Bize Yahya b. Bükeyr, ona Leys, ona Ukayl, ona İbn Şihâb, ona Urve b. Zübeyir, ona da Hz. Peygamber'in eşi Hz. Aişe (r.anha) şöyle rivayet etmiştir:
Ben bildim bileli annem babam Müslümandı. Rasûlullah her günün başında ve sonunda, sabah akşam bize mutlaka uğrardı. Müslümanlar işkenceye maruz kaldıklarında (Rasûlullah Müslümanlara hicret için izin vermiş), Ebu Bekir de Habeş diyarı tarafına hicret etmek üzere yola çıkmıştı. Berku'l-Gımâd mevkiine geldiğinde Kaare kabilesinin reisi İbn Dağine ile karşılaştı. İbn Dağine "Ey Ebu Bekr, nereye gidiyorsun" diye sordu. Ebu Bekir de "kavmim beni yurdumdan etti, ben de yeryüzünde dolaşıp Rabbime kulluk yapacağım bir yer arıyorum" dedi. İbn Dağine "Ey Ebu Bekir senin gibi bir adam yurdundan çıkmaz da çıkarılamaz da. Çünkü sen yoksula yardım eder, akrabayı ziyaret edip onlarla ilgilenir, işini görmekten âciz ve yetimin yükünü yüklenir, misafire ikram eder, musibetlerde yardıma koşarsın. Şimdi ben seni himayeme alıyorum haydi dön de kendi yurdunda Rabbine kulluk et" dedi.
Bunun üzerine Ebu Bekir geri döndü, İbn Dağine de kendisine eşlik etti. (Mekke'ye dönünce) İbn Dağine akşam Kureyş'in ileri gelenlerini dolaşıp ve onlara "Şüphesiz Ebu Bekir gibi biz adam yurdundan çıkmaz ve çıkarılmaz. Sizler yoksula yardım eden, akrabayı ziyaret edip onlarla ilgilenen, işini görmekten âciz ve yetimin yükünü yüklenen, misafire ikram eden, musibetlerde yardıma koşan bir adamı yurdundan mı çıkarıyorsunuz" dedi. Kureyş'ten hiç kimse İbn Dağine'nin Ebu Bekir'i himayesine almasına itiraz etmedi ve İbn Dağine'ye "Ebu Bekir'e söyle, yurdunda Rabbine kulluk etsin, namazını kılsın ve dilediğini okusun, ama okuduğu ile bizi rahatsız etmesin, aşikar okumasın. Çünkü bizi bunu yaparak kadınlarımızı ve evlatlarımızı fitneye düşürmesinden korkuyoruz" dediler.
İbn Dağine Kureyş'in bu sözlerini Ebu Bekir'e söyledi. Ebu Bekir de bu şartlara uyarak evinde Rabbine ibadet etmek, namazını açıktan kılmamak, evinin dışında Kur'an okumamak suretiyle ikamet etti. Bir zaman sonra Ebu Bekir düşüncesini değiştirdi ve evinin bahçesine bir mescit yaptırdı, orada namaz kılıp Kur'an okumaya başladı. Ebu Bekir'in ibadeti Müşriklerin kadınlarında ve çocuklarında hayranlık uyandırdı ve onu görmek için izdiham oluşturmaya başladılar. Ebu Bekir yufka yürekli ve gözü yaşlı bir adamdı. Kur'an okuduğu zaman gözyaşlarını tutamazdı. Ebu Bekir'in bu hâli, Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerini korkuttu da, onlar İbn Dağine'ye haber gönderdiler. İbnu Dağine geldiğinde "Biz senin Ebu Bekir'i himayene alman konusunda, evinde Rabbine ibadet etmesi şartıyla müsaade etmiştik. Ebu Bekir ise bu sınırı aşarak evinin önünde bir mescit yaptı, içinde aşikâre namaz kılmağa ve Kur'an okumağa başladı. Doğrusu biz, kadınlarımızın ve oğullarımızın fitneye düşmelerinden korkuyoruz. Ebu Bekir'i böyle yapmaktan alıkoy. Eğer Rabbine kendi evinde ibadet etmekle yetinirse ibadet etsin. Yok eğer dayatır namaz ve kıraatini aşikare yaparsa, ona verdiğin himaye hakkını iade etmesini talep et. Emin ol ki, biz sana verdiğimiz sözden caymayı hoş görmeyiz ama aşikar bir şekilde ibadet etmesine de söz vermiş değiliz" dediler.
Aişe der ki: Bunun üzerine İbn Dağine, Ebu Bekir'e geldi ve "Benim hangi şartlar altında seni himaye ettiğimi biliyorsun. Şimdi sen ya şartlar çerçevesinde hareket et, ya da himaye hakkını iade et. Emîn ol ki Arap milletinin, verdiğim himaye sözümü bozduğumu işitmesini istemem" dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir "Ben artık senin himayeni iade ediyor, Azız ve Celîl Allah'ın himayesine sığınıyorum" dedi.
Peygamber (sav) o gün Mekke'de bulunuyordu. Müslümanlara "Sizin hicret edeceğiniz yurt, iki kara taşlık arasında hurmalıkları olan bir şehir olduğu bana rüyamda gösterildi" buyurdu. Bunun üzerine Medine tarafına hicret edenler hicret etti, Habeşistan'a hicret edenlerin çoğu da Medine'ye dönüp geldi. Ebu Bekir de Medine tarafına hicrete hazırlanmıştı. Fakat Hz. peygamber (sav) ona "Sabret, bana da (hicret için) izin verilmesini umuyorum" buyurdu. Ebu Bekir de "Babam sana feda olsun, böyle bir izin gelmesini bekliyor musun?" diye sordu. Hz. Peygamber de "Evet umarım" cevabını verdi. Bu sebeple Ebu Bekir de Hz. Peygamber'le arkadaşlık etmek için, yola çıkmaktan bir süre geri durdu. Bu sırada elinde bulunan iki bineğini dört ay boyunca, ağaçtan silkelenip kurutulmuş Semur yaprağı ile besledi.
İbn Şihâb der ki: Urve'nin aktardığına göre Hz. Aişe şöyle devam etmiştir: Bir gün biz öğlen vaktinin ilk saatinde (en sıcak zamanda) Ebu Bekir'in evinde oturuyorduk. Ev halkından biri Ebu Bekir'e "işte Rasûlullah (sav), gelmesine alışık olmadığımız bir saatte, başını bir sargı ile sarmış olarak bize geliyor" dedi. Ebu Bekir de "babam, anam O'na kurban olsun, vallahi mühim bir hâdise olmadıkça bu saatte gelmek âdeti değildir" dedi.
Âişe, rivayetine şöyle devam etti: Rasûlullah (sav) geldi, izin istedi. Kendisine içeri girme izni verilip buyurun denildi. Bunun üzerine evimize girdi. Ardından Ebu Bekir'e "yanında bulunanları dışarı çıkar!" buyurdu. Ebu Bekir de "Babam Sana kurban ey Allah'ın Rasûlü, onlar Senin ehlin ve mahremindir" dedi. Hz. Peygamber (sav) "Bana hicret için izin verildi" dedi. Ebu Bekir de "Ey Allah'ın Rasûlü, babam Sana kurbân olsun, Ben de sana arkadaşlık ve eşlik etmek isterim" Rasûlullah (sav) "Evet," buyurdu.
Ebu Bekir "babam Sana kurban ey Allah'ın Rasûlü, şu iki binek devemden birini beğen al" dedi. Rasûlullah "Ancak bedeliyle alırım" buyurdu.
Âişe der ki: Biz Rasûlullah ile Ebu Bekir'in yolculuk hazırlığını hızlıca yaptık. Her ikisi için deriden bir tulum içine bir miktar azık düzenleyip koyduk. Tulumun ağzı bağlanacağı sıra Ebu Bekir'in kızı Esma, belinin kuşağından bir parça yırtıp ayırıp onunla tulumun ağzını bağladı. Bundan dolayı Esma'ya "Zâtu'n-Nitâk"(kuşaklı)" denildi.
Âişe der ki: Sonra Rasûlullah ile Ebu Bekir Sevr Dağı'ndaki bir mağaraya ulaştılar ve orada üç gece gizlendiler. Her gece yanlarında Ebu Bekir'in oğlu Abdullah gecelerdi. Abdullah maharetli, çabuk anlayışlı taze bir gençti. Seher vakti yanlarından çıkar, Mekke'de gecelemiş gibi Kureyş ile sabahlardı. Abdullah, Rasûlullah ile Ebu Bekir hakkında Kureyş müşriklerinin hilelerinden duyduğu şeyleri ezberler, karanlık basınca da gelir, onlara haber verirdi. Ebu Bekir'in kölesi Âmir b. Fuheyre (o civarda) bol sütlü sağmal koyun sürüsü otlatır ve akşamdan bir müddet geçtiğinde o sürüyü Rasûlullah ile Ebu Bekir'in yanlarına getirir, onlar da sağıp taze süt içerek gecelerdi. O süt, kendi sağmallarının sütü idi. Nihayet gecenin sonunda Âmir b. Fuheyre (mağaranın önüne gelip), sağmal koyunlara seslenir, tekrar otlatmaya götürürdü. Mağarada bulundukları üç gecenin hepsinde Âmir süt işini böyle temin etmiştir.
Rasûlullah ile Ebu Bekir (Mekke'de iken) Abd b. Adiyy oğullarının bir kolu olan Dîl oğullarından kılavuzlukta maharetli bir kişiyi kılavuz olarak tutmuşlardı. Âs b. Vâil es-Sehmî ailesinin yeminli dostu olmak üzere elini kana batırmış olan bu adam hâlâ da Kureyş kâfirlerinin dini üzere idi. Fakat doğruluğuna emniyet ve itimat ederek develerini ona teslim etmiş ve üç gece sonra develeriyle beraber Sevr Dağı'ndaki mağarada buluşmak üzere sözleşmişlerdi. Bu kılavuz kişi develerle üçüncü gecenin sabahında Sevr'e, onların yanına geldi. Rasûlullah ve Ebu Bekir yanlarında Âmir ibn Fuheyre ve kılavuzla birlikte yola çıktılar. Kılavuz onları alıp sahil yolundan devam etti.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
35034, B003905
Hadis:
حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ بُكَيْرٍ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنْ عُقَيْلٍ قَالَ ابْنُ شِهَابٍ فَأَخْبَرَنِى عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ أَنَّ عَائِشَةَ - رضى الله عنها - زَوْجَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَتْ لَمْ أَعْقِلْ أَبَوَىَّ قَطُّ إِلاَّ وَهُمَا يَدِينَانِ الدِّينَ ، وَلَمْ يَمُرَّ عَلَيْنَا يَوْمٌ إِلاَّ يَأْتِينَا فِيهِ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم طَرَفَىِ النَّهَارِ بُكْرَةً وَعَشِيَّةً ، فَلَمَّا ابْتُلِىَ الْمُسْلِمُونُ خَرَجَ أَبُو بَكْرٍ مُهَاجِرًا نَحْوَ أَرْضِ الْحَبَشَةِ ، حَتَّى بَلَغَ بَرْكَ الْغِمَادِ لَقِيَهُ ابْنُ الدَّغِنَةِ وَهْوَ سَيِّدُ الْقَارَةِ . فَقَالَ أَيْنَ تُرِيدُ يَا أَبَا بَكْرٍ فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ أَخْرَجَنِى قَوْمِى ، فَأُرِيدُ أَنْ أَسِيحَ فِى الأَرْضِ وَأَعْبُدَ رَبِّى . قَالَ ابْنُ الدَّغِنَةِ فَإِنَّ مِثْلَكَ يَا أَبَا بَكْرٍ لاَ يَخْرُجُ وَلاَ يُخْرَجُ ، إِنَّكَ تَكْسِبُ الْمَعْدُومَ ، وَتَصِلُ الرَّحِمَ وَتَحْمِلُ الْكَلَّ ، وَتَقْرِى الضَّيْفَ ، وَتُعِينُ عَلَى نَوَائِبِ الْحَقِّ ، فَأَنَا لَكَ جَارٌ ، ارْجِعْ وَاعْبُدْ رَبَّكَ بِبَلَدِكَ . فَرَجَعَ وَارْتَحَلَ مَعَهُ ابْنُ الدَّغِنَةِ ، فَطَافَ ابْنُ الدَّغِنَةِ عَشِيَّةً فِى أَشْرَافِ قُرَيْشٍ ، فَقَالَ لَهُمْ إِنَّ أَبَا بَكْرٍ لاَ يَخْرُجُ مِثْلُهُ وَلاَ يُخْرَجُ ، أَتُخْرِجُونَ رَجُلاً يَكْسِبُ الْمَعْدُومَ ، وَيَصِلُ الرَّحِمَ ، وَيَحْمِلُ الْكَلَّ ، وَيَقْرِى الضَّيْفَ ، وَيُعِينُ عَلَى نَوَائِبِ الْحَقِّ فَلَمْ تُكَذِّبْ قُرَيْشٌ بِجِوَارِ ابْنِ الدَّغِنَةِ ، وَقَالُوا لاِبْنِ الدَّغِنَةِ مُرْ أَبَا بَكْرٍ فَلْيَعْبُدْ رَبَّهُ فِى دَارِهِ ، فَلْيُصَلِّ فِيهَا وَلْيَقْرَأْ مَا شَاءَ ، وَلاَ يُؤْذِينَا بِذَلِكَ ، وَلاَ يَسْتَعْلِنْ بِهِ ، فَإِنَّا نَخْشَى أَنْ يَفْتِنَ نِسَاءَنَا وَأَبْنَاءَنَا . فَقَالَ ذَلِكَ ابْنُ الدَّغِنَةِ لأَبِى بَكْرٍ ، فَلَبِثَ أَبُو بَكْرٍ بِذَلِكَ يَعْبُدُ رَبَّهُ فِى دَارِهِ ، وَلاَ يَسْتَعْلِنُ بِصَلاَتِهِ ، وَلاَ يَقْرَأُ فِى غَيْرِ دَارِهِ ، ثُمَّ بَدَا لأَبِى بَكْرٍ فَابْتَنَى مَسْجِدًا بِفِنَاءِ دَارِهِ وَكَانَ يُصَلِّى فِيهِ وَيَقْرَأُ الْقُرْآنَ ، فَيَنْقَذِفُ عَلَيْهِ نِسَاءُ الْمُشْرِكِينَ وَأَبْنَاؤُهُمْ ، وَهُمْ يَعْجَبُونَ مِنْهُ ، وَيَنْظُرُونَ إِلَيْهِ ، وَكَانَ أَبُو بَكْرٍ رَجُلاً بَكَّاءً ، لاَ يَمْلِكُ عَيْنَيْهِ إِذَا قَرَأَ الْقُرْآنَ ، وَأَفْزَعَ ذَلِكَ أَشْرَافَ قُرَيْشٍ مِنَ الْمُشْرِكِينَ ، فَأَرْسَلُوا إِلَى ابْنِ الدَّغِنَةِ ، فَقَدِمَ عَلَيْهِمْ . فَقَالُوا إِنَّا كُنَّا أَجَرْنَا أَبَا بَكْرٍ بِجِوَارِكَ ، عَلَى أَنْ يَعْبُدَ رَبَّهُ فِى دَارِهِ ، فَقَدْ جَاوَزَ ذَلِكَ ، فَابْتَنَى مَسْجِدًا بِفِنَاءِ دَارِهِ ، فَأَعْلَنَ بِالصَّلاَةِ وَالْقِرَاءَةِ فِيهِ ، وَإِنَّا قَدْ خَشِينَا أَنْ يَفْتِنَ نِسَاءَنَا وَأَبْنَاءَنَا فَانْهَهُ ، فَإِنْ أَحَبَّ أَنْ يَقْتَصِرَ عَلَى أَنْ يَعْبُدَ رَبَّهُ فِى دَارِهِ فَعَلَ ، وَإِنْ أَبَى إِلاَّ أَنْ يُعْلِنَ بِذَلِكَ فَسَلْهُ أَنْ يَرُدَّ إِلَيْكَ ذِمَّتَكَ ، فَإِنَّا قَدْ كَرِهْنَا أَنْ نُخْفِرَكَ ، وَلَسْنَا مُقِرِّينَ لأَبِى بَكْرٍ الاِسْتِعْلاَنَ . قَالَتْ عَائِشَةُ فَأَتَى ابْنُ الدَّغِنَةِ إِلَى أَبِى بَكْرٍ فَقَالَ قَدْ عَلِمْتَ الَّذِى عَاقَدْتُ لَكَ عَلَيْهِ ، فَإِمَّا أَنْ تَقْتَصِرَ عَلَى ذَلِكَ ، وَإِمَّا أَنْ تَرْجِعَ إِلَىَّ ذِمَّتِى ، فَإِنِّى لاَ أُحِبُّ أَنْ تَسْمَعَ الْعَرَبُ أَنِّى أُخْفِرْتُ فِى رَجُلٍ عَقَدْتُ لَهُ . فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ فَإِنِّى أَرُدُّ إِلَيْكَ جِوَارَكَ وَأَرْضَى بِجِوَارِ اللَّهِ عَزَّ وَجَلَّ . وَالنَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم يَوْمَئِذٍ بِمَكَّةَ ، فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم لِلْمُسْلِمِينَ « إِنِّى أُرِيتُ دَارَ هِجْرَتِكُمْ ذَاتَ نَخْلٍ بَيْنَ لاَبَتَيْنِ » . وَهُمَا الْحَرَّتَانِ ، فَهَاجَرَ مَنْ هَاجَرَ قِبَلَ الْمَدِينَةِ ، وَرَجَعَ عَامَّةُ مَنْ كَانَ هَاجَرَ بِأَرْضِ الْحَبَشَةِ إِلَى الْمَدِينَةِ ، وَتَجَهَّزَ أَبُو بَكْرٍ قِبَلَ الْمَدِينَةِ ، فَقَالَ لَهُ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « عَلَى رِسْلِكَ ، فَإِنِّى أَرْجُو أَنْ يُؤْذَنَ لِى » . فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ وَهَلْ تَرْجُو ذَلِكَ بِأَبِى أَنْتَ قَالَ « نَعَمْ » . فَحَبَسَ أَبُو بَكْرٍ نَفْسَهُ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لِيَصْحَبَهُ ، وَعَلَفَ رَاحِلَتَيْنِ كَانَتَا عِنْدَهُ وَرَقَ السَّمُرِ وَهْوَ الْخَبَطُ أَرْبَعَةَ أَشْهُرٍ . قَالَ ابْنُ شِهَابٍ قَالَ عُرْوَةُ قَالَتْ عَائِشَةُ فَبَيْنَمَا نَحْنُ يَوْمًا جُلُوسٌ فِى بَيْتِ أَبِى بَكْرٍ فِى نَحْرِ الظَّهِيرَةِ قَالَ قَائِلٌ لأَبِى بَكْرٍ هَذَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مُتَقَنِّعًا - فِى سَاعَةٍ لَمْ يَكُنْ يَأْتِينَا فِيهَا - فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ فِدَاءٌ لَهُ أَبِى وَأُمِّى ، وَاللَّهِ مَا جَاءَ بِهِ فِى هَذِهِ السَّاعَةِ إِلاَّ أَمْرٌ . قَالَتْ فَجَاءَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَاسْتَأْذَنَ ، فَأُذِنَ لَهُ فَدَخَلَ ، فَقَالَ النَّبِىُّ صلى الله عليه وسلم لأَبِى بَكْرٍ « أَخْرِجْ مَنْ عِنْدَكَ » . فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ إِنَّمَا هُمْ أَهْلُكَ بِأَبِى أَنْتَ يَا رَسُولَ اللَّهِ . قَالَ « فَإِنِّى قَدْ أُذِنَ لِى فِى الْخُرُوجِ » . فَقَالَ أَبُو بَكْرٍ الصَّحَابَةُ بِأَبِى أَنْتَ يَا رَسُولَ اللَّهِ . قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « نَعَمْ » . قَالَ أَبُو بَكْرٍ فَخُذْ بِأَبِى أَنْتَ يَا رَسُولَ اللَّهِ إِحْدَى رَاحِلَتَىَّ هَاتَيْنِ . قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم « بِالثَّمَنِ » . قَالَتْ عَائِشَةُ فَجَهَّزْنَاهُمَا أَحَثَّ الْجَهَازِ ، وَصَنَعْنَا لَهُمَا سُفْرَةً فِى جِرَابٍ ، فَقَطَعَتْ أَسْمَاءُ بِنْتُ أَبِى بَكْرٍ قِطْعَةً مَنْ نِطَاقِهَا فَرَبَطَتْ بِهِ عَلَى فَمِ الْجِرَابِ ، فَبِذَلِكَ سُمِّيَتْ ذَاتَ النِّطَاقِ - قَالَتْ - ثُمَّ لَحِقَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَبُو بَكْرٍ بِغَارٍ فِى جَبَلِ ثَوْرٍ فَكَمَنَا فِيهِ ثَلاَثَ لَيَالٍ ، يَبِيتُ عِنْدَهُمَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أَبِى بَكْرٍ وَهْوَ غُلاَمٌ شَابٌّ ثَقِفٌ لَقِنٌ ، فَيُدْلِجُ مِنْ عِنْدِهِمَا بِسَحَرٍ ، فَيُصْبِحُ مَعَ قُرَيْشٍ بِمَكَّةَ كَبَائِتٍ ، فَلاَ يَسْمَعُ أَمْرًا يُكْتَادَانِ بِهِ إِلاَّ وَعَاهُ ، حَتَّى يَأْتِيَهُمَا بِخَبَرِ ذَلِكَ حِينَ يَخْتَلِطُ الظَّلاَمُ ، وَيَرْعَى عَلَيْهِمَا عَامِرُ بْنُ فُهَيْرَةَ مَوْلَى أَبِى بَكْرٍ مِنْحَةً مِنْ غَنَمٍ ، فَيُرِيحُهَا عَلَيْهِمَا حِينَ يَذْهَبُ سَاعَةٌ مِنَ الْعِشَاءِ ، فَيَبِيتَانِ فِى رِسْلٍ وَهْوَ لَبَنُ مِنْحَتِهِمَا وَرَضِيفِهِمَا ، حَتَّى يَنْعِقَ بِهَا عَامِرُ بْنُ فُهَيْرَةَ بِغَلَسٍ ، يَفْعَلُ ذَلِكَ فِى كُلِّ لَيْلَةٍ مِنْ تِلْكَ اللَّيَالِى الثَّلاَثِ ، وَاسْتَأْجَرَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَبُو بَكْرٍ رَجُلاً مِنْ بَنِى الدِّيلِ ، وَهْوَ مِنْ بَنِى عَبْدِ بْنِ عَدِىٍّ هَادِيًا خِرِّيتًا - وَالْخِرِّيتُ الْمَاهِرُ بِالْهِدَايَةِ - قَدْ غَمَسَ حِلْفًا فِى آلِ الْعَاصِ بْنِ وَائِلٍ السَّهْمِىِّ ، وَهْوَ عَلَى دِينِ كُفَّارِ قُرَيْشٍ فَأَمِنَاهُ ، فَدَفَعَا إِلَيْهِ رَاحِلَتَيْهِمَا ، وَوَاعَدَاهُ غَارَ ثَوْرٍ بَعْدَ ثَلاَثِ لَيَالٍ بِرَاحِلَتَيْهِمَا صُبْحَ ثَلاَثٍ ، وَانْطَلَقَ مَعَهُمَا عَامِرُ بْنُ فُهَيْرَةَ وَالدَّلِيلُ فَأَخَذَ بِهِمْ طَرِيقَ السَّوَاحِلِ .
Tercemesi:
Bize Yahya b. Bükeyr, ona Leys, ona Ukayl, ona İbn Şihâb, ona Urve b. Zübeyir, ona da Hz. Peygamber'in eşi Hz. Aişe (r.anha) şöyle rivayet etmiştir:
Ben bildim bileli annem babam Müslümandı. Rasûlullah her günün başında ve sonunda, sabah akşam bize mutlaka uğrardı. Müslümanlar işkenceye maruz kaldıklarında (Rasûlullah Müslümanlara hicret için izin vermiş), Ebu Bekir de Habeş diyarı tarafına hicret etmek üzere yola çıkmıştı. Berku'l-Gımâd mevkiine geldiğinde Kaare kabilesinin reisi İbn Dağine ile karşılaştı. İbn Dağine "Ey Ebu Bekr, nereye gidiyorsun" diye sordu. Ebu Bekir de "kavmim beni yurdumdan etti, ben de yeryüzünde dolaşıp Rabbime kulluk yapacağım bir yer arıyorum" dedi. İbn Dağine "Ey Ebu Bekir senin gibi bir adam yurdundan çıkmaz da çıkarılamaz da. Çünkü sen yoksula yardım eder, akrabayı ziyaret edip onlarla ilgilenir, işini görmekten âciz ve yetimin yükünü yüklenir, misafire ikram eder, musibetlerde yardıma koşarsın. Şimdi ben seni himayeme alıyorum haydi dön de kendi yurdunda Rabbine kulluk et" dedi.
Bunun üzerine Ebu Bekir geri döndü, İbn Dağine de kendisine eşlik etti. (Mekke'ye dönünce) İbn Dağine akşam Kureyş'in ileri gelenlerini dolaşıp ve onlara "Şüphesiz Ebu Bekir gibi biz adam yurdundan çıkmaz ve çıkarılmaz. Sizler yoksula yardım eden, akrabayı ziyaret edip onlarla ilgilenen, işini görmekten âciz ve yetimin yükünü yüklenen, misafire ikram eden, musibetlerde yardıma koşan bir adamı yurdundan mı çıkarıyorsunuz" dedi. Kureyş'ten hiç kimse İbn Dağine'nin Ebu Bekir'i himayesine almasına itiraz etmedi ve İbn Dağine'ye "Ebu Bekir'e söyle, yurdunda Rabbine kulluk etsin, namazını kılsın ve dilediğini okusun, ama okuduğu ile bizi rahatsız etmesin, aşikar okumasın. Çünkü bizi bunu yaparak kadınlarımızı ve evlatlarımızı fitneye düşürmesinden korkuyoruz" dediler.
İbn Dağine Kureyş'in bu sözlerini Ebu Bekir'e söyledi. Ebu Bekir de bu şartlara uyarak evinde Rabbine ibadet etmek, namazını açıktan kılmamak, evinin dışında Kur'an okumamak suretiyle ikamet etti. Bir zaman sonra Ebu Bekir düşüncesini değiştirdi ve evinin bahçesine bir mescit yaptırdı, orada namaz kılıp Kur'an okumaya başladı. Ebu Bekir'in ibadeti Müşriklerin kadınlarında ve çocuklarında hayranlık uyandırdı ve onu görmek için izdiham oluşturmaya başladılar. Ebu Bekir yufka yürekli ve gözü yaşlı bir adamdı. Kur'an okuduğu zaman gözyaşlarını tutamazdı. Ebu Bekir'in bu hâli, Kureyş müşriklerinin ileri gelenlerini korkuttu da, onlar İbn Dağine'ye haber gönderdiler. İbnu Dağine geldiğinde "Biz senin Ebu Bekir'i himayene alman konusunda, evinde Rabbine ibadet etmesi şartıyla müsaade etmiştik. Ebu Bekir ise bu sınırı aşarak evinin önünde bir mescit yaptı, içinde aşikâre namaz kılmağa ve Kur'an okumağa başladı. Doğrusu biz, kadınlarımızın ve oğullarımızın fitneye düşmelerinden korkuyoruz. Ebu Bekir'i böyle yapmaktan alıkoy. Eğer Rabbine kendi evinde ibadet etmekle yetinirse ibadet etsin. Yok eğer dayatır namaz ve kıraatini aşikare yaparsa, ona verdiğin himaye hakkını iade etmesini talep et. Emin ol ki, biz sana verdiğimiz sözden caymayı hoş görmeyiz ama aşikar bir şekilde ibadet etmesine de söz vermiş değiliz" dediler.
Aişe der ki: Bunun üzerine İbn Dağine, Ebu Bekir'e geldi ve "Benim hangi şartlar altında seni himaye ettiğimi biliyorsun. Şimdi sen ya şartlar çerçevesinde hareket et, ya da himaye hakkını iade et. Emîn ol ki Arap milletinin, verdiğim himaye sözümü bozduğumu işitmesini istemem" dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir "Ben artık senin himayeni iade ediyor, Azız ve Celîl Allah'ın himayesine sığınıyorum" dedi.
Peygamber (sav) o gün Mekke'de bulunuyordu. Müslümanlara "Sizin hicret edeceğiniz yurt, iki kara taşlık arasında hurmalıkları olan bir şehir olduğu bana rüyamda gösterildi" buyurdu. Bunun üzerine Medine tarafına hicret edenler hicret etti, Habeşistan'a hicret edenlerin çoğu da Medine'ye dönüp geldi. Ebu Bekir de Medine tarafına hicrete hazırlanmıştı. Fakat Hz. peygamber (sav) ona "Sabret, bana da (hicret için) izin verilmesini umuyorum" buyurdu. Ebu Bekir de "Babam sana feda olsun, böyle bir izin gelmesini bekliyor musun?" diye sordu. Hz. Peygamber de "Evet umarım" cevabını verdi. Bu sebeple Ebu Bekir de Hz. Peygamber'le arkadaşlık etmek için, yola çıkmaktan bir süre geri durdu. Bu sırada elinde bulunan iki bineğini dört ay boyunca, ağaçtan silkelenip kurutulmuş Semur yaprağı ile besledi.
İbn Şihâb der ki: Urve'nin aktardığına göre Hz. Aişe şöyle devam etmiştir: Bir gün biz öğlen vaktinin ilk saatinde (en sıcak zamanda) Ebu Bekir'in evinde oturuyorduk. Ev halkından biri Ebu Bekir'e "işte Rasûlullah (sav), gelmesine alışık olmadığımız bir saatte, başını bir sargı ile sarmış olarak bize geliyor" dedi. Ebu Bekir de "babam, anam O'na kurban olsun, vallahi mühim bir hâdise olmadıkça bu saatte gelmek âdeti değildir" dedi.
Âişe, rivayetine şöyle devam etti: Rasûlullah (sav) geldi, izin istedi. Kendisine içeri girme izni verilip buyurun denildi. Bunun üzerine evimize girdi. Ardından Ebu Bekir'e "yanında bulunanları dışarı çıkar!" buyurdu. Ebu Bekir de "Babam Sana kurban ey Allah'ın Rasûlü, onlar Senin ehlin ve mahremindir" dedi. Hz. Peygamber (sav) "Bana hicret için izin verildi" dedi. Ebu Bekir de "Ey Allah'ın Rasûlü, babam Sana kurbân olsun, Ben de sana arkadaşlık ve eşlik etmek isterim" Rasûlullah (sav) "Evet," buyurdu.
Ebu Bekir "babam Sana kurban ey Allah'ın Rasûlü, şu iki binek devemden birini beğen al" dedi. Rasûlullah "Ancak bedeliyle alırım" buyurdu.
Âişe der ki: Biz Rasûlullah ile Ebu Bekir'in yolculuk hazırlığını hızlıca yaptık. Her ikisi için deriden bir tulum içine bir miktar azık düzenleyip koyduk. Tulumun ağzı bağlanacağı sıra Ebu Bekir'in kızı Esma, belinin kuşağından bir parça yırtıp ayırıp onunla tulumun ağzını bağladı. Bundan dolayı Esma'ya "Zâtu'n-Nitâk"(kuşaklı)" denildi.
Âişe der ki: Sonra Rasûlullah ile Ebu Bekir Sevr Dağı'ndaki bir mağaraya ulaştılar ve orada üç gece gizlendiler. Her gece yanlarında Ebu Bekir'in oğlu Abdullah gecelerdi. Abdullah maharetli, çabuk anlayışlı taze bir gençti. Seher vakti yanlarından çıkar, Mekke'de gecelemiş gibi Kureyş ile sabahlardı. Abdullah, Rasûlullah ile Ebu Bekir hakkında Kureyş müşriklerinin hilelerinden duyduğu şeyleri ezberler, karanlık basınca da gelir, onlara haber verirdi. Ebu Bekir'in kölesi Âmir b. Fuheyre (o civarda) bol sütlü sağmal koyun sürüsü otlatır ve akşamdan bir müddet geçtiğinde o sürüyü Rasûlullah ile Ebu Bekir'in yanlarına getirir, onlar da sağıp taze süt içerek gecelerdi. O süt, kendi sağmallarının sütü idi. Nihayet gecenin sonunda Âmir b. Fuheyre (mağaranın önüne gelip), sağmal koyunlara seslenir, tekrar otlatmaya götürürdü. Mağarada bulundukları üç gecenin hepsinde Âmir süt işini böyle temin etmiştir.
Rasûlullah ile Ebu Bekir (Mekke'de iken) Abd b. Adiyy oğullarının bir kolu olan Dîl oğullarından kılavuzlukta maharetli bir kişiyi kılavuz olarak tutmuşlardı. Âs b. Vâil es-Sehmî ailesinin yeminli dostu olmak üzere elini kana batırmış olan bu adam hâlâ da Kureyş kâfirlerinin dini üzere idi. Fakat doğruluğuna emniyet ve itimat ederek develerini ona teslim etmiş ve üç gece sonra develeriyle beraber Sevr Dağı'ndaki mağarada buluşmak üzere sözleşmişlerdi. Bu kılavuz kişi develerle üçüncü gecenin sabahında Sevr'e, onların yanına geldi. Rasûlullah ve Ebu Bekir yanlarında Âmir ibn Fuheyre ve kılavuzla birlikte yola çıktılar. Kılavuz onları alıp sahil yolundan devam etti.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Menâkıbü'l-Ensâr 45, 2/29
Senetler:
1. Ebu Süfyan Süraka b. Cu'şüm el-Müdlicî (Süraka b. Malik b. Cu'şüm b. Malik b. Amr)
2. Malik b. Cu'şüm el-Müdlicî (Malik b. Malik b. Cu'şüm b. Malik b. Amr)
3. Abdurrahman b. Malik (Abdurrahman b. Malik b. Cu'şüm b. Malik b. Amr)
4. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
5. Ebu Halid Ukayl b. Halid el-Eylî (Ukayl b. Halid b. Ukayl)
6. Ebu Haris Leys b. Sa'd el-Fehmî (Leys b. Sa'd b. Abdurrahman)
7. Yahya b. Ya'mer el-Kaysî (Yahya b. Ya'mer)
Konular:
HİCRET OLGUSU
Hz. Peygamber, itaat, boyun eğmek,
Siyer, Hicret Medine'ye
قَالَ ابْنُ شِهَابٍ وَأَخْبَرَنِى عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ مَالِكٍ الْمُدْلِجِىُّ - وَهْوَ ابْنُ أَخِى سُرَاقَةَ بْنِ مَالِكِ بْنِ جُعْشُمٍ - أَنَّ أَبَاهُ أَخْبَرَهُ أَنَّهُ سَمِعَ سُرَاقَةَ بْنَ جُعْشُمٍ يَقُولُ جَاءَنَا رُسُلُ كُفَّارِ قُرَيْشٍ يَجْعَلُونَ فِى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَبِى بَكْرٍ دِيَةَ كُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا ، مَنْ قَتَلَهُ أَوْ أَسَرَهُ ، فَبَيْنَمَا أَنَا جَالِسٌ فِى مَجْلِسٍ مِنْ مَجَالِسِ قَوْمِى بَنِى مُدْلِجٍ أَقْبَلَ رَجُلٌ مِنْهُمْ حَتَّى قَامَ عَلَيْنَا وَنَحْنُ جُلُوسٌ ، فَقَالَ يَا سُرَاقَةُ ، إِنِّى قَدْ رَأَيْتُ آنِفًا أَسْوِدَةً بِالسَّاحِلِ - أُرَاهَا مُحَمَّدًا وَأَصْحَابَهُ . قَالَ سُرَاقَةُ فَعَرَفْتُ أَنَّهُمْ هُمْ ، فَقُلْتُ لَهُ إِنَّهُمْ لَيْسُوا بِهِمْ ، وَلَكِنَّكَ رَأَيْتَ فُلاَنًا وَفُلاَنًا انْطَلَقُوا بِأَعْيُنِنَا . ثُمَّ لَبِثْتُ فِى الْمَجْلِسِ سَاعَةً ، ثُمَّ قُمْتُ فَدَخَلْتُ فَأَمَرْتُ جَارِيَتِى أَنْ تَخْرُجَ بِفَرَسِى وَهْىَ مِنْ وَرَاءِ أَكَمَةٍ فَتَحْبِسَهَا عَلَىَّ ، وَأَخَذْتُ رُمْحِى ، فَخَرَجْتُ بِهِ مِنْ ظَهْرِ الْبَيْتِ ، فَحَطَطْتُ بِزُجِّهِ الأَرْضَ ، وَخَفَضْتُ عَالِيَهُ حَتَّى أَتَيْتُ فَرَسِى فَرَكِبْتُهَا ، فَرَفَعْتُهَا تُقَرَّبُ بِى حَتَّى دَنَوْتُ مِنْهُمْ ، فَعَثَرَتْ بِى فَرَسِى ، فَخَرَرْتُ عَنْهَا فَقُمْتُ ، فَأَهْوَيْتُ يَدِى إِلَى كِنَانَتِى فَاسْتَخْرَجْتُ مِنْهَا الأَزْلاَمَ ، فَاسْتَقْسَمْتُ بِهَا أَضُرُّهُمْ أَمْ لاَ فَخَرَجَ الَّذِى أَكْرَهُ ، فَرَكِبْتُ فَرَسِى ، وَعَصَيْتُ الأَزْلاَمَ ، تُقَرِّبُ بِى حَتَّى إِذَا سَمِعْتُ قِرَاءَةَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَهْوَ لاَ يَلْتَفِتُ ، وَأَبُو بَكْرٍ يُكْثِرُ الاِلْتِفَاتَ سَاخَتْ يَدَا فَرَسِى فِى الأَرْضِ حَتَّى بَلَغَتَا الرُّكْبَتَيْنِ ، فَخَرَرْتُ عَنْهَا ثُمَّ زَجَرْتُهَا فَنَهَضَتْ ، فَلَمْ تَكَدْ تُخْرِجُ يَدَيْهَا ، فَلَمَّا اسْتَوَتْ قَائِمَةً ، إِذَا لأَثَرِ يَدَيْهَا عُثَانٌ سَاطِعٌ فِى السَّمَاءِ مِثْلُ الدُّخَانِ ، فَاسْتَقْسَمْتُ بِالأَزْلاَمِ ، فَخَرَجَ الَّذِى أَكْرَهُ ، فَنَادَيْتُهُمْ بِالأَمَانِ فَوَقَفُوا ، فَرَكِبْتُ فَرَسِى حَتَّى جِئْتُهُمْ ، وَوَقَعَ فِى نَفْسِى حِينَ لَقِيتُ مَا لَقِيتُ مِنَ الْحَبْسِ عَنْهُمْ أَنْ سَيَظْهَرُ أَمْرُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقُلْتُ لَهُ إِنَّ قَوْمَكَ قَدْ جَعَلُوا فِيكَ الدِّيَةَ . وَأَخْبَرْتُهُمْ أَخْبَارَ مَا يُرِيدُ النَّاسُ بِهِمْ ، وَعَرَضْتُ عَلَيْهِمِ الزَّادَ وَالْمَتَاعَ ، فَلَمْ يَرْزَآنِى وَلَمْ يَسْأَلاَنِى إِلاَّ أَنْ قَالَ أَخْفِ عَنَّا . فَسَأَلْتُهُ أَنْ يَكْتُبَ لِى كِتَابَ أَمْنٍ ، فَأَمَرَ عَامِرَ بْنَ فُهَيْرَةَ ، فَكَتَبَ فِى رُقْعَةٍ مِنْ أَدِيمٍ ، ثُمَّ مَضَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . قَالَ ابْنُ شِهَابٍ فَأَخْبَرَنِى عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لَقِىَ الزُّبَيْرَ فِى رَكْبٍ مِنَ الْمُسْلِمِينَ كَانُوا تِجَارًا قَافِلِينَ مِنَ الشَّأْمِ ، فَكَسَا الزُّبَيْرُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَبَا بَكْرٍ ثِيَابَ بَيَاضٍ ، وَسَمِعَ الْمُسْلِمُونَ بِالْمَدِينَةِ مَخْرَجَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ مَكَّةَ ، فَكَانُوا يَغْدُونَ كُلَّ غَدَاةٍ إِلَى الْحَرَّةِ فَيَنْتَظِرُونَهُ ، حَتَّى يَرُدَّهُمْ حَرُّ الظَّهِيرَةِ ، فَانْقَلَبُوا يَوْمًا بَعْدَ مَا أَطَالُوا انْتِظَارَهُمْ ، فَلَمَّا أَوَوْا إِلَى بُيُوتِهِمْ ، أَوْفَى رَجُلٌ مِنْ يَهُودَ عَلَى أُطُمٍ مِنْ آطَامِهِمْ لأَمْرٍ يَنْظُرُ إِلَيْهِ ، فَبَصُرَ بِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَصْحَابِهِ مُبَيَّضِينَ يَزُولُ بِهِمُ السَّرَابُ ، فَلَمْ يَمْلِكِ الْيَهُودِىُّ أَنْ قَالَ بِأَعْلَى صَوْتِهِ يَا مَعَاشِرَ الْعَرَبِ هَذَا جَدُّكُمُ الَّذِى تَنْتَظِرُونَ . فَثَارَ الْمُسْلِمُونَ إِلَى السِّلاَحِ ، فَتَلَقَّوْا رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِظَهْرِ الْحَرَّةِ ، فَعَدَلَ بِهِمْ ذَاتَ الْيَمِينِ حَتَّى نَزَلَ بِهِمْ فِى بَنِى عَمْرِو بْنِ عَوْفٍ ، وَذَلِكَ يَوْمَ الاِثْنَيْنِ مِنْ شَهْرِ رَبِيعٍ الأَوَّلِ ، فَقَامَ أَبُو بَكْرٍ لِلنَّاسِ ، وَجَلَسَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم صَامِتًا ، فَطَفِقَ مَنْ جَاءَ مِنَ الأَنْصَارِ مِمَّنْ لَمْ يَرَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُحَيِّى أَبَا بَكْرٍ ، حَتَّى أَصَابَتِ الشَّمْسُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَقْبَلَ أَبُو بَكْرٍ حَتَّى ظَلَّلَ عَلَيْهِ بِرِدَائِهِ ، فَعَرَفَ النَّاسُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عِنْدَ ذَلِكَ ، فَلَبِثَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى بَنِى عَمْرِو بْنِ عَوْفٍ بِضْعَ عَشْرَةَ لَيْلَةً وَأُسِّسَ الْمَسْجِدُ الَّذِى أُسِّسَ عَلَى التَّقْوَى ، وَصَلَّى فِيهِ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ، ثُمَّ رَكِبَ رَاحِلَتَهُ فَسَارَ يَمْشِى مَعَهُ النَّاسُ حَتَّى بَرَكَتْ عِنْدَ مَسْجِدِ الرَّسُولِ صلى الله عليه وسلم بِالْمَدِينَةِ ، وَهْوَ يُصَلِّى فِيهِ يَوْمَئِذٍ رِجَالٌ مِنَ الْمُسْلِمِينَ ، وَكَانَ مِرْبَدًا لِلتَّمْرِ لِسُهَيْلٍ وَسَهْلٍ غُلاَمَيْنِ يَتِيمَيْنِ فِى حَجْرِ أَسْعَدَ بْنِ زُرَارَةَ ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حِينَ بَرَكَتْ بِهِ رَاحِلَتُهُ « هَذَا إِنْ شَاءَ اللَّهُ الْمَنْزِلُ » . ثُمَّ دَعَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم الْغُلاَمَيْنِ ، فَسَاوَمَهُمَا بِالْمِرْبَدِ لِيَتَّخِذَهُ مَسْجِدًا ، فَقَالاَ لاَ بَلْ نَهَبُهُ لَكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ ، ثُمَّ بَنَاهُ مَسْجِدًا ، وَطَفِقَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَنْقُلُ مَعَهُمُ اللَّبِنَ فِى بُنْيَانِهِ ، وَيَقُولُ وَهُوَ يَنْقُلُ اللَّبِنَ « هَذَا الْحِمَالُ لاَ حِمَالَ خَيْبَرْ هَذَا أَبَرُّ رَبَّنَا وَأَطْهَرْ » . وَيَقُولُ « اللَّهُمَّ إِنَّ الأَجْرَ أَجْرُ الآخِرَهْ فَارْحَمِ الأَنْصَارَ وَالْمُهَاجِرَهْ » . فَتَمَثَّلَ بِشِعْرِ رَجُلٍ مِنَ الْمُسْلِمِينَ لَمْ يُسَمَّ لِى . قَالَ ابْنُ شِهَابٍ وَلَمْ يَبْلُغْنَا فِى الأَحَادِيثِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم تَمَثَّلَ بِبَيْتِ شِعْرٍ تَامٍّ غَيْرِ هَذه الْبَيْتِ .
İbn Şihâb der ki: Bana Surâka b. Mâlik b. Cu'şum'un erkek kardeşi Abdurrahman b. Malik el-Mudlicî ona da babası Mâlik, Surâka b. Cu'şum şöyle demiştir:
Kureyş kâfirlerinin etrafa saldıkları elçiler bize geldi. Mekkeliler Rasulullah ile Ebu Bekir'den her birini öldüren veya esir eden kimse için ayrı ayrı mükâfat vadediyorlardı. Ben, kavmim Mudlic oğullarının meclisinde oturuyorken Kureyşli bir adam çıkageldi, yanı başımızda dikildi ve “ey Surâka, biraz önce sahile doğru yol alan karaltılar gördüm. Öyle sanırım, onlar Muhammed ve ashabıdır” dedi. Surâka der ki: Ben derhâl bu adamın anlattığı yolcuların Muhammed ile sahâbîleri olduğunu anladım, ama ona “gördüğün onlar değildir. Sen muhtemelen, az önce gözlerimizin önünden geçip giden falanca ve filânca kişileri görmüş olacaksın. Onlar kendilerine ait bir kayıp arıyorlar” dedim ve mecliste bir süre daha oyalandıktan sonra kalkıp evime girdim, hizmetçime, atımı alıp çıkarmasını ve yüksek tepenin arkasında beni beklemesini emrettim. Ben de kargımı alarak evimin arka tarafından çıktım ve (parıltısını gizlemek için) kargımın alt tarafını yerde sürükleyip, üst tarafını da aşağıya doğru tutarak atımın yanına geldim, üstüne bindim ve beni gayeme yaklaştırması için hayvanı dört nala kaldırdım. Sonunda Rasulullah (sav) ve Ashabına yetişip yaklaştım. Bu sırada atım sürçüp kapaklandı. Ben de atımdan düştüm. Hemen toparlanıp kalktım ve elimi ok sadağıma uzatıp, fal oklarını çıkardım. Muhammed ve ashabına zarar verir miyim, yoksa vermez miyim? diye fal baktım. Fal neticesinde hoşlanmadığım şey çıktı. Bunun üzerine ben yine atıma bindim. Fal oklarının aykırı çıkmasına rağmen, ben onlara isyan edip, atımı yine dört nala kaldırdım. Rasulullah'ın okuyuşunu işitecek kadar yaklaştım. Rasulullah (sav) arkasına dönüp bakmıyor, Ebu Bekir ise arkasına çok dönüp bakıyordu. Rasulullah'ın okuduğunu işittiğim sırada atımın iki ön ayağı, dizlerine kadar yere battı, ben de attan düştüm. Sonra ben hayvanı kalkmağa zorladım. O da kalkmağa çalıştı. Fakat bir türlü ayaklarını çıkarmaya gücü yetmedi. Hayvan kalkıp doğrulunca da hemen iki ayağının gömülen izinden göğe doğru ateş dumanı gibi bir duman yükselip dağıldı. Bunun üzerine ben fal oklarıyla tekrar fal baktım. Yine hoşlanmadığım şekilde çıktı. Sonra ben Muhammed ve ashabına “amân” diye haykırdım. Bunun üzerine durdular. Ben de atıma binerek yanlarına vardım.
Rasulullah (sav) ve ashabına saldırmama engel olan bu kadar şeyle karşı karşıya kalınca, gönlümde, Rasulullah'ın davasının zafere ulaşacağına dair kesin bir kanaat oluştu. Bu kanaat üzerine O'na “kavmin Kureyş, senin öldürülmen veya esir alınman için mükâfat vadetmiştir” dedim ve Kureyş'in, kendisine ve ashabına karşı ne kadar fenalık yapmak istediklerini birer birer onlara haber verdim, kendilerine yol azığı ve malzemesi arz ettim. Fakat benden bir şey almadılar ve hiçbir şey de almak istemediler. Yalnız Rasulullah (sav) bana "bizim yolculuğumuzu gizle" dedi. Bunun üzerine ben Rasulullah'tan hakkımda bir amanname yazmasını istedim. Rasulullah (sav) da Âmir b. Fuheyre'ye emretti. Âmir de bir deri parçasına yazıp verdi. Bundan sonra Rasulullah yoluna devam etti. İbn Şihâb der ki: Bana Urve b. Zübeyir şöyle rivayet etmiştir: Rasulullah (sav) yolda, Şam'dan gelen Müslüman tüccarların kervanında bulunan Zübeyir ile karşılaştı. Zübeyir, Rasulullah ile Ebu Bekir'e beyaz maşlahlar giydirdi.
Medine'de Müslümanlar, Rasulullah'ın Mekke'den yola çıktığını işitmişler ve karşılamak için her sabah kuşluk vakti Harre mevkiine çıkarak öğle sıcağı basıncaya kadar Rasulullah'ın gelmesini bekliyorlardı. Yine bir gün Müslümanların beklemeleri uzadıktan sonra dönmüşlerdi. Evlerine girdikleri sırada Yahudilerden bir kişi, kendisine ait bir işe bakmak üzere Yahudi kulelerinden bir kulenin üstüne çıkıp yüksekten uzaklara bakmakta iken, Rasulullah (sav) ile Ashabını, beyazlar giymiş oldukları hâlde -sıcaktan meydana gelen serap ve sis manzaralarını yararak geldiklerini gördü. Artık Yahudi bu muhteşem gelişi saklamaya muktedir olamayarak, yüksek sesiyle “ey Arap topluluğu! Beklemekte olduğunuz nasibiniz ve devletliniz işte geliyor” diye haykırdı. Bu sesi işiten bütün Müslümanlar, silâhlarına sarılarak evlerinden fırlayıp Rasulullah'ı karşılamaya koştular. Ve Harre denilen kara taşlık yolunda Rasulullah'a kavuştular. Rasulullah (sav) şimdi maiyeti ve karşılayanlarıyla birlikte Medine'nin sağ tarafına (Kubâ yönüne) doğru yönelip yola devam etti ve Harise oğullarından Amr b. Avf ailesinin yurduna inip onlara misafir oldu. Küba'ya varış rabiu'l-evvel ayının bir pazartesi gününe tesadüf etmişti. Karşılayanlarla Ebu Bekir ilgilenip konuşuyor, Rasulullah (sav) ise sessiz bir şekilde oturuyordu. Öyle ki Ensâr'dan Rasulullah'ı önceden görmemiş olanlar Ebu Bekir'i selâmlamaya başlamışlardı. Rasulullah'a güneş vurduğunda hemen Ebu Bekir varıp, cübbesiyle gölgelik yapınca, o zaman insanlar Rasulullah'ı tanıdı.
Rasulullah (sav), Amr b. Avf oğulları'nda on küsur gece misafir kaldı. Bu müddet zarfında takva üzerine kurulan mescit inşa edildi ve Rasulullah (sav) orada namaz kıldı. Sonra Rasulullah (sav) beraberinde insanlar olduğu halde devesine binip yola koyuldu. Devesi, Müslümanların, o sırada namazgah olarak kullandıkları, Rasulullah'ın mescidinin yerinde çöktü. Burası daha önce Sa'd b. Zurâre'nin himayesinde bulunan Süheyl ve Sehl adlı iki yetim çocuğa ait, hurma kurutmak üzere kullanılan harman yeri idi. Rasulullah'ın devesi bu arsaya gelip çökünce, Rasulullah "inşallah bizim menzilimiz burası" buyurdu. Daha sonra Rasulullah (sav), bu iki genci davet edip, burasını mescit yapmak üzere bedelini ödeyerek onlardan satın almak istedi. Gençler “ey Allah'ın Rasulü, burasını biz sana bağışlayalım” dediler. Sonra mescidi inşa etti. Mescidin inşası sırasında Rasulullah (sav), ashabı ile beraber mescit duvarlarına kerpiç taşımaya başladı ve taşırken de "Ey Rabbimiz, yüklenip taşıdığımız şu balçıktan düzülmüş ham kerpiç yükü, Hayber'in hurma hamulesi değildir. Bu ondan daha hayırlı ve daha temizdir" beytini okuyup "şüphesiz ki hayırlı ücret, ahiret ücretidir. Ya Rab, sen Ensâr'a ve Muhacirlere merhamet eyle" diye dua ediyordu. Rasulullah (sav) Müslümanlardan ismi bize bildirilmeyen bir şairin şiirine nazire yapmıştı.
İbn Şihâb der ki: Rasulullah'ın bu beyitten başka, bir şiire tam olarak nazire yaptığı bir beyti bize ulaşmadı.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
35035, B003906
Hadis:
قَالَ ابْنُ شِهَابٍ وَأَخْبَرَنِى عَبْدُ الرَّحْمَنِ بْنُ مَالِكٍ الْمُدْلِجِىُّ - وَهْوَ ابْنُ أَخِى سُرَاقَةَ بْنِ مَالِكِ بْنِ جُعْشُمٍ - أَنَّ أَبَاهُ أَخْبَرَهُ أَنَّهُ سَمِعَ سُرَاقَةَ بْنَ جُعْشُمٍ يَقُولُ جَاءَنَا رُسُلُ كُفَّارِ قُرَيْشٍ يَجْعَلُونَ فِى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَبِى بَكْرٍ دِيَةَ كُلِّ وَاحِدٍ مِنْهُمَا ، مَنْ قَتَلَهُ أَوْ أَسَرَهُ ، فَبَيْنَمَا أَنَا جَالِسٌ فِى مَجْلِسٍ مِنْ مَجَالِسِ قَوْمِى بَنِى مُدْلِجٍ أَقْبَلَ رَجُلٌ مِنْهُمْ حَتَّى قَامَ عَلَيْنَا وَنَحْنُ جُلُوسٌ ، فَقَالَ يَا سُرَاقَةُ ، إِنِّى قَدْ رَأَيْتُ آنِفًا أَسْوِدَةً بِالسَّاحِلِ - أُرَاهَا مُحَمَّدًا وَأَصْحَابَهُ . قَالَ سُرَاقَةُ فَعَرَفْتُ أَنَّهُمْ هُمْ ، فَقُلْتُ لَهُ إِنَّهُمْ لَيْسُوا بِهِمْ ، وَلَكِنَّكَ رَأَيْتَ فُلاَنًا وَفُلاَنًا انْطَلَقُوا بِأَعْيُنِنَا . ثُمَّ لَبِثْتُ فِى الْمَجْلِسِ سَاعَةً ، ثُمَّ قُمْتُ فَدَخَلْتُ فَأَمَرْتُ جَارِيَتِى أَنْ تَخْرُجَ بِفَرَسِى وَهْىَ مِنْ وَرَاءِ أَكَمَةٍ فَتَحْبِسَهَا عَلَىَّ ، وَأَخَذْتُ رُمْحِى ، فَخَرَجْتُ بِهِ مِنْ ظَهْرِ الْبَيْتِ ، فَحَطَطْتُ بِزُجِّهِ الأَرْضَ ، وَخَفَضْتُ عَالِيَهُ حَتَّى أَتَيْتُ فَرَسِى فَرَكِبْتُهَا ، فَرَفَعْتُهَا تُقَرَّبُ بِى حَتَّى دَنَوْتُ مِنْهُمْ ، فَعَثَرَتْ بِى فَرَسِى ، فَخَرَرْتُ عَنْهَا فَقُمْتُ ، فَأَهْوَيْتُ يَدِى إِلَى كِنَانَتِى فَاسْتَخْرَجْتُ مِنْهَا الأَزْلاَمَ ، فَاسْتَقْسَمْتُ بِهَا أَضُرُّهُمْ أَمْ لاَ فَخَرَجَ الَّذِى أَكْرَهُ ، فَرَكِبْتُ فَرَسِى ، وَعَصَيْتُ الأَزْلاَمَ ، تُقَرِّبُ بِى حَتَّى إِذَا سَمِعْتُ قِرَاءَةَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَهْوَ لاَ يَلْتَفِتُ ، وَأَبُو بَكْرٍ يُكْثِرُ الاِلْتِفَاتَ سَاخَتْ يَدَا فَرَسِى فِى الأَرْضِ حَتَّى بَلَغَتَا الرُّكْبَتَيْنِ ، فَخَرَرْتُ عَنْهَا ثُمَّ زَجَرْتُهَا فَنَهَضَتْ ، فَلَمْ تَكَدْ تُخْرِجُ يَدَيْهَا ، فَلَمَّا اسْتَوَتْ قَائِمَةً ، إِذَا لأَثَرِ يَدَيْهَا عُثَانٌ سَاطِعٌ فِى السَّمَاءِ مِثْلُ الدُّخَانِ ، فَاسْتَقْسَمْتُ بِالأَزْلاَمِ ، فَخَرَجَ الَّذِى أَكْرَهُ ، فَنَادَيْتُهُمْ بِالأَمَانِ فَوَقَفُوا ، فَرَكِبْتُ فَرَسِى حَتَّى جِئْتُهُمْ ، وَوَقَعَ فِى نَفْسِى حِينَ لَقِيتُ مَا لَقِيتُ مِنَ الْحَبْسِ عَنْهُمْ أَنْ سَيَظْهَرُ أَمْرُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقُلْتُ لَهُ إِنَّ قَوْمَكَ قَدْ جَعَلُوا فِيكَ الدِّيَةَ . وَأَخْبَرْتُهُمْ أَخْبَارَ مَا يُرِيدُ النَّاسُ بِهِمْ ، وَعَرَضْتُ عَلَيْهِمِ الزَّادَ وَالْمَتَاعَ ، فَلَمْ يَرْزَآنِى وَلَمْ يَسْأَلاَنِى إِلاَّ أَنْ قَالَ أَخْفِ عَنَّا . فَسَأَلْتُهُ أَنْ يَكْتُبَ لِى كِتَابَ أَمْنٍ ، فَأَمَرَ عَامِرَ بْنَ فُهَيْرَةَ ، فَكَتَبَ فِى رُقْعَةٍ مِنْ أَدِيمٍ ، ثُمَّ مَضَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . قَالَ ابْنُ شِهَابٍ فَأَخْبَرَنِى عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم لَقِىَ الزُّبَيْرَ فِى رَكْبٍ مِنَ الْمُسْلِمِينَ كَانُوا تِجَارًا قَافِلِينَ مِنَ الشَّأْمِ ، فَكَسَا الزُّبَيْرُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَبَا بَكْرٍ ثِيَابَ بَيَاضٍ ، وَسَمِعَ الْمُسْلِمُونَ بِالْمَدِينَةِ مَخْرَجَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ مَكَّةَ ، فَكَانُوا يَغْدُونَ كُلَّ غَدَاةٍ إِلَى الْحَرَّةِ فَيَنْتَظِرُونَهُ ، حَتَّى يَرُدَّهُمْ حَرُّ الظَّهِيرَةِ ، فَانْقَلَبُوا يَوْمًا بَعْدَ مَا أَطَالُوا انْتِظَارَهُمْ ، فَلَمَّا أَوَوْا إِلَى بُيُوتِهِمْ ، أَوْفَى رَجُلٌ مِنْ يَهُودَ عَلَى أُطُمٍ مِنْ آطَامِهِمْ لأَمْرٍ يَنْظُرُ إِلَيْهِ ، فَبَصُرَ بِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَأَصْحَابِهِ مُبَيَّضِينَ يَزُولُ بِهِمُ السَّرَابُ ، فَلَمْ يَمْلِكِ الْيَهُودِىُّ أَنْ قَالَ بِأَعْلَى صَوْتِهِ يَا مَعَاشِرَ الْعَرَبِ هَذَا جَدُّكُمُ الَّذِى تَنْتَظِرُونَ . فَثَارَ الْمُسْلِمُونَ إِلَى السِّلاَحِ ، فَتَلَقَّوْا رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِظَهْرِ الْحَرَّةِ ، فَعَدَلَ بِهِمْ ذَاتَ الْيَمِينِ حَتَّى نَزَلَ بِهِمْ فِى بَنِى عَمْرِو بْنِ عَوْفٍ ، وَذَلِكَ يَوْمَ الاِثْنَيْنِ مِنْ شَهْرِ رَبِيعٍ الأَوَّلِ ، فَقَامَ أَبُو بَكْرٍ لِلنَّاسِ ، وَجَلَسَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم صَامِتًا ، فَطَفِقَ مَنْ جَاءَ مِنَ الأَنْصَارِ مِمَّنْ لَمْ يَرَ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُحَيِّى أَبَا بَكْرٍ ، حَتَّى أَصَابَتِ الشَّمْسُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَأَقْبَلَ أَبُو بَكْرٍ حَتَّى ظَلَّلَ عَلَيْهِ بِرِدَائِهِ ، فَعَرَفَ النَّاسُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عِنْدَ ذَلِكَ ، فَلَبِثَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى بَنِى عَمْرِو بْنِ عَوْفٍ بِضْعَ عَشْرَةَ لَيْلَةً وَأُسِّسَ الْمَسْجِدُ الَّذِى أُسِّسَ عَلَى التَّقْوَى ، وَصَلَّى فِيهِ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ، ثُمَّ رَكِبَ رَاحِلَتَهُ فَسَارَ يَمْشِى مَعَهُ النَّاسُ حَتَّى بَرَكَتْ عِنْدَ مَسْجِدِ الرَّسُولِ صلى الله عليه وسلم بِالْمَدِينَةِ ، وَهْوَ يُصَلِّى فِيهِ يَوْمَئِذٍ رِجَالٌ مِنَ الْمُسْلِمِينَ ، وَكَانَ مِرْبَدًا لِلتَّمْرِ لِسُهَيْلٍ وَسَهْلٍ غُلاَمَيْنِ يَتِيمَيْنِ فِى حَجْرِ أَسْعَدَ بْنِ زُرَارَةَ ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حِينَ بَرَكَتْ بِهِ رَاحِلَتُهُ « هَذَا إِنْ شَاءَ اللَّهُ الْمَنْزِلُ » . ثُمَّ دَعَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم الْغُلاَمَيْنِ ، فَسَاوَمَهُمَا بِالْمِرْبَدِ لِيَتَّخِذَهُ مَسْجِدًا ، فَقَالاَ لاَ بَلْ نَهَبُهُ لَكَ يَا رَسُولَ اللَّهِ ، ثُمَّ بَنَاهُ مَسْجِدًا ، وَطَفِقَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَنْقُلُ مَعَهُمُ اللَّبِنَ فِى بُنْيَانِهِ ، وَيَقُولُ وَهُوَ يَنْقُلُ اللَّبِنَ « هَذَا الْحِمَالُ لاَ حِمَالَ خَيْبَرْ هَذَا أَبَرُّ رَبَّنَا وَأَطْهَرْ » . وَيَقُولُ « اللَّهُمَّ إِنَّ الأَجْرَ أَجْرُ الآخِرَهْ فَارْحَمِ الأَنْصَارَ وَالْمُهَاجِرَهْ » . فَتَمَثَّلَ بِشِعْرِ رَجُلٍ مِنَ الْمُسْلِمِينَ لَمْ يُسَمَّ لِى . قَالَ ابْنُ شِهَابٍ وَلَمْ يَبْلُغْنَا فِى الأَحَادِيثِ أَنَّ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم تَمَثَّلَ بِبَيْتِ شِعْرٍ تَامٍّ غَيْرِ هَذه الْبَيْتِ .
Tercemesi:
İbn Şihâb der ki: Bana Surâka b. Mâlik b. Cu'şum'un erkek kardeşi Abdurrahman b. Malik el-Mudlicî ona da babası Mâlik, Surâka b. Cu'şum şöyle demiştir:
Kureyş kâfirlerinin etrafa saldıkları elçiler bize geldi. Mekkeliler Rasulullah ile Ebu Bekir'den her birini öldüren veya esir eden kimse için ayrı ayrı mükâfat vadediyorlardı. Ben, kavmim Mudlic oğullarının meclisinde oturuyorken Kureyşli bir adam çıkageldi, yanı başımızda dikildi ve “ey Surâka, biraz önce sahile doğru yol alan karaltılar gördüm. Öyle sanırım, onlar Muhammed ve ashabıdır” dedi. Surâka der ki: Ben derhâl bu adamın anlattığı yolcuların Muhammed ile sahâbîleri olduğunu anladım, ama ona “gördüğün onlar değildir. Sen muhtemelen, az önce gözlerimizin önünden geçip giden falanca ve filânca kişileri görmüş olacaksın. Onlar kendilerine ait bir kayıp arıyorlar” dedim ve mecliste bir süre daha oyalandıktan sonra kalkıp evime girdim, hizmetçime, atımı alıp çıkarmasını ve yüksek tepenin arkasında beni beklemesini emrettim. Ben de kargımı alarak evimin arka tarafından çıktım ve (parıltısını gizlemek için) kargımın alt tarafını yerde sürükleyip, üst tarafını da aşağıya doğru tutarak atımın yanına geldim, üstüne bindim ve beni gayeme yaklaştırması için hayvanı dört nala kaldırdım. Sonunda Rasulullah (sav) ve Ashabına yetişip yaklaştım. Bu sırada atım sürçüp kapaklandı. Ben de atımdan düştüm. Hemen toparlanıp kalktım ve elimi ok sadağıma uzatıp, fal oklarını çıkardım. Muhammed ve ashabına zarar verir miyim, yoksa vermez miyim? diye fal baktım. Fal neticesinde hoşlanmadığım şey çıktı. Bunun üzerine ben yine atıma bindim. Fal oklarının aykırı çıkmasına rağmen, ben onlara isyan edip, atımı yine dört nala kaldırdım. Rasulullah'ın okuyuşunu işitecek kadar yaklaştım. Rasulullah (sav) arkasına dönüp bakmıyor, Ebu Bekir ise arkasına çok dönüp bakıyordu. Rasulullah'ın okuduğunu işittiğim sırada atımın iki ön ayağı, dizlerine kadar yere battı, ben de attan düştüm. Sonra ben hayvanı kalkmağa zorladım. O da kalkmağa çalıştı. Fakat bir türlü ayaklarını çıkarmaya gücü yetmedi. Hayvan kalkıp doğrulunca da hemen iki ayağının gömülen izinden göğe doğru ateş dumanı gibi bir duman yükselip dağıldı. Bunun üzerine ben fal oklarıyla tekrar fal baktım. Yine hoşlanmadığım şekilde çıktı. Sonra ben Muhammed ve ashabına “amân” diye haykırdım. Bunun üzerine durdular. Ben de atıma binerek yanlarına vardım.
Rasulullah (sav) ve ashabına saldırmama engel olan bu kadar şeyle karşı karşıya kalınca, gönlümde, Rasulullah'ın davasının zafere ulaşacağına dair kesin bir kanaat oluştu. Bu kanaat üzerine O'na “kavmin Kureyş, senin öldürülmen veya esir alınman için mükâfat vadetmiştir” dedim ve Kureyş'in, kendisine ve ashabına karşı ne kadar fenalık yapmak istediklerini birer birer onlara haber verdim, kendilerine yol azığı ve malzemesi arz ettim. Fakat benden bir şey almadılar ve hiçbir şey de almak istemediler. Yalnız Rasulullah (sav) bana "bizim yolculuğumuzu gizle" dedi. Bunun üzerine ben Rasulullah'tan hakkımda bir amanname yazmasını istedim. Rasulullah (sav) da Âmir b. Fuheyre'ye emretti. Âmir de bir deri parçasına yazıp verdi. Bundan sonra Rasulullah yoluna devam etti. İbn Şihâb der ki: Bana Urve b. Zübeyir şöyle rivayet etmiştir: Rasulullah (sav) yolda, Şam'dan gelen Müslüman tüccarların kervanında bulunan Zübeyir ile karşılaştı. Zübeyir, Rasulullah ile Ebu Bekir'e beyaz maşlahlar giydirdi.
Medine'de Müslümanlar, Rasulullah'ın Mekke'den yola çıktığını işitmişler ve karşılamak için her sabah kuşluk vakti Harre mevkiine çıkarak öğle sıcağı basıncaya kadar Rasulullah'ın gelmesini bekliyorlardı. Yine bir gün Müslümanların beklemeleri uzadıktan sonra dönmüşlerdi. Evlerine girdikleri sırada Yahudilerden bir kişi, kendisine ait bir işe bakmak üzere Yahudi kulelerinden bir kulenin üstüne çıkıp yüksekten uzaklara bakmakta iken, Rasulullah (sav) ile Ashabını, beyazlar giymiş oldukları hâlde -sıcaktan meydana gelen serap ve sis manzaralarını yararak geldiklerini gördü. Artık Yahudi bu muhteşem gelişi saklamaya muktedir olamayarak, yüksek sesiyle “ey Arap topluluğu! Beklemekte olduğunuz nasibiniz ve devletliniz işte geliyor” diye haykırdı. Bu sesi işiten bütün Müslümanlar, silâhlarına sarılarak evlerinden fırlayıp Rasulullah'ı karşılamaya koştular. Ve Harre denilen kara taşlık yolunda Rasulullah'a kavuştular. Rasulullah (sav) şimdi maiyeti ve karşılayanlarıyla birlikte Medine'nin sağ tarafına (Kubâ yönüne) doğru yönelip yola devam etti ve Harise oğullarından Amr b. Avf ailesinin yurduna inip onlara misafir oldu. Küba'ya varış rabiu'l-evvel ayının bir pazartesi gününe tesadüf etmişti. Karşılayanlarla Ebu Bekir ilgilenip konuşuyor, Rasulullah (sav) ise sessiz bir şekilde oturuyordu. Öyle ki Ensâr'dan Rasulullah'ı önceden görmemiş olanlar Ebu Bekir'i selâmlamaya başlamışlardı. Rasulullah'a güneş vurduğunda hemen Ebu Bekir varıp, cübbesiyle gölgelik yapınca, o zaman insanlar Rasulullah'ı tanıdı.
Rasulullah (sav), Amr b. Avf oğulları'nda on küsur gece misafir kaldı. Bu müddet zarfında takva üzerine kurulan mescit inşa edildi ve Rasulullah (sav) orada namaz kıldı. Sonra Rasulullah (sav) beraberinde insanlar olduğu halde devesine binip yola koyuldu. Devesi, Müslümanların, o sırada namazgah olarak kullandıkları, Rasulullah'ın mescidinin yerinde çöktü. Burası daha önce Sa'd b. Zurâre'nin himayesinde bulunan Süheyl ve Sehl adlı iki yetim çocuğa ait, hurma kurutmak üzere kullanılan harman yeri idi. Rasulullah'ın devesi bu arsaya gelip çökünce, Rasulullah "inşallah bizim menzilimiz burası" buyurdu. Daha sonra Rasulullah (sav), bu iki genci davet edip, burasını mescit yapmak üzere bedelini ödeyerek onlardan satın almak istedi. Gençler “ey Allah'ın Rasulü, burasını biz sana bağışlayalım” dediler. Sonra mescidi inşa etti. Mescidin inşası sırasında Rasulullah (sav), ashabı ile beraber mescit duvarlarına kerpiç taşımaya başladı ve taşırken de "Ey Rabbimiz, yüklenip taşıdığımız şu balçıktan düzülmüş ham kerpiç yükü, Hayber'in hurma hamulesi değildir. Bu ondan daha hayırlı ve daha temizdir" beytini okuyup "şüphesiz ki hayırlı ücret, ahiret ücretidir. Ya Rab, sen Ensâr'a ve Muhacirlere merhamet eyle" diye dua ediyordu. Rasulullah (sav) Müslümanlardan ismi bize bildirilmeyen bir şairin şiirine nazire yapmıştı.
İbn Şihâb der ki: Rasulullah'ın bu beyitten başka, bir şiire tam olarak nazire yaptığı bir beyti bize ulaşmadı.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Menâkıbü'l-Ensâr 45, 2/30
Senetler:
1. Ebu Süfyan Süraka b. Cu'şüm el-Müdlicî (Süraka b. Malik b. Cu'şüm b. Malik b. Amr)
2. Malik b. Cu'şüm el-Müdlicî (Malik b. Malik b. Cu'şüm b. Malik b. Amr)
3. Abdurrahman b. Malik (Abdurrahman b. Malik b. Cu'şüm b. Malik b. Amr)
4. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
5. Ebu Halid Ukayl b. Halid el-Eylî (Ukayl b. Halid b. Ukayl)
6. Ebu Haris Leys b. Sa'd el-Fehmî (Leys b. Sa'd b. Abdurrahman)
7. Yahya b. Bükeyr el-Kuraşî (Yahya b. Abdullah b. Bükeyr)
Konular:
Arrâf, Arraflık, arrafa gitmek ve inanmak
HİCRET OLGUSU
Mucize
Siyer, Hicret Medine'ye
Siyer, Hz. Peygamber'in Mekke döneminde çektiği sıkıntılar
Yazı, katiplik
Öneri Formu
Hadis Id, No:
30595, İM003686
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو بَكْرِ بْنُ أَبِى شَيْبَةَ حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ نُمَيْرٍ حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ إِسْحَاقَ عَنِ الزُّهْرِىِّ عَنْ عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ جُعْشُمٍ عَنْ أَبِيهِ عَنْ عَمِّهِ سُرَاقَةَ بْنِ جُعْشُمٍ قَالَ سَأَلْتُ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَنْ ضَالَّةِ الإِبِلِ تَغْشَى حِيَاضِى قَدْ لُطْتُهَا لإِبِلِى فَهَلْ لِى مِنْ أَجْرٍ إِنْ سَقَيْتُهَا فَقَالَ « نَعَمْ فِى كُلِّ ذَاتِ كَبِدٍ حَرَّى أَجْرٌ » .
Tercemesi:
Bize Ebu Bekir b. Ebu Şeybe, ona Abdullah b. Nümeyr, ona Muhammed b. İshak, ona Zührî, ona Abdurrahman b. Cu'şüm, ona babası, ona da kardeşi Sürâka b. Cu'şüm şöyle dedi: "Kendi develerim için hazırladığım havuzlara gelen yitik deveyi sularsam benim için bir sevap olup olmadığını Rasulullah'a (sav) sordum. O, 'Evet, susayan herkese su vermede bir ecir vardır.' buyurdu."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
İbn Mâce, Sünen-i İbn Mâce, Edeb 8, /594
Senetler:
1. Ebu Süfyan Süraka b. Cu'şüm el-Müdlicî (Süraka b. Malik b. Cu'şüm b. Malik b. Amr)
2. Malik b. Cu'şüm el-Müdlicî (Malik b. Malik b. Cu'şüm b. Malik b. Amr)
3. Abdurrahman b. Malik (Abdurrahman b. Malik b. Cu'şüm b. Malik b. Amr)
4. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
5. İbn İshak el-Kuraşî (Muhammed b. İshak b. Yesar b. Hıyar)
6. Ebu Hişam Abdullah b. Nümeyr el-Hemdânî (Abdullah b. Nümeyr b. Abdullah b. Ebu Hayye)
7. Ebu Bekir İbn Ebu Şeybe el-Absî (Abdullah b. Muhammed b. İbrahim b. Osman)
Konular:
KTB, ADAB
Merhamet, hayvanlara