10631 Kayıt Bulundu.
Bana Ferve b. Ebu Mağrâ, ona Ali b. Müshir, ona Hişâm, ona babası (Urve b. Zübeyir), ona da Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Arap kabilelerinin birinden siyahî bir kadın Müslüman oldu. O kadının mescitte küçük bir odası vardı. Âişe der ki: Bu kadın bize gelir, yanımızda konuşur, konuşması bittikten sonra da “Vuşâh günü Rabbimizin hayret edilecek işlerindendir. Bilin ki Rabbim, beni küfür beldesinden kurtarmıştır” der idi. Kadın bu mısraı çokça söyleyince Âişe ona “Vuşâh günü nedir?” diye sordu. Bunun üzerine o kadın şöyle anlattı: Hane halkımızdan bir kız çocuğu, üzerinde kırmızı tirşeler dizilmiş deriden bir kemer olduğu hâlde dışarı çıkmıştı. O meşin kemer üzerinden düştü, hemen ardından bir çaylak inip, onu semiz bir et parçası sanarak kapıp gitti. Hane halkı beni hırsızlıkla suçlayıp bana işkence ettiler. Hatta işi, benim ön tarafımda kemeri araştıracak dereceye vardırdılar. Onlar bu şekilde benim etrafımda iken ve ben de kederim içinde bunaldığım bir sırada, birden o çaylak tam başımızın üzerine geldi, sonra da o kemeri aşağıya attı. Bunun üzerine onlar hemen kemeri aldılar, ben de onlara “alın işte, ben yapmadığım halde, beni hırsızlıkla itham ettiğiniz şey” dedim.
Bana İshak b. İbrahim, ona Ebu Usame, ona Yahya b. Muhelleb, ona Husayn, ona da İkrime şöyle demiştir: "Ke'sen dıhâkan" ardı ardına gelen dolu kadehler demektir.
Bize Ebu Nuaym, ona Süfyân, ona Abdülmelik, ona Ebu Seleme, ona da Ebu Hureyre'nin (ra) rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Şairin söylediği sözlerin en doğrusu Lebid b. Rabîʿa’nın ‘Bilini ki Allah’ın dışında kalan ne varsa boş ve batıldır’ sözüdür. Ümeyye b. Ebu Ṣalt ise Müslüman olmaya çok yaklaşmıştı."
Bize Ebu Numan, ona Mehdi, ona da Gaylân b. Cerîr şöyle demiştir: Biz Basra'da Enes b. Mâlik'in yanına gelirdik, o da bize Ensâr'dan haber verir ve şöyle derdi: Senin kavmin şu ve şu günlerde şöyle şöyle yaptı, senin kavmin de şu ve şu günlerde bunu ve bunu yaptı.
Bize İsmail, ona ona kardeşi (Abdülhamid b. Ebu Üveys), ona Süleyman, ona Yahya b. Saîd, ona Abdurrahman b. Kasım, ona Kasım b. Muhammed, ona da Âişe (r.anha) şöyle demiştir: Ebu Bekir'in, kazancından Ebu Bekir'e haraç veren, bir kölesi vardı. Ebu Bekir onun verdiği haracından yerdi idi. O köle bir gün kazancından bir şey getirdi, Ebu Bekir de ondan yedi. Köle, Ebu Bekir'e “Sana getirdiğim şeyin ne olduğunu biliyor musun?” dedi. O da “nedir?” dedi. Köle “ben cahiliye döneminde bir insana kâhinlik yaparak, gaipten birtakım haberler verirdim. Fakat ben kâhinliği güzel yapamaz, sâdece o insanı aldatırdım. O insanla karşılaştım, o da bana bunu bağışladı. İşte şimdi senin yediğin şey, o bana verilen maldır” dedi. Bunun üzerine Ebu Bekir, elini ağzına soktu ve karnındaki her şeyi kustu.
Bize Ali b. Abdullah, ona Süfyân, ona Ubeydullah, ona da İbn Abbâs (r.anhuma) şöyle demiştir: Nesepleri kötülemek, ölü arkasından ağıt yakmak cahiliye adetlerindendir. Râvi Übeydullah üçüncüsünü hatırlayamadı. Süfyân der ki: Üçüncüsünün, yağmurun yıldızların sayesinde yağdığına inanmak olduğunu söylüyorlar.
Bize Musa b. İsmail, ona Amr b. Yahya b. Saîd, ona da dedesi (Saîd ibn Amr) şöyle rivayet etmiştir: Ebu Hureyre (ra), Hz. Peygamber (sav) ile birlikte iken yanında O'nun abdest ve haceti için küçük bir kırba su taşırdı. Bir keresinde (Peygamber (sav) ihtiyacını gidermek üzere çıktığında) Ebu Hureyre O'nu takip ederken, Peygamber (sav) "kimdir o?" diye sordu. Ebu Hureyre “ben, Ebu Hureyre” cevabını verdi. Hz. Peygamber (sav) "istincâ yapmak üzere benim için birkaç taş bakıver, ama sakın kemik ve hayvan gübresi getirme" buyurdu. Ebu Hureyre der ki: Ben elbisemin kenarında birkaç taş taşıyarak kendisine getirip yanı başına koydum, sonra ayrıldım. Nihayet hacetini bitirdikten sonra Peygamber ile (sav) birlikte yürüdüm. Yolda kendisine “kemik ve hayvan gübresi ile temizlenmekte ne sakınca var?” diye sordum. Hz. Peygamber (sav) "bu ikisi cinlerin yiyeceğidir. Bana Nasîbîn cinlerinden bir heyet geldi. Bunlar çok iyi cinlerdi. Benden azık istediler. Ben de onlar hakkında, yanından geçtikleri her kemik ve tezekte kendilerine yiyecek bulmaları için Allah'a dua ettim" buyurdu.
Bana Abdullah b. Abdülvehhab, ona Bişr b. Mufaddal, ona Saîd b. Ebu Arûbe, ona Katâde, ona da Enes b. Mâlik (ra) şöyle rivayet etmiştir: Mekke ahalisi Rasulullah'tan kendilerine bir mucize göstermesini istediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) onlara Ay'ı iki bölük halinde gösterdi, hatta onlar Hıra Dağı'nı ayın iki parçası arasında gördüler.
Bize Yahya b. Süleyman, ona İbn Vehb, ona Ömer b. Muhammed, dedesi Zeyd b. Abdullah b. Ömer, ona da babası (Zeyd b. Abdullah) şöyle demiştir: Ömer b. Hattâb evde tedirgin bir halde iken yanına, Ebu Amr Âs b. Vâil es-Sehmî, üstünde çizgili bir elbise ve ipekle dikilmiş bir gömlek olduğu halde çıkageldi. As b. Vâil cahiliye döneminde bizimle anlaşmalı olan Sehm oğulları kabilesindendi. Ömer'e “hâlin nedir?” diye sordu. Ömer “senin kavmin, Müslüman olduğum takdirde beni öldüreceklerini söylediler” dedi. Âs b. Vâil de Ömer'e “Onlar için, seni öldürmenin hiçbir yolu yoktur” dedi. Ömer der ki: As b. Vâil bu sözü söyledikten sonra tedirginliğim geçti. Ardından As b. Vâil çıkıp, sel gibi vadiye akan insanlara yetişti ve “nereye gitmek istiyorsunuz?” diye sordu. Onlar da “dininden dönen Hattâboğlu'nu (öldürmeye) gidiyoruz” dediler. Âs b. Vâil onlara “sizin onu öldürebilmenizin hiç bir yolu yoktur” dedi. Onun bu sözü üzerine o kalabalık geriye döndü.
Bize Osman b. Salih, ona Bekir b. Mudar, ona Cafer b. Rabîa, ona Irâk b. Malik, ona Übeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud, ona da Abdullah b. Abbas (r.anhuma) şöyle rivayet etmiştir: Rasulullah (sav) zamanında Ay ikiye ayrıldı.