4875 Kayıt Bulundu.
Giriş
Bize Ebu Küreyb, ona Vekî', ona Rabî' b. Sabîh ve Hammâd b. Seleme, onlara da Ebu Gâlib şöyle rivayet etmiştir: "Ebu Ümâme, Dımaşk mescidinin yollarında asılmış başlar gördü ve '(Bunlar)cehennem köpekleri, göğün altındaki en şerli ölülerdir. En hayırlı ölüler ise onların öldürdükleridir' dedi, sonra da 'O gün, kimi yüzler parıldar, kimi yüzler de kararır' [Ali İmrân, 3/106] ayetini okudu. Ben, Ebu Ümâme'ye 'Sen bunu Rasulullah'tan mı (sav) işittin' dedim. 'Ben bu hadisi bir, iki, üç, dört defa -yediye kadar saydı- işitmeseydim onu size rivayet etmezdim' dedi." [Ebu İsa der ki: Bu, hasen bir hadistir. Ebu Galib'in isminin Hazevver olduğu söylenmiştir. Ebu Ümâme el-Bâhilî'nin ismi ise Sudey b. Aclân olup o, Bâhile (kabilesinin) efendisidir.]
Bize Abd b. Humeyd, ona Yunus, ona Şeybân, ona Katâde, ona da Enes b. Mâlik şöyle rivayet etmiştir: Bir Yahudi, Peygamber (sav) ve ashabının yanından geçti ve 'es-sâmü aleyküm (Ölüm üzerinize olsun)' dedi. Orada bulunanlar (selam zanederek) karşılık verdiler. Hz. Peygamber (sav) 'Bu adamın ne dediğini biliyor musunuz?' diye sordu. 'Allah ve Rasulü daha iyi bilir. Adam selam verdi, ey Allah’ın Nebisi' dediler. Rasûlullah (sav) 'Hayır (selam vermedi); onun yerine şöyle, şöyle dedi. Onu bana getirin' buyurdu. Onu, huzura geri getirdiler. Hz. Peygamber (sav) (ona) 'es-sâmü aleyküm (Ölüm üzerinize olsun)' dedin değil mi?' diye sordu. (Yahudi) Adam 'evet' cevabını verdi. Bunun üzerine Allah’ın Nebisi (sav): "Ehli kitaptan biri size selam verdiğinde siz de ona (karşılık olarak) 'Aleyke (Senin üzerine olsun' deyin." buyurdu. [(Bir diğer rivayette) Hz. Peygamber (sav) 'Aleyke ma kulte (Söylediğin senin üzerinize olsun)' buyurdu (şeklinde nakledilmiştir. (Ravilerden biri hadisi naklettikten sonra) “Onlar sana geldikleri zaman seni, Allah'ın selamlamadığı bir şekilde selamlıyorlar” (Mücadele, 58/8) ayetini okudu. Ebû İsa (et-Tirmizî): 'Bu hadis, hasen-sahîhtir' demiştir.]
Bize Hennâd, ona Ebu Muâviye, ona A‘meş, ona Umare b. Umeyr, ona Abdurrahman b. Yezid, ona da Abdullah şöyle demiştir: Ben Kâbe’nin örtüleri arkasında saklanmış idim. Karınlarının yağları çok, kalplerinin anlayışı kıt, bir Kureyşli ve onun Sakifli iki eniştesi, ya da bir Sakifli ve onun Kureyşli iki eniştesi geldiler. Aralarında anlamadığım bir şeyler konuştular. Biri diğerine “ne dersin? Allah bizim bu konuşmamızı işitiyor mu?” dedi. Diğeri “seslerimizi yükseltirsek konuşmamızı işitir, seslerimizi yükseltmezsek işitemez” dedi. Diğeri de “bir bölümünü işitebiliyorsa, tamamını da işitir” dedi. Abdullah der ki: Ben bunu Nebi’ye (sav) söyledim. Bunun üzerine yüce Allah "Oysa siz, vaktiyle günahlara dalarken kulaklarınızın, gözlerinizin ve derilerinizin bir gün aleyhinizde şâhitlik yapacağından çekinmiyordunuz" (Fussilet, 22) ayetini "Ziyan edenlerden oldunuz" (Fussilet, 23) buyruğuna kadar indirdi. Ebu İsa der ki: Bu, hasen sahih bir hadistir. Bize Mahmud b. Ğaylân, ona Vekî, ona Süfyan, ona A‘meş, ona Umâre b. Umeyr, ona Vehb b. Rabîa, ona Abdullah bu hadisin benzerini rivayet etmiştir.
Bize Abd b. Humeyd, ona Abdurrezzâk, ona Ma'mer, ona Zührî, ona Abdurrahman b. Ka'b b. Malik, ona da babası (Ka'b b. Mâlik) şöyle demiştir: "Bedir savaşı hariç Tebük savaşına kadar, Rasulullah'ın (sav) yaptığı hiçbir savaştan geri kalmadım. Rasulullah (sav), Bedir savaşından geri kalan hiç kimseyi kınamamıştır. Çünkü Bedir için yola çıktığında asıl hedefi kervandı. Kureyş de kendi kervanlarına destek için çıkmıştı. Böylece Allah’ın buyurduğu üzere [Enfâl, 8/42] önceden belirlenmiş bir buluşma olmadan, karşı karşıya geldiler. Vallahi, Rasulullah’ın insanlar içindeki en şerefli şahitliklerinden biri Bedir’dir. Buna rağmen ben, İslâm üzerine sözleştiğimiz Akabe gecesindeki biatte bulunmayı, Bedir’de bulunmaya tercih ederim. Daha sonra, Rasulullah’ın (sav) çıktığı son gazve olan Tebûk Gazvesi’ne kadar, hiçbir gazveden geri kalmadım. Rasulullah (sav) insanlara sefere çıkacaklarını haber verdi..." Ka'b hadisi uzun uzadıya anlattı ve şöyle dedi: "Peygamber'e (sav) gittim ve onu, etrafında Müslümanlar olduğu halde, mescitte otururken buldum. İnsanlar arasında ayın ışıltısı gibi ışık saçıyordu. Zaten bir işe sevindiği zaman yüzü ay gibi aydınlık olurdu. Geldim önüne oturdum, bana 'Ey Ka’b! Annenin seni doğurduğu günden beri üzerine gelen en hayırlı güne sevin, müjdeler olsun sana' dedi. Ben de 'Ey Allah’ın Rasulü! Bu müjdeli haber sizden mi, yoksa Allah’tan mı geldi?' dedim. 'Allah tarafındandır' buyurdu ve 'Peygamberin ve güçlük ânında ona uyan Muhacir ve Ensarın tevbelerini Allah kabul etti. O güçlük ânında onlardan bir kısmının kalpleri yılgınlığa düşmek üzereydi; fakat Allah onlara tevbe nasip etti. Şüphesiz ki Allah onlara karşı çok şefkatli, çok merhametlidir.' [Tevbe, 9/117] ayetini okudu. Ka'b der ki: 'Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun.' [Tevbe, 9/119] ayeti de bizim hakkımızda indi. Ka'b der ki: Ben 'Ey Allah'ın Rasulü! Tevbemin gereği olarak bundan sonra sadece doğruyu söyleceğim ve tüm mal varlığımı Allah ve Rasûlü yolunda bağışlayacağım' dedim. Bunun üzerine Rasulullah (sav) 'Malının bir kısmını kendine ayır, bu senin için hayırlıdır' buyurdu. Ben de 'Hayber’deki hissemi alıkoyacağım' dedim. Ka'b der ki: Ben ve iki arkadaşımın, Peygamber'e (sav) doğruyu söylemesi, İslam nimetinden sonra, Allah'ın bana verdiği en büyük nimettir. Biz yalan söylemedik. Söyleseydik, yalan söyleyenler gibi biz de helak olurduk. İçtenlikle dilerim ki, Allah, beni imtihan ettiği gibi, kimsyi böyle doğrulukla imtihan etmesin. Bu olaydan sonra bilerek hiçbir yalan söylemedim. Ömrümün geri kalan kısmında da Allah’tan beni korumasını içtenlikle isterim." [Tirmizî der kli: Bu hadis Zührî’den, bu senedden farklı bir senedle rivayet edilmiştir ki bu senedde Abdurrahman b. Abdullah b. Ka’b b. Mâlik, amcası Ubeydullah’tan, o da Ka’b’ten rivayet ettiği söylenmiş ve bunun dışında başka bir sened de zikredilmiştir. Yunus b. Yezîd'e bu hadisi Zührî, ona Abdurrahman b. Abdullah b. Ka'b b. Malik, ona da babası (Ka’b b. Malik) rivayet etmiştir.]
Bize Muhammed b. Beşşâr, ona Mu'âz b. Hişâm, ona babası (Hişâm), ona Katâde, ona Ebu Kilâbe, ona Hâlid b. Laclâc, ona da İbn Abbâs'ın rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Rabbim bana en güzel surette göründü ve 'Ey Muhammed!' buyurdu. Ben de 'Buyur Rabbim, emrine amadeyim' dedim. 'Mele-i A'lâ (melekler topluluğu) hangi konuda tartışıyor?' buyurdu. Ben 'Rabbim, bilmiyorum' dedim. Bunun üzerine elini iki omzumun arasına koydu, göğsümde onun serinliğini hissettim. Böylece doğuyla batı arasındaki her şeyi bildim. Sonra yine 'Ey Muhammed!' buyurdu. 'Buyur Rabbim, emrine amadeyim' dedim. 'Mele-i A'lâ (melekler topluluğu) hangi konuda tartışıyor?' buyurdu. Ben de şöyle dedim: Onlar dereceler ve kefaretler, camiye cemaate götüren ayaklar (adımlar), hoşlanılmayan (soğuk, zor, sıkıntılı) zamanlarda abdestin güzelce alınması ve bir namazdan sonra diğer namazı beklemenin sevabı hakkında tartışıyorlar. Kim bunlara devam eder, hayır üzere yaşar, hayır üzere ölürse günahlarından, annesinin kendisini doğurduğu günkü gibi tertemiz çıkar." [Bu hadis hasen garîbdir. Bu konuda Muâz b. Cebel ve Abdurrahman b. Âyiş’ten de rivayet vardır. Nitekim bu hadis Muâz b. Cebel’den uzun bir şekilde rivayet edilmiştir. O rivayette Rasulullah'ın (sav) "Ben uyukladım, üzerime uykunun ağırlığı çöktü, o sırada Rabbimi en güzel surette gördüm. Bana 'Mele-i A'lâ (melekler topluluğu) hangi konuda tartışıyor?' buyurdu" ifadesi de vardır.]
Bize Hennâd, ona Ebu Muaviye, ona A'meş, ona Şakîk b. Seleme, ona Abdullah'ın (ra) rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Her kim Müslüman bir kimsenin malını elinden almak için yalan yere yemin ederse, kıyamet günü Allah'ın öfkesine uğramış bir halde Allah'ın huzuruna varır." Eş'as b. Kays der ki: Vallahi bu hadis benim hakkımdadır. Benimle Yahudi bir adam arasında bir arazi vardı. O bu araziyi inkâr etti. Ben de onu Hz. Peygamber'e getirdim. Rasulullah (sav) bana: "Senin bir delilin var mı?" buyurdu. Ben de “Hayır yok” dedim. Bu sefer Rasulullah Yahudi'ye "Yemin et" buyurdu. Ben “Ey Allah'ın Rasulü, o takdirde bu adam yemin eder ve benim malımı alıp götürür” dedim. Bunun üzerine Yüce Allah şu ayeti indirdi: "Allah'a verdikleri sözü ve yeminlerini az bir paraya satanlar var ya, işte onların ahirette bir payı yoktur; Allah kıyamet günü onlarla hiç konuşmayacak, onlara bakmayacak ve onları temizlemeyecektir. Onlar için acı bir azap vardır." (Âlu İmrân, 77) Tirmizî der ki: Bu hadis hasen-sahihtir. Bu konuda İbn Ebu Evfâ’dan da hadis rivayet edilmiştir.
Bize Mahmud b. Ğaylân, ona Abdülmelik b. İbrahim el-Cüddî, ona Şu'be, ona A'meş ve Mansur, onlara Ebu Duhâ, ona da Mesrûk şöyle demiştir: Abdullah b. Mes’ûd’a bir adam gelerek “bir kıssacı, bir dumanın çıkacağını, kafirlerin kulaklarını tıkayacağını, müminleri ise nezle edeceğini söylüyor” dedi. Bunun üzerine Abdullah öfkelendi. Yaslanmış iken doğrulup şöyle dedi: Sizden herhangi birinize bir şey sorulduğu zaman biliyorsa söylesin, -Mansur: “haber versin” demiştir.- Bilmediği bir şey sorulduğunda ise “Allah en iyisini bilir” desin. Çünkü kişinin, kendisine bilmediği bir şey sorulduğunda, “Allah bilir” demesi de ilimdendir. Yüce Allah, Peygamberine "Tebliğime karşılık sizden hiç bir ücret istemiyorum. Ben kendiliğimden peygamberlik iddiasında da bulunmuyorum." (Sâd, 86) demesini emir buyurmuştur. Rasulullah (sav), Kureyş’in isyanda devam ettiğini görünce "Allah'ım, onlara karşı bana Yusuf'un yedi yılı gibi bir yedi yıl (kıtlık) ile yardım et" diye dua etti. Ardından onları her şeyi kasıp kavuran öyle bir kıtlık yakaladı ki insanlar leş ve deri -bir rivayete göre ise kemik- yemek mecburiyetinde kaldılar. Hatta insanlar yerden duman şeklinde bir şey çıktığını (görür gibi olmaya) başladı. Bunun üzerine Ebu Süfyân, Rasulullah'a (sav) gelerek, “kavmim topluca kırılıp yok olacaktır. Onlar için Allah’a dua et” dedi. Yüce Allah'ın "Öyleyse sen, göğün âşikâr bir duman çıkaracağı günü gözetle. Bütün insanları her yönden saracak bir duman! Bu, gerçekten can yakıcı bir azaptır." (Duhân, 10-11) sözü işte bunu anlatır. Mansur rivayetinde der ki: İşte "Rabbimiz, bu azabı üzerimizden kaldır. Biz gerçekten iman ediyoruz" (Duhan, 12) ayeti bu hadiseye işaret eder. (Eğer azap) ahiret azabı (olsaydı) hiç kaldırılır mıydı?. Batşe (şiddetli darbe), Lizâm (duman) hadiseleri bu dünyada gerçekleşmiştir. (bunların dışında meydana gelen gaybî haberlerden) biri “Rumların İranlıları yenmesi”, diğeri de “ayın yarılması” olayıdır. Tirmizî der ki: “Lizam” Bedir günü meydana gelen mağlubiyettir. Tirmizi der ki: bu hadis hasen-sahihtir.
Bize Abd b. Humeyd, ona Ravh b. Ubâde, ona Avf, ona Hasan, Muhammed ve Hilâs, onlara da Ebu Hureyre'nin (ra) rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Mûsâ çok hayâlı, sıkı örtünen bir kimse idi. Kendisi hayâlı olmak istediği için derisinden hiçbir şey görülmezdi. Bu hâlinden dolayı İsrailoğullarından bir kısım kimseler, sözleriyle ona eziyet edip 'Mûsâ cildindeki bir kusurdan dolayı bu kadar sıkı örtünmektedir. Onda ya baras denilen deri hastalığı, yahut (erkeklik organında) yumurtalarının şişmesi, ya da başka bir hastalık var' dediler. Allah da onların Mûsâ için söyledikleri kusurların olmadığını ortaya çıkarmak istedi. Mûsâ bir gün yalnız başına yıkanmak için soyundu, elbiselerini bir taş üzerine koydu, sonra yıkandı. Yıkanması bitince elbiselerini almaya yöneldi. Bu sırada taş, elbiselerle yuvarlanıp gitti. Mûsâ da asasını alıp 'ey taş, elbisem, ey taş, elbisem' diyerek taşın peşinden koşmaya başladı ve İsrâîloğullarından bir topluluğun yanına kadar vardı. Onlar da Mûsâ'yı çıplak olarak ve Allah'ın yarattığı en güzel surette gördüler. Böylece Allah Musa'yı onların ithamlarından korumuş oldu." Ebu Hureyre der ki:Taş orada durdu, Mûsâ elbisesini alıp giydi, ardından asasıyla taşı dövmeye başladı. Vallahi o taşta Musa'nın vurma izinden üç yahut dört ya da beş darp izi kalmıştır. İşte bu olay, Yüce Allah'ın şu buyruğunda ifade edilmiştir: "Ey iman edenler, siz de Musa'yı incitenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah nazarında itibarlı bir kimse idi." (Ahzâb, 69). Tirmizî der ki: Bu hadis hasen sahihtir. Bir çok tarikle Ebu Hüreyre’den rivayet edilmiştir. Bu konuda Enes'in de Hz. Peygamber'den (sav) rivâyeti vardır.
Bana Abd b. Humeyd, ona Ravh b. Ubâde, ona Avf, ona Hasan, Muhammed ve Hilâs, onlara da Ebu Hureyre'nin (ra) rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Mûsâ çok hayâlı, sıkı örtünen bir kimse idi. Kendisi hayâlı olmak istediği için derisinden hiçbir şey görülmezdi. Bu hâlinden dolayı İsrailoğullarından bir kısım kimseler, sözleriyle ona eziyet edip 'Mûsâ cildindeki bir kusurdan dolayı bu kadar sıkı örtünmektedir. Onda ya baras denilen deri hastalığı, yahut (erkeklik organında) yumurtalarının şişmesi, ya da başka bir hastalık var' dediler. Allah da onların Mûsâ için söyledikleri kusurların olmadığını ortaya çıkarmak istedi. Mûsâ bir gün yalnız başına yıkanmak için soyundu, elbiselerini bir taş üzerine koydu, sonra yıkandı. Yıkanması bitince elbiselerini almaya yöneldi. Bu sırada taş, elbiselerle yuvarlanıp gitti. Mûsâ da asasını alıp 'ey taş, elbisem, ey taş, elbisem' diyerek taşın peşinden koşmaya başladı ve İsrâîloğullarından bir topluluğun yanına kadar vardı. Onlar da Mûsâ'yı çıplak olarak ve Allah'ın yarattığı en güzel surette gördüler. Böylece Allah Musa'yı onların ithamlarından korumuş oldu." Ebu Hureyre der ki:Taş orada durdu, Mûsâ elbisesini alıp giydi, ardından asasıyla taşı dövmeye başladı. Vallahi o taşta Musa'nın vurma izinden üç yahut dört ya da beş darp izi kalmıştır. İşte bu olay, Yüce Allah'ın şu buyruğunda ifade edilmiştir: "Ey iman edenler, siz de Musa'yı incitenler gibi olmayın. Nihayet Allah onu dedikleri şeyden temize çıkardı. O, Allah nazarında itibarlı bir kimse idi." (Ahzâb, 69). Tirmizî der ki: Bu hadis hasen sahihtir. Bir çok tarikle Ebu Hureyre’den rivayet edilmiştir. Bu konuda Enes'in de Hz. Peygamber'den (sav) rivâyeti vardır.