6728 Kayıt Bulundu.
Bize Müsedded, ona Abdullah b. Davud, ona İsmail b. Abdülmelik, ona Abdullah b. Ebu Müleyke, ona da Hz. Aişe (r.anha) rivayet etmiştir: Hz. Peygamber (sav) bir gün yanımdan sevinçli olarak çıkmış sonra üzgün olarak dönüp şöyle demişti: "Ben Kâbe'nin içine girdim. Şayet bunun neticesini önceden kestirebilseydim oraya girmezdim. Gerçekten ben ümmetime zorluk vermiş olacağımdan korkuyorum."
Açıklama: Hz. Peygamber’in endişesi, müslümanların da Kâbe’nin içine girmeyi hac menâsikinden sayacakları düşüncesinden kaynaklanmıştır. Şüphesiz ki onların da Kâbe’ye girmek istemeleri çok büyük sıkıntılar yaratırdı. Hz. Peygamber, bunu düşünmeden Kâbe’ye girdiği için hayıflanmaktadır. Burada Hz. Peygamber’in ümmeti konusunda gösterdiği hassasiyet, düşünmeye değer bir incelik arz etmektedir.
Bize İbnu's-Serh ile Saîd b. Mansur ve Müsedded, onlara Süfyan, ona Mansur el-Hacebî, ona dayısı, ona da annesi Safiyye bt. Şeybe şöyle demiştir: Ben Eslemiyye'yi şöyle derken işittim: Ben Osman'a, Rasulullah (sav) seni çağırdığında ne dedi? diye sordum. Cevaben dedi ki: Rasulullah bana, "ben sana iki boynuzu örtmeni söylemeyi unutmuşum. Çünkü Kâbe'de namaz kılanı meşgul edecek bir şeyin bulunmaması gerekir," buyurdu. [Ravi İbnu's-Serh dedi ki: (Burada Mansur'un) dayım diye bahsettiği kişini adı Müsâfi b. Şeybe'dir.]
Açıklama: Bu olay Mekke fethi sırasında cereyan etti. Söz konusu “iki boynuz”, Kâbe’nin içinde bulunan ve Hz. İsmail’in yerine kesilen koçun boynuzları idi. Namaz kılan kişinin meşgul edilmemesi için Hz. Peygamber onun örtülmesini istedi. Önceden unutmuş olması, Peygamberlik görevini ihlâl etmez, çünkü o, tebliğ görevine dahil değildi. Bu hadis meçhul bir senetle rivayet edilmiştir. el-Eslemiye diye kaydedilen Eslem’li kadının kim olduğu bilinmemektedir
Bize Hamid b. Yahya, ona Abdullah b. el-Hâris, ona Muhammed b. Abdullah b. İnsan et-Tâifî, ona babası, ona Urve b. ez-Zübeyr, ona da ez-Zübeyr rivayet etmiştir: Hz. Peygamber’le birlikte Liyye vadisinden kalkıp kiraz ağacının yanına vardığımızda, Rasulullah (sav) ağacın hizasındaki Karnu'l-Esved ucunda durdu ve gözünü Nahib vadisine -bir seferinde sadece vadiye dedi-doğru çevirdi. Bir süre orada durdu, yanında bulunan herkes de O'na uydu. Sonra dedi ki: "Vecc denilen mevkiin avı ve idâh denilen ağacı, Allah için haram kılınan şeylerdir." Bu olay, Hz. Peygamber’in Tâif'e girmesinden ve oradaki Sakîf kabilesini kuşatmasından önce idi.
Açıklama: Vecc; Tâif’le Mekke arasında yer alan büyük bir vâdidir. Liyye de o vâdide bir yer adıdır. Karnu’l-Esved, yine o vâdideki küçük bir dağdır. Nahib ise, yine küçük bir dağ veya yer adıdır. İdâh, orada yetişen bir ağaçtır. Bu rivâtte Vecc bölgesinin de Harem sınırları dahilinde olduğu ifâde edilmektedir. Bazı Şâfiî fukahasına göre orada avlanmak ve ağaç kesmek tahrîmen mekruhtur. Ancak sahîh rivâyetlerin hiçbirinde burasının da Harem sınırları dahilinde olduğuna dair bir ifâde geçmemektedir. Nitekim Hattâbî, Vecc’in haram kılınmasının bir anlamı olmadığını söylemektedir. Fukahanın cumhuruna göre de burası Harem sınırları dahilinde değildir, binâenaleyh orada avlanmak ve ağaç kesmek de yasak değildir. Bu hadîsin râvîlerinden Muhammed b. Abdullah b. İnsan et-Tâifî ve babası hadîsçiler tarafından leyyin olmakla itham edilmişlerdir. Bu itibarla hadîs zayıftır.
Bize Muhammed b. el-Alâ, ona Zeyd b. el-Hubbab, ona Osman b. Affan'ın azatlısı Süleyman b. Kinane, ona Abdullah b. Ebu Süfyan, ona da Adî b. Sabit rivayet etmiştir: "Rasulullah (sav) Medîne'yi, her taraftan birer berîd olmak üzere tayin etti. Oranın ağaçları kesilemez, yaprakları da silkelenmez. Ancak bir insanın devesine götüreceği zaruri yiyecek miktarı müstesnâ!"
Açıklama: Berîd, 12 mil gelen bir uzunluk ölçüsüdür. Bu da Medine'nin harem bölgesini sınırlarını tayin etmektedir.
Bize Muhammed b. Kesir, ona Süfyan, ona el-A'meş, ona İbrahim et-Teymî, ona babası, ona da Hz. Ali (ra) rivayet etmiştir: Biz Rasulullah'tan (sav) sadece Kur'an ile şu sahifede bulunanları yazdık. Rasulullah (sav) şöyle buyurdu: "Medîne, Âir'den Sevr’e kadar haremdir. Kim orada bir bid'at işler veya bid'at işleyen birini himâye ederse, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun! Ondan ne tövbe ne de fidye kabul edilir! Müslümanların zimmeti birdir; Müslümanların en düşüğü de o zimmet hakkına sahiptir. Kim, bir Müslüman’ın verdiği emânı bozarsa, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun! Ondan ne tövbe ne de fidye kabul edilir. Kendisini âzâd edenlerin izni olmaksızın kim bir kavmi kendine veli (efendi) ittihaz ederse, Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların laneti onun üzerine olsun! Kıyamet günü ondan ne tövbe ne de fidye kabul edilir!"
Açıklama: Âir dağı, Medîne’nin güzey cihetinde bulunan bir dağ adıdır. Sevr ise, Uhud’un gerisinde bulunan küçük bir tepedir. Medîne haremi, işte bu iki dağ arasında kalan bölgedir. Doğu batı cihetinde ise, her iki tarafta bulunan iki taşlık bölge sınırı oluşturmaktadır. “Müslümanların zimmeti”nden maksat, gayri müslimlere verdikleri emân ve güvencedir. Bu hadîste kölenin velâyet hakkından söz edilmektedir. Velâ hakkı; âzâd edenin, âzâd ettiği köleye mirasçı olma hakkıdır. Bu hak, doğrudan doğruya âzâd edene aittir. Köleye mirasçı olma hakkı anlamına gelen velâ, ancak köleyi âzâd etmek suretiyle kazanılabilir. Bir anlamda köleyi âzâd etmek suretiyle yapılan iyiliğin karşılığı gibidir. Velâ hakkı, alınıp satılan bir şey olmadığı gibi, bizzat kölenin de o hakkı istediği birine devretmesi helâl değildir. Çünkü her şeyden önce bu, kendisine iyilikte bulunan birinin hakkını yemek anlamına gelir. Velâ, bir anlamda nesep gibidir; bir insan nesebini babasından başkasına devredemeyeceği gibi, velâ hakkını da kendisini âzâd edenden başkasına devretmesi helâl olmaz. Hadîste, bir kölenin velâyet hakkını, kendisini âzâd edenlerden başkasına devredemeyeceğini ifâde edilmektedir. Hadîste yer alan “izin almaksızın” ifâdesi, sanki izin alınırsa bunun câiz olduğu anlamını doğurmaktadır. Bazı İslâm hukukçuları da bunu kabul ederler. Ancak İslâm hukukçularının büyük çoğunluğu, izin verilse bile, kölenin velâyet hakkını başkalarına devrini câiz görmezler. Buradaki “izin almaksızın” ifâdesini ihtirazî bir kayıt değil, vukûî bir durum olarak kabul ederler. Yani köleler bu işi ekseriyetle izin almak suretiyle yaptıkları için bu ifâde kullanılmıştır. Dolayısıyla burada mefhûm-u muhâlif geçerli değildir.
Bize Ebu Seleme, ona Cerîr b. Hazim, ona Ya'la b. Hakim, ona Süleyman b. Ebu Abdullah rivayet etmiştir: Rasulullah'ın (sav) harem kıldığı Medine Harem'inde avlanan bir adamı, Sa'd b. Ebu Vakkas’ın yakalayıp üzerindeki elbisesini aldığını gördüm. Adamın sahipleri Sa'd'a gelip kendisiyle konuştular. Sa’'d şöyle söyledi: Muhakkak ki bu Harem bölgesini Rasulullah (sav) haram kıldı ve "kim burada avlanan birini yakalarsa, üzerindeki eşyasını alsın!" buyurdu. Dolayısıyla Allah Rasulü'nün bana ikram ettiği bir nimeti size geri veremem! Ama isterseniz onun değerini vereyim.
Açıklama: Sa’d b. Ebu Vakkas ve bazı sahabeler, Medine hareminde yasaklanan bir fiili işleyen bir kişinin, üzerindeki eşyasının ceza olarak alınması gerektiği görüşündedirler. Bu rivayet de onların delilidir. Bu kişilere, Mekke haremi için olduğu gibi ceza verilip verilmeyeceği konusunda İslâm hukukçuları farklı görüşlere sahiptirler. Bir kısmı ceza yoktur derken, diğer bir kısmı da ceza verilmesi gerektiğini söyler. Ceza verilmesi gerektiği görüşünde olanlar da bu cezanın şekli konusunda ikiye ayrılırlar. Bir kısmına göre, hadiste ifade edildiği gibi üzerindeki elbisesi alınır. Cumhura göre ise, savaşta öldürülen kişinin üzerindeki mallar gibi muamele görür, yani atı, silahı ve nafakası alınır. Alınan bu malın sarf yerleri konusunda da farklı görüşler vardır. Bir görüşe göre alanın malı olur. İkincisine göre Medine'nin fakirlerine dağıtılır. Üçüncü görüşe göre de hazineye verilir.
Bize el-Ka'nebî, ona Abdülaziz, ona Alkame, ona annesi, ona da Hz. Âişe (r.anha) demiştir ki: Kâbe'nin içine girmeyi ve orada namaz kılmayı çok arzu ediyordum. Rasulullah (sav) elimden tutup beni Hicr'e soktu ve şöyle buyurdu: "Kâbe'ye girmek istiyorsan, Hicr'de namaz kıl. Çünkü orası, Kâbe'ye dahil idi. Fakat senin kavmin, Kâbe'yi bina ettikleri zaman onu kısa tuttular ve Hicr'i, Kâbe'nin dışında bıraktılar."
Bize Müsedded, ona Süfyan, ona ez-Zührî, ona Saîd b. el-Müseyyeb, ona da Ebu Hureyre (ra), Rasulullah'ın (sav) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir: "Şu üç mescitten başkasına yolculuk edilmez. Mescid-i Haram, benim Mescidim ve Mescid-i Aksâ."
Bize İbnu'l-Müsenna, ona Abdussamed, ona Hemmâm, ona Katade, ona Ebu Hassan, ona da Hz. Ali'nin (ra) rivayet ettiğine göre, Hz. Peygamber (Medine'nin harem kılınması) olayı hakkında şöyle buyurmuştur: "Medine'nin yaş otu kesilmez, avı ürkütülmez, kayıp malı da onu ilân edecek olandan başkası alamaz. Orada bir insanın savaş için silah taşıması ve oradan ağaç kesmesi uygun değildir. Yalnız insan orada devesini otlatabilir."