Bize Ebu Abdurrahman Abdülmelik b. Süleyman el-Antakî'nin naklettiğine göre Ebu Utbe Abbad b. Abbad el-Havvas eş-Şamî şöyle demiştir:
"Aklınızı kullanınız; çünkü akıl büyük bir nimettir. Fakat nice akıllı insan var ki, asıl muhtaç olduğu ilimleri bırakmış, zararlı konulara dalmıştır. Bu yüzden de kalbi gaflet içinde kalmıştır. Halbuki bir kimsenin, üzerinde düşünülüp fikir beyan edilemeyecek (birtakım teorik-kelamî) konulara kafa yormayı terk etmesi onun üstün bir akla sahip olduğunu gösterir. İnsan böyle konularla ilgilenmeyi bırakmalı ki, salih ameller konusunda diğer insanlarla yarışmayı sürdürsün; sahip olduğu akıl üstünlüğü, böyle bir yarışı terk etmesinden dolayı onun için bir vebale dönüşmesin.Niceleri var ki, kalbi bidatle meşguldür. Dinî konularda Rasulullah'ın (sav) ashabını bırakmış, birtakım bidatçilerin peşine düşmüştür. Ya da kendi görüşüyle yetinmektedir; kendi görüşünün tek doğru yol, ona karşı çıkmanın da sapıklık olduğuna inanmaktadır. Kur'an'dan uzaklaşmaya çağırdığı hâlde, görüşlerini Kur'an'dan aldığını iddia etmektedir. Acaba ondan ve yandaşlarından önce Kur'an'ın muhkemiyle amel eden, müteşabihine iman eden ve Kur'an'ın aydınlık yolunda yürüyen hiç mi Kur'an muhafızı yoktu? Kur'an, Rasullah'ın (sav) önderi oldu. Rasulullah (sav), ashabına önderlik etti. Onun ashabı da, kendilerinden sonra gelen kimselere öncülük ettiler. (Ashabın önderliğinde yetişenler) bölgelerinde tanınmış, takipçileri bulunan ve aralarındaki görüş ayrılıklarına rağmen ehl-i ehvâyı eleştirme konusunda birlik olabilen kimselerdi. Ehl-i ehvâ ise, kendi görüşlerine uyarak doğru yoldan sapmış, doğru yolu terk ederek çeşitli sapık yollara girmişlerdi. Sonunda kendi delilleri onları en sapa çöllere savurdu da, ıssız çöllerde, sonuçlanması imkansız konulara daldılar. Şeytan, onların sapıklıklarıyla ilgili yeni bidatler ürettikçe, onlar da bir bidatten diğerine savruldular. Çünkü onlar ne selefin izini takip ettiler ne de (günahları terk eden) muhacirlere uydular.
Anlatıldığına göre Ömer, Ziyad’a şöyle demiştir: 'İslam’ı ne yıkacak, biliyor musun? Alimin hatası, münafığın Kur’an üzerinden tartışması ve saptırıcı önderler.' Kur’an’ı iyi bilen alimlerinizin ve mescitlere devam eden dindar cemaatinizin arasında ortaya çıkacak gıybet, söz taşıyıcılık, insanlar arasında iki yüzlü davranma ve birine farklı diğerine farklı dille konuşma gibi konularda Allah’tan korkunuz! Nitekim bir rivayette, 'Dünyada ikiyüzlü olan, cehennemde de ikiyüzlü olacaktır' denilmiştir. Gıybet yapan kimse senin yanına gelir, hakkında kötü konuşulmasından hoşlanacağını düşündüğü bir kimsenin gıybetini yapar. Sonra da arkadaşına gider, senin gıybetini yapar. Bir de bakarsın gıybetçi, her birinizle ilgili hedefine ulaşmış; onun birinize söyledikleri diğerinize gizli kalmıştır! Artık her iki taraf, arkadaşının yanında kardeş, gıyabında ise düşman gibidir. Biri diğerinin yanına gidiyorsa, mutlaka şahsi bir menfaati vardır. Ondan uzak duruyor ve yanına uğramıyorsa, bunun sebebi de, içinde ona karşı beslediği saygı ve sevgiyi kaybetmiş olmasıdır. Böylece gıybetçi, yanına gelen arkadaşı (yüzüne karşı söylediği) övücü sözlerle büyüler, diğerinin ise arkasından konuşarak gıybetini yapar. Yetişin, ey Allah’ın kulları! Bu insanların arasında, böyle bir gıybetçinin hilesine engel olacak, Müslüman kardeşinin şeref ve namusunu koruyacak aklı başında bir yiğit ya da bir ıslahçı yok mu? Yok, laf taşıma konusundaki zaaf ve düşkünlüklerini bildiği için, tam tersine insanlara o gıybetçi hakim oldu. İnsanlar da ona hedefini gerçekleştirme fırsatı verdiler. Böylece onların dinleriyle birlikte kendi dini karşılığında (türlü türlü haramlar) yedi."
Ey insanlar! Allah’tan korkun, Allah’tan! Yanınızda bulunmayan Müslümanların mahremlerini koruyun. Hayırlı sözler dışında, dillerinizi o kardeşlerinizden uzak tutun. İslam ümmetine karşı samimi olun. Çünkü siz Kur’an ve Sünnet’i ve onlardaki uygulamaları sonraki nesillere taşıyacak kimselersiniz. Unutmayın ki Kur’an, kendisiyle konuşulmadan konuşamaz. Sünnet de kendisiyle amel edilmedikçe işlevsel hale gelemez. Öyleyse alim susar da, ortaya çıkan kötülüklere engel olmaz, terk edilen iyilikleri emretmezse cahil ne zaman öğrenecek? Halbuki Allah kendilerine kitap verilenlerden, vahyi gizlemeyeceklerine ve onu insanlara açıklayacaklarına dair kesin söz almıştır. Allah’tan korkun! Şüphesiz siz takvanın zayıfladığı, huşuun (yani korku ve sevgi ile Allah’a boyun eğmenin) azaldığı, fesatçıların ilim sahibi olduğu bir zamanda yaşıyorsunuz. O bozguncular ilmi yitirmiş kişiler olarak değil, ilim sahibi olarak tanınmak istediler. Bunun sonucunda, ilme sokuşturdukları hatalı bilgiler vasıtasıyla kendi arzu ve isteklerine uygun ilmî görüşler ileri sürdüler. Kelimeleri bozarak, terk ettikleri hakkın yerine amel ettikleri batılı koydular. Bu yüzden onların günahları bağışlanmayacak kadar büyük günahlardır. Kusurları da itiraf edilemeyecek büyük kusurlardır. Rehber yolu şaşırmışsa, hak yolcusu doğru yolu nasıl bulsun? Onlar dünyayı sevdiler ama sırf dünyalık peşinden koşan ehl-i dünyanın makamını beğenmediler. Konuşmalarında ehl-i dünyadan uzak olduklarını söylediler ama yaşayışta onlar gibi davrandılar. Davranışlarıyla ön plana çıkmamak için de kendilerini sözleriyle savundular. Sonunda, ne alakalarının olmadığını söyledikleri suçlamalardan kurtulabildiler ne de içinde yer almak istedikleri statüye kavuşabildiler. Çünkü hakka uygun davranan kimse, sustuğunda bile hal diliyle konuşur.
Rivayet edilir ki, Yüce Allah (cc) şöyle buyurmuştur: "Ben hikmetli sözler söyleyen kimsenin her sözünü kabul etmem. Önce onun gaye ve arzusuna bakarım; şayet hedef ve arzusu benim rızamı kazanmaksa, konuşmasa bile, ben onun susmasını bana yapılmış bir şükür ve saygı sayarım." Yüce Allah (cc) bir ayette şöyle buyurmuştur: "Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir." (Cuma 61/5) Bir başka ayette de şöyle buyurmuştur: "Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun." (Bakara 2/93) Yani Kur’an’ın hükümleriyle amel edin. Sünneti de, hükümleriyle amel etmeksizin, sadece sözlü olarak benimsemekle yetinmeyin. Zira sünnetle ilgili böyle bir benimseme iddiası, ilmi zayi etmenin yanı sıra aynı zamanda sözlü bir yalandır.
Bidatları, kusurlarınızı örten bir süs malzemesi yapmak için ayıplamayın. Çünkü bidatçıların kötülüğü sizi daha iyi insanlar haline getirmez. Bidatları, sırf bidatçılara saldırmak için de ayıplamayın. Zira böyle bir saldırı, kendi nefislerinizdeki bozukluktan kaynaklanır. Bir doktorun, hastalarını tedavi edip de kendisini hasta etmesi uygun olmaz. Çünkü doktor hastalanırsa, kendi hastalığıyla uğraşmaktan hastalarını tedavi etmeye vakti kalmaz. Fakat o, kendi sağlığını korumalı ki, hastalarını tedavi etme imkanı bulsun. İşte kardeşlerinizi eleştirirken sizin tavrınız da böyle olsun. Önce kendinize bakın ve Rabbinize karşı samimi, kardeşlerinize karşı merhametli olun. Bununla birlikte, başkalarının ayıp ve kusurlarıyla ilgilenmekten çok, kendi ayıp ve kusurlarınızla ilgilenin. Birbirinizden nasihat alın. Size nasihat eden de, sizden nasihat alan da yanınızda saygın ve değerli olsun. Ömer b. Hattab (ra) bu konuda, "Bana ayıp ve kusurlarımı gösteren kimseye Allah merhamet etsin!" demiştir. Hâlbuki siz, birisine bir şey söylediğinizde sözlerinize tahammül edilsin istiyorsunuz, ama aynısı size söylendiğinde öfkeleniyorsunuz. Yine aynı şekilde, kendiniz yadırganacak işler yaptığınızda size öfkelenilmesinden hoşlanmıyorsunuz, ama başkalarında böyle bir durum gördüğünüzde siz onlara öfkeleniyorsunuz.
Kendi görüşünüzü ve sizinle çağdaş olanların görüşünü suçlayın. Konuşmadan önce iyice araştırın. Bir şeyi yapmadan önce bilgi sahibi olun. Çünkü öyle bir zaman gelecek ki, hakla batıl birbirine karışacak. İyilik kötülüğe, kötülük iyiliğe dönüşecek. Bunun sonucunda, niceleri Allah’tan uzaklaştıracak şeylerle O’na yaklaşmaya çalışacak, niceleri de Allah’ın nefretine sebep olacak şeylerle O’nun sevgisini kazanmaya çalışacak. Nitekim Yüce Allah (cc) şöyle buyurmuştur: "Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse, ameli iyi olan kimse gibi mi olacaktır?..." (Fâtır 35/8) Binaenaleyh hakikat, delilleriyle ortaya çıkıncaya kadar, şüpheler üzerinde iyice durun, onları iyice araştırın. Zira bilmediği bir işe bilgisizce dalan kimse günahkâr olur. Kim Allah'ın hoşnutluğunu gözetirse Allah da onu gözetir. Kur’an’a sarılın; ona uyun ve ondaki hükümlerin uygulanmasına öncü olun. Kur’an’ın hükümlerini hakkiyle uygulayanların izini takip edin. Şayet hahamlar ve rahipler Allah’ın kitabını uyguladıklarında ve doğru açıkladıklarında makam ve mevkilerinin gitmesinden korkmasalardı, onu ne değiştirirler ne de gizlerlerdi. Fakat onlar Kitab’a aykırı davrandıklarında makamlarının gitmesinden ve yaptıkları kötülüğün insanlar tarafından anlaşılmasından korktukları için insanları kandırmaya, yaptıklarını onlara farklı göstermeye çalıştılar. Bunun için Kitab’ı yanlış yorumlayarak tahrif ettiler. Tahrif etmeyi başaramadıkları hükümleri de gizlediler. Sonra da makamlarını korumak için kendi yaptıkları iş hakkında sessiz kaldılar. Kavimlerinin onlarla hoş geçinmek için yaptıklarına ses çıkarmadılar. Halbuki Allah, kendilerine kitap verilenlerden , onu insanlara açıklayacaklarına ve gizlemeyeceklerine dair kesin söz almıştı. Ama onlar Allah’ın Kitab’ını gizleme konusunda birbirleriyle yardımlaştılar ve onu tahrif etmelerine göz yumdular.
Açıklama: Süfyan es-Sevrî, öğrencilerine ve dostlarına zühd ve takva konularında bazı mektup ve vasiyetnameler yazmıştır. Darimî tarafından nakledilen bu metin de, onun Abbad b. Abbad'a yazdığı bir risaledir. (DİA, "Süfyân es-Sevrî" md., XXXVIII, 24)
Öneri Formu
Hadis Id, No:
38760, DM000675
Hadis:
أَخْبَرَنَا عَبْدُ الْمَلِكِ بْنُ سُلَيْمَانَ أَبُو عَبْدِ الرَّحْمَنِ الأَنْطَاكِىُّ عَنْ عَبَّادِ بْنِ عَبَّادٍ الْخَوَّاصِ الشَّامِىِّ أَبِى عُتْبَةَ قَالَ :
أَمَّا بَعْدُ ، اعْقِلُوا وَالْعَقْلُ نِعْمَةٌ ، فَرُبَّ ذِى عَقْلٍ قَدْ شُغِلَ قَلْبُهُ بِالتَّعَمُّقِ عَمَّا هُوَ عَلَيْهِ ضَرَرٌ عَنْ الاِنْتِفَاعِ بِمَا يَحْتَاجُ إِلَيْهِ حَتَّى صَارَ عَنْ ذَلِكَ سَاهِياً ، وَمِنْ فَضْلِ عَقْلِ الْمَرْءِ تَرْكُ النَّظَرِ فِيمَا لاَ نَظَرَ فِيهِ حَتَّى لاَ يَكُونَ فَضْلُ عَقْلِهِ وَبَالاً عَلَيْهِ فِى تَرْكِ مُنَافَسَةِ مَنْ هُوَ دُونَهُ فِى الأَعْمَالِ الصَّالِحَةِ ، أَوْ رَجُلٍ شُغِلَ قَلْبُهُ بِبِدْعَةٍ قَلَّدَ فِيهَا دِينَهُ رِجَالاً دُونَ أَصْحَابِ رَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- أَوِ اكْتَفَى بِرَأْيِهِ فِيمَا لاَ يَرَى الْهُدَى إِلاَّ فِيهَا ، وَلاَ يَرَى الضَّلاَلَةَ إِلاَّ بِتَرْكِهَا يَزْعُمُ أَنَّهُ أَخَذَهَا مِنَ الْقُرْآنِ وَهُوَ يَدْعُو إِلَى فِرَاقِ الْقُرْآنِ ، أَفَمَا كَانَ لِلْقُرْآنِ حَمَلَةٌ قَبْلَهُ وَقَبْلَ أَصْحَابِهِ يَعْمَلُونَ بِمُحْكَمِهِ وَيُؤْمِنُونَ بِمُتَشَابِهِهِ؟ وَكَانُوا مِنْهُ عَلَى مَنَارٍ كَوَضَحِ الطَّرِيقِ ، فَكَانَ الْقُرْآنُ إِمَامَ رَسُولِ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ -صلى الله عليه وسلم- إِمَاماً لأَصْحَابِهِ ، وَكَانَ أَصْحَابُهُ أَئِمَّةً لِمَنْ بَعْدَهُمْ رِجَالٌ مَعْرُوفُونَ مَنْسُوبُونَ فِى الْبُلْدَانِ مُتَّفِقُونَ فِى الرَّدِّ عَلَى أَصْحَابِ الأَهْوَاءِ مَعَ مَا كَانَ بَيْنَهُمْ مِنَ الاِخْتِلاَفِ ، وَتَسَكَّعَ أَصْحَابُ الأَهْوَاءِ بِرَأْيِهِمْ فِى سُبُلٍ مُخْتَلِفَةٍ جَائِرَةٍ عَنِ الْقَصْدِ مُفَارِقَةٍ لِلصِّرَاطِ الْمُسْتَقِيمِ ، فَتَوَّهَتْ بِهِمْ أَدِلاَّؤُهُمْ فِى مَهَامِهَ مُضِلَّةٍ ، فَأَمْعَنُوا فِيهَا مُتَعَسِّفِينَ فِى تِيهِهِمْ ، كُلَّمَا أَحْدَثَ لَهُمُ الشَّيْطَانُ بِدْعَةً فِى ضَلاَلَتِهِمُ انْتَقَلُوا مِنْهَا إِلَى غَيْرِهَا ، لأَنَّهُمْ لَمْ يَطْلُبُوا أَثَرَ السَّابِقِينَ وَلَمْ يَقْتَدُوا بِالْمُهَاجِرِينَ ، وَقَدْ ذُكِرَ عَنْ عُمَرَ أَنَّهُ قَالَ لِزِيَادٍ : هَلْ تَدْرِى مَا يَهْدِمُ الإِسْلاَمَ؟ زَلَّةُ عَالِمٍ وَجِدَالُ مُنَافِقٍ بِالْقُرْآنِ وَأَئِمَّةٌ مُضِلُّونَ ، اتَّقُوا اللَّهَ وَمَا حَدَثَ فِى قُرَّائِكُمْ وَأَهْلِ مَسَاجِدِكُمْ مِنَ الْغِيبَةِ وَالنَّمِيمَةِ وَالْمَشْىِ بَيْنَ النَّاسِ بِوَجْهَيْنِ وَلِسَانَيْنِ ، وَقَدْ ذُكِرَ أَنَّ مَنْ كَانَ ذَا وَجْهَيْنِ فِى الدُّنْيَا كَانَ ذَا وَجْهَيْنِ فِى النَّارِ ، يَلْقَاكَ صَاحِبُ الْغِيبَةِ فَيَغْتَابُ عِنْدَكَ مَنْ يَرَى أَنَّكَ تُحِبُّ غِيبَتَهُ ، وَيُخَالِفُكَ إِلَى صَاحِبِكَ فَيَأْتِيهِ عَنْكَ بِمِثْلِهِ ، فَإِذَا هُوَ قَدْ أَصَابَ عِنْدَ كُلِّ وَاحِدٍ مِنْكُمَا حَاجَتَهُ وَخَفِىَ عَلَى كُلِّ وَاحِدٍ مِنْكُمَا مَا أُتِىَ بِهِ عِنْدَ صَاحِبِهِ ، حُضُورُهُ عِنْدَ مَنْ حَضَرَهُ حُضُورُ الإِخْوَانِ وَغَيْبَتُهُ عَلَى مَنْ غَابَ عَنْهُ غَيْبَةُ الأَعْدَاءِ ، مَنْ حَضَرَ مِنْهُمْ كَانَتْ لَهُ الأَثَرَةُ ، وَمَنْ غَابَ مِنْهُمْ لَمْ تَكُنْ لَهُ حُرْمَةٌ ، يَفْتِنُ مَنْ حَضَرَهُ بِالتَّزْكِيَةِ ، وَيَغْتَابُ مَنْ غَابَ عَنْهُ بِالْغِيبَةِ ، فَيَا لِعِبَادَ اللَّهِ أَمَا فِى الْقَوْمِ مِنْ رَشِيدٍ وَلاَ مُصْلِحٍ يَقْمَعُ هَذَا عَنْ مَكِيدَتِهِ وَيَرُدُّهُ عَنْ عِرْضِ أَخِيهِ الْمُسْلِمِ؟ بَلْ عَرَفَ هَوَاهُمْ فِيمَا مَشَىَ بِهِ إِلَيْهِمْ فَاسْتَمْكَنَ مِنْهُمْ وَأَمْكَنُوهُ مِنْ حَاجَتِهِ ، فَأَكَلَ بِدِينِهِ مَعَ أَدْيَانِهِمْ ، فَاللَّهَ اللَّهَ ذُبُّوا عَنْ حُرَمِ غُيَّابِكُمْ ، وَكُفُّوا أَلْسِنَتَكُمْ عَنْهُمْ إِلاَّ مِنْ خَيْرٍ وَنَاصِحُوا اللَّهَ فِى أُمَّتِكُمْ إِذْ كُنْتُمْ حَمَلَةَ الْكِتَابِ وَالسُّنَّةِ ، فَإِنَّ الْكِتَابَ لاَ يَنْطِقُ حَتَّى يُنْطَقَ بِهِ ، وَإِنَّ السُّنَّةَ لاَ تَعْمَلُ حَتَّى يُعْمَلَ بِهَا ، فَمَتَى يَتَعَلَّمُ الْجَاهِلُ إِذَا سَكَتَ الْعَالِمُ فَلَمْ يُنْكِرْ مَا ظَهَرَ وَلَمْ يَأْمُرْ بِمَا تُرِكَ ، وَقَدْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لِيُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلاَ يَكْتُمُونَهُ ، اتَّقُوا اللَّهَ فَإِنَّكُمْ فِى زَمَانٍ رَقَّ فِيهِ الْوَرَعُ وَقَلَّ فِيهِ الْخُشُوعُ ، وَحَمَلَ الْعِلْمَ مُفْسِدُوهُ فَأَحَبُّوا أَنْ يُعْرَفُوا بِحَمْلِهِ ، وَكَرِهُوا أَنْ يُعْرَفُوا بِإِضَاعَتِهِ ، فَنَطَقُوا فِيهِ بِالْهَوَى لِمَّا أَدْخَلُوا فِيهِ مِنَ الْخَطَإِ وَحَرَّفُوا الْكَلِمَ عَمَّا تَرَكُوا مِنَ الْحَقِّ إِلَى مَا عَمِلُوا بِهِ مِنْ بَاطِلٍ ، فَذُنُوبُهُمْ ذُنُوبٌ لاَ يُسْتَغْفَرُ مِنْهَا وَتَقْصِيرُهُمْ تَقْصِيرٌ لاَ يُعْتَرَفُ بِهِ ، كَيْفَ يَهْتَدِى الْمُسْتَدِلُّ الْمُسْتَرْشِدُ إِذَا كَانَ الدَّلِيلُ حَائِراً؟ أَحَبُّوا الدُّنْيَا وَكَرِهُوا مَنْزِلَةَ أَهْلِهَا فَشَارَكُوهُمْ فِى الْعَيْشِ ، وَزَايَلُوهُمْ بِالْقَوْلِ وَدَافَعُوا بِالْقَوْلِ عَنْ أَنْفُسِهِمْ أَنْ يُنْسَبُوا إِلَى عَمَلِهِمْ ، فَلَمْ يَتَبَرَّءُوا مِمَّا انْتَفَوْا مِنْهُ وَلَمْ يَدْخُلُوا فِيمَا نَسَبُوا إِلَيْهِ أَنْفُسَهُمْ لأَنَّ الْعَامِلَ بِالْحَقِّ مُتَكَلِّمٌ وَإِنْ سَكَتَ ، وَقَدْ ذُكِرَ أَنَّ اللَّهَ تَعَالَى يَقُولُ : إِنِّى لَسْتُ كُلَّ كَلاَمِ الْحَكِيمِ أَتَقَبَّلُ وَلَكِنِّى أَنْظُرُ إِلَى هَمِّهِ وَهَوَاهُ ، فَإِنْ كَانَ هَمُّهُ وَهَوَاهُ لِى جَعَلْتُ صَمْتَهُ حَمْداً وَوَقَاراً لِى وَإِنْ لَمْ يَتَكَلَّمْ. وَقَالَ اللَّهُ تَعَالَى {مَثَلُ الَّذِينَ حُمِّلُوا التَّوْرَاةَ ثُمَّ لَمْ يَحْمِلُوهَا كَمَثَلِ الْحِمَارِ يَحْمِلُ أَسْفَاراً)وَقَالَ {خُذُوا مَا آتَيْنَاكُمْ بِقُوَّةٍ} قَالَ الْعَمَلُ بِمَا فِيهِ وَلاَ تَكْتَفُوا مِنَ السُّنَّةِ بِانْتِحَالِهَا بِالْقَوْلِ دُونَ الْعَمَلِ بِهَا ، فَإِنَّ انْتِحَالَ السُّنَّةِ دُونَ الْعَمَلِ بِهَا كَذِبٌ بِالْقَوْلِ مَعَ إِضَاعَةِ الْعِلْمِ ، وَلاَ تَعِيبُوا بِالْبِدَعِ تَزَيُّناً بِعَيْبِهَا ، فَإِنَّ فَسَادَ أَهْلِ الْبِدَعِ لَيْسَ بِزَائِدٍ فِى صَلاَحِكُمْ ، وَلاَ تَعِيبُوهَا بَغْياً عَلَى أَهْلِهَا ، فَإِنَّ الْبَغْىَ مِنْ فَسَادِ أَنْفُسِكُمْ وَلَيْسَ يَنْبَغِى لِلطَّبِيبِ أَنْ يُدَاوِىَ الْمَرْضَى بِمَا يُبْرِئُهُمْ وَيُمْرِضُهُ ، فَإِنَّهُ إِذَا مَرِضَ اشْتَغَلَ بِمَرَضِهِ عَنْ مُدَاوَاتِهِمْ ، وَلَكِنْ يَنْبَغِى أَنْ يَلْتَمِسَ لِنَفْسِهِ الصِّحَّةَ لِيَقْوَى بِهِ عَلَى عِلاَجِ الْمَرْضِى ، فَلْيَكُنْ أَمْرُكُمْ فِيمَا تُنْكِرُونَ عَلَى إِخْوَانِكُمْ نَظَراً مِنْكُمْ لأَنْفُسِكُمْ وَنَصِيحَةً مِنْكُمْ لِرَبِّكُمْ وَشَفَقَةً مِنْكُمْ عَلَى إِخْوَانِكُمْ ، وَأَنْ تَكُونُوا مَعَ ذَلِكَ بِعُيُوبِ أَنْفُسِكُمْ أَعْنَى مِنْكُمْ بِعُيُوبِ غَيْرِكُمْ وَأَنْ يَسْتَفْطِمَ بَعْضُكُمْ بَعْضاً النَّصِيحَةَ ، وَأَنْ يَحْظَى عِنْدَكُمْ مَنْ بَذَلَهَا لَكُمْ وَقَبِلَهَا مِنْكُمْ ، وَقَدْ قَالَ عُمَرُ بْنُ الْخَطَّابِ رَضِىَ اللَّهُ تَعَالَى عَنْهُ : رَحِمَ اللَّهُ مَنْ أَهْدَى إِلَىَّ عُيُوبِى. تُحِبُّونَ أَنْ تَقُولُوا فَيُحْتَمَلَ لَكُمْ ، وَإِنْ قِيلَ لَكُمْ مِثْلُ الَّذِى قُلْتُمْ غَضِبْتُمْ ، تَجِدُونَ عَلَى النَّاسِ فِيمَا تُنْكِرُونَ مِنْ أُمُورِهِمْ وَتَأْتُونَ مِثْلَ ذَلِكَ ، فَلاَ تُحِبُّونَ أَنْ يَؤْخَذَ عَلَيْكُمْ ، اتَّهِمُوا رَأْيَكُمْ وَرَأْىَ أَهْلِ زَمَانِكُمْ وَتَثَبَّتُوا قَبْلَ أَنْ تَكَلَّمُوا ، وَتَعَلَّمُوا قَبْلَ أَنْ تَعْمَلُوا ، فَإِنَّهُ يَأْتِى زَمَانٌ يَشْتَبِهُ فِيهِ الْحَقُّ وَالْبَاطِلُ ، وَيَكُونُ الْمَعْرُوفُ فِيهِ مُنْكَراً وَالْمُنْكَرُ فِيهِ مَعْرُوفاً ، فَكَمْ مِنْ مُتَقَرِّبٍ إِلَى اللَّهِ بِمَا يُبَاعِدُهُ وَمُتَحَبِّبٍ إِلَيْهِ بِمَا يُبَغِّضُهُ عَلَيْهِ ، قَالَ اللَّهُ تَعَالَى {أَفَمَنْ زُيِّنَ لَهُ سُوءُ عَمَلِهِ فَرَآهُ حَسَناً} الآيَةَ ، فَعَلَيْكُمْ بِالْوُقُوفِ عِنْدَ الشُّبُهَاتِ حَتَّى يَبْرُزَ لَكُمْ وَاضِحُ الْحَقِّ بِالْبَيِّنَةِ ، فَإِنَّ الدَّاخِلَ فِيمَا لاَ يَعْلَمُ بِغَيْرِ عِلْمٍ آثِمٌ ، وَمَنْ نَظَرَ لِلَّهِ نَظَرَ اللَّهُ لَهُ ، عَلَيْكُمْ بِالْقُرْآنِ فَأْتَمُّوا بِهِ وَأُمُّوا بِهِ ، وَعَلَيْكُمْ بِطَلَبِ أَثَرِ الْمَاضِينَ فِيهِ ، وَلَوْ أَنَّ الأَحْبَارَ وَالرُّهْبَانَ لَمْ يَتَّقُوا زَوَالَ مَرَاتِبِهِمْ وَفَسَادَ مَنْزِلَتِهِمْ بِإِقَامَةِ الْكِتَابِ وَتِبْيَانِهِ مَا حَرَّفُوهُ وَلاَ كَتَمُوهُ ، وَلَكِنَّهُمْ لَمَّا خَالَفُوا الْكِتَابَ بِأَعْمَالِهِمُ الْتَمَسُوا أَنْ يَخْدَعُوا قَوْمَهُمْ عَمَّا صَنَعُوا مَخَافَةَ أَنْ تَفْسُدَ مَنَازِلُهُمْ وَأَنْ يَتَبَيَّنَ لِلنَّاسِ فَسَادُهُمْ فَحَرَّفُوا الْكِتَابَ بِالتَّفْسِيرِ ، وَمَا لَمْ يَسْتَطِيعُوا تَحْرِيفَهُ كَتَمُوهُ ، فَسَكَتُوا عَنْ صَنِيعِ أَنْفُسِهِمْ إِبْقَاءً عَلَى مَنَازِلِهِمْ ، وَسَكَتُوا عَمَّا صَنَعَ قَوْمُهُمْ مُصَانَعَةً لَهُمْ ، وَقَدْ أَخَذَ اللَّهُ مِيثَاقَ الَّذِينَ أُوتُوا الْكِتَابَ لِيُبَيِّنُنَّهُ لِلنَّاسِ وَلاَ يَكْتُمُونَهُ ، بَلْ مَالَئُوا عَلَيْهِ وَرَقَّقُوا لَهُمْ فِيهِ.
Tercemesi:
Bize Ebu Abdurrahman Abdülmelik b. Süleyman el-Antakî'nin naklettiğine göre Ebu Utbe Abbad b. Abbad el-Havvas eş-Şamî şöyle demiştir:
"Aklınızı kullanınız; çünkü akıl büyük bir nimettir. Fakat nice akıllı insan var ki, asıl muhtaç olduğu ilimleri bırakmış, zararlı konulara dalmıştır. Bu yüzden de kalbi gaflet içinde kalmıştır. Halbuki bir kimsenin, üzerinde düşünülüp fikir beyan edilemeyecek (birtakım teorik-kelamî) konulara kafa yormayı terk etmesi onun üstün bir akla sahip olduğunu gösterir. İnsan böyle konularla ilgilenmeyi bırakmalı ki, salih ameller konusunda diğer insanlarla yarışmayı sürdürsün; sahip olduğu akıl üstünlüğü, böyle bir yarışı terk etmesinden dolayı onun için bir vebale dönüşmesin.Niceleri var ki, kalbi bidatle meşguldür. Dinî konularda Rasulullah'ın (sav) ashabını bırakmış, birtakım bidatçilerin peşine düşmüştür. Ya da kendi görüşüyle yetinmektedir; kendi görüşünün tek doğru yol, ona karşı çıkmanın da sapıklık olduğuna inanmaktadır. Kur'an'dan uzaklaşmaya çağırdığı hâlde, görüşlerini Kur'an'dan aldığını iddia etmektedir. Acaba ondan ve yandaşlarından önce Kur'an'ın muhkemiyle amel eden, müteşabihine iman eden ve Kur'an'ın aydınlık yolunda yürüyen hiç mi Kur'an muhafızı yoktu? Kur'an, Rasullah'ın (sav) önderi oldu. Rasulullah (sav), ashabına önderlik etti. Onun ashabı da, kendilerinden sonra gelen kimselere öncülük ettiler. (Ashabın önderliğinde yetişenler) bölgelerinde tanınmış, takipçileri bulunan ve aralarındaki görüş ayrılıklarına rağmen ehl-i ehvâyı eleştirme konusunda birlik olabilen kimselerdi. Ehl-i ehvâ ise, kendi görüşlerine uyarak doğru yoldan sapmış, doğru yolu terk ederek çeşitli sapık yollara girmişlerdi. Sonunda kendi delilleri onları en sapa çöllere savurdu da, ıssız çöllerde, sonuçlanması imkansız konulara daldılar. Şeytan, onların sapıklıklarıyla ilgili yeni bidatler ürettikçe, onlar da bir bidatten diğerine savruldular. Çünkü onlar ne selefin izini takip ettiler ne de (günahları terk eden) muhacirlere uydular.
Anlatıldığına göre Ömer, Ziyad’a şöyle demiştir: 'İslam’ı ne yıkacak, biliyor musun? Alimin hatası, münafığın Kur’an üzerinden tartışması ve saptırıcı önderler.' Kur’an’ı iyi bilen alimlerinizin ve mescitlere devam eden dindar cemaatinizin arasında ortaya çıkacak gıybet, söz taşıyıcılık, insanlar arasında iki yüzlü davranma ve birine farklı diğerine farklı dille konuşma gibi konularda Allah’tan korkunuz! Nitekim bir rivayette, 'Dünyada ikiyüzlü olan, cehennemde de ikiyüzlü olacaktır' denilmiştir. Gıybet yapan kimse senin yanına gelir, hakkında kötü konuşulmasından hoşlanacağını düşündüğü bir kimsenin gıybetini yapar. Sonra da arkadaşına gider, senin gıybetini yapar. Bir de bakarsın gıybetçi, her birinizle ilgili hedefine ulaşmış; onun birinize söyledikleri diğerinize gizli kalmıştır! Artık her iki taraf, arkadaşının yanında kardeş, gıyabında ise düşman gibidir. Biri diğerinin yanına gidiyorsa, mutlaka şahsi bir menfaati vardır. Ondan uzak duruyor ve yanına uğramıyorsa, bunun sebebi de, içinde ona karşı beslediği saygı ve sevgiyi kaybetmiş olmasıdır. Böylece gıybetçi, yanına gelen arkadaşı (yüzüne karşı söylediği) övücü sözlerle büyüler, diğerinin ise arkasından konuşarak gıybetini yapar. Yetişin, ey Allah’ın kulları! Bu insanların arasında, böyle bir gıybetçinin hilesine engel olacak, Müslüman kardeşinin şeref ve namusunu koruyacak aklı başında bir yiğit ya da bir ıslahçı yok mu? Yok, laf taşıma konusundaki zaaf ve düşkünlüklerini bildiği için, tam tersine insanlara o gıybetçi hakim oldu. İnsanlar da ona hedefini gerçekleştirme fırsatı verdiler. Böylece onların dinleriyle birlikte kendi dini karşılığında (türlü türlü haramlar) yedi."
Ey insanlar! Allah’tan korkun, Allah’tan! Yanınızda bulunmayan Müslümanların mahremlerini koruyun. Hayırlı sözler dışında, dillerinizi o kardeşlerinizden uzak tutun. İslam ümmetine karşı samimi olun. Çünkü siz Kur’an ve Sünnet’i ve onlardaki uygulamaları sonraki nesillere taşıyacak kimselersiniz. Unutmayın ki Kur’an, kendisiyle konuşulmadan konuşamaz. Sünnet de kendisiyle amel edilmedikçe işlevsel hale gelemez. Öyleyse alim susar da, ortaya çıkan kötülüklere engel olmaz, terk edilen iyilikleri emretmezse cahil ne zaman öğrenecek? Halbuki Allah kendilerine kitap verilenlerden, vahyi gizlemeyeceklerine ve onu insanlara açıklayacaklarına dair kesin söz almıştır. Allah’tan korkun! Şüphesiz siz takvanın zayıfladığı, huşuun (yani korku ve sevgi ile Allah’a boyun eğmenin) azaldığı, fesatçıların ilim sahibi olduğu bir zamanda yaşıyorsunuz. O bozguncular ilmi yitirmiş kişiler olarak değil, ilim sahibi olarak tanınmak istediler. Bunun sonucunda, ilme sokuşturdukları hatalı bilgiler vasıtasıyla kendi arzu ve isteklerine uygun ilmî görüşler ileri sürdüler. Kelimeleri bozarak, terk ettikleri hakkın yerine amel ettikleri batılı koydular. Bu yüzden onların günahları bağışlanmayacak kadar büyük günahlardır. Kusurları da itiraf edilemeyecek büyük kusurlardır. Rehber yolu şaşırmışsa, hak yolcusu doğru yolu nasıl bulsun? Onlar dünyayı sevdiler ama sırf dünyalık peşinden koşan ehl-i dünyanın makamını beğenmediler. Konuşmalarında ehl-i dünyadan uzak olduklarını söylediler ama yaşayışta onlar gibi davrandılar. Davranışlarıyla ön plana çıkmamak için de kendilerini sözleriyle savundular. Sonunda, ne alakalarının olmadığını söyledikleri suçlamalardan kurtulabildiler ne de içinde yer almak istedikleri statüye kavuşabildiler. Çünkü hakka uygun davranan kimse, sustuğunda bile hal diliyle konuşur.
Rivayet edilir ki, Yüce Allah (cc) şöyle buyurmuştur: "Ben hikmetli sözler söyleyen kimsenin her sözünü kabul etmem. Önce onun gaye ve arzusuna bakarım; şayet hedef ve arzusu benim rızamı kazanmaksa, konuşmasa bile, ben onun susmasını bana yapılmış bir şükür ve saygı sayarım." Yüce Allah (cc) bir ayette şöyle buyurmuştur: "Tevrat’la yükümlü tutulup da onunla amel etmeyenlerin durumu, ciltlerle kitap taşıyan eşeğin durumu gibidir." (Cuma 61/5) Bir başka ayette de şöyle buyurmuştur: "Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun." (Bakara 2/93) Yani Kur’an’ın hükümleriyle amel edin. Sünneti de, hükümleriyle amel etmeksizin, sadece sözlü olarak benimsemekle yetinmeyin. Zira sünnetle ilgili böyle bir benimseme iddiası, ilmi zayi etmenin yanı sıra aynı zamanda sözlü bir yalandır.
Bidatları, kusurlarınızı örten bir süs malzemesi yapmak için ayıplamayın. Çünkü bidatçıların kötülüğü sizi daha iyi insanlar haline getirmez. Bidatları, sırf bidatçılara saldırmak için de ayıplamayın. Zira böyle bir saldırı, kendi nefislerinizdeki bozukluktan kaynaklanır. Bir doktorun, hastalarını tedavi edip de kendisini hasta etmesi uygun olmaz. Çünkü doktor hastalanırsa, kendi hastalığıyla uğraşmaktan hastalarını tedavi etmeye vakti kalmaz. Fakat o, kendi sağlığını korumalı ki, hastalarını tedavi etme imkanı bulsun. İşte kardeşlerinizi eleştirirken sizin tavrınız da böyle olsun. Önce kendinize bakın ve Rabbinize karşı samimi, kardeşlerinize karşı merhametli olun. Bununla birlikte, başkalarının ayıp ve kusurlarıyla ilgilenmekten çok, kendi ayıp ve kusurlarınızla ilgilenin. Birbirinizden nasihat alın. Size nasihat eden de, sizden nasihat alan da yanınızda saygın ve değerli olsun. Ömer b. Hattab (ra) bu konuda, "Bana ayıp ve kusurlarımı gösteren kimseye Allah merhamet etsin!" demiştir. Hâlbuki siz, birisine bir şey söylediğinizde sözlerinize tahammül edilsin istiyorsunuz, ama aynısı size söylendiğinde öfkeleniyorsunuz. Yine aynı şekilde, kendiniz yadırganacak işler yaptığınızda size öfkelenilmesinden hoşlanmıyorsunuz, ama başkalarında böyle bir durum gördüğünüzde siz onlara öfkeleniyorsunuz.
Kendi görüşünüzü ve sizinle çağdaş olanların görüşünü suçlayın. Konuşmadan önce iyice araştırın. Bir şeyi yapmadan önce bilgi sahibi olun. Çünkü öyle bir zaman gelecek ki, hakla batıl birbirine karışacak. İyilik kötülüğe, kötülük iyiliğe dönüşecek. Bunun sonucunda, niceleri Allah’tan uzaklaştıracak şeylerle O’na yaklaşmaya çalışacak, niceleri de Allah’ın nefretine sebep olacak şeylerle O’nun sevgisini kazanmaya çalışacak. Nitekim Yüce Allah (cc) şöyle buyurmuştur: "Kötü ameli kendisine süslü gösterilip de onu güzel gören kimse, ameli iyi olan kimse gibi mi olacaktır?..." (Fâtır 35/8) Binaenaleyh hakikat, delilleriyle ortaya çıkıncaya kadar, şüpheler üzerinde iyice durun, onları iyice araştırın. Zira bilmediği bir işe bilgisizce dalan kimse günahkâr olur. Kim Allah'ın hoşnutluğunu gözetirse Allah da onu gözetir. Kur’an’a sarılın; ona uyun ve ondaki hükümlerin uygulanmasına öncü olun. Kur’an’ın hükümlerini hakkiyle uygulayanların izini takip edin. Şayet hahamlar ve rahipler Allah’ın kitabını uyguladıklarında ve doğru açıkladıklarında makam ve mevkilerinin gitmesinden korkmasalardı, onu ne değiştirirler ne de gizlerlerdi. Fakat onlar Kitab’a aykırı davrandıklarında makamlarının gitmesinden ve yaptıkları kötülüğün insanlar tarafından anlaşılmasından korktukları için insanları kandırmaya, yaptıklarını onlara farklı göstermeye çalıştılar. Bunun için Kitab’ı yanlış yorumlayarak tahrif ettiler. Tahrif etmeyi başaramadıkları hükümleri de gizlediler. Sonra da makamlarını korumak için kendi yaptıkları iş hakkında sessiz kaldılar. Kavimlerinin onlarla hoş geçinmek için yaptıklarına ses çıkarmadılar. Halbuki Allah, kendilerine kitap verilenlerden , onu insanlara açıklayacaklarına ve gizlemeyeceklerine dair kesin söz almıştı. Ama onlar Allah’ın Kitab’ını gizleme konusunda birbirleriyle yardımlaştılar ve onu tahrif etmelerine göz yumdular.
Açıklama:
Süfyan es-Sevrî, öğrencilerine ve dostlarına zühd ve takva konularında bazı mektup ve vasiyetnameler yazmıştır. Darimî tarafından nakledilen bu metin de, onun Abbad b. Abbad'a yazdığı bir risaledir. (DİA, "Süfyân es-Sevrî" md., XXXVIII, 24)
Yazar, Kitap, Bölüm:
Dârimî, Sünen-i Dârimî, Mukaddime 57, 1/506
Senetler:
1. Ebu Utbe Abbad b. Abbad el-Havvas (Abbad b. Abbad)
2. Ebu Abdurrahman Abdülmelik b. Süleyman el-Antakî (Abdülmelik b. Süleyman)
Konular:
Bilgi, alimin/ilmin önemi
Bilgi, bilgi ile amel arasındaki ilişki
Bilgi, bilgiye ulaşmak için akıl yürütme
Bilgi, Kur'an ve Sünnet bilgisi
Bilgi, Öğrenilmesi, Öğretilmesi
Dünya, aldatıcılığı
Gıybet, gıybet etmek, dedi kodu yapmak
İmtihan, Allah'ın imtihan etmesi
Koğuculuk, koğuculuk yapmak
Tergib, niyet
Bize Amr b. Asım, ona Hammâd –İbn Seleme-, ona da Asım (b. Ebu Necûd), Zirr’in şöyle dediğini rivayet etti: Sabah (erkenden) Safvan b. Assâl el-Muradî’nin yanına gittim. Ona mestler üzerine mesh etme konusunu sormak istiyordum. Bana 'Seni buraya ne getirdi?' diye sordu. Ben de, 'İlim elde etme arzusu' cevabını verdim. Safvân: '(O halde) Sana bir müjde vereyim mi?' dedi. Ben de: 'Elbette' cevabını verince, Rasulullah'a nisbet ederek (merfu olarak) şu hadisi rivayet etti: "Melekler, elde etmek istediği şeyden hoşnut oldukları için ilim talibinin (ayakları) altına kanatlarını sererler."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
37341, DM000369
Hadis:
أَخْبَرَنَا عَمْرُو بْنُ عَاصِمٍ حَدَّثَنَا حَمَّادٌ - هُوَ ابْنُ سَلَمَةَ - عَنْ عَاصِمٍ عَنْ زِرٍّ قَالَ:
غَدَوْتُ عَلَى صَفْوَانَ بْنِ عَسَّالٍ الْمُرَادِىِّ، وَأَنَا أُرِيدُ أَنْ أَسْأَلَهُ عَنِ الْمَسْحِ عَلَى الْخُفَّيْنِ. فَقَالَ: ’مَا جَاءَ بِكَ؟’ قُلْتُ: ’ابْتِغَاءَ الْعِلْمِ.’ قَالَ: ’أَلاَ أُبَشِّرُكَ؟’ قُلْتُ: ’بَلَى.’ فَقَالَ رَفَعَ الْحَدِيثَ إِلَى النَّبِىِّ -صلى الله عليه وسلم- وَقَالَ: "إِنَّ الْمَلاَئِكَةَ لَتَضَعُ أَجْنِحَتَهَا لِطَالِبِ الْعِلْمِ، رِضاً بِمَا يَطْلُبُ."
Tercemesi:
Bize Amr b. Asım, ona Hammâd –İbn Seleme-, ona da Asım (b. Ebu Necûd), Zirr’in şöyle dediğini rivayet etti: Sabah (erkenden) Safvan b. Assâl el-Muradî’nin yanına gittim. Ona mestler üzerine mesh etme konusunu sormak istiyordum. Bana 'Seni buraya ne getirdi?' diye sordu. Ben de, 'İlim elde etme arzusu' cevabını verdim. Safvân: '(O halde) Sana bir müjde vereyim mi?' dedi. Ben de: 'Elbette' cevabını verince, Rasulullah'a nisbet ederek (merfu olarak) şu hadisi rivayet etti: "Melekler, elde etmek istediği şeyden hoşnut oldukları için ilim talibinin (ayakları) altına kanatlarını sererler."
Açıklama:
Kültürümüzde Hadisler projesini ilgilendiren kısım:
وَإِنَّ الْمَلاَئِكَةَ لَتَضَعُ أَجْنِحَتَهَا رِضًا لِطَالِبِ الْعِلْمِ
Yazar, Kitap, Bölüm:
Dârimî, Sünen-i Dârimî, Mukaddime 32, 1/370
Senetler:
1. Safvan b. Assâl el-Murâdî (Safvan b. Assâl)
2. Ebu Meryem Zir b. Hubeyş el-Esedi (Zir b. Hubeyş b. Hubabe b. Evs b. Bilal b. Sa'd)
3. Asım b. Ebu Necûd el-Esedî (Âsım b. Behdele)
4. Ebu Seleme Hammad b. Seleme el-Basrî (Hammad b. Seleme b. Dînar)
5. Ebu Osman Amr b. Asım el-Kaysi (Amr b. Asım b. Ubeydullah)
Konular:
Bilgi, alimin/ilmin önemi
Bilgi, Öğrenilmesi, Öğretilmesi
Bize İsmail b. Ebu Üveys, ona Mâlik, ona Hişâm b. Urve, ona babası (Urve b. Zübeyr), ona da Abdullah b. Amr b. Âs'ın rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu:
"Şüphesiz Allah, ilmi, kullar arasından çekip almaz. Ancak O, ilmi, ulemayı vefat ettirmek suretiyle alır. Nihayet tek bir alim dahi kalmaz. Böylece insanlar, cahilleri önderler edinirler de bunlara fetva sorulur, bunlar da ilimsizce konuşup fetva verirler. Neticede hem kendileri sapar hem de başkalarını saptırırlar."
[Firebrî şöyle demiştir: Bize Abbas, ona Kuteybe, ona Cerîr, ona da Hişâm bir benzerini rivayet etmiştir.]
Öneri Formu
Hadis Id, No:
1228, B000100
Hadis:
حَدَّثَنَا إِسْمَاعِيلُ بْنُ أَبِى أُوَيْسٍ قَالَ حَدَّثَنِى مَالِكٌ عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عَمْرِو بْنِ الْعَاصِ قَالَ سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَقُولُ:
"إِنَّ اللَّهَ لاَ يَقْبِضُ الْعِلْمَ انْتِزَاعًا ، يَنْتَزِعُهُ مِنَ الْعِبَادِ ، وَلَكِنْ يَقْبِضُ الْعِلْمَ بِقَبْضِ الْعُلَمَاءِ ، حَتَّى إِذَا لَمْ يُبْقِ عَالِمًا ، اتَّخَذَ النَّاسُ رُءُوسًا جُهَّالاً فَسُئِلُوا ، فَأَفْتَوْا بِغَيْرِ عِلْمٍ ، فَضَلُّوا وَأَضَلُّوا."
[ قَالَ الْفِرَبْرِىُّ حَدَّثَنَا عَبَّاسٌ قَالَ حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ حَدَّثَنَا جَرِيرٌ عَنْ هِشَامٍ نَحْوَهُ .]
Tercemesi:
Bize İsmail b. Ebu Üveys, ona Mâlik, ona Hişâm b. Urve, ona babası (Urve b. Zübeyr), ona da Abdullah b. Amr b. Âs'ın rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu:
"Şüphesiz Allah, ilmi, kullar arasından çekip almaz. Ancak O, ilmi, ulemayı vefat ettirmek suretiyle alır. Nihayet tek bir alim dahi kalmaz. Böylece insanlar, cahilleri önderler edinirler de bunlara fetva sorulur, bunlar da ilimsizce konuşup fetva verirler. Neticede hem kendileri sapar hem de başkalarını saptırırlar."
[Firebrî şöyle demiştir: Bize Abbas, ona Kuteybe, ona Cerîr, ona da Hişâm bir benzerini rivayet etmiştir.]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, İlim 34, 1/217
Senetler:
1. Ebu Muhammed Abdullah b. Amr es-Sehmî (Abdullah b. Amr b. Âs b. Vail b. Haşim)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Münzir Hişam b. Urve el-Esedî (Hişam b. Urve b. Zübeyr b. Avvam)
4. Ebu Abdullah Malik b. Enes el-Esbahî (Malik b. Enes b. Malik b. Ebu Amir)
5. Ebu Abdullah İsmail b. Ebu Üveys el-Esbahî (İsmail b. Abdullah b. Abdullah b. Üveys b. Malik)
Konular:
Bilgi, Cehalet, cehalet ve yaygınlaşması
Bilgi, ilmin kaybolması
Bilgi, Öğrenilmesi, Öğretilmesi
Bilgi. bilgelik ve cahalet
Bize Muhammed b. Ma'mer, ona Yahya b. Hammâd, ona Ebu Avâne, ona Muğîre, ona Mücâhid, ona da Abdullah b. Amr şöyle rivayet etmiştir:
"Babam beni soylu bir hanımla evlendirdi. Onun yanına gelip kocası (benim) hakkında soru sorardı. Hanımım da 'Kendisine eş olarak geldiğimden beri, yatağımıza gelmeyen ve hemhal de olmadığımız iyi bir adamdır!' derdi. Babam bunu Nebî'ye (sav) anlattığında, Hz. Peygamber (sav) 'Onu bana bir getir' buyurdu. Ben de huzuruna geldim. Rasulullah (sav), 'Nasıl oruç tutuyorsun?' diye sorduğunda, 'Her gün' dedim. O (sav) 'Her hafta üç gün oruç tutsan' dediğinde, ben 'Bundan daha fazlasını yapabilirim' dedim. O (sav) 'İki gün oruç tutup, bir gün tutmasan' dediğinde, Abdullah 'Bundan daha fazlasını yapabilirim' dedi. Hz. Peygamber (sav) 'Öyleyse bir gün oruç tutup bir gün tutmamak şeklindeki, en faziletli oruç olan Davud'un (as) orucunu tut' buyurdu."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
21522, N002391
Hadis:
أَخْبَرَنَا مُحَمَّدُ بْنُ مَعْمَرٍ قَالَ حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ حَمَّادٍ قَالَ حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ عَنْ مُغِيرَةَ عَنْ مُجَاهِدٍ قَالَ قَالَ لِى عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عَمْرٍو:
"أَنْكَحَنِى أَبِى امْرَأَةً ذَاتَ حَسَبٍ. فَكَانَ يَأْتِيهَا فَيَسْأَلُهَا عَنْ بَعْلِهَا. فَقَالَتْ نِعْمَ الرَّجُلُ مِنْ رَجُلٍ لَمْ يَطَأْ لَنَا فِرَاشًا وَلَمْ يُفَتِّشْ لَنَا كَنَفًا مُنْذُ أَتَيْنَاهُ. فَذَكَرَ ذَلِكَ لِلنَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم، فَقَالَ ائْتِنِى بِهِ. فَأَتَيْتُهُ مَعَهُ، فَقَالَ كَيْفَ تَصُومُ؟ قُلْتُ كُلَّ يَوْمٍ. قَالَ صُمْ مِنْ كُلِّ جُمُعَةٍ ثَلاَثَةَ أَيَّامٍ. قُلْتُ إِنِّى أُطِيقُ أَفْضَلَ مِنْ ذَلِكَ. قَالَ صُمْ يَوْمَيْنِ وَأَفْطِرْ يَوْمًا. قَالَ إِنِّى أُطِيقُ أَفْضَلَ مِنْ ذَلِكَ. قَالَ صُمْ أَفْضَلَ الصِّيَامِ صِيَامَ دَاوُدَ عَلَيْهِ السَّلاَمُ؛ صَوْمُ يَوْمٍ وَفِطْرُ يَوْمٍ."
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Ma'mer, ona Yahya b. Hammâd, ona Ebu Avâne, ona Muğîre, ona Mücâhid, ona da Abdullah b. Amr şöyle rivayet etmiştir:
"Babam beni soylu bir hanımla evlendirdi. Onun yanına gelip kocası (benim) hakkında soru sorardı. Hanımım da 'Kendisine eş olarak geldiğimden beri, yatağımıza gelmeyen ve hemhal de olmadığımız iyi bir adamdır!' derdi. Babam bunu Nebî'ye (sav) anlattığında, Hz. Peygamber (sav) 'Onu bana bir getir' buyurdu. Ben de huzuruna geldim. Rasulullah (sav), 'Nasıl oruç tutuyorsun?' diye sorduğunda, 'Her gün' dedim. O (sav) 'Her hafta üç gün oruç tutsan' dediğinde, ben 'Bundan daha fazlasını yapabilirim' dedim. O (sav) 'İki gün oruç tutup, bir gün tutmasan' dediğinde, Abdullah 'Bundan daha fazlasını yapabilirim' dedi. Hz. Peygamber (sav) 'Öyleyse bir gün oruç tutup bir gün tutmamak şeklindeki, en faziletli oruç olan Davud'un (as) orucunu tut' buyurdu."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Nesâî, Sünen-i Nesâî, Sıyâm 76, /2241
Senetler:
1. Ebu Muhammed Abdullah b. Amr es-Sehmî (Abdullah b. Amr b. Âs b. Vail b. Haşim)
2. Ebu Haccac Mücahid b. Cebr el-Kuraşî (Mücahid b. Cebr)
3. Ebu Hişam Muğira b. Miksem ed-Dabbî (Muğira b. Miksem)
4. Ebu Avane Vazzah b. Abdullah el-Yeşkurî (Vazzah b. Abdullah)
5. Ebu Muhammed Yahya b. Hammad eş-Şeybânî (Yahya b. Hammâd b. Ebî Ziyâd)
6. Muhammed b. Ma'mer el-Kaysî (Muhammed b. Ma'mer b. Rib'î)
Konular:
Bilgi, Öğrenilmesi, Öğretilmesi
KTB, ORUÇ
Oruç, ara vermeden
Oruç, bütün yıl oruç tutmuş gibi olmak
Oruç, gün aşırı
Oruç, Hz. Davud'un orucu
Oruç, Nafile Oruç, ayda üç gün oruç tutmak
Öneri Formu
Hadis Id, No:
7093, M006128
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ وَعَمْرٌو النَّاقِدُ كِلاَهُمَا عَنِ الأَسْوَدِ بْنِ عَامِرٍ - قَالَ أَبُو بَكْرٍ حَدَّثَنَا أَسْوَدُ بْنُ عَامِرٍ - حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ سَلَمَةَ عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَائِشَةَ وَعَنْ ثَابِتٍ عَنْ أَنَسٍ أَنَّ النَّبِىَّ صلى الله عليه وسلم مَرَّ بِقَوْمٍ يُلَقِّحُونَ فَقَالَ:
"لَوْ لَمْ تَفْعَلُوا لَصَلُحَ." قَالَ فَخَرَجَ شِيصًا فَمَرَّ بِهِمْ فَقَالَ:
"مَا لِنَخْلِكُمْ." قَالُوا قُلْتَ كَذَا وَكَذَا قَالَ:
"أَنْتُمْ أَعْلَمُ بِأَمْرِ دُنْيَاكُمْ."
Tercemesi:
Bize Ebu Bekir b. Ebu Şeyhe ve Amr Nakıd, o ikisine Esved b. Amir, ona Esved b. Amir, ona Hammad b. Seleme, ona Hişam b. Urve, ona babası, ona Aişe ve Sabit, onlara da Enes şöyle rivayet etti ki: Peygamber (sav) aşı yapan bir kavmin yanma uğramış da "bunu yapmazsanız daha iyi olur" buyurdu.
Enes demiş ki: Sonra hurmalar aşısız koruk çıkardılar. Rasulullah (sav) (tekrar) o zevatın yanlarına uğradı ve "sizin hurmalarınıza ne oldu" diye sordu. Sen şöyle şöyle buyurmuştun dediler.
"Siz dünyanızın işini daha iyi bilirsiniz" buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Fedâil 6128, /989
Senetler:
()
Konular:
Bilgi, Öğrenilmesi, Öğretilmesi
Dünya, dünya hayatı
حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ الثَّقَفِىُّ وَأَبُو كَامِلٍ الْجَحْدَرِىُّ - وَتَقَارَبَا فِى اللَّفْظِ وَهَذَا حَدِيثُ قُتَيْبَةَ - قَالاَ حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ عَنْ سِمَاكٍ عَنْ مُوسَى بْنِ طَلْحَةَ عَنْ أَبِيهِ قَالَ مَرَرْتُ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِقَوْمٍ عَلَى رُءُوسِ النَّخْلِ فَقَالَ:
"مَا يَصْنَعُ هَؤُلاَءِ." فَقَالُوا يُلَقِّحُونَهُ يَجْعَلُونَ الذَّكَرَ فِى الأُنْثَى فَيَلْقَحُ. فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
"مَا أَظُنُّ يُغْنِى ذَلِكَ شَيْئًا." قَالَ فَأُخْبِرُوا بِذَلِكَ فَتَرَكُوهُ فَأُخْبِرَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِذَلِكَ فَقَالَ:
"إِنْ كَانَ يَنْفَعُهُمْ ذَلِكَ فَلْيَصْنَعُوهُ فَإِنِّى إِنَّمَا ظَنَنْتُ ظَنًّا فَلاَ تُؤَاخِذُونِى بِالظَّنِّ وَلَكِنْ إِذَا حَدَّثْتُكُمْ عَنِ اللَّهِ شَيْئًا فَخُذُوا بِهِ فَإِنِّى لَنْ أَكْذِبَ عَلَى اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ."
Öneri Formu
Hadis Id, No:
7091, M006126
Hadis:
حَدَّثَنَا قُتَيْبَةُ بْنُ سَعِيدٍ الثَّقَفِىُّ وَأَبُو كَامِلٍ الْجَحْدَرِىُّ - وَتَقَارَبَا فِى اللَّفْظِ وَهَذَا حَدِيثُ قُتَيْبَةَ - قَالاَ حَدَّثَنَا أَبُو عَوَانَةَ عَنْ سِمَاكٍ عَنْ مُوسَى بْنِ طَلْحَةَ عَنْ أَبِيهِ قَالَ مَرَرْتُ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِقَوْمٍ عَلَى رُءُوسِ النَّخْلِ فَقَالَ:
"مَا يَصْنَعُ هَؤُلاَءِ." فَقَالُوا يُلَقِّحُونَهُ يَجْعَلُونَ الذَّكَرَ فِى الأُنْثَى فَيَلْقَحُ. فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم
"مَا أَظُنُّ يُغْنِى ذَلِكَ شَيْئًا." قَالَ فَأُخْبِرُوا بِذَلِكَ فَتَرَكُوهُ فَأُخْبِرَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِذَلِكَ فَقَالَ:
"إِنْ كَانَ يَنْفَعُهُمْ ذَلِكَ فَلْيَصْنَعُوهُ فَإِنِّى إِنَّمَا ظَنَنْتُ ظَنًّا فَلاَ تُؤَاخِذُونِى بِالظَّنِّ وَلَكِنْ إِذَا حَدَّثْتُكُمْ عَنِ اللَّهِ شَيْئًا فَخُذُوا بِهِ فَإِنِّى لَنْ أَكْذِبَ عَلَى اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ."
Tercemesi:
Bize Kuteybe b. Said es-Sekafî ve Ebu Kamil el-Cahderî, o ikisine Ebu Avane, ona Simak (b. Harb), ona da Musa b. Talha, ona da babasının şöyle dediğini rivayet etti: Rasulullah'la (sav) birlikte hurma ağaçlarının tepelerinde bulunan bir kavmin yanma uğradım da "bunlar ne yapıyorlar" diye sordu. Onu aşılıyorlar. Erkeğin çiçeğini dişininkine koyuyorlar, böylelikle aşılanıyor dediler. Bunun üzerine Rasulullah (sav); "bunun bir fayda vereceğini zannetmiyorum" buyurdu. O cemaat bunu haber alarak aşılamayı bıraktılar. Sonra Rasulullah (sav) bunu haber aldı ve "bu onlara fayda verirse yapsınlar. Çünkü ben ancak bir zanda bulundum. Zandan dolayı beni sorumlu tutmayın. Lakin size Allah'tan gelen bir şeyden bahsedersem onu hemen alın. Çünkü ben Allah (ac) üzerinden asla yalan söyleyecek değilim "buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Fedâil 6126, /988
Senetler:
1. Ebu Muhammed Talha b. Ubeydullah el-Kuraşî (Talha b. Ubeydullah b. Osman b. Amr b. Ka'b)
2. Ebu İsa Musa b. Talha el-Kuraşî (Musa b. Talha b. Ubeydullah)
3. Simak b. Harb ez-Zühlî (Simak b. Harb b. Evs b. Halid)
4. Ebu Avane Vazzah b. Abdullah el-Yeşkurî (Vazzah b. Abdullah)
5. Ebu Recâ Kuteybe b. Said es-Sekafi (Kuteybe b. Said b. Cemil b. Tarif)
Konular:
Bilgi, ilim, ilimde tecrübenin önemi
Bilgi, Öğrenilmesi, Öğretilmesi
Öneri Formu
Hadis Id, No:
7225, M006161
Hadis:
حَدَّثَنَا زُهَيْرُ بْنُ حَرْبٍ وَمُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى وَعُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ سَعِيدٍ قَالُوا حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ سَعِيدٍ عَنْ عُبَيْدِ اللَّهِ أَخْبَرَنِى سَعِيدُ بْنُ أَبِى سَعِيدٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ أَبِى هُرَيْرَةَ قَالَ قِيلَ يَا رَسُولَ اللَّهِ مَنْ أَكْرَمُ النَّاسِ قَالَ:
"أَتْقَاهُمْ." قَالُوا لَيْسَ عَنْ هَذَا نَسْأَلُكَ. قَالَ:
"فَيُوسُفُ نَبِىُّ اللَّهِ ابْنُ نَبِىِّ اللَّهِ ابْنِ نَبِىِّ اللَّهِ ابْنِ خَلِيلِ اللَّهِ." قَالُوا لَيْسَ عَنْ هَذَا نَسْأَلُكَ. قَالَ:
"فَعَنْ مَعَادِنِ الْعَرَبِ تَسْأَلُونِى خِيَارُهُمْ فِى الْجَاهِلِيَّةِ خِيَارُهُمْ فِى الإِسْلاَمِ إِذَا فَقِهُوا."
Tercemesi:
Bize Züheyr b. Harb, Muhammed b. Müsenna ve Ubeydullah b. Said, onlara Yahya b. Said, ona Ubeydullah, ona Said b. Ebu Said, ona babası, ona da Ebu Hureyre şöyle haber verdi: Ya Rasulullah! İnsanların en hayırlısı kimdir diye soruldu:
"En ziyade takva sahibi olanıdır." Bunu sormuyoruz dediler.
"O halde Halilullah'ın oğlu Nebiyyullah'ın oğlu, Nebiyyullah'ın oğlu Nebiyyullah Yusuf'tur" buyurdu. Bunu sormuyoruz dediler.
"Şu halde bana Arabların madenlerini mi soruyorsunuz? Onların cahiliyet devrindeki hayırlıları fakih olurlarsa İslam'da da en hayırlılarıdır" buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Fedâil 6161, /994
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
Konular:
Bilgi, bilgi ile amel arasındaki ilişki
Bilgi, Öğrenilmesi, Öğretilmesi
Peygamberler, Hz. Yunus
Öneri Formu
Hadis Id, No:
7092, M006127
Hadis:
حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ الرُّومِىِّ الْيَمَامِىُّ وَعَبَّاسُ بْنُ عَبْدِ الْعَظِيمِ الْعَنْبَرِىُّ وَأَحْمَدُ بْنُ جَعْفَرٍ الْمَعْقِرِىُّ قَالُوا حَدَّثَنَا النَّضْرُ بْنُ مُحَمَّدٍ حَدَّثَنَا عِكْرِمَةُ - وَهُوَ ابْنُ عَمَّارٍ - حَدَّثَنَا أَبُو النَّجَاشِىِّ حَدَّثَنِى رَافِعُ بْنُ خَدِيجٍ قَالَ قَدِمَ نَبِىُّ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم الْمَدِينَةَ وَهُمْ يَأْبُرُونَ النَّخْلَ يَقُولُونَ يُلَقِّحُونَ النَّخْلَ فَقَالَ:
"مَا تَصْنَعُونَ." قَالُوا كُنَّا نَصْنَعُهُ قَالَ:
"لَعَلَّكُمْ لَوْ لَمْ تَفْعَلُوا كَانَ خَيْرًا." فَتَرَكُوهُ فَنَفَضَتْ أَوْ فَنَقَصَتْ - قَالَ - فَذَكَرُوا ذَلِكَ لَهُ فَقَالَ:
"إِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ إِذَا أَمَرْتُكُمْ بِشَىْءٍ مِنْ دِينِكُمْ فَخُذُوا بِهِ وَإِذَا أَمَرْتُكُمْ بِشَىْءٍ مِنْ رَأْىٍ فَإِنَّمَا أَنَا بَشَرٌ."
[قَالَ عِكْرِمَةُ أَوْ نَحْوَ هَذَا.]
[قَالَ الْمَعْقِرِىُّ فَنَفَضَتْ. وَلَمْ يَشُكَّ.]
Tercemesi:
Bize Abdullah b. Rumî el-Yemâmî, Abbas b. Abdülazim el-Anberî ve Ahmed b. Cafer el-Ma'kiri, onlara Nadr b. Muhammed, ona İkrime (bu zât İbn Ammar'dır), ona Ebu Necaşî, ona Râfi' b. Hadic şöyle rivayet etti: Nebiyyullah (sav) Medine'ye geldi. Halk hurmaları ıslah ediyor; hurmaları aşılıyorlar diyorlardı. Bunun üzerine; "siz ne yapıyorsunuz" diye sordu. Biz bunu (öteden beri) yapıyorduk dediler.
"Umulur ki, bunu yapmamanız daha hayırlı olur" buyurdu. Onlar da aşılamayı bıraktılar. Derken hurmalar yemişlerini döktü yahut azalttı. Bunu kendisine andılar da "Ben ancak bir insanım, size dininizden bir şey emredersem onu hemen alın, kendi reyimden bir şey emredersem ben ancak ve ancak bir beşerim" buyurdu.
[İkrime; yahut bunun gibi bir şey söyledi demiş.]
[Ma'kiri; hurmalar yemişini döktü dedi. Şüphe etmedi.]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Müslim, Sahîh-i Müslim, Fedâil 6127, /989
Senetler:
()
Konular:
Bilgi, Öğrenilmesi, Öğretilmesi
Hz. Peygamber, beşer olarak
حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِى عُمَر قَالَ: حَدَّثَنَا سُفْيَانُ قَالَ: حَدَّثَنَا الزُّهْرِىُّ عَنْ سَالِمٍ عَنْ أَبِيهِ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « لاَ حَسَدَ إِلاَّ فِى اثْنَتَيْنِ رَجُلٌ آتَاهُ اللَّهُ مَالاً فَهُوَ يُنْفِقُ مِنْهُ آنَاءَ اللَّيْلِ وَآنَاءَ النَّهَارِ وَرَجُلٌ آتَاهُ اللَّهُ الْقُرْآنَ فَهُوَ يَقُومُ بِهِ آنَاءَ اللَّيْلِ وَآنَاءَ النَّهَارِ » . قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ . وَقَدْ رُوِىَ عَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ وَأَبِى هُرَيْرَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم نَحْوُ هَذَا .
Öneri Formu
Hadis Id, No:
23348, T001936
Hadis:
حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِى عُمَر قَالَ: حَدَّثَنَا سُفْيَانُ قَالَ: حَدَّثَنَا الزُّهْرِىُّ عَنْ سَالِمٍ عَنْ أَبِيهِ قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « لاَ حَسَدَ إِلاَّ فِى اثْنَتَيْنِ رَجُلٌ آتَاهُ اللَّهُ مَالاً فَهُوَ يُنْفِقُ مِنْهُ آنَاءَ اللَّيْلِ وَآنَاءَ النَّهَارِ وَرَجُلٌ آتَاهُ اللَّهُ الْقُرْآنَ فَهُوَ يَقُومُ بِهِ آنَاءَ اللَّيْلِ وَآنَاءَ النَّهَارِ » . قَالَ أَبُو عِيسَى: هَذَا حَدِيثٌ حَسَنٌ صَحِيحٌ . وَقَدْ رُوِىَ عَنِ ابْنِ مَسْعُودٍ وَأَبِى هُرَيْرَةَ عَنِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم نَحْوُ هَذَا .
Tercemesi:
Zührî (r.a.), babasından rivâyet ederek şöyle der: “Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdu: “Hased sadece şu iki konuda olabilir: Yani kişi sadece bu iki kimseye imrenip onlar gibi olmayı isteyebilir. Allah’ın kendisine mal verdiği bir adam ki gece gündüz o maldan sevap kazanmak için dağıtır. Allah’ın kendisine Kur’ân ilmi verdiği bir kimse ki gece gündüz onu öğrenmeye ve öğretmeye, yeryüzünde onun hükmü geçerli olsun diye çalışıp çabalar.” Tirmizî: Bu hadis hasen sahihtir.
İbn Mes’ûd ve Ebû Hüreyre’den de bu hadisin bir benzerini rivâyet edilmiştir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Tirmizî, Sünen-i Tirmizî, Birr ve's-sıla 24, 4/330
Senetler:
1. İbn Ömer Abdullah b. Ömer el-Adevî (Abdullah b. Ömer b. Hattab)
2. Ebu Ömer Salim b. Abdullah el-Adevî (Salim b. Abdullah b. Ömer b. Hattab)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Ebu Muhammed Süfyan b. Uyeyne el-Hilâlî (Süfyân b. Uyeyne b. Meymûn)
5. Muhammed b. Ebu Ömer el-Adenî (Muhammed b. Yahya b. Ebu Ömer)
Konular:
Bilgi, Öğrenilmesi, Öğretilmesi
İnfak, Allah yolunda
Zihin İnşası, gıpta edilecek kimseler