336 Kayıt Bulundu.
Bize Ya‘mar b. Bişr, ona Abdullah b. Mubârek, ona Safvân b. Amr, ona Abdurrahman b. Cübeyr b. Nüfeyr, ona da babası (Cübeyr b. Nüfeyr) şöyle demiştir: "Bir gün, biz Mikdâd b. el-Esved’in yanında oturuyorduk. Derken bir adam oradan geçti ve 'Ne mutlu şu iki göze ki, Allah’ın Rasûlünü gördü. Vallahi biz de senin gördüğünü görmeyi, senin bulunduğun meclislerde bulunmayı çok isterdik' dedi. Bunun üzerine Mikdâd öfkelendi. Ben de hayret ettim, Çünkü adamın söylediği sözden başka bir şey (kötü bir niyet) görmemiştim. Sonra Mikdâd ona yönelerek şöyle dedi:" "Bir adamı, Allah’ın, kendisinin var olmadığı bir dönemde, yarattığı bir meclisi görmeyi temenni etmeye sevk eden şey nedir? Halbuki o kimse, o mecliste bulunsaydı nasıl davranacağını bilmezdi. Vallahi, Allah Rasûlü’nün (sav) huzurunda öyle kimseler bulundu ki, Allah onları yüzüstü cehenneme yuvarladı. Çünkü O’nun davetine uymayıp, O’nu tasdik etmediler. Siz Allah’a şükretmiyor musunuz? Allah sizi öyle bir zamanda var etti ki, sadece Rabbinizi tanıyor ve Peygamberinizin getirdiğini tasdik ediyorsunuz. Böylece siz (öncekilerin uğradığı) musibetten kurtuldunuz ve o imtihanı başkaları yaşadı. Vallahi, Allah Rasûlü (sav), en ağır şartlar altında, herhangi bir peygamberin gönderildiği en zor hal üzere gönderildi. Öyle bir fetret ve cahiliyet devrinde gönderildi ki, insanlar putlara ibadetten daha üstün bir din bilmiyorlardı. İşte O, Allah’tan, hak ile batılı birbirinden ayıran bir ‘Furkân’ ile geldi. Öyle ki, baba ile oğlunu birbirinden ayırdı. Kişi babasını, oğlunu yahut kardeşini kâfir olarak gördüğü halde, Allah onun kalbinin kilidini imana açmış olurdu. Böylece o kişi bilir ki, eğer babası, oğlu veya kardeşi bu hâl üzere ölürse, cehenneme girecektir. O da bunu bilirken gözü nasıl aydın (mutlu) olur ki, sevgilisi ateştedir? İşte 'Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve çocuklarımızdan göz aydınlığı bağışla…' [Furkan, 25/74] ayeti bu konuya işaret eder."
Bize Muhammed b. Cafer, ona Mamer, ona Abdürrezzak, ona Zührî, ona Ali b. Hüseyin, ona da (Abdullah) İbn Abbas şöyle haber vermiştir: "Hz. Peygamber (sav) ashabından bir toplulukla otururken [-Abdürrezzak Ensar'dan bir topluluk demiştir-] büyük bir yıldız kaydı ve parladı. Hz. Peygamber (sav) 'Cahiliye döneminde böyle bir yıldız kaydığında ne derdiniz?' diye sordu. Ashap 'önemli biri doğdu veya öldü diye yorumlardık' dediler. (Abdürrezzak der ki:) Zührî'ye 'Cahiliye'de böyle yıldız kayar mıydı?' diye sordum. O da 'evet kayardı ancak Hz. Peygamber (sav) peygamber olarak gönderildikten sonra arttı' dedi. Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur:" "Yıldızlar, birisinin ölümünden veya doğumundan dolayı kaymaz. Fakat ismi yüce olan Rabbimiz bir işe karar verdiğinde arş taşıyan melekler tesbih ederler. Daha sonra sırasıyla sema ehli tesbih çekerler. Ta ki bu tesbih dünya semasına ulaşır ve sonra sema ehli arşı taşıyan meleklerden sonra gelenlerden bilgi isterler. Onlar da arşı taşıyan meleklere 'Rabbiniz ne buyuruyor' diye sorarlar. Onlar da haberi iletirler. Böylece haber her sema ehlinden bir sonrakine intikal eder. Ta ki bizim şu semamıza kadar haber gelir. Cinler de o haberi kaparlarken bu yıldızlarla taşlanırlar. Taşıdıkları haber aslında hak haberdir. Fakat onlar haberi çarpıtıp ona eklemeler yaparlar." [Abdürrezzak "Cinler kaparlar ve taşlanırlar" demiştir.]
Açıklama: İsnadı Şeyhân'ın şartlarına göre sahihtir.
Bana Ebu Rabî ez-Zehrânî, ona Hammâd (b. Zeyd), ona Eyyüb (es-Sahtiyânî), ona da Muhammed (b. Sîrîn), Ümmü Atiyye'nin şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Rasulullah (sav) bey'at esnasında, bizden ağıt yakmayacağımıza dair de söz almıştı. Fakat beş kadın hariç içimizden hiçbiri bu sözüne sadık kalamadı. Bunlar; Ümmü Süleym, Ümmü Alâ, Muâz'ın karısı olan Bint. Ebu Sebre ya da Bint. Ebu Sebre ile Muâz'ın karısıdır."
Bize Ebu Cafer b. Muhammed b. Sabbah ve Ebu Bekir b. Ebu Şeybe –birbirine yakınlafızlarla-, ikisine İsmail b. İbrahim, ona Haccac es-Savvâf, ona Yahya b. Ebu Kesir, ona Hilal b. Ebu Meymune, ona Ata b. Yesar, ona da Muaviye b. el-Hakem es Sülemi şöyle demiştir: "Rasulullah (sav) ile namaz kılmakta iken, cemaatten birisi hapşırdı. Ben de 'Yerhamukellah' dedim. Herkes gözlerini dikip bana bakınca ben 'Hay anam beni kaybedesice, bu haliniz ne? Bana böyle niye bakıyorsunuz?' dedim. Bu sefer elleriyle uyluklarına vurmaya başladılar. Onların beni susturmak istediklerini gördüm, ben de sustum. Rasulullah (sav) namazını bitirince, babam, anam ona feda olsun, ne ondan önce ne ondan sonra, öğreticiliği ondan daha güzel olan bir öğretmen görmedim. Vallahi ne beni azarladı, ne dövdü, ne de ağır sözler söyledi. Sadece 'Hiç şüphesiz, bu namaz esnasında, dünyevi bir şeyin söylenmesi uygun değildir. Onda söylenecekler ancak tesbih etmek, tekbir getirmek ve Kur'an okumaktan ibarettir' buyurdu. Yahut da Rasulullah (sav) nasıl buyurduysa öyle dedi. Ben 'Ey Allah'ın Rasulü! Ben cahiliye döneminden henüz yeni kurtuldum. Allah İslam'ı gönderdi, bizden kâhinlere giden kimseler de var' dedim, bana 'Sen onlara gitme' buyurdu. 'Bizden birtakım şeyleri uğursuz sayanlar da var' dedim, bana 'Bu, onların içlerinde hissettikleri bir kuruntudur. Sakın bu, onları yapmak istediklerinden alıkoymasın' buyurdu. [İbnu’s Sabbah ise rivayetinde; 'sakın sizi alıkoymasın' dedi.] Ben 'Bizden çizgi çizen birtakım kimseler var' dedim. Hz. Peygamber (sav) 'Nebilerden birisi de çizgi çizerdi. Kimin çizgisi, onun çizgisyle uyuşursa, o isabet etmiş olur' buyurdu. Râvi der ki: Benim Uhud ve Cevâniyye taraflarında koyunlarımı otlatan bir cariyem vardı. Bir gün, kurt onun koyunlarından birisini alıp götürmüş, ben de Adem oğullarından bir adamım. Onların üzüldükleri gibi ben de üzülürüm, bu sebeple, ona bir tokat attım. Arkasından Rasulullah'ın (sav) huzuruna vardım. Yaptığım bu işin pek büyük bir iş olduğunu bana anlattı. Ben de 'Ey Allah'ın Rasulü, onu azat edeyim mi?' dedim. Allah Rasulü 'Onu yanıma getir' buyurdu. Cariyeyi onun yanına götürdüm. Ona 'Allah nerede?' dedi. Cariye 'Semada' dedi. 'Ben kimim?' dedi. Cariye 'Sen Allah'ın Rasulüsün' dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) 'Sen bunu azat et, çünkü o mümine bir cariyedir' buyurdu."
Bize Hasan b. Ali el-Hulvânî ve Abd b. Humeyd, onlara Yakub b. İbrahim b. Sa'd, ona babası (İbrahim b. Sa'd), ona Salih, ona İbn Şihab, ona Ali b. Hüseyin, ona Abdullah b. Abbas, ona da Hz. Peygamber'in ashabından ensarlı bir zatşöyle haber vermiştir: "Sahabe bir gece Rasulullah (sav) ile birlikte otururlarken bir yıldız kaydı ve ortalık aydınlandı. Bunun üzerine Rasulullah (sav) onlara 'böyle yıldız kaydığında cahiliye döneminde derdiniz' diye sordu. 'Allah ve Rasulü bilir. Biz bu gece büyük bir adam doğdu ve bu gece büyük bir adam öldü derdik' dediler. Bunun üzerine Rasulullah (sav) şöyle buyurdu:" "Yıldızlar, birisinin ölümünden veya doğumundan dolayı kaymaz. Fakat ismi yüce olan Rabbimiz bir işe karar verdiğinde arşı taşıyan melekler tesbih ederler. Daha sonra sırasıyla sema ehli tesbih çekerler. Ta ki bu tesbih dünya semasına ulaşır. Sonra Arşı taşıyan meleklerin peşinden gelenler, arşı taşıyan meleklere 'Rabbiniz ne buyuruyor' diye sorarlar. Sema ehli de haberi birbirlerine iletirler. Ta ki haber bizim şu semamıza kadar gelir. Cinler de işitilen bu haberi kaparak onu dostlarına aktarırlar ve bu yıldızla taşlanırlar. Onların getirdiği haber haktır. Lakin onlar ona yalan karıştırırlar ve eklemede bulunurlar."
Bize Ebu Yeman, ona Şuayb, ona Zührî, ona da Said b. Müseyyeb şöyle haber vermiştir: "Bahira" cahiliye döneminde sütleri putlar için saklanan hiç kimsenin sütlerini sağmadığı develere verilen isimdi. "Saibe" ise Arapların ilâhlarına adadıkları devedir. Onun üzerinde hiç bir şey taşınmaz. Said b. Müseyyeb der ki: Ebu Hureyre'nin rivayetine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Amr b. Âmir b. Luhay el-Huzâî'nin bağırsaklarını sürükleyerek cehenneme gittiğini gördüm. O saibe develeri uygulamasını ilk yapan kişiydi."
Bize Musa b. İsmail, ona İbrahim b. Sa'd, ona Salih b. Keysân, ona İbn Şihâb, ona da Saîd b. Müseyyeb şöyle demiştir: "Bahîra", sütü putlara ait kılınarak sütünden insanların faydalanması yasaklanan ve insanlardan hiç kimsenin sütünü sağamayacağı devedir. "Sâibe" ise Cahiliye Araplarının taptıkları putlara adayarak serbest bir şekilde salıverdikleri ve üzerine yük vurulmayan devedir. Saîd b. Müseyyeb der ki: Ebu Hureyre'nin rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Ben cehennemde Amr b. Âmir el-Huzâî'yi bağırsaklarını sürüklerken gördüm. Çünkü o, develeri salma adak yapanların ilki idi." Yine Saîd b. Müseyyeb der ki: "Vasîle" ilk doğumunda dişi yavru dünyaya getiren, ardından ikinci doğumunda da dişi yavru doğuran genç deveye denir. Araplar, arada erkek olmadan peş peşe iki dişi yavru doğuran bu deveyi putlara adayıp özgür bir şekilde salıverirlerdi. "Hâm" ise, çok sayıda deve dölleyen damızlık devedir. Dölleme potansiyeli bittiği zaman Araplar, bu deveyi putlara adayıp salıverir, herhangi bir yük taşımaktan muaf tutar ve ona "Hâmî" (Sırtını yükten koruyan) diye isim verirler. Ebû Yemân der ki: Bize Şuayb, ona Zuhrî, ona Saîd, ona da Ebu Hureyre,Hz. Peygamber'den (sav) bunun benzerini rivayet etmiştir. Yine İbn Hâd, bu hadisi İbn Şihâb'dan, o Saîd'den, o Ebu Hureyre'den (ra), o da Hz. Peygamber'den (sav) rivayet etmiştir.
Bize Muhammed b. Münkedir, ona da Ümeyye bt. Rukayka şöyle rivayet etmiştir: "Müslüman olmak üzere biat edecek bir grup kadınla birlikte Rasulullah'ın (sav) huzuruna geldim. Kadınlar, 'Ey Allah'ın Rasulü! Allah'a hiçbir ortak koşmayacağımıza, hırsızlık yapmayacağımıza, zina etmeyeceğimize, çocuklarımızı öldürmeyeceğimize, zina iftirasında bulunmayacağımıza ve uygun işlerde senin emirlerini çiğnemeyeceğimize dair sana söz veriyoruz' dediler. Rasulullah (sav), 'Gücünüzün yettiği, takat getirebildiğiniz konularda' buyurdu. Kadınlar 'Allah ve Rasulü, bize kendimizden daha merhametli! Ey Allah'ın Rasulü! Gel, sana biat edelim' dediler. Bunun üzerine Rasulullah (sav) 'Ben kadınlarla tokalaşmam. Benim yüz kadına söylediğim söz, bir kadına söylediğim söz gibidir' buyurdu."
Bize Musa b. İsmail, ona İbrahim b. Sa'd, ona Salih b. Keysân, ona İbn Şihâb, ona da Saîd b. Müseyyeb şöyle demiştir: "Bahîra", sütü putlara ait kılınarak sütünden insanların faydalanması yasaklanan ve insanlardan hiç kimsenin sütünü sağamayacağı devedir. "Sâibe" ise Cahiliye Araplarının taptıkları putlara adayarak serbest bir şekilde salıverdikleri ve üzerine yük vurulmayan devedir. Saîd b. Müseyyeb der ki: Ebu Hureyre'nin rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Ben cehennemde Amr b. Âmir el-Huzâî'yi bağırsaklarını sürüklerken gördüm. Çünkü o, develeri salma adak yapanların ilki idi." Yine Saîd b. Müseyyeb der ki: "Vasîle" ilk doğumunda dişi yavru dünyaya getiren, ardından ikinci doğumunda da dişi yavru doğuran genç deveye denir. Araplar, arada erkek olmadan peş peşe iki dişi yavru doğuran bu deveyi putlara adayıp özgür bir şekilde salıverirlerdi. "Hâm" ise, çok sayıda deve dölleyen damızlık devedir. Dölleme potansiyeli bittiği zaman Araplar, bu deveyi putlara adayıp salıverir, herhangi bir yük taşımaktan muaf tutar ve ona "Hâmî" (Sırtını yükten koruyan) diye isim verirler. Ebû Yemân der ki: Bize Şuayb, ona Zuhrî, ona Saîd, ona da Ebu Hureyre,Hz. Peygamber'den (sav) bunun benzerini rivayet etmiştir. Yine İbn Hâd, bu hadisi İbn Şihâb'dan, o Saîd'den, o Ebu Hureyre'den (ra), o da Hz. Peygamber'den (sav) rivayet etmiştir.
Bize Musa b. İsmail, ona İbrahim b. Sa'd, ona Salih b. Keysân, ona İbn Şihâb, ona da Saîd b. Müseyyeb şöyle demiştir: "Bahîra", sütü putlara ait kılınarak sütünden insanların faydalanması yasaklanan ve insanlardan hiç kimsenin sütünü sağamayacağı devedir. "Sâibe" ise Cahiliye Araplarının taptıkları putlara adayarak serbest bir şekilde salıverdikleri ve üzerine yük vurulmayan devedir. Saîd b. Müseyyeb der ki: Ebu Hureyre'nin rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Ben cehennemde Amr b. Âmir el-Huzâî'yi bağırsaklarını sürüklerken gördüm. Çünkü o, develeri salma adak yapanların ilki idi." Yine Saîd b. Müseyyeb der ki: "Vasîle" ilk doğumunda dişi yavru dünyaya getiren, ardından ikinci doğumunda da dişi yavru doğuran genç deveye denir. Araplar, arada erkek olmadan peş peşe iki dişi yavru doğuran bu deveyi putlara adayıp özgür bir şekilde salıverirlerdi. "Hâm" ise, çok sayıda deve dölleyen damızlık devedir. Dölleme potansiyeli bittiği zaman Araplar, bu deveyi putlara adayıp salıverir, herhangi bir yük taşımaktan muaf tutar ve ona "Hâmî" (Sırtını yükten koruyan) diye isim verirler. Ebû Yemân der ki: Bize Şuayb, ona Zuhrî, ona Saîd, ona da Ebu Hureyre,Hz. Peygamber'den (sav) bunun benzerini rivayet etmiştir. Yine İbn Hâd, bu hadisi İbn Şihâb'dan, o Saîd'den, o Ebu Hureyre'den (ra), o da Hz. Peygamber'den (sav) rivayet etmiştir.