19 Kayıt Bulundu.
Bize Muhammed b. Sinan, ona Fuleyh, ona Ebu Nadr, ona Ubeyd b. Huneyn, ona Busr b. Said, ona Ebu Said el-Hudri'nin rivayet ettiğine göre Nebi (sav) bir hutbe vererek şöyle buyurdu: "Şüphesiz Allah, bir kulunu dünya ile nezdinde bulunan arasında seçim yapmakta serbest bıraktı. O da Allah nezdinde olanı seçti." Bunun üzerine Ebu Bekir (ra) ağladı. Ben kendi kendime “bu ihtiyar niye ağlar ki? Allah bir kulunu, dünya ile kendi katında olan arasında seçim yapmak arasında serbest bırakmış, o da Allah katında olanı seçmiş” dedim. Meğer o kul Rasulullah (sav), Ebu Bekir de bizim aramızda en bilgili olanmış. Allah Rasulü "Ey Ebu Bekir sen ağlama. Çünkü arkadaşlık ve mal konusunda insanlar arasında bana en çok iyiliği dokunmuş kişi Ebu Bekir’dir. Eğer ben ümmetim arasından candan bir dost edinecek olsaydım muhakkak Ebu Bekir’i edinirdim. Fakat İslam’ın kardeşliği ve onun sevgisi daha üstündür. Mescide açılan ne kadar kapı varsa Ebu Bekir’in kapısı dışında hepsi kapatılsın" buyurdu.
Bize Kuteybe, ona İsmail b. Cafer, ona Temim oğullarının azatlısı Utbe b. Müslim, ona Züreyk oğullarının azatlısı Ubeyde b. Huneyn, ona Ebu Hüreyre Rasul-i Ekrem’in şöyle buyurduğunu rivayet etti: "Sizden birinin, yemek kabına sinek düştüğü zaman, o kişi sineği tamamen batırsın, sonra çıkarıp atsın. Çünkü onun kanatlarının birinde şifa, diğerinde de hastalık vardır."
Bize Abdulaziz b. Abdullah, ona Süleyman b. Bilal, ona Yahya, ona da Ubeyd b. Huneyn, İbn Abbas’ın şöyle anlattığını nakletti: Ömer b. Hattab’a bir ayet hakkında soru sormak üzere tam bir yıl bekledim. Heybetinden dolayı (sorumu bir türlü) soramıyordum. Nihayet hac yapmak üzere yola çıktı. Ben de onunla birlikte çıktım. (Haccımızı eda ettikten sonra) dönüş yolunda Ömer, yolun bir noktasında (Merru'z-Zahrân'da) tuvalet ihtiyacını gidermek için erâk ağaçlarına doğru saptı. Ben de onu bekledim. Nihayet ihtiyacını giderdi. Sonra beraberinde yürüdüm. (Bir fırsatını buldum.) Ona “Ey mü'minlerin emîri! Kadınlarından Nebi’ye (sav) karşı dayanışma içine giren o iki kadın kimdi?” dedim. Ömer “Hafsa ve Aişe” dedi. “Vallahi bir seneden beri bunu sana sormak istiyordum, fakat senden duyduğum heybetten dolayı soramıyordum” dedim. Ömer “Öyle yapma! Bende bir bilgi olduğunu zannettiğin bir şeyi hemen bana sor ki, bir bilgim varsa onu sana haber veririm” dedi. İbn Abbâs şöyle devam etti: Sonra Ömer şöyle dedi: “Vallahi biz cahiliye döneminde kadınları -Allah onlar için indirdiğini indirinceye ve haklarında verdiği payı verinceye kadar- adam yerine koymazdık. Ben, bir konuda kendi kendime düşünürken karım “Şöyle şöyle yapsan” demişti. Ben de ona 'O senin neyine gerek? Benim düşünmekte olduğum bir işe senin karışman da ne oluyor?' dedim. O da bana 'Hayret ederim sana, ey Hattâb oğlu! Sen sözüne karşılık verilmesini istemiyorsun. Halbuki senin kızın Rasulullah'a karşı çıkabiliyor, hatta bu yüzden Rasulullah o günü öfkeli geçiriyor' dedi. (Karısının bu sözünden sonra) Ömer kalkar, üst elbisesini giyer, (kızı) Hafsa'ya kadar gidip yanına girer ve ona şunları söyler: “Kızım! Sen Rasulullah'a (sav) karşılık veriyor, bütün gününü öfkeli geçirecek kadar söyleniyormuşsun!” Hafsa da “Vallahi biz hepimiz O'na karşılık veririz” der. Bunun üzerine ben (kızıma) “Bilirsin ki ben seni Allah'ın cezalandırmasından ve Rasulünün (sav) öfkesinden daima sakındırırım. Ey kızım! Sakın güzel olduğu için Rasulullah'ın (sav) kendisini sevmesinden hoşlanan bu kadının durumu -Aişe'yi kasdediyordu- seni aldatmasın!” dedim. Ömer şöyle devam etti: “Sonra çıktım, yakınım olduğu için Ümmü Seleme'nin yanına girdim ve onunla da konuştum. Ümmü Seleme de “Hayret ederim sana ey Hattâb oğlu! Her şeye burnunu soktun. Nihayet Rasulullah (sav) ile hanımları arasına da mı girmek istiyorsun?” dedi. İşte bu söz beni öyle bir frenledi ki içimde duyduğum öfkeyi kısmen yatıştırdı. Bunun üzerine onun yanından da çıktım (ve evime döndüm). Benim Ensar’dan bir arkadaşım vardı. Ben (Rasulullah'ın yanına) gitmediğim zaman o bana haber getirir, o gitmediği zaman da ben ona haber getirirdim. Bu esnada biz Gassân meliklerinden birisinden de endişe ediyorduk. Üzerimize yürüyeceği söyleniyordu ve yüreklerimiz ondan korku doluydu. Bir de baktım ki Ensar’lı arkadaşım kapıyı çalıyor 'Aç, aç' dedi. “Gassan’lı mı geldi?” dedim. O da “Hayır! Daha beteri olmuş! Rasulullah (sav) hanımlarından uzaklaşmış” dedi. (İçimden) “(Nihayet) Hafsa ile Aişe'nin burnu sürtüldü” dedim. Elbisemi aldım çıktım, ve oraya (Rasulullah'ın yanına) vardım. Bir de ne göreyim! Rasulullah (sav) birkaç basamakla çıkılır yüksekçe bir odada ve siyahî bir kölesi de ilk basamağın başında. Köleye “(Rasulullah’a) Söyle! Bu (gelen) Ömer b. Hattab’dır” dedim. Nihayet bana izin verdi. Ömer dedi ki: “Ben Rasulullah'a (sav) bu yaşadığım olayları aktardım. Ümmü Seleme'nin sözüne geldiğimde Rasulullah (sav) gülümsedi. O (Rasulullah) bir hasır üzerinde bulunuyordu. Bedeni ile hasır arasında hiçbir şey (giysi) yoktu. Başının altında içi lif dolu bir deri yastık vardı. Ayaklarının yanında karaz yığını (yani tabaklamada kullanılan Arab zamkı denilen ağaç yaprakları) ve baş ucunda da asılı bir post vardı. Rasulullah'ın (sav) böğründe hasırın izlerini gördüm de ağladım. Bana "Seni ağlatan nedir?" buyurdu. Ben de “Ey Allah’ın Rasulü! Kisrâ ve Kayser’in bulundukları durum belli. Sen ise Allah'ın Rasulüsün! (Şu haline bak!)” dedim. Rasulullah (sav) "Dünyanın onların, âhiretin bizim olmasına razı değil misin?" buyurdu.