294 Kayıt Bulundu.
Bize Muhammed b. Sinan, ona Füleyh; (T) Bize İbrahim b. Münzir, ona Muhammed b. Fuleyh, ona babası (Füleyh b. Süleyman), ona Hilal b. Ali, ona Atâ b. Yesâr, ona da Ebu Hureyre şöyle rivayet etmiştir: Nebî (sav) bir mecliste topluluğa konuşurken yanına bir adam gelip 'kıyamet ne zaman kopacak' diye sordu. Rasulullah (sav) ise konuşmaya devam etti. Bazıları; 'dediğini duydu ama ondan hoşlanmadı' dedi. Bazıları ise 'yok, işitmedi' dedi. Nihayet konuşmasını bitirince sanıyorum şöyle demişti: 'kıyametten soran kişi nerede?' O kimse de 'işte buradayım, yâ Rasulallah' dedi. Peygamber de şöyle buyurdu: "'Emanet zayi edildiğinde kıyameti bekle'. O kimse, 'onun zayi edilmesi nasıl olur' deyince, Hz. Peygamber (sav), 'iş, ehli olmayana verildiğinde kıyameti bekle' buyurdu."
Bize Muhammed b. Sinan, ona Füleyh; (T) Bize İbrahim b. Münzir, ona Muhammed b. Fuleyh, ona babası (Füleyh b. Süleyman), ona Hilal b. Ali, ona Atâ b. Yesâr, ona da Ebu Hureyre şöyle rivayet etmiştir: Nebî (sav), bir mecliste topluluğa konuşurken yanına bir adam gelip 'kıyamet ne zaman (kopacak)' dedi. Rasulullah (sav) ise konuşmaya devam etti. Bazıları 'dediğini işitti ama ondan hoşlanmadı' dediler. Bazıları da 'yok, işitmedi' dediler. Nihayet konuşmasını bitirince 'kıyametten soran nerede -râvi, öyle zannediyorum dedi-' buyurdu. (Adam), 'işte buradayım, yâ Rasulullah' dedi. O, "emanet zayi edildiğinde kıyameti bekle" buyurdu. (Adam), 'onun zayi edilmesi nasıl olur' dedi. Hz. Peygamber (sav) de şöyle buyurdu: "iş, ehli olmayana verildiğinde kıyameti bekle"
Bize Said b. Muhammed, ona Yakub, ona babası (İbrahim b. Sa'd), ona Sâlih, ona A'rec, ona da Ebu Hureyre (ra), Hz. Peygamber'in (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Yüzleri üst üste deri kaplanmış kalkanlar gibi olup küçük gözlü, kızıl yüzlü, basık burunlu Türkler'e karşı savaşmanıza dek Kıyamet kopmaz! Ayakkabıları keçi (kılından) olan toplulukla savaşmanıza kadar da Kıyamet kopmaz."
Bize Muhammed b. Kesîr, ona Süfyân, ona Mansur ve A'meş, onlara Ebu Duhâ, ona da Mesrûk şöyle demiştir: Bir adam Kinde mevkiinde konuşurken “Kıyamet günü bir duman gelecek, kâfir ve münafıkların kulaklarını sağır, gözlerini kör edecek, müminlere de yalnız nezle hastalığı şeklinde tesir edecek” dedi. Biz de (bu sözlerden) korkup hemen İbn Mesûd'un yanına geldik. İbn Mesûd bir şeye yaslanmış hâlde istirahat ediyordu. Bu sözü işitince öfkelendi, hemen toparlanıp oturdu ve “kişi bildiğini söylesin, bilmediği şey hakkında da 'Allah en bilendir' desin. Çünkü insanın bilmediği bir şey hakkında 'bilmiyorum' demesi de ilimden bir türüdür. Allah, Peygamber'ine "De ki: Tebliğim karşılığında sizden bir ücret istemiyorum. Ben kendiliğimden peygamberlik de taslamıyorum" (Sâd, 86) buyurmuştur.” “(Duman meselesine gelince) Kureyş müşrikleri İslâm Dinini kabulde ağır davranıp geri kaldılar, bunun üzerine Peygamber (sav) "Allah'ım Yusuf Peygamber'in kavmi aleyhine verdiğin yedi kıtlık yılı gibi, Kureyş'e de yedi yıl yokluk vererek bana yardım et!" diye dua etti. Hemen ardından Kureyş'i öyle şiddetli bir kıtlık yakaladı ki, birçokları bu kıtlık içinde açlıktan helak oldu. Ölü etleri ve kemikleri yediler. Aç olan kişi yerle gök arasındaki hava tabakasını duman şekli gibi görüyordu. Bu çok ciddî ve şiddetli hâl üzerine Ebu Sufyân, Hz. Peygamber'e geldi ve “ey Muhammed, sen bize gelmiş hısımlarla ilgilenmeyi emrediyorsun, ama kavmin ise açlıktan helak oldu. Artık onlar için dua et” dedi. İbn Mesûd bu sözlerin ardından şu ayetleri okudu: "Şimdi sen göğün, insanları bürüyecek açık bir duman getireceği günü gözetle. Bu acı bir azaptır. O gün insanlar 'Ey Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Artık biz inanıyoruz' derler. Onlar nerede, öğüt almak nerede? Halbuki onlara her şeyi açıkça bildiren bir peygamber gelmişti. Fakat onlar peygamberden yüz çevirmiş, 'Bu, kendisine belletilmiş delinin biri' demişlerdi. Biz azabı birazcık kaldıracağız, ama siz yine inkâra döneceksiniz." (Duhân, 10-15).” “(Kindeli'nin dediği gibi olsaydı) Ahiret azabı bir kere geldikten sonra tekrar kaldırılır mıydı? Kureyş müşrikleri sonra yine şirklerine döndüler. Bu dönekliğin cezasını Allah "Fakat biz büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, kesinlikle intikamımızı alırız." (Duhân, 16) ayetinde bildirmiştir. Bu intikam günü, Bedir günüdür. (Furkân, 77. ayette geçen) "Lizâmen" ifadesi de Bedir günüdür. "Rumlar, yakın bir yerde yenilgiye uğratıldılar. Onlar yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir." (Rûm, 1-4) (ayetlerinde geçen) Rumların galibiyeti de (gelecek kalıbıyla verildiği halde) olmuş bitmiştir.”
Bize Muhammed b. Kesîr, ona Süfyân, ona Mansur ve A'meş, onlara Ebu Duhâ, ona da Mesrûk şöyle demiştir: Bir adam Kinde mevkiinde konuşurken “Kıyamet günü bir duman gelecek, kâfir ve münafıkların kulaklarını sağır, gözlerini kör edecek, müminlere de yalnız nezle hastalığı şeklinde tesir edecek” dedi. Biz de (bu sözlerden) korkup hemen İbn Mesûd'un yanına geldik. İbn Mesûd bir şeye yaslanmış hâlde istirahat ediyordu. Bu sözü işitince öfkelendi, hemen toparlanıp oturdu ve “kişi bildiğini söylesin, bilmediği şey hakkında da 'Allah en bilendir' desin. Çünkü insanın bilmediği bir şey hakkında 'bilmiyorum' demesi de ilimden bir türüdür. Allah, Peygamber'ine "De ki: Tebliğim karşılığında sizden bir ücret istemiyorum. Ben kendiliğimden peygamberlik de taslamıyorum" (Sâd, 86) buyurmuştur.” “(Duman meselesine gelince) Kureyş müşrikleri İslâm Dinini kabulde ağır davranıp geri kaldılar, bunun üzerine Peygamber (sav) "Allah'ım Yusuf Peygamber'in kavmi aleyhine verdiğin yedi kıtlık yılı gibi, Kureyş'e de yedi yıl yokluk vererek bana yardım et!" diye dua etti. Hemen ardından Kureyş'i öyle şiddetli bir kıtlık yakaladı ki, birçokları bu kıtlık içinde açlıktan helak oldu. Ölü etleri ve kemikleri yediler. Aç olan kişi yerle gök arasındaki hava tabakasını duman şekli gibi görüyordu. Bu çok ciddî ve şiddetli hâl üzerine Ebu Sufyân, Hz. Peygamber'e geldi ve “ey Muhammed, sen bize gelmiş hısımlarla ilgilenmeyi emrediyorsun, ama kavmin ise açlıktan helak oldu. Artık onlar için dua et” dedi. İbn Mesûd bu sözlerin ardından şu ayetleri okudu: "Şimdi sen göğün, insanları bürüyecek açık bir duman getireceği günü gözetle. Bu acı bir azaptır. O gün insanlar 'Ey Rabbimiz! Bizden azabı kaldır. Artık biz inanıyoruz' derler. Onlar nerede, öğüt almak nerede? Halbuki onlara her şeyi açıkça bildiren bir peygamber gelmişti. Fakat onlar peygamberden yüz çevirmiş, 'Bu, kendisine belletilmiş delinin biri' demişlerdi. Biz azabı birazcık kaldıracağız, ama siz yine inkâra döneceksiniz." (Duhân, 10-15).” “(Kindeli'nin dediği gibi olsaydı) Ahiret azabı bir kere geldikten sonra tekrar kaldırılır mıydı? Kureyş müşrikleri sonra yine şirklerine döndüler. Bu dönekliğin cezasını Allah "Fakat biz büyük bir şiddetle yakalayacağımız gün, kesinlikle intikamımızı alırız." (Duhân, 16) ayetinde bildirmiştir. Bu intikam günü, Bedir günüdür. (Furkân, 77. ayette geçen) "Lizâmen" ifadesi de Bedir günüdür. "Rumlar, yakın bir yerde yenilgiye uğratıldılar. Onlar yenilgilerinden sonra birkaç yıl içinde galip geleceklerdir." (Rûm, 1-4) (ayetlerinde geçen) Rumların galibiyeti de (gelecek kalıbıyla verildiği halde) olmuş bitmiştir.”
Bize Ali b. Abdullah, ona Süfyân, ona Zührî, ona Said b. Müseyyeb, ona da Ebu Hureyre, Hz. Peygamber'in (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Ayakkabıları keçi (kılından) olan toplulukla savaşmanıza dek Kıyamet kopmaz. Yüzleri üst üste deri kaplanmış kalkanlar gibi olan toplulukla savaşmanızdan önce de Kıyamet kopmaz." Süfyân der ki: Ebu Zinâd, A'rec'den, onun da Ebu Hureyre'den yaptığı rivayette "yüzleri üst üste deri kaplanmış kalkanlar gibi küçük gözlü, basık burunlu" ilavesinde bulunmuştur.
Bize Ali b. Abdullah, ona Süfyân, ona ez-Zührî, ona Said b. Müseyyeb, ona da Ebu Hureyre, Hz. Peygamber'in (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Ayakkabıları keçi (kılından) olan toplulukla savaşmanıza dek Kıyamet kopmaz. Yüzleri üst üste deri kaplanmış kalkanlar gibi olan toplulukla savaşmanızdan önce de Kıyamet kopmaz." Süfyân der ki: Bu rivayette Ebu Zinâd, A'rec'den, o da Ebu Hureyre'den yaptığı rivayette "yüzleri üst üste deri kaplanmış kalkanlar gibi küçük gözlü, basık burunlu" ilavesinde bulunmuştur.
Bize Süleyman b. Harb ve Muhammed b. İsa, onlara Hammad b. Zeyd, ona Eyyüb, ona Ebû Kilabe, ona Ebu Esma, ona Sevban'ın dediğine göre Rasulullah (sav) şöyle demiştir: "Allah [veya Rabbim] benim için yer yüzünü dürüp topladı da ben doğusunu ve batısını gördüm. Şüphesiz benim ümmetimin hükümranlığı, dünyada benim için dürülüp toparlanan yerlere kadar ulaşacak. Ayrıca bana kırmızı (altın) ve beyaz (gümüş) olan iki hazine verildi. Ben, Rabbimden, ümmetimi, toplu olarak kıtlıkla helak etmemesini, onlara kendileri dışında başka bir düşmanı musallat ederek köklerini kazımamasını istedim. Rabbim de bana şöyle dedi: Ey Muhammed, Ben bir şeyi takdir ettiğim zaman, artık o geri çevrilmez. Ben, onları toplu bir kıtlıkla helak etmeyeceğim. Dünyanın her yerinden düşmanlar onların kökünü kazımak için bir araya toplansalar, onlar birbirlerini yok etmedikçe, birbirlerini esir almadıkça, ben kendileri dışında bir başka bir düşmanı onlara musallat etmeyeceğim. Ben Ümmetim için ancak sapıtıcı liderlerden korkarım. Benim ümmetimin arasına kılıç girdi mi (iç kavgalar çıkınca), artık onlar kıyamet gününe kadar bir daha durmaz. Ümmetimden bazı kabileler, müşriklere katılmadıkça ve yine ümmetimden bazı kabileler putlara tapmadıkça kıyamet kopmaz. Şüphesiz, ümmetim içerisinden otuz tane yalancı çıkacak. Onların her biri kendisinin peygamber olduğunu iddia edecek. Halbuki, ben, Peygamberlerin sonuncusuyum. Benden sonra da Peygamber yoktur. Benim ümmetimden bir grup da Allah'ın emri gelinceye kadar hak üzerine olacaklardır." [Râvi İbn İsa rivayetinde "(ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ) hakkı üstün tutmaya devam edecekler" ifadesini kullandı. Sonra tüm raviler ittifakla] " Muhalefet edenler onlara zarar veremeyecektir." [ifadesini zikrettiler.]
Bize Süleyman b. Harb ve Muhammed b. İsa, onlara Hammad b. Zeyd, ona Eyyüb, ona Ebû Kilabe, ona Ebu Esma, ona Sevban'ın dediğine göre Rasulullah (sav) şöyle demiştir: "Allah [veya Rabbim] benim için yer yüzünü dürüp topladı da ben doğusunu ve batısını gördüm. Şüphesiz benim ümmetimin hükümranlığı, dünyada benim için dürülüp toparlanan yerlere kadar ulaşacak. Ayrıca bana kırmızı (altın) ve beyaz (gümüş) olan iki hazine verildi. Ben, Rabbimden, ümmetimi, toplu olarak kıtlıkla helak etmemesini, onlara kendileri dışında başka bir düşmanı musallat ederek köklerini kazımamasını istedim. Rabbim de bana şöyle dedi: Ey Muhammed, Ben bir şeyi takdir ettiğim zaman, artık o geri çevrilmez. Ben, onları toplu bir kıtlıkla helak etmeyeceğim. Dünyanın her yerinden düşmanlar onların kökünü kazımak için bir araya toplansalar, onlar birbirlerini yok etmedikçe, birbirlerini esir almadıkça, ben kendileri dışında bir başka bir düşmanı onlara musallat etmeyeceğim. Ben Ümmetim için ancak sapıtıcı liderlerden korkarım. Benim ümmetimin arasına kılıç girdi mi (iç kavgalar çıkınca), artık onlar kıyamet gününe kadar bir daha durmaz. Ümmetimden bazı kabileler, müşriklere katılmadıkça ve yine ümmetimden bazı kabileler putlara tapmadıkça kıyamet kopmaz. Şüphesiz, ümmetim içerisinden otuz tane yalancı çıkacak. Onların her biri kendisinin peygamber olduğunu iddia edecek. Halbuki, ben, Peygamberlerin sonuncusuyum. Benden sonra da Peygamber yoktur. Benim ümmetimden bir grup da Allah'ın emri gelinceye kadar hak üzerine olacaklardır." [Râvi İbn İsa rivayetinde "(ظَاهِرِينَ عَلَى الْحَقِّ) hakkı üstün tutmaya devam edecekler" ifadesini kullandı. Sonra tüm raviler ittifakla] " Muhalefet edenler onlara zarar veremeyecektir." [ifadesini zikrettiler.]
Bize Yahya b. Eyyüb ve İshak b. İbrahim, onlara İbn Uleyye, ona Yunus, ona İbrahim b. Yezid et-Teymi-bildiğim kadarıyla-, ona babası, ona da Ebu Zer (ra) şöyle rivayet etmiştir: "Hz. Peygamber (sav) bir gün 'güneş nereye gidiyor biliyor musunuz?' diye sormuştu. Sahabe 'Allah ve Rasulü daha iyi bilir' diye cevap verdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) 'güneş arşın altındaki karargahına ulaşıncaya kadar gider. Sonra orada secde eder. Kalk ve geldiğin yere dön denilene kadar orada kalır. Sonra doğacağı yerden doğar ve ardından tekrar batar ve arşın altındaki karargahına gider. Orada secde eder ve kalk ve geldiğin yere dön hitabını alana kadar o halde kalır. Sonra sabahleyin tekrar doğar. Bu böyle devam eder. İnsanlar bu durumdan hiçbir şeyi garip görmezler. Bir gün gelir ki yine arşın altındaki karargahına gidip kendisine 'kalk ve battığın yerden geri dön denilir, o da battığı yerden doğar' dedi, ardından da 'bu (durumun) ne zaman olacak, biliyor musunuz? Evvelce iman etmemiş ya da imanından bir hiç hayır elde etmemiş kişiye o anda iman etmesinin fayda vermediği zaman' buyurdu."