dedi. Fatıma; elbette severim dedi. "O halde onu da sev" buyurdu. Fatıma Rasulullah'tan (sav) bu sözü işitince kalktı ve Peygamber'in (sav) zevcelerine geri dönerek onlara kendi söylediğini ve kendisine Rasulullah'ın (sav) cevabını bildirdi. Onlar da Fatıma'ya; bu yaptığının bize hiçbir faydası olmadı. Rasulullah'a (sav) dön ve ona şöyle söyle: Hanımların senden Ebu Kuhafe'nin kızı ile aralarında adaletli davranmanı istiyorlar. Fatıma; vallahi ben onunla Aişe hakkında bir daha asla konuşmam dedi. Aişe şöyle der: Bunun üzerine Peygamber'in (sav) hanımları, eşi Zeynep bt. Cahş'ı gönderdiler. Rasulullah'ın (sav) nezdinde mertebesi bana denk olan sadece o idi. Dindarlıkta Zeynep'den daha iyi bir kadın görmedim. Ondan daha fazla Allah'tan sakınan, ondan daha doğru sözlü, ondan daha çok sılayı rahim yapan, ondan daha çok sadaka veren, çalışarak kazandığını sadaka vererek Allah'a yaklaştığı amelinde kendini ondan daha fazla yıpratıp o amelle Allah Teâlâ'ya yakınlaşmaya çalışan yoktu. Ancak mizacının sertliğinden kaynaklanan ve çabucak sönüveren bir hiddeti vardı. (Aişe devamla) dedi ki: Zeynep, Rasulullah'ın (sav) yanına girmek için izin istedi. Rasulullah (sav) ise Aişe ile beraber örtüsünün altında Fatıma'nın girdiği zamanki halde bulunuyordu. Rasulullah (sav) ona da izin verdi. Zeynep; ey Allah'ın Rasulü! Hanımların beni sana gönderdiler; senden Ebu Kuhafe'nin kızı ile aralarında adaletle davranmanı istiyorlar dedi. Sonra bana atıp tuttu ve hakkımda sözü uzattı. Ben onunla konuşmama izin verecek mi diye Rasulullah'ın (sav) gözüne bakıyordum. Zeynep aynı minval üzere konuşmaya devam etti. Nihayet Rasulullah'ın (sav) benim kendimi müdafaa etmemi yanlış görmeyeceğini anladım. Ben de Zeynep'e cevap vermeye başlayınca ona karşı atağımda kendisine fırsat vermedim. Bunun üzerine Rasulullah (sav) gülümseyerek; "bu Ebu Bekir'in kızıdır" buyurdu.)]
Ravi (bir önceki rivayetten farklı olarak) şunu söylemiştir: (Hz. Aişe şöyle demiştir:) Cevap vermeye başlayınca, ona yaptığım atakta fırsat vermeden onu bastırarak mağlup ettim.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Fedâilü's-sahâbe 6291, /1018
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Muhammed b. Abdurrahman el-Mahzumi (Muhammed b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Yunus b. Yezid el-Eyli (Yunus b. Yezid b. Mişkan)
5. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Mübarek el-Hanzalî (Abdullah b. Mübarek b. Vadıh)
6. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Osman el-Ateki (Abdullah b. Osman b. Cebele b. Meymun)
7. Muhammed b. Abdullah el-Mervezî (Muhammed b. Abdullah b. Kuhzaz)
Konular:
Aile, eşler, arasında ilişkiler
Din, din eksikliği
Ehl-i beyt, Hz. Fatıma
Evlilik, eşler arasında adalet
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Hz. Peygamber, tebessüm etmesi
Tebessüm, kardeşinin yüzüne tebessüm etmek
حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ يَحْيَى التَّمِيمِىُّ أَخْبَرَنَا هُشَيْمٌ عَنْ أَبِى بِشْرٍ عَنْ أَبِى الْمُتَوَكِّلِ عَنْ أَبِى سَعِيدٍ الْخُدْرِىِّ أَنَّ نَاسًا مِنْ أَصْحَابِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم كَانُوا فى سَفَرٍ فَمَرُّوا بِحَىٍّ مِنْ أَحْيَاءِ الْعَرَبِ فَاسْتَضَافُوهُمْ فَلَمْ يُضِيفُوهُمْ. فَقَالُوا لَهُمْ هَلْ فِيكُمْ رَاقٍ فَإِنَّ سَيِّدَ الْحَىِّ لَدِيغٌ أَوْ مُصَابٌ. فَقَالَ رَجُلٌ مِنْهُمْ نَعَمْ فَأَتَاهُ فَرَقَاهُ بِفَاتِحَةِ الْكِتَابِ فَبَرَأَ الرَّجُلُ فَأُعْطِىَ قَطِيعًا مِنْ غَنَمٍ فَأَبَى أَنْ يَقْبَلَهَا. وَقَالَ حَتَّى أَذْكُرَ ذَلِكَ لِلنَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم. فَأَتَى النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم فَذَكَرَ ذَلِكَ لَهُ. فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ وَاللَّهِ مَا رَقَيْتُ إِلاَّ بِفَاتِحَةِ الْكِتَابِ. فَتَبَسَّمَ وَقَالَ:
"وَمَا أَدْرَاكَ أَنَّهَا رُقْيَةٌ." ثُمَّ قَالَ:
"خُذُوا مِنْهُمْ وَاضْرِبُوا لِى بِسَهْمٍ مَعَكُمْ."
Bize Yahya b. Yahya et-Temimi, ona Hüşeym, ona Ebu Bişr, ona Ebu Mütevekkil, ona Ebu Said el-Hudri şöyle haber vermiştir: Rasulullah'ın (sav) ashabından bazıları bir yolculukta idiler. Arap kabilelerinden birine uğradılar. Onlardan kendilerini misafir etmelerini istediler, fakat oranın ahalisi onları misafir etmedi. Onlara; içinizde rukye yapan (okuma yoluyla tedavi eden) var mı? Çünkü kabilenin önderini zehirli hayvan soktu veya hastalandı dediler. İçlerinden birisi; evet cevabını verdi ve yanına giderek ona Fatiha ile rukye yaptı. Bunun üzerine adam iyileşti. (Bunun üzerine) Ona (rukye yapan sahâbîye) bir koyun sürüsü verdiler. Fakat o koyunları kabul etmedi ve bunu Hz. Peygamber'e (sav) anlatmadan kabul etmem dedi. Ardından Peygamber'e (sav) gelerek hadiseyi ona anlattı ve ey Allah'ın Rasulü (sav)! Fatiha'dan başka bir şeyle rukye (okuma yoluyla tedavi) yapmadım dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) gülümsedi ve "onun rukye olduğunu nereden bildin" dedi. Sonra; "sürüyü alın, bana da sizinle bir hisse ayırın" buyurdu.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
6157, M005733
Hadis:
حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ يَحْيَى التَّمِيمِىُّ أَخْبَرَنَا هُشَيْمٌ عَنْ أَبِى بِشْرٍ عَنْ أَبِى الْمُتَوَكِّلِ عَنْ أَبِى سَعِيدٍ الْخُدْرِىِّ أَنَّ نَاسًا مِنْ أَصْحَابِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم كَانُوا فى سَفَرٍ فَمَرُّوا بِحَىٍّ مِنْ أَحْيَاءِ الْعَرَبِ فَاسْتَضَافُوهُمْ فَلَمْ يُضِيفُوهُمْ. فَقَالُوا لَهُمْ هَلْ فِيكُمْ رَاقٍ فَإِنَّ سَيِّدَ الْحَىِّ لَدِيغٌ أَوْ مُصَابٌ. فَقَالَ رَجُلٌ مِنْهُمْ نَعَمْ فَأَتَاهُ فَرَقَاهُ بِفَاتِحَةِ الْكِتَابِ فَبَرَأَ الرَّجُلُ فَأُعْطِىَ قَطِيعًا مِنْ غَنَمٍ فَأَبَى أَنْ يَقْبَلَهَا. وَقَالَ حَتَّى أَذْكُرَ ذَلِكَ لِلنَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم. فَأَتَى النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم فَذَكَرَ ذَلِكَ لَهُ. فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ وَاللَّهِ مَا رَقَيْتُ إِلاَّ بِفَاتِحَةِ الْكِتَابِ. فَتَبَسَّمَ وَقَالَ:
"وَمَا أَدْرَاكَ أَنَّهَا رُقْيَةٌ." ثُمَّ قَالَ:
"خُذُوا مِنْهُمْ وَاضْرِبُوا لِى بِسَهْمٍ مَعَكُمْ."
Tercemesi:
Bize Yahya b. Yahya et-Temimi, ona Hüşeym, ona Ebu Bişr, ona Ebu Mütevekkil, ona Ebu Said el-Hudri şöyle haber vermiştir: Rasulullah'ın (sav) ashabından bazıları bir yolculukta idiler. Arap kabilelerinden birine uğradılar. Onlardan kendilerini misafir etmelerini istediler, fakat oranın ahalisi onları misafir etmedi. Onlara; içinizde rukye yapan (okuma yoluyla tedavi eden) var mı? Çünkü kabilenin önderini zehirli hayvan soktu veya hastalandı dediler. İçlerinden birisi; evet cevabını verdi ve yanına giderek ona Fatiha ile rukye yaptı. Bunun üzerine adam iyileşti. (Bunun üzerine) Ona (rukye yapan sahâbîye) bir koyun sürüsü verdiler. Fakat o koyunları kabul etmedi ve bunu Hz. Peygamber'e (sav) anlatmadan kabul etmem dedi. Ardından Peygamber'e (sav) gelerek hadiseyi ona anlattı ve ey Allah'ın Rasulü (sav)! Fatiha'dan başka bir şeyle rukye (okuma yoluyla tedavi) yapmadım dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) gülümsedi ve "onun rukye olduğunu nereden bildin" dedi. Sonra; "sürüyü alın, bana da sizinle bir hisse ayırın" buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Tıb 5733, /932
Senetler:
1. Ebu Said el-Hudrî (Sa'd b. Malik b. Sinan b. Sa'lebe b. Ebcer)
2. Ebu Mütevekkil Ali b. Davud en-Nâcî (Ali b. Davud)
3. Ebu Bişr Cafer b. Ebu Vahşiyye el-Yeşkuri (Cafer b. İyas)
4. Ebu Muaviye Hüşeym b. Beşir es-Sülemî (Hüşeym b. Beşir b. el-Kasım b. Dinar)
5. Ebu Zekeriyya Yahya b. Yahya en-Neysâbûrî (Yahya b. Yahya b. Bekir b. Abdurrahman)
Konular:
Hz. Peygamber, tebessüm etmesi
Tebessüm, kardeşinin yüzüne tebessüm etmek
Tedavi, Rukye, tedavi şekilleri
Tedavi, tedavi için Kur'an okumak, dua etmek
Bize Ebu Bekir b. Ebu Şeybe, ona Veki' ve Ebu Üsame, ona İsmail; (T)
Bize İbn Nümeyr, ona Abdullah b. İdris, ona İsmail ona Kays, ona da Cerir (ra) şöyle demiştir: Müslüman olduğumdan beri Rasulullah (sav) ne zaman yanına girmek istersem izin vermiştir. Beni ne zaman görse mutlaka bana tebessüm etmiştir. İbn Nümeyr, İbn İdris'ten naklettiği hadisinde şunları ilave etmiştir: Atın üzerinde sabit duramadığımdan şikâyet ettim, eliyle göğsüme vurdu ve şöyle buyurdu:
"Ey Allah'ım, ona sabit tut ve onu insanları doğru yola ileten, kendisi de doğru yolda olan bir kişi eyle!"
Öneri Formu
Hadis Id, No:
7554, M006364
Hadis:
وَحَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ حَدَّثَنَا وَكِيعٌ وَأَبُو أُسَامَةَ عَنْ إِسْمَاعِيلَ ح
وَحَدَّثَنَا ابْنُ نُمَيْرٍ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ إِدْرِيسَ حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ عَنْ قَيْسٍ عَنْ جَرِيرٍ قَالَ مَا حَجَبَنِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مُنْذُ أَسْلَمْتُ وَلاَ رَآنِى إِلاَّ تَبَسَّمَ فِى وَجْهِى. زَادَ ابْنُ نُمَيْرٍ فِى حَدِيثِهِ عَنِ ابْنِ إِدْرِيسَ وَلَقَدْ شَكَوْتُ إِلَيْهِ أَنِّى لاَ أَثْبُتُ عَلَى الْخَيْلِ فَضَرَبَ بِيَدِهِ فِى صَدْرِى وَقَالَ:
"اللَّهُمَّ ثَبِّتْهُ وَاجْعَلْهُ هَادِيًا مَهْدِيًّا."
Tercemesi:
Bize Ebu Bekir b. Ebu Şeybe, ona Veki' ve Ebu Üsame, ona İsmail; (T)
Bize İbn Nümeyr, ona Abdullah b. İdris, ona İsmail ona Kays, ona da Cerir (ra) şöyle demiştir: Müslüman olduğumdan beri Rasulullah (sav) ne zaman yanına girmek istersem izin vermiştir. Beni ne zaman görse mutlaka bana tebessüm etmiştir. İbn Nümeyr, İbn İdris'ten naklettiği hadisinde şunları ilave etmiştir: Atın üzerinde sabit duramadığımdan şikâyet ettim, eliyle göğsüme vurdu ve şöyle buyurdu:
"Ey Allah'ım, ona sabit tut ve onu insanları doğru yola ileten, kendisi de doğru yolda olan bir kişi eyle!"
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Fedâilü's-sahâbe 6364, /1032
Senetler:
1. Ebu Amr Cerir b. Abdullah el-Becelî (Cerir b. Abdullah b. Cabir)
2. Kays b. Ebu Hazim el-Becelî (Kays b. Avf b. Abdülharis)
3. ُEbu Abdullah İsmail b. Ebu Halid el-Becelî (İsmail b. Hürmüz)
4. Ebu Süfyan Veki' b. Cerrah er-Ruâsî (Veki' b. Cerrah b. Melih b. Adî)
5. Ebu Bekir İbn Ebu Şeybe el-Absî (Abdullah b. Muhammed b. İbrahim b. Osman)
Konular:
Dua, Hz. Peygamber'in ümmeti için duası
Hayvanlar, At, atların fazileti, önemi
Hz. Peygamber, tebessüm etmesi
KTB, DOST, DOSTLUK, ARKADAŞLIK
Tebessüm, kardeşinin yüzüne tebessüm etmek
حَدَّثَنَا الْحَكَمُ بْنُ مُوسَى أَبُو صَالِحٍ حَدَّثَنَا شُعَيْبٌ - يَعْنِى ابْنَ إِسْحَاقَ - أَخْبَرَنِى هِشَامُ بْنُ عُرْوَةَ حَدَّثَنِى عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ وَفَاطِمَةُ بِنْتُ الْمُنْذِرِ بْنِ الزُّبَيْرِ
"أَنَّهُمَا قَالاَ خَرَجَتْ أَسْمَاءُ بِنْتُ أَبِى بَكْرٍ حِينَ هَاجَرَتْ وَهِىَ حُبْلَى بِعَبْدِ اللَّهِ بْنِ الزُّبَيْرِ فَقَدِمَتْ قُبَاءً فَنُفِسَتْ بِعَبْدِ اللَّهِ بِقُبَاءٍ ثُمَّ خَرَجَتْ حِينَ نُفِسَتْ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لِيُحَنِّكَهُ فَأَخَذَهُ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْهَا فَوَضَعَهُ فِى حَجْرِهِ ثُمَّ دَعَا بِتَمْرَةٍ قَالَ قَالَتْ عَائِشَةُ فَمَكَثْنَا سَاعَةً نَلْتَمِسُهَا قَبْلَ أَنْ نَجِدَهَا فَمَضَغَهَا ثُمَّ بَصَقَهَا فِى فِيهِ فَإِنَّ أَوَّلَ شَىْءٍ دَخَلَ بَطْنَهُ لَرِيقُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ثُمَّ قَالَتْ أَسْمَاءُ ثُمَّ مَسَحَهُ وَصَلَّى عَلَيْهِ وَسَمَّاهُ عَبْدَ اللَّهِ ثُمَّ جَاءَ وَهُوَ ابْنُ سَبْعِ سِنِينَ أَوْ ثَمَانٍ لِيُبَايِعَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَمَرَهُ بِذَلِكَ الزُّبَيْرُ فَتَبَسَّمَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حِينَ رَآهُ مُقْبِلاً إِلَيْهِ ثُمَّ بَايَعَهُ."
Bize Ebu Salih Hakem b. Musa, ona Şuayb -yani İbn İshak-, ona Hişam b. Urve, ona Urve b. Zübeyrve Fatıma bt. Münzir b. Zübeyr şöyle demişlerdir:
"Esma bt. Ebu Bekir, Abdullah b. Zübeyr'e hamile iken hicret etti. Kuba'ya geldiğinde Kuba'da Abdullah'ı doğurdu. Doğumdan sonra ona tahnik (yiyeceği ezip bebeğin damağına sürmek) için Rasulullah'ın (sav) yanına geldi. Rasulullah (sav) çocuğu ondan alarak kucağına aldı. Sonra kuru hurma getirmelerini istedi. Hz. Aişe, biz hurmayı buluncaya kadar bir müddet aradık demiştir. Rasulullah (sav) hurmayı çiğnedi. Sonra çocuğun ağzına koydu. Bebeğin midesine ilk giren şey Rasulullah'ın (sav) tükrüğü oldu. Sonra Esma, şunu anlatmıştır: Rasulullah (sav) çocuğa elini sürüp, dua etti ve ona Abdullah ismini verdi. Daha sonra yedi veya sekiz yaşında iken Rasulullah'a (sav) bey'at etmeye geldi. Bunu ondan Zübeyr talep etmişti. Rasulullah (sav) onun kendine doğru geldiğini görünce gülümsedi, çocuk da ona bey'at etti."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
5565, M005616
Hadis:
حَدَّثَنَا الْحَكَمُ بْنُ مُوسَى أَبُو صَالِحٍ حَدَّثَنَا شُعَيْبٌ - يَعْنِى ابْنَ إِسْحَاقَ - أَخْبَرَنِى هِشَامُ بْنُ عُرْوَةَ حَدَّثَنِى عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ وَفَاطِمَةُ بِنْتُ الْمُنْذِرِ بْنِ الزُّبَيْرِ
"أَنَّهُمَا قَالاَ خَرَجَتْ أَسْمَاءُ بِنْتُ أَبِى بَكْرٍ حِينَ هَاجَرَتْ وَهِىَ حُبْلَى بِعَبْدِ اللَّهِ بْنِ الزُّبَيْرِ فَقَدِمَتْ قُبَاءً فَنُفِسَتْ بِعَبْدِ اللَّهِ بِقُبَاءٍ ثُمَّ خَرَجَتْ حِينَ نُفِسَتْ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لِيُحَنِّكَهُ فَأَخَذَهُ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْهَا فَوَضَعَهُ فِى حَجْرِهِ ثُمَّ دَعَا بِتَمْرَةٍ قَالَ قَالَتْ عَائِشَةُ فَمَكَثْنَا سَاعَةً نَلْتَمِسُهَا قَبْلَ أَنْ نَجِدَهَا فَمَضَغَهَا ثُمَّ بَصَقَهَا فِى فِيهِ فَإِنَّ أَوَّلَ شَىْءٍ دَخَلَ بَطْنَهُ لَرِيقُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ثُمَّ قَالَتْ أَسْمَاءُ ثُمَّ مَسَحَهُ وَصَلَّى عَلَيْهِ وَسَمَّاهُ عَبْدَ اللَّهِ ثُمَّ جَاءَ وَهُوَ ابْنُ سَبْعِ سِنِينَ أَوْ ثَمَانٍ لِيُبَايِعَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَمَرَهُ بِذَلِكَ الزُّبَيْرُ فَتَبَسَّمَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حِينَ رَآهُ مُقْبِلاً إِلَيْهِ ثُمَّ بَايَعَهُ."
Tercemesi:
Bize Ebu Salih Hakem b. Musa, ona Şuayb -yani İbn İshak-, ona Hişam b. Urve, ona Urve b. Zübeyrve Fatıma bt. Münzir b. Zübeyr şöyle demişlerdir:
"Esma bt. Ebu Bekir, Abdullah b. Zübeyr'e hamile iken hicret etti. Kuba'ya geldiğinde Kuba'da Abdullah'ı doğurdu. Doğumdan sonra ona tahnik (yiyeceği ezip bebeğin damağına sürmek) için Rasulullah'ın (sav) yanına geldi. Rasulullah (sav) çocuğu ondan alarak kucağına aldı. Sonra kuru hurma getirmelerini istedi. Hz. Aişe, biz hurmayı buluncaya kadar bir müddet aradık demiştir. Rasulullah (sav) hurmayı çiğnedi. Sonra çocuğun ağzına koydu. Bebeğin midesine ilk giren şey Rasulullah'ın (sav) tükrüğü oldu. Sonra Esma, şunu anlatmıştır: Rasulullah (sav) çocuğa elini sürüp, dua etti ve ona Abdullah ismini verdi. Daha sonra yedi veya sekiz yaşında iken Rasulullah'a (sav) bey'at etmeye geldi. Bunu ondan Zübeyr talep etmişti. Rasulullah (sav) onun kendine doğru geldiğini görünce gülümsedi, çocuk da ona bey'at etti."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Âdâb 5616, /912
Senetler:
1. Esma bt. Ebu Bekir el-Kuraşiyye (Esma bt. Ebu Bekir b. Ebu Kuhafe)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Münzir Hişam b. Urve el-Esedî (Hişam b. Urve b. Zübeyr b. Avvam)
4. Şuayb b. İshak el-Kuraşi (Şuayb b. İshak b. Abdurrahman b. Abdullah)
5. Ebu Salih Hakem b. Musa el-Bağdadî (Hakem b. Musa b. Şîrzâd)
Konular:
Biat, Hz. Peygambere biat etmek
Çocuk, hak ve sorumlulukları
Hz. Peygamber, bereket duası
Hz. Peygamber, çocuklara verdiği önem
Hz. Peygamber, tebessüm etmesi
KTB, ADAB
Kültürel hayat, İsim verme kültürü
Siyer, Hicret
Tebessüm, kardeşinin yüzüne tebessüm etmek
حَدَّثَنِى الْحَسَنُ بْنُ عَلِىٍّ الْحُلْوَانِىُّ وَأَبُو بَكْرِ بْنُ النَّضْرِ وَعَبْدُ بْنُ حُمَيْدٍ قَالَ عَبْدٌ حَدَّثَنِى وَقَالَ الآخَرَانِ حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ بْنِ سَعْدٍ حَدَّثَنِى أَبِى عَنْ صَالِحٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ أَخْبَرَنِى مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ الْحَارِثِ بْنِ هِشَامٍ أَنَّ عَائِشَةَ زَوْجَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَتْ أَرْسَلَ أَزْوَاجُ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَاطِمَةَ بِنْتَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَاسْتَأْذَنَتْ عَلَيْهِ وَهُوَ مُضْطَجِعٌ مَعِى فِى مِرْطِى فَأَذِنَ لَهَا فَقَالَتْ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ أَزْوَاجَكَ أَرْسَلْنَنِى إِلَيْكَ يَسْأَلْنَكَ الْعَدْلَ فِى ابْنَةِ أَبِى قُحَافَةَ وَأَنَا سَاكِتَةٌ - قَالَتْ - فَقَالَ لَهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
"أَىْ بُنَيَّةُ أَلَسْتِ تُحِبِّينَ مَا أُحِبُّ." فَقَالَتْ بَلَى. قَالَ:
"فَأَحِبِّى هَذِهِ." قَالَتْ فَقَامَتْ فَاطِمَةُ حِينَ سَمِعَتْ ذَلِكَ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَرَجَعَتْ إِلَى أَزْوَاجِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَأَخْبَرَتْهُنَّ بِالَّذِى قَالَتْ وَبِالَّذِى قَالَ لَهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقُلْنَ لَهَا مَا نُرَاكِ أَغْنَيْتِ عَنَّا مِنْ شَىْءٍ فَارْجِعِى إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقُولِى لَهُ إِنَّ أَزْوَاجَكَ يَنْشُدْنَكَ الْعَدْلَ فِى ابْنَةِ أَبِى قُحَافَةَ. فَقَالَتْ فَاطِمَةُ وَاللَّهِ لاَ أُكَلِّمُهُ فِيهَا أَبَدًا. قَالَتْ عَائِشَةُ فَأَرْسَلَ أَزْوَاجُ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم زَيْنَبَ بِنْتَ جَحْشٍ زَوْجَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم وَهِىَ الَّتِى كَانَتْ تُسَامِينِى مِنْهُنَّ فِى الْمَنْزِلَةِ عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَلَمْ أَرَ امْرَأَةً قَطُّ خَيْرًا فِى الدِّينِ مِنْ زَيْنَبَ وَأَتْقَى لِلَّهِ وَأَصْدَقَ حَدِيثًا وَأَوْصَلَ لِلرَّحِمِ وَأَعْظَمَ صَدَقَةً وَأَشَدَّ ابْتِذَالاً لِنَفْسِهَا فِى الْعَمَلِ الَّذِى تَصَدَّقُ بِهِ وَتَقَرَّبُ بِهِ إِلَى اللَّهِ تَعَالَى مَا عَدَا سَوْرَةً مِنْ حَدٍّ كَانَتْ فِيهَا تُسْرِعُ مِنْهَا الْفَيْئَةَ قَالَتْ فَاسْتَأْذَنَتْ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَعَ عَائِشَةَ فِى مِرْطِهَا عَلَى الْحَالَةِ الَّتِى دَخَلَتْ فَاطِمَةُ عَلَيْهَا وَهُوَ بِهَا فَأَذِنَ لَهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَتْ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ أَزْوَاجَكَ أَرْسَلْنَنِى إِلَيْكَ يَسْأَلْنَكَ الْعَدْلَ فِى ابْنَةِ أَبِى قُحَافَةَ. قَالَتْ ثُمَّ وَقَعَتْ بِى فَاسْتَطَالَتْ عَلَىَّ وَأَنَا أَرْقُبُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَرْقُبُ طَرْفَهُ هَلْ يَأْذَنُ لِى فِيهَا - قَالَتْ - فَلَمْ تَبْرَحْ زَيْنَبُ حَتَّى عَرَفْتُ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لاَ يَكْرَهُ أَنْ أَنْتَصِرَ - قَالَتْ - فَلَمَّا وَقَعْتُ بِهَا لَمْ أَنْشَبْهَا حِينَ أَنْحَيْتُ عَلَيْهَا - قَالَتْ - فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَتَبَسَّمَ
"إِنَّهَا ابْنَةُ أَبِى بَكْرٍ."
Bize Hasan b. Ali Hulvânî, Ebu Bekir b. Nadr ve Abd b. Humeyd, onlara Yakub b. İbrahim b. Sa'd, ona babası, ona Salih, ona İbn Şihab, ona Muhammed b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam, ona da Peygamber'in (sav) hanımı Aişe şöyle demiştir: Peygamber'in (sav) hanımları, Rasulullah'ın (sav) kızı Fatıma'yı Rasulullah'a (sav) gönderdiler. O da içeri girmek için izin istedi. Kendisi benimle örtünün altında uzanmıştı. Ona girmesi için izin verdi. Fatıma; ey Allah'ın elçisi! Hanımların beni sana gönderdiler. Senden Ebu Kuhafe'nin kızı ile aralarında adaletli davranmanı istiyorlar dedi. Ben susuyordum. Rasulullah (sav) ona; "ey kızcağızım! Sen benim sevdiğimi sevmez misin" dedi. Fatıma; elbette severim dedi.
"O halde onu da sev" buyurdu. Fatıma Rasulullah'tan (sav) bu sözü işitince kalktı ve Peygamber'in (sav) zevcelerine geri dönerek onlara kendi söylediğini ve kendisine Rasulullah'ın (sav) cevabını bildirdi. Onlar da Fatıma'ya; bu yaptığının bize hiçbir faydası olmadı. Rasulullah'a (sav) dön ve ona şöyle söyle: Hanımların senden Ebu Kuhafe'nin kızı ile aralarında adaletli davranmanı istiyorlar. Fatıma; vallahi ben onunla Aişe hakkında bir daha asla konuşmam dedi. Aişe şöyle der: Bunun üzerine Peygamber'in (sav) hanımları, eşi Zeynep bt. Cahş'ı gönderdiler. Rasulullah'ın (sav) nezdinde mertebesi bana denk olan sadece o idi. Dindarlıkta Zeynep'ten daha iyi bir kadın görmedim. Ondan daha fazla Allah'tan sakınan, ondan daha doğru sözlü, ondan daha çok sılayı rahim yapan, ondan daha çok sadaka veren, çalışarak kazandığını sadaka vererek Allah'a yaklaştığı amelinde kendini ondan daha fazla yıpratıp o amelle Allah Teâlâ'ya yakınlaşmaya çalışan yoktu. Ancak mizacının sertliğinden kaynaklanan ve çabucak sönüveren bir hiddeti vardı. (Aişe devamla) dedi ki: Zeynep, Rasulullah'ın (sav) yanına girmek için izin istedi. Rasulullah (sav) ise Aişe ile beraber örtüsünün altında Fatıma'nın girdiği zamanki halde bulunuyordu. Rasulullah (sav) ona da izin verdi. Zeynep; ey Allah'ın Rasulü! Hanımların beni sana gönderdiler; senden Ebu Kuhafe'nin kızı ile aralarında adaletle davranmanı istiyorlar dedi. Sonra bana atıp tuttu ve hakkımda sözü uzattı. Ben onunla konuşmama izin verecek mi diye Rasulullah'ın (sav) gözüne bakıyordum. Zeynep aynı minval üzere konuşmaya devam etti. Nihayet Rasulullah'ın (sav) benim kendimi müdafaa etmemi yanlış görmeyeceğini anladım. Ben de Zeynep'e cevap vermeye başlayınca ona karşı atağımda kendisine fırsat vermedim. Bunun üzerine Rasulullah (sav) gülümseyerek; "bu Ebu Bekir'in kızıdır" buyurdu.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
7405, M006290
Hadis:
حَدَّثَنِى الْحَسَنُ بْنُ عَلِىٍّ الْحُلْوَانِىُّ وَأَبُو بَكْرِ بْنُ النَّضْرِ وَعَبْدُ بْنُ حُمَيْدٍ قَالَ عَبْدٌ حَدَّثَنِى وَقَالَ الآخَرَانِ حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ بْنِ سَعْدٍ حَدَّثَنِى أَبِى عَنْ صَالِحٍ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ أَخْبَرَنِى مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ الْحَارِثِ بْنِ هِشَامٍ أَنَّ عَائِشَةَ زَوْجَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَتْ أَرْسَلَ أَزْوَاجُ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَاطِمَةَ بِنْتَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَاسْتَأْذَنَتْ عَلَيْهِ وَهُوَ مُضْطَجِعٌ مَعِى فِى مِرْطِى فَأَذِنَ لَهَا فَقَالَتْ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ أَزْوَاجَكَ أَرْسَلْنَنِى إِلَيْكَ يَسْأَلْنَكَ الْعَدْلَ فِى ابْنَةِ أَبِى قُحَافَةَ وَأَنَا سَاكِتَةٌ - قَالَتْ - فَقَالَ لَهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
"أَىْ بُنَيَّةُ أَلَسْتِ تُحِبِّينَ مَا أُحِبُّ." فَقَالَتْ بَلَى. قَالَ:
"فَأَحِبِّى هَذِهِ." قَالَتْ فَقَامَتْ فَاطِمَةُ حِينَ سَمِعَتْ ذَلِكَ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَرَجَعَتْ إِلَى أَزْوَاجِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم فَأَخْبَرَتْهُنَّ بِالَّذِى قَالَتْ وَبِالَّذِى قَالَ لَهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقُلْنَ لَهَا مَا نُرَاكِ أَغْنَيْتِ عَنَّا مِنْ شَىْءٍ فَارْجِعِى إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقُولِى لَهُ إِنَّ أَزْوَاجَكَ يَنْشُدْنَكَ الْعَدْلَ فِى ابْنَةِ أَبِى قُحَافَةَ. فَقَالَتْ فَاطِمَةُ وَاللَّهِ لاَ أُكَلِّمُهُ فِيهَا أَبَدًا. قَالَتْ عَائِشَةُ فَأَرْسَلَ أَزْوَاجُ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم زَيْنَبَ بِنْتَ جَحْشٍ زَوْجَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم وَهِىَ الَّتِى كَانَتْ تُسَامِينِى مِنْهُنَّ فِى الْمَنْزِلَةِ عِنْدَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَلَمْ أَرَ امْرَأَةً قَطُّ خَيْرًا فِى الدِّينِ مِنْ زَيْنَبَ وَأَتْقَى لِلَّهِ وَأَصْدَقَ حَدِيثًا وَأَوْصَلَ لِلرَّحِمِ وَأَعْظَمَ صَدَقَةً وَأَشَدَّ ابْتِذَالاً لِنَفْسِهَا فِى الْعَمَلِ الَّذِى تَصَدَّقُ بِهِ وَتَقَرَّبُ بِهِ إِلَى اللَّهِ تَعَالَى مَا عَدَا سَوْرَةً مِنْ حَدٍّ كَانَتْ فِيهَا تُسْرِعُ مِنْهَا الْفَيْئَةَ قَالَتْ فَاسْتَأْذَنَتْ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَعَ عَائِشَةَ فِى مِرْطِهَا عَلَى الْحَالَةِ الَّتِى دَخَلَتْ فَاطِمَةُ عَلَيْهَا وَهُوَ بِهَا فَأَذِنَ لَهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقَالَتْ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ أَزْوَاجَكَ أَرْسَلْنَنِى إِلَيْكَ يَسْأَلْنَكَ الْعَدْلَ فِى ابْنَةِ أَبِى قُحَافَةَ. قَالَتْ ثُمَّ وَقَعَتْ بِى فَاسْتَطَالَتْ عَلَىَّ وَأَنَا أَرْقُبُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَرْقُبُ طَرْفَهُ هَلْ يَأْذَنُ لِى فِيهَا - قَالَتْ - فَلَمْ تَبْرَحْ زَيْنَبُ حَتَّى عَرَفْتُ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لاَ يَكْرَهُ أَنْ أَنْتَصِرَ - قَالَتْ - فَلَمَّا وَقَعْتُ بِهَا لَمْ أَنْشَبْهَا حِينَ أَنْحَيْتُ عَلَيْهَا - قَالَتْ - فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَتَبَسَّمَ
"إِنَّهَا ابْنَةُ أَبِى بَكْرٍ."
Tercemesi:
Bize Hasan b. Ali Hulvânî, Ebu Bekir b. Nadr ve Abd b. Humeyd, onlara Yakub b. İbrahim b. Sa'd, ona babası, ona Salih, ona İbn Şihab, ona Muhammed b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam, ona da Peygamber'in (sav) hanımı Aişe şöyle demiştir: Peygamber'in (sav) hanımları, Rasulullah'ın (sav) kızı Fatıma'yı Rasulullah'a (sav) gönderdiler. O da içeri girmek için izin istedi. Kendisi benimle örtünün altında uzanmıştı. Ona girmesi için izin verdi. Fatıma; ey Allah'ın elçisi! Hanımların beni sana gönderdiler. Senden Ebu Kuhafe'nin kızı ile aralarında adaletli davranmanı istiyorlar dedi. Ben susuyordum. Rasulullah (sav) ona; "ey kızcağızım! Sen benim sevdiğimi sevmez misin" dedi. Fatıma; elbette severim dedi.
"O halde onu da sev" buyurdu. Fatıma Rasulullah'tan (sav) bu sözü işitince kalktı ve Peygamber'in (sav) zevcelerine geri dönerek onlara kendi söylediğini ve kendisine Rasulullah'ın (sav) cevabını bildirdi. Onlar da Fatıma'ya; bu yaptığının bize hiçbir faydası olmadı. Rasulullah'a (sav) dön ve ona şöyle söyle: Hanımların senden Ebu Kuhafe'nin kızı ile aralarında adaletli davranmanı istiyorlar. Fatıma; vallahi ben onunla Aişe hakkında bir daha asla konuşmam dedi. Aişe şöyle der: Bunun üzerine Peygamber'in (sav) hanımları, eşi Zeynep bt. Cahş'ı gönderdiler. Rasulullah'ın (sav) nezdinde mertebesi bana denk olan sadece o idi. Dindarlıkta Zeynep'ten daha iyi bir kadın görmedim. Ondan daha fazla Allah'tan sakınan, ondan daha doğru sözlü, ondan daha çok sılayı rahim yapan, ondan daha çok sadaka veren, çalışarak kazandığını sadaka vererek Allah'a yaklaştığı amelinde kendini ondan daha fazla yıpratıp o amelle Allah Teâlâ'ya yakınlaşmaya çalışan yoktu. Ancak mizacının sertliğinden kaynaklanan ve çabucak sönüveren bir hiddeti vardı. (Aişe devamla) dedi ki: Zeynep, Rasulullah'ın (sav) yanına girmek için izin istedi. Rasulullah (sav) ise Aişe ile beraber örtüsünün altında Fatıma'nın girdiği zamanki halde bulunuyordu. Rasulullah (sav) ona da izin verdi. Zeynep; ey Allah'ın Rasulü! Hanımların beni sana gönderdiler; senden Ebu Kuhafe'nin kızı ile aralarında adaletle davranmanı istiyorlar dedi. Sonra bana atıp tuttu ve hakkımda sözü uzattı. Ben onunla konuşmama izin verecek mi diye Rasulullah'ın (sav) gözüne bakıyordum. Zeynep aynı minval üzere konuşmaya devam etti. Nihayet Rasulullah'ın (sav) benim kendimi müdafaa etmemi yanlış görmeyeceğini anladım. Ben de Zeynep'e cevap vermeye başlayınca ona karşı atağımda kendisine fırsat vermedim. Bunun üzerine Rasulullah (sav) gülümseyerek; "bu Ebu Bekir'in kızıdır" buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Fedâilü's-sahâbe 6290, /1017
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Muhammed b. Abdurrahman el-Mahzumi (Muhammed b. Abdurrahman b. Haris b. Hişam)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Muhammed Salih b. Keysan ed-Devsi (Salih b. Keysan)
5. Ebu İshak İbrahim b. Sa'd ez-Zührî (İbrahim b. Sa'd b. İbrahim b. Abdurrahman b. Avf)
6. Ebu Yusuf Yakub b. İbrahim el-Kuraşî (Yakub b. İbrahim b. Sa'd b. İbrahim b. Abdurrahman b. Avf)
7. Hasan b. Ali el-Hüzeli (Hasan b. Ali b. Muhammed)
Konular:
Aile, eşler, arasında ilişkiler
Akraba, akrabalık ilişkileri, sıla-i rahim
Din, din eksikliği
Ehl-i beyt, Hz. Fatıma
Evlilik, eşler arasında adalet
Haklar, hakları Savunma
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Hz. Peygamber, hanımları, Zeyneb bnt. Cahş
Hz. Peygamber, tebessüm etmesi
İnfak, Tasadduk, infak kültürü
Öfke, öfke kontrolü
Tebessüm, kardeşinin yüzüne tebessüm etmek
Bana Ebu Nua’ym –bu hadisin yaklaşık yarısı kadarını rivayet etti-, ona Ömer b. Zer, ona Mücahid, ona da Ebu Hureyre şöyle rivayet etti:
Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin olsun ki, açlık sebebiyle ciğerimi (karnımı) yere dayardım. Yine açlık sebebiyle karnıma taş bağlardım. Bir keresinde insanların geçtikleri yol üzerine oturdum. Derken Ebu Bekir uğradı, kendisine Allah’ın kitabından bir âyet sordum. Tabi, ona sadece beni doyurması için sormuştum. Asıl gayemi gerçekleştirmeden geçip gitti. Sonra Ömer uğradı. Ona da Kur’an’dan bir âyet sordum. Kendisine sadece beni doyurması için sormuştum. Asıl gayemi gerçekleştirmeden geçip gitti. Daha sonra da Ebu’l-Kâsım (sav) uğradı. Beni görünce gülümsedi, niyetimi ve yüzümdeki ifadeyi anlayıp "Ey Ebu Hirr" (kedi babası) dedi. Ben de “Buyur! Ey Allah’ın Rasulü” dedim. Benimle gel, buyurdu ve yürüdü ben de peşinden gittim. (Evine) girdi, ben de girmek için izin istedim ve bana izin verdi. Kendisi (sav) içeri girip bir bardak süt görünce "Bu süt nereden geldi" dedi. Onu, falan kimse veya falan kadın sana hediye etti, dediler. Rasulullah (sav): "Ey Ebu Hirr" buyurdu. Emrine amadeyim! Ey Allah’ın Rasulü, dedim. "Suffa mektebine git, onları bana çağır" buyurdu.
(Ebu Hureyre): Ashabı Suffe İslam’ın misafirleridir. Onların sığınacakları ne aileleri ne malları ne de dayanacakları bir kimseleri vardı. Rasulullah’a (sav) bir sadaka gelince Allah’ın Rasulü (sav), hiç bir şey almadan bunu, onlara gönderirdi. Bir hediye geldiğinde ise kendisine biraz alır, bunu onlara da göndererek hediyeye onları da ortak ederdi, dedi. Bundan dolayı (onları çağırma) konusu hoşuma gitmedi. Kendi kendime: “Bu kadarcık süt, Ashabı Suffe için neye yetecek ki? Zira ondan içerek kendime gelebilmem için onu içmeye en çok ben layığım. Onlar geldiğinde Rasulullah (sav), (sütü ikram etmem için) bana emredecek ben de onlara dağıtacağım. (Dolayısıyla) bu sütten bana ne kalabilir ki? Ancak Allah’a ve O’nun Rasulü’ne (sav) itaat gerekirdi” dedim. Onlara varıp kendilerini çağırdım. Onlar geldi, (içeri girmek için) izin istediler ve kendilerine izin verildi. Evde yerlerini aldılar. Rasulullah (sav): "Ey Ebu Hirr" buyurdu. Emrine amadeyim! Ey Allah’ın Rasulü, dedim. "Bunu al ve onlara dağıt", dedi.
Bardağı alıp dağıtmaya başladım. Birine veriyordum, doyasıya içiyor, sonra bardağı bana veriyordu. Arkasından diğerine veriyordum, doyasıya içiyor, sonra bardağı bana veriyordu. Nebî’ye (sav) varıncaya kadar bir başkası doyasıya içiyor, ardından bardağı bana veriyordu. Sonunda onların hepsi doymuştu. O (sav), bardağı alıp eline koydu, bana bakıp gülümsedi ve "Ebu Hirr!" buyurdu. Emrine amadeyim! Ey Allah’ın Rasulü, dedim. "Sen ve ben kaldık" dedi. Doğru diyorsun Ya Rasulallah, dedim. "Otur da iç" buyurdu. Oturup içtim. "Yine iç!" buyurdu. Ben de tekrar içtim. Sürekli iç, diyordu. Sonunda hayır, seni hak ile gönderene yemin olsun ki, artık süte gidecek bir yer bulamıyorum (doydum), dedim. "Bana ver" buyurdu. Bardağı kendisine verdim, Allah’a hamdedip, besmele çekerek geri kalan sütü içti.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
23777, B006452
Hadis:
حَدَّثَنِى أَبُو نُعَيْمٍ بِنَحْوٍ مِنْ نِصْفِ هَذَا الْحَدِيثِ حَدَّثَنَا عُمَرُ بْنُ ذَرٍّ حَدَّثَنَا مُجَاهِدٌ أَنَّ أَبَا هُرَيْرَةَ كَانَ يَقُولُ آللَّهِ الَّذِى لاَ إِلَهَ إِلاَّ هُوَ إِنْ كُنْتُ لأَعْتَمِدُ بِكَبِدِى عَلَى الأَرْضِ مِنَ الْجُوعِ ، وَإِنْ كُنْتُ لأَشُدُّ الْحَجَرَ عَلَى بَطْنِى مِنَ الْجُوعِ ، وَلَقَدْ قَعَدْتُ يَوْمًا عَلَى طَرِيقِهِمُ الَّذِى يَخْرُجُونَ مِنْهُ ، فَمَرَّ أَبُو بَكْرٍ ، فَسَأَلْتُهُ عَنْ آيَةٍ مِنْ كِتَابِ اللَّهِ ، مَا سَأَلْتُهُ إِلاَّ لِيُشْبِعَنِى ، فَمَرَّ وَلَمْ يَفْعَلْ ، ثُمَّ مَرَّ بِى عُمَرُ فَسَأَلْتُهُ عَنْ آيَةٍ مِنْ كِتَابِ اللَّهِ ، مَا سَأَلْتُهُ إِلاَّ لِيُشْبِعَنِى ، فَمَرَّ فَلَمْ يَفْعَلْ ، ثُمَّ مَرَّ بِى أَبُو الْقَاسِمِ صلى الله عليه وسلم فَتَبَسَّمَ حِينَ رَآنِى وَعَرَفَ ، مَا فِى نَفْسِى وَمَا فِى وَجْهِى ثُمَّ قَالَ " أَبَا هِرٍّ " . قُلْتُ لَبَّيْكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ . قَالَ " الْحَقْ " . وَمَضَى فَتَبِعْتُهُ ، فَدَخَلَ فَاسْتَأْذَنَ ، فَأَذِنَ لِى ، فَدَخَلَ فَوَجَدَ لَبَنًا فِى قَدَحٍ فَقَالَ " مِنْ أَيْنَ هَذَا اللَّبَنُ " . قَالُوا أَهْدَاهُ لَكَ فُلاَنٌ أَوْ فُلاَنَةُ . قَالَ " أَبَا هِرٍّ " . قُلْتُ لَبَّيْكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ . قَالَ " الْحَقْ إِلَى أَهْلِ الصُّفَّةِ فَادْعُهُمْ لِى " . قَالَ وَأَهْلُ الصُّفَّةِ أَضْيَافُ الإِسْلاَمِ ، لاَ يَأْوُونَ إِلَى أَهْلٍ وَلاَ مَالٍ ، وَلاَ عَلَى أَحَدٍ ، إِذَا أَتَتْهُ صَدَقَةٌ بَعَثَ بِهَا إِلَيْهِمْ ، وَلَمْ يَتَنَاوَلْ مِنْهَا شَيْئًا ، وَإِذَا أَتَتْهُ هَدِيَّةٌ أَرْسَلَ إِلَيْهِمْ ، وَأَصَابَ مِنْهَا وَأَشْرَكَهُمْ فِيهَا ، فَسَاءَنِى ذَلِكَ فَقُلْتُ وَمَا هَذَا اللَّبَنُ فِى أَهْلِ الصُّفَّةِ كُنْتُ أَحَقُّ أَنَا أَنْ أُصِيبَ مِنْ هَذَا اللَّبَنِ شَرْبَةً أَتَقَوَّى بِهَا ، فَإِذَا جَاءَ أَمَرَنِى فَكُنْتُ أَنَا أُعْطِيهِمْ ، وَمَا عَسَى أَنْ يَبْلُغَنِى مِنْ هَذَا اللَّبَنِ ، وَلَمْ يَكُنْ مِنْ طَاعَةِ اللَّهِ وَطَاعَةِ رَسُولِهِ صلى الله عليه وسلم بُدٌّ ، فَأَتَيْتُهُمْ فَدَعَوْتُهُمْ فَأَقْبَلُوا ، فَاسْتَأْذَنُوا فَأَذِنَ لَهُمْ ، وَأَخَذُوا مَجَالِسَهُمْ مِنَ الْبَيْتِ قَالَ " يَا أَبَا هِرٍّ " . قُلْتُ لَبَّيْكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ . قَالَ " خُذْ فَأَعْطِهِمْ ". قَالَ فَأَخَذْتُ الْقَدَحَ فَجَعَلْتُ أُعْطِيهِ الرَّجُلَ فَيَشْرَبُ حَتَّى يَرْوَى ، ثُمَّ يَرُدُّ عَلَىَّ الْقَدَحَ ، فَأُعْطِيهِ الرَّجُلَ فَيَشْرَبُ حَتَّى يَرْوَى ، ثُمَّ يَرُدُّ عَلَىَّ الْقَدَحَ فَيَشْرَبُ حَتَّى يَرْوَى ، ثُمَّ يَرُدُّ عَلَىَّ الْقَدَحَ ، حَتَّى انْتَهَيْتُ إِلَى النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم وَقَدْ رَوِىَ الْقَوْمُ كُلُّهُمْ ، فَأَخَذَ الْقَدَحَ فَوَضَعَهُ عَلَى يَدِهِ فَنَظَرَ إِلَىَّ فَتَبَسَّمَ فَقَالَ " أَبَا هِرٍّ " . قُلْتُ لَبَّيْكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ . قَالَ " بَقِيتُ أَنَا وَأَنْتَ " . قُلْتُ صَدَقْتَ يَا رَسُولَ اللَّهِ . قَالَ « اقْعُدْ فَاشْرَبْ » . فَقَعَدْتُ فَشَرِبْتُ . فَقَالَ « اشْرَبْ » . فَشَرِبْتُ ، فَمَا زَالَ يَقُولُ " اشْرَبْ " . حَتَّى قُلْتُ لاَ وَالَّذِى بَعَثَكَ بِالْحَقِّ ، مَا أَجِدُ لَهُ مَسْلَكًا . قَالَ " فَأَرِنِى " . فَأَعْطَيْتُهُ الْقَدَحَ فَحَمِدَ اللَّهَ وَسَمَّى ، وَشَرِبَ الْفَضْلَةَ .
Tercemesi:
Bana Ebu Nua’ym –bu hadisin yaklaşık yarısı kadarını rivayet etti-, ona Ömer b. Zer, ona Mücahid, ona da Ebu Hureyre şöyle rivayet etti:
Kendisinden başka ilah olmayan Allah’a yemin olsun ki, açlık sebebiyle ciğerimi (karnımı) yere dayardım. Yine açlık sebebiyle karnıma taş bağlardım. Bir keresinde insanların geçtikleri yol üzerine oturdum. Derken Ebu Bekir uğradı, kendisine Allah’ın kitabından bir âyet sordum. Tabi, ona sadece beni doyurması için sormuştum. Asıl gayemi gerçekleştirmeden geçip gitti. Sonra Ömer uğradı. Ona da Kur’an’dan bir âyet sordum. Kendisine sadece beni doyurması için sormuştum. Asıl gayemi gerçekleştirmeden geçip gitti. Daha sonra da Ebu’l-Kâsım (sav) uğradı. Beni görünce gülümsedi, niyetimi ve yüzümdeki ifadeyi anlayıp "Ey Ebu Hirr" (kedi babası) dedi. Ben de “Buyur! Ey Allah’ın Rasulü” dedim. Benimle gel, buyurdu ve yürüdü ben de peşinden gittim. (Evine) girdi, ben de girmek için izin istedim ve bana izin verdi. Kendisi (sav) içeri girip bir bardak süt görünce "Bu süt nereden geldi" dedi. Onu, falan kimse veya falan kadın sana hediye etti, dediler. Rasulullah (sav): "Ey Ebu Hirr" buyurdu. Emrine amadeyim! Ey Allah’ın Rasulü, dedim. "Suffa mektebine git, onları bana çağır" buyurdu.
(Ebu Hureyre): Ashabı Suffe İslam’ın misafirleridir. Onların sığınacakları ne aileleri ne malları ne de dayanacakları bir kimseleri vardı. Rasulullah’a (sav) bir sadaka gelince Allah’ın Rasulü (sav), hiç bir şey almadan bunu, onlara gönderirdi. Bir hediye geldiğinde ise kendisine biraz alır, bunu onlara da göndererek hediyeye onları da ortak ederdi, dedi. Bundan dolayı (onları çağırma) konusu hoşuma gitmedi. Kendi kendime: “Bu kadarcık süt, Ashabı Suffe için neye yetecek ki? Zira ondan içerek kendime gelebilmem için onu içmeye en çok ben layığım. Onlar geldiğinde Rasulullah (sav), (sütü ikram etmem için) bana emredecek ben de onlara dağıtacağım. (Dolayısıyla) bu sütten bana ne kalabilir ki? Ancak Allah’a ve O’nun Rasulü’ne (sav) itaat gerekirdi” dedim. Onlara varıp kendilerini çağırdım. Onlar geldi, (içeri girmek için) izin istediler ve kendilerine izin verildi. Evde yerlerini aldılar. Rasulullah (sav): "Ey Ebu Hirr" buyurdu. Emrine amadeyim! Ey Allah’ın Rasulü, dedim. "Bunu al ve onlara dağıt", dedi.
Bardağı alıp dağıtmaya başladım. Birine veriyordum, doyasıya içiyor, sonra bardağı bana veriyordu. Arkasından diğerine veriyordum, doyasıya içiyor, sonra bardağı bana veriyordu. Nebî’ye (sav) varıncaya kadar bir başkası doyasıya içiyor, ardından bardağı bana veriyordu. Sonunda onların hepsi doymuştu. O (sav), bardağı alıp eline koydu, bana bakıp gülümsedi ve "Ebu Hirr!" buyurdu. Emrine amadeyim! Ey Allah’ın Rasulü, dedim. "Sen ve ben kaldık" dedi. Doğru diyorsun Ya Rasulallah, dedim. "Otur da iç" buyurdu. Oturup içtim. "Yine iç!" buyurdu. Ben de tekrar içtim. Sürekli iç, diyordu. Sonunda hayır, seni hak ile gönderene yemin olsun ki, artık süte gidecek bir yer bulamıyorum (doydum), dedim. "Bana ver" buyurdu. Bardağı kendisine verdim, Allah’a hamdedip, besmele çekerek geri kalan sütü içti.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Rikâk 17, 2/569
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Ebu Haccac Mücahid b. Cebr el-Kuraşî (Mücahid b. Cebr)
3. Ebu Zer Ömer b. Zer el-Hemdani (Ömer b. Zer b. Abdullah b. Zürare)
4. Ebu Nuaym Fadl b. Dükeyn el-Mülâi (Fadl b. Amr b. Hammâd b. Züheyr b. Dirhem)
Konular:
Bereket, yiyecek ve içeceklerin bereketlenmesi
Geçim, sahabilerin geçim sıkıntıları
Hadis Rivayeti, Ebu Hüreyre'nin çok hadis rivayeti
Hz. Peygamber, tebessüm etmesi
KTB, HEDİYELEŞMEK
Sahabe, Ashab-ı Suffa
Sorumluluk Bilinci, diğergamlık, başkasını tercih etme
Tebessüm, kardeşinin yüzüne tebessüm etmek
Teşvik Edilenler, paylaşma azık ve diğer şeyleri
Bize Yakub b. İbrahim, ona Zührî’nin erkek kardeşinin oğlu Muhammed b. Abdullah, ona amcası Muhammed b. Müslim ez-Zührî, ona Abdurrahman b. Abdullah b. Ka‘b b. Malik'in naklettiğine göre Abdullah, babası Ka‘b gözlerini yitirince oğulları arasında onun bakımını üstlenmişti. Şöyle dedi: Ka‘b b. Mâlik, Tebük Gazvesi sırasında Hz. Peygamber’in yanında savaşa katılamayışını şöyle anlattı:
Tebük Gazvesi dışında, Bedir savaşı hariç Rasulullah’ın (sav) katıldığı savaşların hepsine katılmıştım. Hz. Peygamber (sav) Bedir’e katılmayanları ayıplamamıştı. Hz. Peygamber (sav) Bedir’e sadece Kureyş kervanını yakalamak için gitmiş; Allah onunla düşmanlarını aniden karşı karşıya getirmişti. Rasulullah (sav) ile birlikte Akabe’de biatte bulunmuştum. Her ne kadar Bedir insanlar arasında daha çok konuşulsa ve meşhur olsa da Akabe’de bulunmak bana Bedir’e şahit olmaktan daha güzel gelmişti. Tebük Gazvesi sırasında Hz. Peygamber’in (sav) yanında bulunamayışım şöyle gerçekleşmişti:
"Bu savaşa çıkıldığı andaki kadar güç ve zenginlik sahibi hiç olmamıştım. Hayatımda iki devem olmamış iken bu sefere çıkılacağı zaman iki tane devem vardı.
Rasulullah (sav) bir savaşa çıkmayı murat ettiğinde başka bir yere gider gibi yapıp gittiği yeri gizlerdi. Bu savaşta ise çarpışma, şiddetli sıcakta vuku bulacağından, uzak ve çetin bir yolculuk olacağından, kalabalık bir düşman ile karşılaşma ihtimalinden dolayı sefer hazırlıklarını sağlamaları için Müslümanlara durumu açıkça bildirdi ve nereye gideceğini söyledi. Rasulullah (sav) ile birlikte sefere çıkan Müslümanların sayısı divan katibinin defterine sığmayacak kadar çoktu. Ka‘b şöyle dedi: Kalabalık sebebiyle ortalıktan kaybolmak isteyen bir kişi, vahiy gelmedikçe açığa çıkmayacağını sanırdı. Hz. Peygamber (sav) bu sefere meyvelerin olgunlaştığı bir mevsimde çıkıyordu. Bende bu sefere katılma konusunda hevesliydim. Rasulullah (sav) ve Müslümanlar yol hazırlığına başladılar. Ben de onlarla birlikte hazırlanmak için erkenden gidiyor ama bir şey yapmadan geri geliyordum. Kendi kendime “(Daha vakit var) istediğimde hemen hazırlanırım” diyordum. Ben böyle deyip dururken insanlar ciddi bir şekilde hazırlıkla uğraşıyorlardı
Hz. Peygamber (sav) bir sabah erkenden Müslümanlarla birlikte yola çıktı. Ben ise daha hiçbir hazırlık yapmamıştım. “Bir iki gün sonra çıksam bile onlara yetişirim” diyordum. Onlar yola çıktıktan sonra hazırlanmak için çarşıya gittiysem de bir şey yapmadan geri döndüm. Ertesi gün de aynısı oldu. Ben böyle yapıp dururken gaziler hızla yol aldılar. Onlara yetişmek için hemen yola çıkmak istedim, keşke yapabilseydim, ama yapamadım.
Rasulullah’ın (sav) sefere çıkışından sonra insanların içine çıktığımda sadece nifakla itham edilenleri, savaşa katılamayacak kadar mazur olanları görünce çok üzülüyordum. Rasulullah (sav) Tebük’e varana kadar beni hiç anmamış. Oraya varınca bir mecliste insanlar arasında otururken “Ka‘b b. Malik ne yaptı, nerede?” diye sormuş. Selemeoğulllarından bir adam “Onu süslü elbiseleri ve kibirle omuzlarına bakması alıkoydu” demiş. Muaz b. Cebel “Ne kötü söz söyledin! Allah’a yemin olsun ki, biz Ka’b hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz” diye cevap vermiş. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) de hiçbir şey dememiş.
Ka’b şöyle devam etti: Rasulullah’ın (sav) Tebük’ten geri dönmek üzere yola çıktığını duyunca çok telaşlandım. Bir şeyler uydurmayı düşündüm. “Yarın Peygamber’in öfkesinden nasıl kurtulacağım?” diye düşünüp, ailemden ve akıllı insanların düşüncelerinden yararlanmalıyım” dedim. “Rasulullah (sav) Medine’ye varmak üzere” denildiği zaman bütün bu batıl düşünceler zihnimden dağıldı. Bu durumdan kurtuluş olmadığını anladım ve doğru söylemeye karar verdim. Rasulullah (sav) sabah vakti Medine’ye geldi. Ne zaman bir seferden dönse, önce mescide gider orada iki rekat namaz kılar, sonra insanları dinlerdi. Yine böyle yapınca sefere katılamayanlar onun huzuruna geldiler ve özürlerini sunmaya, yeminler etmeye başladılar. Seksen küsür kişiydiler. Rasulullah onların söylediklerini kabul etti ve onlar için istiğfar etti. İçlerinde sakladıklarını ise Allah’a havale etti. Sonunda sıra bana geldi. Ona selam verdiğimde kızgın bir edayla bana gülümsedi ve “Gel bakalım” dedi. Yürüyerek yanına kadar gelip önünde oturdum. “Neden sefere gelmedin? Sen bize biat etmemiş miydin?” diye sordu. Şöyle dedim: “Ey Allah’ın Resulü! Senin değil de başka bir adamın yanında oturuyor olsaydım onun bu öfkesinden özrümle kurtulabilirdim. Dilimle ikna etmesini bilirim. Ama şunu kesinlikle biliyorum ki bu gün yalan söyleyerek benden razı olmanı sağlasam bile Allah seni bana karşı öfkelendirecektir. Eğer sana doğruyu söylersem, benim aleyhime bile olsa Allah’ın beni af edeceğini umarım. Yemin olsun ki benim bir mazeretim yoktu. Bu savaştaki kadar da hayatımda hiç güç ve zenginliğe sahip olmamıştım.” Bunun üzerine Rasulullah (sav) “Bu ise doğru söyledi. Şimdi kalk ve Allah’ın senin hakkındaki hükmünü bekle” buyurdu. Oradan kalktım. Seleme oğullarından birileri kalkıp beni takip ettiler ve bana “Bundan önce böyle bir günah işlediğini görmemiştik. Rasulullah’a diğer insanlar gibi bir özür bile sunmadın. Onun istiğfarı senin için yeterdi” dediler. O kadar üzerime geldiler ki, gidip kendimi yalanlamak istedim sonra onlara “Bu konuda benimle aynı halde olan kimse var mı?” diye sordum. “İki kişi var, senin söylediğini söylediler ve senin aldığın cevabı aldılar.” diye cevap verdiler. “Kim o ikisi?” diye sordum. “Mürare b. Rabî el-‘Âmirî ve Hilal b. Ümeyye el-Vâkıfî” dediler. İkisi de Bedir Savaşı’na katılmış salih ve örnek insanlardı. Onların adını söylediklerinde ben de geri dönmekten vazgeçtim ve söylediğimin arkasında durdum.
Rasulullah (sav) savaşa katılmayanlar arasından sadece bizimle konuşmaktan insanları men etti. İnsanlar bizden uzaklaştı. Bu şekilde elli gün geçirdik. İki arkadaşım evlerine çekilip ağlıyorlardı. Ben onlar arasında en genç ve sağlam olanıydım. Evimden çıkıp Müslümanlarla beraber namaz kılıyordum, çarşıda dolaşıyordum ama benimle kimse konuşmuyordu. Namazdan sonra Rasulullah’ın (sav) meclisine gidip selam veriyor ve “acaba selamı almak için dudaklarını kıpırdattı mı kıpırdatmadı mı?” diye soruyordum. Sonra ona yakın yerde namaz kılıp gizlice ona bakıyordum. Namaza başladığımda bana baktı ama ona dönünce yüzünü benden çevirdi.
Bana karşı uygulanan bu cefa uzayarak devam ediyordu. Ben de amcamın oğlu ve çok sevdiğim biri olan Ebu Katâde’nin avlusuna gittim. Ona selam verdim ama selamımı almadı. “Ebu Katâde! Allah için söyle, benim Allah’ı ve Resulünü sevdiğimi bilmiyor musun?” dedim, sustu, bir şey demedi. Tekrar sordum, yine sustu. Elinden çekiştirdim. “Allah ve Resulü en iyi bilendir” dedi. Gözlerimden yaşlar boşandı, geriye dönüp duvardan atlayıp oradan ayrıldım.
Medine’de çarşıda gezdiğim bir sırada, Medine’ye yiyecek bir şeyler satmaya gelmiş Şam nabatilerinden bir adam “Bana Ka’b b. Mâlik’i kim gösterecek” diye sesleniyordu. İnsanlar beni göstermeye başladılar. O da bana gelip Gassânî kralından getirdiği bir mektubu verdi. Ben okuma yazma biliyordum. Mektupta şunları gördüm: “Konumuza gelince: Dostunun sana cefa ettiğini işittik. Allah seni horlanacağın ve yok olup gideceğin bir yerde yaratmamıştır. Bize gel, sana en güzel şekilde muamele ederiz”. Mektubu okuyunca “Bu da başka bir imtihan” dedim ve hemen onu yanan ocağa attım. Böyle elli gecenin kırkı geçmiş oldu. O gece Hz. Peygamber’in (sav) elçisi geldi ve “Rasulullah (sav) eşinden ayrılmanı emrediyor” dedi. Ben “Onu boşayayım mı, ne yapayım?” diye sordum. “Sadece ondan uzak dur, ona yaklaşma” dedi. İki arkadaşıma da aynı haberi göndermiş. Hanımıma “Allah bu konuda hükmünü verene kadar babanın evine git” dedim. Hilal b. Ümeyye’nin karısı Hz. Peygamber’in yanına gelip “Ey Allah’ın resulü! Hilal yaşlı, çaresiz bir adam. İşlerini görecek bir hizmetçisi de yok. Ona hizmet etmemi kötü görür müsün?” diye sordu. Hz. Peygamber “Hayır, ama sana yaklaşmasın” buyurdu. “Hiçbir şey yapmıyor, o günden beri sürekli ağlayıp duruyor” dedi. Ailemden biri “Eşin konusunda Rasulullah’tan sen de izin istesen, Hilal b. Ümeyye’nin karısına hizmet etmesi için izin verdi” dedi. “Allah’a yemin olsun ki, bu konuda Hz. Peygamber’den izin istemem. Ben genç bir adamım. Bana Hz. Peygamber (sav) ne der bilemiyorum” dedim. Bu halde on gün daha kalıp elli geceyi tamamladık. Ellinci gecenin sabahında, sabah namazını evlerimizin birinin damında kıldım. Yüce Allah’ın zikrettiği şekilde canım dar, yeryüzü bana dar gelir bir halde oturuyordum. Sel’ dağının üzerinden bir kişinin en yükse sesiyle bağırdığını duydum: “Ka’b b. Malik! Müjdeler olsun”. Hemen secdeye kapandım. Sıkıntım giderilmişti. Rasulullah sabah namazını kıldırırken Allah’ın bizim tövbemizi kabul ettiğini bildirmişti. İnsanlar bizi müjdelemeye geldiler. İki arkadaşıma da müjdelemeye gitmişlerdi. Bir adam bana atını koşturarak gelmiş, başka birisi tepeye çıkıp bağırmıştı. Ses attan daha hızlıydı. Sesini duyduğum müjdeci yanıma gelince iki elbisemi de çıkarıp ona verdim. Vallahi o zaman o ikisinden başka elbisem yoktu. Başkasından iki elbise ödünç aldım ve onları giyip hemen Resulullah’ın yanına koştum. İnsanlar gruplar halinde yanıma geliyor ve benim tövbemin kabul olmasını tebrik ediyorlardı. “Allah’ın tövbeni kabulü mübarek olsun” diyorlardı. Ben mescide girdim. Hz. Peygamber (sav) insanların arasında oturuyordu. Talha b. Ubeydullah bana doğru koşup benimle tokalaştı ve beni tebrik etti. Muhacirlerden başka kimse kalkmamıştı. Ka’b, Talha’nın bu davranışını unutmamıştır. Rasulullah’a selam verdiği zaman yüzü sevinçle parlayarak “Annenin seni doğurduğu günden beri yaşadığın en güzel gün için sana müjdeler olsun” buyurdu. “Sizin tarafınızdan mı yoksa Allah tarafından mı?” diye sordum. “Allah tarafından” buyurdu. Hz. Peygamber (sav) sevindiği zaman yüzü ay parçası gibi parlardı ve sevindiği anlaşılırdı.
Hz. Peygamber’in (sav) önüne oturunca “Ey Allah’ın Resulü! Tövbemde bütün malımı Allah ve resulüne vermek de vardı” dedim. Hz. Peygamber “Malının bir kısmını kendine sakla; bu senin için daha iyidir” buyurdu. “Öyleyse Hayber’deki payımı bırakıyorum” dedim. “Ey Allah’ın Resulü! Allah beni doğru sözlü olduğum için kurtardı. Tövbemde asla yalan söylemeyeceğim de var” dedim. Allah’a yemin olsun ki Allah’ın doğrulukla bu şekilde imtihan ettiği başka bir Müslüman bilmiyorum. O günden beri asla bilerek yalan söylemedim. Allah’ın kalan ömrümde de beni yalandan korumasını dilerim. “Andolsun ki Allah, müslümanlardan bir gurubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamberi ve güçlük zamanında ona uyan muhacirlerle ensarı affetti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir.” (Tevbe, 9/117) Ka‘b şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki, Allah o gün Rasulullah’a (sav) doğru söylememden daha büyük bir nimet bahşetmedi. Eğer ona diğer insanlar gibi yalan söyleseydim, onlar gibi helak olurdum. Allah o yalancılar hakkında bir kişi için söylenecek en kötü sözü söylemiş ve şöyle buyurmuştur: “Onların yanına döndüğünüz zaman size, kendilerinden (onları cezalandırmaktan) vazgeçmeniz için Allah adına and içecekler. Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır. Kazanmakta olduklarına (kötü işlerine) karşılık ceza olarak varacakları yer cehennemdir.” (Tevbe 9/95). Biz üçümüz Rasullah’ın sözlerini kabul ettiği ve kendileri için istiğfar ettiği kimseler varken bu işten geri bırakılmıştık. Rasulullah da bizim durumumuzu, hakkımızda hüküm vermesi için Allah’a havale etmişti. Yüce Allah şöyle buyurdu: “Ve geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti).” (Tevbe, 9/118). Burada geri bırakılmakla kastedilen savaşa katılmaktan kaçınmamız değil, Hz. Peygamber’in huzuruna gidip yemin ederek özür dileyen ve bu özürleri kabul edilenlerden geri kalmamızdır.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
270675, HM015882-2
Hadis:
حَدَّثَنَا يَعْقُوبُ بْنُ إِبْرَاهِيمَ حَدَّثَنَا ابْنُ أَخِي الزُّهْرِيِّ مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ عَنْ عَمِّهِ مُحَمَّدِ بْنِ مُسْلِمٍ الزُّهْرِيِّ قَالَ أَخْبَرَنِي عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ أَنَّ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ وَكَانَ قَائِدَ كَعْبٍ مِنْ بَنِيهِ حِينَ عَمِيَ قَالَ
سَمِعْتُ كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ يُحَدِّثُ حَدِيثَهُ حِينَ تَخَلَّفَ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي غَزْوَةِ تَبُوكَ فَقَالَ كَعْبُ بْنُ مَالِكٍ لَمْ أَتَخَلَّفْ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي غَزْوَةٍ غَيْرِهَا قَطُّ إِلَّا فِي غَزْوَةِ تَبُوكَ غَيْرَ أَنِّي كُنْتُ تَخَلَّفْتُ فِي غَزْوَةِ بَدْرٍ وَلَمْ يُعَاتِبْ أَحَدًا تَخَلَّفَ عَنْهَا إِنَّمَا خَرَجَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُرِيدُ عِيرَ قُرَيْشٍ حَتَّى جَمَعَ اللَّهُ بَيْنَهُمْ وَبَيْنَ عَدُوِّهِمْ عَلَى غَيْرِ مِيعَادٍ وَلَقَدْ شَهِدْتُ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَيْلَةَ الْعَقَبَةِ حِينَ تَوَافَقْنَا عَلَى الْإِسْلَامِ مَا أُحِبُّ أَنَّ لِي بِهَا مَشْهَدَ بَدْرٍ وَإِنْ كَانَتْ بَدْرٌ أَذْكَرَ فِي النَّاسِ مِنْهَا وَأَشْهَرَ وَكَانَ مِنْ خَبَرِي حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي غَزْوَةِ تَبُوكَ لِأَنِّي لَمْ أَكُنْ قَطُّ أَقْوَى وَلَا أَيْسَرَ مِنِّي حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْهُ فِي تِلْكَ الْغَزَاةِ وَاللَّهِ مَا جَمَعْتُ قَبْلَهَا رَاحِلَتَيْنِ قَطُّ حَتَّى جَمَعْتُهَا فِي تِلْكَ الْغَزَاةِ وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَلَّمَا يُرِيدُ غَزَاةً يَغْزُوهَا إِلَّا وَرَّى بِغَيْرِهَا حَتَّى كَانَتْ تِلْكَ الْغَزَاةُ فَغَزَاهَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي حَرٍّ شَدِيدٍ وَاسْتَقْبَلَ سَفَرًا بَعِيدًا وَمَفَازًا وَاسْتَقْبَلَ عَدُوًّا كَثِيرًا فَجَلَا لِلْمُسْلِمِينَ أَمْرَهُ لِيَتَأَهَّبُوا أُهْبَةَ عَدُوِّهِمْ فَأَخْبَرَهُمْ بِوَجْهِهِ الَّذِي يُرِيدُ وَالْمُسْلِمُونَ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ كَثِيرٌ لَا يَجْمَعُهُمْ كِتَابُ حَافِظٍ يُرِيدُ الدِّيوَانَ فَقَالَ كَعْبٌ فَقَلَّ رَجُلٌ يُرِيدُ يَتَغَيَّبُ إِلَّا ظَنَّ أَنَّ ذَلِكَ سَيُخْفَى لَهُ مَا لَمْ يَنْزِلْ فِيهِ وَحْيٌ مِنْ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ وَغَزَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ تِلْكَ الْغَزْوَةَ حِينَ طَابَتْ الثِّمَارُ وَالظِّلُّ وَأَنَا إِلَيْهَا أَصْعَرُ فَتَجَهَّزَ إِلَيْهَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَالْمُؤْمِنُونَ مَعَهُ وَطَفِقْتُ أَغْدُو لِكَيْ أَتَجَهَّزَ مَعَهُ فَأَرْجِعَ وَلَمْ أَقْضِ شَيْئًا فَأَقُولُ فِي نَفْسِي أَنَا قَادِرٌ عَلَى ذَلِكَ إِذَا أَرَدْتُ فَلَمْ يَزَلْ كَذَلِكَ يَتَمَادَى بِي حَتَّى شَمَّرَ بِالنَّاسِ الْجِدُّ فَأَصْبَحَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ غَادِيًا وَالْمُسْلِمُونَ مَعَهُ وَلَمْ أَقْضِ مِنْ جَهَازِي شَيْئًا فَقُلْتُ الْجَهَازُ بَعْدَ يَوْمٍ أَوْ يَوْمَيْنِ ثُمَّ أَلْحَقُهُمْ فَغَدَوْتُ بَعْدَ مَا فَصَلُوا لِأَتَجَهَّزَ فَرَجَعْتُ وَلَمْ أَقْضِ شَيْئًا مِنْ جَهَازِي ثُمَّ غَدَوْتُ فَرَجَعْتُ وَلَمْ أَقْضِ شَيْئًا فَلَمْ يَزَلْ ذَلِكَ يَتَمَادَى بِي حَتَّى أَسْرَعُوا وَتَفَارَطَ الْغَزْوُ فَهَمَمْتُ أَنْ أَرْتَحِلَ فَأُدْرِكَهُمْ وَلَيْتَ أَنِّي فَعَلْتُ ثُمَّ لَمْ يُقَدَّرْ ذَلِكَ لِي فَطَفِقْتُ إِذَا خَرَجْتُ فِي النَّاسِ بَعْدَ خُرُوجِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَطُفْتُ فِيهِمْ يَحْزُنُنِي أَنْ لَا أَرَى إِلَّا رَجُلًا مَغْمُوصًا عَلَيْهِ فِي النِّفَاقِ أَوْ رَجُلًا مِمَّنْ عَذَرَهُ اللَّهُ وَلَمْ يَذْكُرْنِي رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حَتَّى بَلَغَ تَبُوكَ فَقَالَ وَهُوَ جَالِسٌ فِي الْقَوْمِ بِتَبُوكَ مَا فَعَلَ كَعْبُ بْنُ مَالِكٍ قَالَ رَجُلٌ مِنْ بَنِي سَلِمَةَ حَبَسَهُ يَا رَسُولَ اللَّهِ بُرْدَاهُ وَالنَّظَرُ فِي عِطْفَيْهِ فَقَالَ لَهُ مُعَاذُ بْنُ جَبَلٍ بِئْسَمَا قُلْتَ وَاللَّهِ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَا عَلِمْنَا عَلَيْهِ إِلَّا خَيْرًا فَسَكَتَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَ كَعْبُ بْنُ مَالِكٍ فَلَمَّا بَلَغَنِي أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَدْ تَوَجَّهَ قَافِلًا مِنْ تَبُوكَ حَضَرَنِي بَثِّي فَطَفِقْتُ أَتَفَكَّرُ الْكَذِبَ وَأَقُولُ بِمَاذَا أَخْرُجُ مِنْ سَخَطِهِ غَدًا أَسْتَعِينُ عَلَى ذَلِكَ كُلَّ ذِي رَأْيٍ مِنْ أَهْلِي فَلَمَّا قِيلَ إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَدْ أَظَلَّ قَادِمًا زَاحَ عَنِّي الْبَاطِلُ وَعَرَفْتُ أَنِّي لَنْ أَنْجُوَ مِنْهُ بِشَيْءٍ أَبَدًا فَأَجْمَعْتُ صِدْقَهُ وَصَبَّحَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَكَانَ إِذَا قَدِمَ مِنْ سَفَرٍ بَدَأَ بِالْمَسْجِدِ فَرَكَعَ فِيهِ رَكْعَتَيْنِ ثُمَّ جَلَسَ لِلنَّاسِ فَلَمَّا فَعَلَ ذَلِكَ جَاءَهُ الْمُتَخَلِّفُونَ فَطَفِقُوا يَعْتَذِرُونَ إِلَيْهِ وَيَحْلِفُونَ لَهُ وَكَانُوا بِضْعَةً وَثَمَانِينَ رَجُلًا فَقَبِلَ مِنْهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ عَلَانِيَتَهُمْ وَيَسْتَغْفِرُ لَهُمْ وَيَكِلُ سَرَائِرَهُمْ إِلَى اللَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى حَتَّى جِئْتُ فَلَمَّا سَلَّمْتُ عَلَيْهِ تَبَسَّمَ تَبَسُّمَ الْمُغْضَبِ ثُمَّ قَالَ لِي تَعَالَ فَجِئْتُ أَمْشِي حَتَّى جَلَسْتُ بَيْنَ يَدَيْهِ فَقَالَ لِي مَا خَلَّفَكَ أَلَمْ تَكُنْ قَدْ اسْتَمَرَّ ظَهْرُكَ قَالَ فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنِّي لَوْ جَلَسْتُ عِنْدَ غَيْرِكَ مِنْ أَهْلِ الدُّنْيَا لَرَأَيْتُ أَنِّي أَخْرُجُ مِنْ سَخْطَتِهِ بِعُذْرٍ لَقَدْ أُعْطِيتُ جَدَلًا وَلَكِنَّهُ وَاللَّهِ لَقَدْ عَلِمْتُ لَئِنْ حَدَّثْتُكَ الْيَوْمَ حَدِيثَ كَذِبٍ تَرْضَى عَنِّي بِهِ لَيُوشِكَنَّ اللَّهُ تَعَالَى يُسْخِطُكَ عَلَيَّ وَلَئِنْ حَدَّثْتُكَ الْيَوْمَ بِصِدْقٍ تَجِدُ عَلَيَّ فِيهِ إِنِّي لَأَرْجُو قُرَّةَ عَيْنِي عَفْوًا مِنْ اللَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى وَاللَّهِ مَا كَانَ لِي عُذْرٌ وَاللَّهِ مَا كُنْتُ قَطُّ أَفْرَغَ وَلَا أَيْسَرَ مِنِّي حِينَ تَخَلَّفْتُ عَنْكَ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَمَّا هَذَا فَقَدْ صَدَقَ فَقُمْ حَتَّى يَقْضِيَ اللَّهُ تَعَالَى فِيكَ فَقُمْتُ وَبَادَرَتْ رِجَالٌ مِنْ بَنِي سَلِمَةَ فَاتَّبَعُونِي فَقَالُوا لِي وَاللَّهِ مَا عَلِمْنَاكَ كُنْتَ أَذْنَبْتَ ذَنْبًا قَبْلَ هَذَا وَلَقَدْ عَجَزْتَ أَنْ لَا تَكُونَ اعْتَذَرْتَ إِلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِمَا اعْتَذَرَ بِهِ الْمُتَخَلِّفُونَ لَقَدْ كَانَ كَافِيَكَ مِنْ ذَنْبِكَ اسْتِغْفَارُ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لَكَ قَالَ فَوَاللَّهِ مَا زَالُوا يُؤَنِّبُونِي حَتَّى أَرَدْتُ أَنْ أَرْجِعَ فَأُكَذِّبَ نَفْسِي قَالَ ثُمَّ قُلْتُ لَهُمْ هَلْ لَقِيَ هَذَا مَعِي أَحَدٌ قَالُوا نَعَمْ لَقِيَهُ مَعَكَ رَجُلَانِ قَالَا مَا قُلْتَ فَقِيلَ لَهُمَا مِثْلُ مَا قِيلَ لَكَ قَالَ فَقُلْتُ لَهُمْ مَنْ هُمَا قَالُوا مُرَارَةُ بْنُ الرَّبِيعِ الْعَامِرِيُّ وَهِلَالُ بْنُ أُمَيَّةَ الْوَاقِفِيُّ قَالَ فَذَكَرُوا لِي رَجُلَيْنِ صَالِحَيْنِ قَدْ شَهِدَا بَدْرًا لِي فِيهِمَا أُسْوَةٌ قَالَ فَمَضَيْتُ حِينَ ذَكَرُوهُمَا لِي قَالَ وَنَهَى رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ الْمُسْلِمِينَ عَنْ كَلَامِنَا أَيُّهَا الثَّلَاثَةُ مِنْ بَيْنِ مَنْ تَخَلَّفَ عَنْهُ فَاجْتَنَبَنَا النَّاسُ قَالَ وَتَغَيَّرُوا لَنَا حَتَّى تَنَكَّرَتْ لِي مِنْ نَفْسِي الْأَرْضُ فَمَا هِيَ بِالْأَرْضِ الَّتِي كُنْتُ أَعْرِفُ فَلَبِثْنَا عَلَى ذَلِكَ خَمْسِينَ لَيْلَةً فَأَمَّا صَاحِبَايَ فَاسْتَكَانَا وَقَعَدَا فِي بُيُوتِهِمَا يَبْكِيَانِ وَأَمَّا أَنَا فَكُنْتُ أَشَبَّ الْقَوْمِ وَأَجْلَدَهُمْ فَكُنْتُ أَشْهَدُ الصَّلَاةَ مَعَ الْمُسْلِمِينَ وَأَطُوفُ بِالْأَسْوَاقِ وَلَا يُكَلِّمُنِي أَحَدٌ وَآتِي رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَهُوَ فِي مَجْلِسِهِ بَعْدَ الصَّلَاةِ فَأُسَلِّمُ عَلَيْهِ فَأَقُولُ فِي نَفْسِي حَرَّكَ شَفَتَيْهِ بِرَدِّ السَّلَامِ أَمْ لَا ثُمَّ أُصَلِّي قَرِيبًا مِنْهُ وَأُسَارِقُهُ النَّظَرَ فَإِذَا أَقْبَلْتُ عَلَى صَلَاتِي نَظَرَ إِلَيَّ فَإِذَا الْتَفَتُّ نَحْوَهُ أَعْرَضَ حَتَّى إِذَا طَالَ عَلَيَّ ذَلِكَ مِنْ هَجْرِ الْمُسْلِمِينَ مَشَيْتُ حَتَّى تَسَوَّرْتُ حَائِطَ أَبِي قَتَادَةَ وَهُوَ ابْنُ عَمِّي وَأَحَبُّ النَّاسِ إِلَيَّ فَسَلَّمْتُ عَلَيْهِ فَوَاللَّهِ مَا رَدَّ عَلَيَّ السَّلَامَ فَقُلْتُ لَهُ يَا أَبَا قَتَادَةَ أَنْشُدُكَ اللَّهَ هَلْ تَعْلَمُ أَنِّي أُحِبُّ اللَّهَ وَرَسُولَهُ قَالَ فَسَكَتَ قَالَ فَعُدْتُ فَنَشَدْتُهُ فَسَكَتَ فَعُدْتُ فَنَشَدْتُهُ فَقَالَ اللَّهُ وَرَسُولُهُ أَعْلَمُ فَفَاضَتْ عَيْنَايَ وَتَوَلَّيْتُ حَتَّى تَسَوَّرْتُ الْجِدَارَ فَبَيْنَمَا أَنَا أَمْشِي بِسُوقِ الْمَدِينَةِ إِذَا نَبَطِيٌّ مِنْ أَنْبَاطِ أَهْلِ الشَّامِ مِمَّنْ قَدِمَ بِطَعَامٍ يَبِيعُهُ بِالْمَدِينَةِ يَقُولُ مَنْ يَدُلُّنِي عَلَى كَعْبِ بْنِ مَالِكٍ قَالَ فَطَفِقَ النَّاسُ يُشِيرُونَ لَهُ إِلَيَّ حَتَّى جَاءَ فَدَفَعَ إِلَيَّ كِتَابًا مِنْ مَلِكِ غَسَّانَ وَكُنْتُ كَاتِبًا فَإِذَا فِيهِ أَمَّا بَعْدُ فَقَدْ بَلَغَنَا أَنَّ صَاحِبَكَ قَدْ جَفَاكَ وَلَمْ يَجْعَلْكَ اللَّهُ بِدَارِ هَوَانٍ وَلَا مَضْيَعَةٍ فَالْحَقْ بِنَا نُوَاسِكَ قَالَ فَقُلْتُ حِينَ قَرَأْتُهَا وَهَذَا أَيْضًا مِنْ الْبَلَاءِ قَالَ فَتَيَمَّمْتُ بِهَا التَّنُّورَ فَسَجَرْتُهُ بِهَا حَتَّى إِذَا مَضَتْ أَرْبَعُونَ لَيْلَةً مِنْ الْخَمْسِينَ إِذَا بِرَسُولِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَأْتِينِي فَقَالَ إِنَّ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَأْمُرُكَ أَنْ تَعْتَزِلَ امْرَأَتَكَ قَالَ فَقُلْتُ أُطَلِّقُهَا أَمْ مَاذَا أَفْعَلُ قَالَ بَلْ اعْتَزِلْهَا فَلَا تَقْرَبْهَا قَالَ وَأَرْسَلَ إِلَى صَاحِبَيَّ بِمِثْلِ ذَلِكَ قَالَ فَقُلْتُ لِامْرَأَتِي الْحَقِي بِأَهْلِكِ فَكُونِي عِنْدَهُمْ حَتَّى يَقْضِيَ اللَّهُ فِي هَذَا الْأَمْرِ قَالَ فَجَاءَتْ امْرَأَةُ هِلَالِ بْنِ أُمَيَّةَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فَقَالَتْ لَهُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ هِلَالًا شَيْخٌ ضَائِعٌ لَيْسَ لَهُ خَادِمٌ فَهَلْ تَكْرَهُ أَنْ أَخْدُمَهُ قَالَ لَا وَلَكِنْ لَا يَقْرَبَنَّكِ قَالَتْ فَإِنَّهُ وَاللَّهِ مَا بِهِ حَرَكَةٌ إِلَى شَيْءٍ وَاللَّهِ مَا يَزَالُ يَبْكِي مِنْ لَدُنْ أَنْ كَانَ مِنْ أَمْرِكَ مَا كَانَ إِلَى يَوْمِهِ هَذَا قَالَ فَقَالَ لِي بَعْضُ أَهْلِي لَوْ اسْتَأْذَنْتَ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ فِي امْرَأَتِكَ فَقَدْ أَذِنَ لِامْرَأَةِ هِلَالِ بْنِ أُمَيَّةَ أَنْ تَخْدُمَهُ قَالَ فَقُلْتُ وَاللَّهِ لَا أَسْتَأْذِنُ فِيهَا رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَمَا أَدْرِي مَا يَقُولُ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا اسْتَأْذَنْتُهُ وَأَنَا رَجُلٌ شَابٌّ قَالَ فَلَبِثْنَا بَعْدَ ذَلِكَ عَشْرَ لَيَالٍ كَمَالُ خَمْسِينَ لَيْلَةً حِينَ نُهِيَ عَنْ كَلَامِنَا قَالَ ثُمَّ صَلَّيْتُ صَلَاةَ الْفَجْرِ صَبَاحَ خَمْسِينَ لَيْلَةً عَلَى ظَهْرِ بَيْتٍ مِنْ بُيُوتِنَا فَبَيْنَمَا أَنَا جَالِسٌ عَلَى الْحَالِ الَّتِي ذَكَرَ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى مِنَّا قَدْ ضَاقَتْ عَلَيَّ نَفْسِي وَضَاقَتْ عَلَيَّ الْأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ سَمِعْتُ صَارِخًا أَوْفَى عَلَى جَبَلِ سَلْعٍ يَقُولُ بِأَعْلَى صَوْتِهِ يَا كَعْبَ بْنَ مَالِكٍ أَبْشِرْ قَالَ فَخَرَرْتُ سَاجِدًا وَعَرَفْتُ أَنْ قَدْ جَاءَ فَرَجٌ وَآذَنَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ بِتَوْبَةِ اللَّهِ تَبَارَكَ وَتَعَالَى عَلَيْنَا حِينَ صَلَّى صَلَاةَ الْفَجْرِ فَذَهَبَ النَّاسُ يُبَشِّرُونَنَا وَذَهَبَ قِبَلَ صَاحِبَيَّ يُبَشِّرُونَ وَرَكَضَ إِلَيَّ رَجُلٌ فَرَسًا وَسَعَى سَاعٍ مِنْ أَسْلَمَ وَأَوْفَى الْجَبَلَ فَكَانَ الصَّوْتُ أَسْرَعَ مِنْ الْفَرَسِ فَلَمَّا جَاءَنِي الَّذِي سَمِعْتُ صَوْتَهُ يُبَشِّرُنِي نَزَعْتُ لَهُ ثَوْبَيَّ فَكَسَوْتُهُمَا إِيَّاهُ بِبِشَارَتِهِ وَاللَّهِ مَا أَمْلِكُ غَيْرَهُمَا يَوْمَئِذٍ فَاسْتَعَرْتُ ثَوْبَيْنِ فَلَبِسْتُهُمَا فَانْطَلَقْتُ أَتَأَمَّمُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَلْقَانِي النَّاسُ فَوْجًا فَوْجًا يُهَنِّئُونِي بِالتَّوْبَةِ يَقُولُونَ لِيَهْنِكَ تَوْبَةُ اللَّهِ عَلَيْكَ حَتَّى دَخَلْتُ الْمَسْجِدَ فَإِذَا رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ جَالِسٌ فِي الْمَسْجِدِ حَوْلَهُ النَّاسُ فَقَامَ إِلَيَّ طَلْحَةُ بْنُ عُبَيْدِ اللَّهِ يُهَرْوِلُ حَتَّى صَافَحَنِي وَهَنَّأَنِي وَاللَّهِ مَا قَامَ إِلَيَّ رَجُلٌ مِنْ الْمُهَاجِرِينَ غَيْرَهُ قَالَ فَكَانَ كَعْبٌ لَا يَنْسَاهَا لِطَلْحَةَ قَالَ كَعْبٌ فَلَمَّا سَلَّمْتُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ وَهُوَ يَبْرُقُ وَجْهُهُ مِنْ السُّرُورِ أَبْشِرْ بِخَيْرِ يَوْمٍ مَرَّ عَلَيْكَ مُنْذُ وَلَدَتْكَ أُمُّكَ قَالَ قُلْتُ أَمِنْ عِنْدِكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَمْ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ قَالَ لَا بَلْ مِنْ عِنْدِ اللَّهِ قَالَ وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا سُرَّ اسْتَنَارَ وَجْهُهُ كَأَنَّهُ قِطْعَةُ قَمَرٍ حَتَّى يُعْرَفَ ذَلِكَ مِنْهُ قَالَ فَلَمَّا جَلَسْتُ بَيْنَ يَدَيْهِ قَالَ قُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّ مِنْ تَوْبَتِي أَنْ أَنْخَلِعَ مِنْ مَالِي صَدَقَةً إِلَى اللَّهِ تَعَالَى وَإِلَى رَسُولِهِ قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَمْسِكْ بَعْضَ مَالِكَ فَهُوَ خَيْرٌ لَكَ قَالَ فَقُلْتُ إِنِّي أُمْسِكُ سَهْمِي الَّذِي بِخَيْبَرَ قَالَ فَقُلْتُ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِنَّمَا اللَّهُ تَعَالَى نَجَّانِي بِالصِّدْقِ وَإِنَّ مِنْ تَوْبَتِي أَنْ لَا أُحَدِّثَ إِلَّا صِدْقًا مَا بَقِيتُ قَالَ فَوَاللَّهِ مَا أَعْلَمُ أَحَدًا مِنْ الْمُسْلِمِينَ أَبْلَاهُ اللَّهُ مِنْ الصِّدْقِ فِي الْحَدِيثِ مُذْ ذَكَرْتُ ذَلِكَ لِرَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَحْسَنَ مِمَّا أَبْلَانِي اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى وَاللَّهِ مَا تَعَمَّدْتُ كَذِبَةً مُذْ قُلْتُ ذَلِكَ لِرَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِلَى يَوْمِي هَذَا وَإِنِّي لَأَرْجُو أَنْ يَحْفَظَنِي فِيمَا بَقِيَ قَالَ وَأَنْزَلَ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى
{ لَقَدْ تَابَ اللَّهُ عَلَى النَّبِيِّ وَالْمُهَاجِرِينَ وَالْأَنْصَارِ الَّذِينَ اتَّبَعُوهُ فِي سَاعَةِ الْعُسْرَةِ مِنْ بَعْدِ مَا كَادَ يَزِيغُ قُلُوبُ فَرِيقٍ مِنْهُمْ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ إِنَّهُ بِهِمْ رَءُوفٌ رَحِيمٌ وَعَلَى الثَّلَاثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُوا حَتَّى إِذَا ضَاقَتْ عَلَيْهِمْ الْأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ وَضَاقَتْ عَلَيْهِمْ أَنْفُسُهُمْ وَظَنُّوا أَنْ لَا مَلْجَأَ مِنْ اللَّهِ إِلَّا إِلَيْهِ ثُمَّ تَابَ عَلَيْهِمْ لِيَتُوبُوا إِنَّ اللَّهَ هُوَ التَّوَّابُ الرَّحِيمُ يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِقِينَ }
قَالَ كَعْبٌ فَوَاللَّهِ مَا أَنْعَمَ اللَّهُ تَبَارَكَ وَتَعَالَى عَلَيَّ مِنْ نِعْمَةٍ قَطُّ بَعْدَ أَنْ هَدَانِي أَعْظَمَ فِي نَفْسِي مِنْ صِدْقِي رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمَئِذٍ أَنْ لَا أَكُونَ كَذَبْتُهُ فَأَهْلِكُ كَمَا هَلَكَ الَّذِينَ كَذَبُوهُ حِينَ كَذَبُوهُ فَإِنَّ اللَّهَ تَبَارَكَ وَتَعَالَى قَالَ لِلَّذِينَ كَذَبُوهُ حِينَ كَذَبُوهُ شَرَّ مَا يُقَالُ لِأَحَدٍ فَقَالَ اللَّهُ تَعَالَى
{ سَيَحْلِفُونَ بِاللَّهِ لَكُمْ إِذَا انْقَلَبْتُمْ إِلَيْهِمْ لِتُعْرِضُوا عَنْهُمْ فَأَعْرِضُوا عَنْهُمْ إِنَّهُمْ رِجْسٌ وَمَأْوَاهُمْ جَهَنَّمُ جَزَاءً بِمَا كَانُوا يَكْسِبُونَ يَحْلِفُونَ لَكُمْ لِتَرْضَوْا عَنْهُمْ فَإِنْ تَرْضَوْا عَنْهُمْ فَإِنَّ اللَّهَ لَا يَرْضَى عَنْ الْقَوْمِ الْفَاسِقِينَ }
قَالَ وَكُنَّا خُلِّفْنَا أَيُّهَا الثَّلَاثَةُ عَنْ أَمْرِ أُولَئِكَ الَّذِينَ قَبِلَ مِنْهُمْ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ حِينَ حَلَفُوا فَبَايَعَهُمْ وَاسْتَغْفَرَ لَهُمْ فَأَرْجَأَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَمْرَنَا حَتَّى قَضَى اللَّهُ تَعَالَى فَبِذَلِكَ قَالَ اللَّهُ تَعَالَى
{ وَعَلَى الثَّلَاثَةِ الَّذِينَ خُلِّفُوا }
وَلَيْسَ تَخْلِيفُهُ إِيَّانَا وَإِرْجَاؤُهُ أَمْرَنَا الَّذِي ذَكَرَ مِمَّا خُلِّفْنَا بِتَخَلُّفِنَا عَنْ الْغَزْوِ وَإِنَّمَا هُوَ عَمَّنْ حَلَفَ لَهُ وَاعْتَذَرَ إِلَيْهِ فَقَبِلَ مِنْهُ
Tercemesi:
Bize Yakub b. İbrahim, ona Zührî’nin erkek kardeşinin oğlu Muhammed b. Abdullah, ona amcası Muhammed b. Müslim ez-Zührî, ona Abdurrahman b. Abdullah b. Ka‘b b. Malik'in naklettiğine göre Abdullah, babası Ka‘b gözlerini yitirince oğulları arasında onun bakımını üstlenmişti. Şöyle dedi: Ka‘b b. Mâlik, Tebük Gazvesi sırasında Hz. Peygamber’in yanında savaşa katılamayışını şöyle anlattı:
Tebük Gazvesi dışında, Bedir savaşı hariç Rasulullah’ın (sav) katıldığı savaşların hepsine katılmıştım. Hz. Peygamber (sav) Bedir’e katılmayanları ayıplamamıştı. Hz. Peygamber (sav) Bedir’e sadece Kureyş kervanını yakalamak için gitmiş; Allah onunla düşmanlarını aniden karşı karşıya getirmişti. Rasulullah (sav) ile birlikte Akabe’de biatte bulunmuştum. Her ne kadar Bedir insanlar arasında daha çok konuşulsa ve meşhur olsa da Akabe’de bulunmak bana Bedir’e şahit olmaktan daha güzel gelmişti. Tebük Gazvesi sırasında Hz. Peygamber’in (sav) yanında bulunamayışım şöyle gerçekleşmişti:
"Bu savaşa çıkıldığı andaki kadar güç ve zenginlik sahibi hiç olmamıştım. Hayatımda iki devem olmamış iken bu sefere çıkılacağı zaman iki tane devem vardı.
Rasulullah (sav) bir savaşa çıkmayı murat ettiğinde başka bir yere gider gibi yapıp gittiği yeri gizlerdi. Bu savaşta ise çarpışma, şiddetli sıcakta vuku bulacağından, uzak ve çetin bir yolculuk olacağından, kalabalık bir düşman ile karşılaşma ihtimalinden dolayı sefer hazırlıklarını sağlamaları için Müslümanlara durumu açıkça bildirdi ve nereye gideceğini söyledi. Rasulullah (sav) ile birlikte sefere çıkan Müslümanların sayısı divan katibinin defterine sığmayacak kadar çoktu. Ka‘b şöyle dedi: Kalabalık sebebiyle ortalıktan kaybolmak isteyen bir kişi, vahiy gelmedikçe açığa çıkmayacağını sanırdı. Hz. Peygamber (sav) bu sefere meyvelerin olgunlaştığı bir mevsimde çıkıyordu. Bende bu sefere katılma konusunda hevesliydim. Rasulullah (sav) ve Müslümanlar yol hazırlığına başladılar. Ben de onlarla birlikte hazırlanmak için erkenden gidiyor ama bir şey yapmadan geri geliyordum. Kendi kendime “(Daha vakit var) istediğimde hemen hazırlanırım” diyordum. Ben böyle deyip dururken insanlar ciddi bir şekilde hazırlıkla uğraşıyorlardı
Hz. Peygamber (sav) bir sabah erkenden Müslümanlarla birlikte yola çıktı. Ben ise daha hiçbir hazırlık yapmamıştım. “Bir iki gün sonra çıksam bile onlara yetişirim” diyordum. Onlar yola çıktıktan sonra hazırlanmak için çarşıya gittiysem de bir şey yapmadan geri döndüm. Ertesi gün de aynısı oldu. Ben böyle yapıp dururken gaziler hızla yol aldılar. Onlara yetişmek için hemen yola çıkmak istedim, keşke yapabilseydim, ama yapamadım.
Rasulullah’ın (sav) sefere çıkışından sonra insanların içine çıktığımda sadece nifakla itham edilenleri, savaşa katılamayacak kadar mazur olanları görünce çok üzülüyordum. Rasulullah (sav) Tebük’e varana kadar beni hiç anmamış. Oraya varınca bir mecliste insanlar arasında otururken “Ka‘b b. Malik ne yaptı, nerede?” diye sormuş. Selemeoğulllarından bir adam “Onu süslü elbiseleri ve kibirle omuzlarına bakması alıkoydu” demiş. Muaz b. Cebel “Ne kötü söz söyledin! Allah’a yemin olsun ki, biz Ka’b hakkında hayırdan başka bir şey bilmiyoruz” diye cevap vermiş. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) de hiçbir şey dememiş.
Ka’b şöyle devam etti: Rasulullah’ın (sav) Tebük’ten geri dönmek üzere yola çıktığını duyunca çok telaşlandım. Bir şeyler uydurmayı düşündüm. “Yarın Peygamber’in öfkesinden nasıl kurtulacağım?” diye düşünüp, ailemden ve akıllı insanların düşüncelerinden yararlanmalıyım” dedim. “Rasulullah (sav) Medine’ye varmak üzere” denildiği zaman bütün bu batıl düşünceler zihnimden dağıldı. Bu durumdan kurtuluş olmadığını anladım ve doğru söylemeye karar verdim. Rasulullah (sav) sabah vakti Medine’ye geldi. Ne zaman bir seferden dönse, önce mescide gider orada iki rekat namaz kılar, sonra insanları dinlerdi. Yine böyle yapınca sefere katılamayanlar onun huzuruna geldiler ve özürlerini sunmaya, yeminler etmeye başladılar. Seksen küsür kişiydiler. Rasulullah onların söylediklerini kabul etti ve onlar için istiğfar etti. İçlerinde sakladıklarını ise Allah’a havale etti. Sonunda sıra bana geldi. Ona selam verdiğimde kızgın bir edayla bana gülümsedi ve “Gel bakalım” dedi. Yürüyerek yanına kadar gelip önünde oturdum. “Neden sefere gelmedin? Sen bize biat etmemiş miydin?” diye sordu. Şöyle dedim: “Ey Allah’ın Resulü! Senin değil de başka bir adamın yanında oturuyor olsaydım onun bu öfkesinden özrümle kurtulabilirdim. Dilimle ikna etmesini bilirim. Ama şunu kesinlikle biliyorum ki bu gün yalan söyleyerek benden razı olmanı sağlasam bile Allah seni bana karşı öfkelendirecektir. Eğer sana doğruyu söylersem, benim aleyhime bile olsa Allah’ın beni af edeceğini umarım. Yemin olsun ki benim bir mazeretim yoktu. Bu savaştaki kadar da hayatımda hiç güç ve zenginliğe sahip olmamıştım.” Bunun üzerine Rasulullah (sav) “Bu ise doğru söyledi. Şimdi kalk ve Allah’ın senin hakkındaki hükmünü bekle” buyurdu. Oradan kalktım. Seleme oğullarından birileri kalkıp beni takip ettiler ve bana “Bundan önce böyle bir günah işlediğini görmemiştik. Rasulullah’a diğer insanlar gibi bir özür bile sunmadın. Onun istiğfarı senin için yeterdi” dediler. O kadar üzerime geldiler ki, gidip kendimi yalanlamak istedim sonra onlara “Bu konuda benimle aynı halde olan kimse var mı?” diye sordum. “İki kişi var, senin söylediğini söylediler ve senin aldığın cevabı aldılar.” diye cevap verdiler. “Kim o ikisi?” diye sordum. “Mürare b. Rabî el-‘Âmirî ve Hilal b. Ümeyye el-Vâkıfî” dediler. İkisi de Bedir Savaşı’na katılmış salih ve örnek insanlardı. Onların adını söylediklerinde ben de geri dönmekten vazgeçtim ve söylediğimin arkasında durdum.
Rasulullah (sav) savaşa katılmayanlar arasından sadece bizimle konuşmaktan insanları men etti. İnsanlar bizden uzaklaştı. Bu şekilde elli gün geçirdik. İki arkadaşım evlerine çekilip ağlıyorlardı. Ben onlar arasında en genç ve sağlam olanıydım. Evimden çıkıp Müslümanlarla beraber namaz kılıyordum, çarşıda dolaşıyordum ama benimle kimse konuşmuyordu. Namazdan sonra Rasulullah’ın (sav) meclisine gidip selam veriyor ve “acaba selamı almak için dudaklarını kıpırdattı mı kıpırdatmadı mı?” diye soruyordum. Sonra ona yakın yerde namaz kılıp gizlice ona bakıyordum. Namaza başladığımda bana baktı ama ona dönünce yüzünü benden çevirdi.
Bana karşı uygulanan bu cefa uzayarak devam ediyordu. Ben de amcamın oğlu ve çok sevdiğim biri olan Ebu Katâde’nin avlusuna gittim. Ona selam verdim ama selamımı almadı. “Ebu Katâde! Allah için söyle, benim Allah’ı ve Resulünü sevdiğimi bilmiyor musun?” dedim, sustu, bir şey demedi. Tekrar sordum, yine sustu. Elinden çekiştirdim. “Allah ve Resulü en iyi bilendir” dedi. Gözlerimden yaşlar boşandı, geriye dönüp duvardan atlayıp oradan ayrıldım.
Medine’de çarşıda gezdiğim bir sırada, Medine’ye yiyecek bir şeyler satmaya gelmiş Şam nabatilerinden bir adam “Bana Ka’b b. Mâlik’i kim gösterecek” diye sesleniyordu. İnsanlar beni göstermeye başladılar. O da bana gelip Gassânî kralından getirdiği bir mektubu verdi. Ben okuma yazma biliyordum. Mektupta şunları gördüm: “Konumuza gelince: Dostunun sana cefa ettiğini işittik. Allah seni horlanacağın ve yok olup gideceğin bir yerde yaratmamıştır. Bize gel, sana en güzel şekilde muamele ederiz”. Mektubu okuyunca “Bu da başka bir imtihan” dedim ve hemen onu yanan ocağa attım. Böyle elli gecenin kırkı geçmiş oldu. O gece Hz. Peygamber’in (sav) elçisi geldi ve “Rasulullah (sav) eşinden ayrılmanı emrediyor” dedi. Ben “Onu boşayayım mı, ne yapayım?” diye sordum. “Sadece ondan uzak dur, ona yaklaşma” dedi. İki arkadaşıma da aynı haberi göndermiş. Hanımıma “Allah bu konuda hükmünü verene kadar babanın evine git” dedim. Hilal b. Ümeyye’nin karısı Hz. Peygamber’in yanına gelip “Ey Allah’ın resulü! Hilal yaşlı, çaresiz bir adam. İşlerini görecek bir hizmetçisi de yok. Ona hizmet etmemi kötü görür müsün?” diye sordu. Hz. Peygamber “Hayır, ama sana yaklaşmasın” buyurdu. “Hiçbir şey yapmıyor, o günden beri sürekli ağlayıp duruyor” dedi. Ailemden biri “Eşin konusunda Rasulullah’tan sen de izin istesen, Hilal b. Ümeyye’nin karısına hizmet etmesi için izin verdi” dedi. “Allah’a yemin olsun ki, bu konuda Hz. Peygamber’den izin istemem. Ben genç bir adamım. Bana Hz. Peygamber (sav) ne der bilemiyorum” dedim. Bu halde on gün daha kalıp elli geceyi tamamladık. Ellinci gecenin sabahında, sabah namazını evlerimizin birinin damında kıldım. Yüce Allah’ın zikrettiği şekilde canım dar, yeryüzü bana dar gelir bir halde oturuyordum. Sel’ dağının üzerinden bir kişinin en yükse sesiyle bağırdığını duydum: “Ka’b b. Malik! Müjdeler olsun”. Hemen secdeye kapandım. Sıkıntım giderilmişti. Rasulullah sabah namazını kıldırırken Allah’ın bizim tövbemizi kabul ettiğini bildirmişti. İnsanlar bizi müjdelemeye geldiler. İki arkadaşıma da müjdelemeye gitmişlerdi. Bir adam bana atını koşturarak gelmiş, başka birisi tepeye çıkıp bağırmıştı. Ses attan daha hızlıydı. Sesini duyduğum müjdeci yanıma gelince iki elbisemi de çıkarıp ona verdim. Vallahi o zaman o ikisinden başka elbisem yoktu. Başkasından iki elbise ödünç aldım ve onları giyip hemen Resulullah’ın yanına koştum. İnsanlar gruplar halinde yanıma geliyor ve benim tövbemin kabul olmasını tebrik ediyorlardı. “Allah’ın tövbeni kabulü mübarek olsun” diyorlardı. Ben mescide girdim. Hz. Peygamber (sav) insanların arasında oturuyordu. Talha b. Ubeydullah bana doğru koşup benimle tokalaştı ve beni tebrik etti. Muhacirlerden başka kimse kalkmamıştı. Ka’b, Talha’nın bu davranışını unutmamıştır. Rasulullah’a selam verdiği zaman yüzü sevinçle parlayarak “Annenin seni doğurduğu günden beri yaşadığın en güzel gün için sana müjdeler olsun” buyurdu. “Sizin tarafınızdan mı yoksa Allah tarafından mı?” diye sordum. “Allah tarafından” buyurdu. Hz. Peygamber (sav) sevindiği zaman yüzü ay parçası gibi parlardı ve sevindiği anlaşılırdı.
Hz. Peygamber’in (sav) önüne oturunca “Ey Allah’ın Resulü! Tövbemde bütün malımı Allah ve resulüne vermek de vardı” dedim. Hz. Peygamber “Malının bir kısmını kendine sakla; bu senin için daha iyidir” buyurdu. “Öyleyse Hayber’deki payımı bırakıyorum” dedim. “Ey Allah’ın Resulü! Allah beni doğru sözlü olduğum için kurtardı. Tövbemde asla yalan söylemeyeceğim de var” dedim. Allah’a yemin olsun ki Allah’ın doğrulukla bu şekilde imtihan ettiği başka bir Müslüman bilmiyorum. O günden beri asla bilerek yalan söylemedim. Allah’ın kalan ömrümde de beni yalandan korumasını dilerim. “Andolsun ki Allah, müslümanlardan bir gurubun kalpleri eğrilmeye yüz tuttuktan sonra, Peygamberi ve güçlük zamanında ona uyan muhacirlerle ensarı affetti. Sonra da onların tevbelerini kabul etti. Çünkü O, onlara karşı çok şefkatli, pek merhametlidir.” (Tevbe, 9/117) Ka‘b şöyle dedi: “Allah’a yemin olsun ki, Allah o gün Rasulullah’a (sav) doğru söylememden daha büyük bir nimet bahşetmedi. Eğer ona diğer insanlar gibi yalan söyleseydim, onlar gibi helak olurdum. Allah o yalancılar hakkında bir kişi için söylenecek en kötü sözü söylemiş ve şöyle buyurmuştur: “Onların yanına döndüğünüz zaman size, kendilerinden (onları cezalandırmaktan) vazgeçmeniz için Allah adına and içecekler. Artık onlardan yüz çevirin. Çünkü onlar murdardır. Kazanmakta olduklarına (kötü işlerine) karşılık ceza olarak varacakları yer cehennemdir.” (Tevbe 9/95). Biz üçümüz Rasullah’ın sözlerini kabul ettiği ve kendileri için istiğfar ettiği kimseler varken bu işten geri bırakılmıştık. Rasulullah da bizim durumumuzu, hakkımızda hüküm vermesi için Allah’a havale etmişti. Yüce Allah şöyle buyurdu: “Ve geri bırakılan üç kişinin de (tevbelerini kabul etti).” (Tevbe, 9/118). Burada geri bırakılmakla kastedilen savaşa katılmaktan kaçınmamız değil, Hz. Peygamber’in huzuruna gidip yemin ederek özür dileyen ve bu özürleri kabul edilenlerden geri kalmamızdır.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Ahmed b. Hanbel, Müsned-i Ahmed, Ka'b b. Malik el-Ensarî 15882, 5/417
Senetler:
1. Ka'b b. Malik el-Ensarî (Ka'b b. Malik b. Ebu Ka'b b. Kayn b. Ka'b)
2. Abdullah b. Ka'b el-Ensarî (Abdullah b. Ka'b b. Malik b. Amr b. Kayn)
3. Abdurrahman b. Abdullah el-Ensarî (Abdurrahaman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik)
4. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
5. Ebu Abdullah Muhammed b. Abdullah ez-Zührî (Muhammed b. Abdullah b. Müslim b. Ubeydullah)
6. Ebu Yusuf Yakub b. İbrahim el-Kuraşî (Yakub b. İbrahim b. Sa'd b. İbrahim b. Abdurrahman b. Avf)
Konular:
Boşanma, öncesi muhayyerlik/ bir müddet ayrı kalmak
Hz. Peygamber, duaları
Hz. Peygamber, kızması
Hz. Peygamber, sahabeyle iletişimi
Hz. Peygamber, tebessüm etmesi
KTB, LİBAS, GİYİM-KUŞAM
KTB, SELAM
Kültürel Hayat, hadislerden kültürümüze
Kur'an, Ayet Yorumu
Kur'an, Nüzul sebebleri
Münafık, Nifak / Münafık
Sadaka, malın tamamının sadaka olarak verilmesi
Sahabe, birbirlerine karşı kullandıkları üslup
Sahabe, birbirlerine sıcak, samimi davranmaları
Savaş, mazereti bulunan için
Şehirler, Dımaşk, Şam
Selam, aynı şekilde veya daha güzeliyle karşılık vermek
Selam, Selam vermeme/almama, tepki için
Siyer, akabe günü
Siyer, Bedir harbine katılan sahabiler
Siyer, Hayber günü
Siyer, Tebük gazvesi
Strateji, Hz. Peygamber'in savaş kararında gizliliğe riayet etmesi
Tebessüm, kardeşinin yüzüne tebessüm etmek
Teşvik Edilenler, Müjdeleyici olmak
Ticaret, ticari ilişkiler
Tokalaşma, Musafaha, tokalaşma, musâfaha, el sıkışma, kucaklaşma
Yalan, yalan söylemek
Yazı, katiplik
Yazı, Yazışma, Hz. Peygamber döneminde yazışma,
حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ يَحْيَى أَخْبَرَنَا أَبُو خَيْثَمَةَ عَنْ سِمَاكِ بْنِ حَرْبٍ قَالَ:
"قُلْتُ لِجَابِرِ بْنِ سَمُرَةَ أَكُنْتَ تُجَالِسُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ نَعَمْ كَثِيرًا كَانَ لاَ يَقُومُ مِنْ مُصَلاَّهُ الَّذِى يُصَلِّى فِيهِ الصُّبْحَ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ فَإِذَا طَلَعَتْ قَامَ وَكَانُوا يَتَحَدَّثُونَ فَيَأْخُذُونَ فِى أَمْرِ الْجَاهِلِيَّةِ فَيَضْحَكُونَ وَيَتَبَسَّمُ صلى الله عليه وسلم."
Bize Yahya b. Yahya, ona Ebu Hayseme, ona da Simak b. Harb şöyle demiştir:
"Cabir b. Semüre'ye; sen Rasulullah (sav) ile oturur muydun (O'nunla aynı mecliste bulunur muydun) diye sordum. Cabir; evet bu çok olurdu. Rasulullah (sav) sabah namazını kıldığı yerden, güneş doğana kadar kalkmaz, güneş doğduğunda kalkardı. Bazen (sahabe) konuşurlar, cahiliye döneminden bahseder ve gülerler, Rasulullah (sav) da tebessüm ederdi dedi."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
6962, M006035
Hadis:
حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ يَحْيَى أَخْبَرَنَا أَبُو خَيْثَمَةَ عَنْ سِمَاكِ بْنِ حَرْبٍ قَالَ:
"قُلْتُ لِجَابِرِ بْنِ سَمُرَةَ أَكُنْتَ تُجَالِسُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَ نَعَمْ كَثِيرًا كَانَ لاَ يَقُومُ مِنْ مُصَلاَّهُ الَّذِى يُصَلِّى فِيهِ الصُّبْحَ حَتَّى تَطْلُعَ الشَّمْسُ فَإِذَا طَلَعَتْ قَامَ وَكَانُوا يَتَحَدَّثُونَ فَيَأْخُذُونَ فِى أَمْرِ الْجَاهِلِيَّةِ فَيَضْحَكُونَ وَيَتَبَسَّمُ صلى الله عليه وسلم."
Tercemesi:
Bize Yahya b. Yahya, ona Ebu Hayseme, ona da Simak b. Harb şöyle demiştir:
"Cabir b. Semüre'ye; sen Rasulullah (sav) ile oturur muydun (O'nunla aynı mecliste bulunur muydun) diye sordum. Cabir; evet bu çok olurdu. Rasulullah (sav) sabah namazını kıldığı yerden, güneş doğana kadar kalkmaz, güneş doğduğunda kalkardı. Bazen (sahabe) konuşurlar, cahiliye döneminden bahseder ve gülerler, Rasulullah (sav) da tebessüm ederdi dedi."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Fedâil 6035, /976
Senetler:
1. Ebu Halid Cabir b. Semure el-Amirî (Cabir b. Semure b. Cünâde)
2. Simak b. Harb ez-Zühlî (Simak b. Harb b. Evs b. Halid)
3. Züheyr b. Muaviye el-Cu'fî (Züheyr b. Muaviye b. Hadîc b. Rahîl b. Züheyr b. Hayseme)
4. Ebu Zekeriyya Yahya b. Yahya en-Neysâbûrî (Yahya b. Yahya b. Bekir b. Abdurrahman)
Konular:
cahiliye, âdetleri
Hz. Peygamber, tebessüm etmesi
Tebessüm, kardeşinin yüzüne tebessüm etmek