10631 Kayıt Bulundu.
Bize Muhammed b. Mahbûb, ona Hammâd b. Zeyd, ona Eyyûb, ona Muhammed, ona da Ebu Hureyre şöyle demiştir: İbrahim Aleyhisselâm yalnızca üç defa yalan söylemiştir. Bunlardan ikisi; puta tapanlara “ben hastayım” demesi ve “belki putların şu büyüğü kırmıştır” demesi Azîz ve Celîl olan Allah'ın zâtı hakkındadır. Rasulullah (üçüncüsü için de) şöyle demiştir: "İbrahim bir gün, yanında eşi Sâre olduğu halde zorba bir hükümdarın bulunduğu bir memlekete uğradı. Hükümdara “bu şehirde, yanında çok güzel bir kadın bulunan bir adam var” diye haber verildi. Hükümdar İbrahim'e haber gönderip huzuruna çağırttı ve Sâre'yi kastederek “Bu kadın kimdir?” diye sordu. İbrahim “kız kardeşim” dedi ve sonra Sâre'nin yanına geldiğinde ona “ey Sâre, yeryüzünde benden ve senden başka mümin kimse yoktur. Bu hükümdar bana seni sordu. Ben de ona senin benim kız kardeşim olduğunu bildirdim. Sakın benim sözümü yalan çıkarma” dedi. Sonra hükümdar Sâre'ye haber gönderip çağırttı. Sâre onun yanına girince ona el uzatmaya kalktı ama bir anda tutuldu kaldı. Hemen Sâre'ye “Benim için Allah'a dua et, ben sana zarar vermeyeceğim” dedi. Sâre, Allah'a dua etti ve hükümdar çözüldü. Sonra Sâre'ye ikinci defa el uzattı. Yine aynı şekilde ya da çok daha şiddetli tutuldu. Yine Sâre'ye “benim için Allah'a dua et, ben sana zarar vermeyeceğim” dedi. Sâre yine dua etti, hükümdar yine çözüldü. Ardından hizmetlilerinden bir kaçını çağırıp “siz bana insan değil bir şeytan getirmişsiniz” diyerek Sâre'ye hizmetçi olarak Hacer'i hediye etti. Sâre, İbrahim'in yanına geldi, İbrahim namaz kılıyordu. Eliyle işaret ederek “ne oldu” diye sordu. Sâre de “Allah o kâfirin -facirin- tuzağını boşa çıkardı ve bana Hâcer'i hizmetçi olarak verdi” dedi." Ebu Hureyre der ki: ey Mâu's-semâ oğulları (Araplar), işte sizin ananız budur.
Bana Übeyd b. İsmail, ona Ebu Usame, ona Ubeydullah, ona da Saʿîd b. Ebu Saʿîd, ona da Ebu Hureyre (ra) şöyle rivayet etmiştir: Hz. Peygamber’e (sav): “İnsanların en değerlisi kimdir?” diye soruldu. Efendimiz (sav) "insanların en değerlisi, işlerinde Yüce Allah’ı en çok dikkate alan ve kötülükten sakınanlardır" cevabını verdi. “Biz sana onu sormuyoruz” dediler. Rasulullah (sav) "insanların en değerlisi, babası peygamber, dedesi peygamber, dedesinin babası da Halilullah olan Allah’ın peygamberi Yusuf’tur" dedi. “Biz sana onu da sormuyoruz” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav) "o zaman siz bana Arapların asıllarını mı soruyorsunuz?" dedi. Soru sahipleri “evet” dediler. O da "sizin cahiliye döneminde hayırlı olanınız İslam’da da en iyinizdir, İslam ahkamını derinlemesine bildikleri takdirde" cevabını verdi.
Bize İshak b. Nasr, ona Abdurrazzâk, ona Ma'mer, ona Hemmâm b. Münebbih, ona da Ebu Hureyre'nin (ra) rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "İsrail oğullarına “Beytu'l-Makdis kapısından eğilerek giriniz ve 'hıtta (Rabbim bağışla)' deyiniz” denildi. Fakat onlar kıçları üzere emekleyerek girdiler ve “hıtta” yerine “Habbetun fî şa'ratın (kıl çuval içinde hububat)” dediler."
Bize Muhammed b. Kesîr, ona İsrail, ona Osman b. Muğîre, ona Mücâhid, ona da, İbn Ömer'in (r.anhuma) rivayet ettiğine göre Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Ben İsa'yı, Musa'yı ve İbrahim'i gördüm. İsa, al çehreli, kıvırcık saçlı, geniş göğüslü idi, Mûsâ da karayağız, iri yapılı, uzun boylu, düz saçlı, Sudanlı erkeklerden birisi gibiydi."
Bize Humeydî, ona Sufyân, ona Zuhrî, ona Ubeydullah b. Abdullah, ona İbn Abbâs, ona da Ömer'in (ra) rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Hristiyanların Meryemoğlu'nu aşırı şekilde övüp yücelttikleri gibi, sakın sizler de beni övmede aşırıya gitmeyin. Ben ancak bir kulum. Onun için bana Allah'ın Kulu ve Rasulü deyiniz."
Bize Muhammed b. Yusuf, ona Süfyân, ona Muğîre b. Numan, ona Saîd b. Cübeyr, ona da İbn Abbas'ın (r.anhuma) rivayet ettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "Sizler Allah’ın huzurunda yalın ayak, çıplak ve sünnetsiz olarak toplanacaksınız. Nitekim Yüce Allah “Bütün varlığı başlangıçta nasıl kolayca yaratmışsak, onları aynı şekilde tekrar dirilteceğiz. Bu, bizim verdiğimiz kesin bir sözdür. Biz ne söz verdiysek, onu mutlaka yaparız.” (Enbiyâ, 104) buyurmuştur. Kıyamet günü mahlûkatın ilk giydirilecek olanı, Hz. İbrahim’dir. Sonra ümmetimden bazı kişiler getirilip sağ ve sol tarafa alınırlar. Ben “onlar benim ashabımdır” derim. Bana “Sen onlardan ayrıldığın zamandan beri onlar gerisin geriye dönmeye devam ettiler” denir. Bunun üzerine ben de, o Salih kulun (Hz. İsa’nın) söylediği gibi derim: “Aralarında bulunduğum müddetçe onların hallerine, ne durumda olduklarına şâhit idim. Fakat beni vefat ettirip aralarından çıkardıktan sonra onları görüp gözetleyen sadece sen kaldın. Zaten sen her şeyi hakkıyla görensin. Onlara azap edersen, şüphesiz onlar senin kullarındır. Eğer onları bağışlarsan muhakkak ki sen kudreti daima üstün gelen, her işi ve hükmü hikmetli ve sağlam olansın.” (Mâide, 117-118)" Muhammed b. Yusuf der ki: Ebu Abdullah'tan aktarıldığına göre Kabîsa “Onlar Ebu Bekir zamanında dinden dönen mürtetlerdir. Ebu Bekir onlarla harp etti” demiştir .
Bize Muhammed b. Beşşâr, ona Muhammed b. Ebu Adiyy, ona Şu'be, ona Ebu Sıddık en-Nâcî, ona Ebu Saîd el-Hudrî'nin (ra) riveyet ettiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "İsrail oğulları içinde doksan dokuz insan öldürmüş olan bir kimse vardı. Sonra bu adam evinden çıkıp tevbe arayışı içinde bir rahibe geldi ve ona “tevbe fırsatım var mıdır?” diye sordu. Râhib “hayır yoktur” cevabını verdi. Bunun üzerine adam onu da öldürdü. Sonra yine tevbe arayışına devam etti. Bir adam ona “(eğer tevbe etmek istiyorsan, kendi kötü memleketini bırakıp iyilerin olduğu) falanca beldeye git” dedi. Adam da o tarafa yönünü dönmüştü ki hemen eceli gelip orada öldü. Ardından (adamın cennetlik mi, cehennemlik mi olduğu konusunda) rahmet melekleri ile azap melekleri aralarında tartıştılar. Bunun üzerine Allah, tevbe için gideceği beldeye “biraz yaklaş”, adamın memleketine de “biraz uzaklaş” diye emredip rahmet ve azap meleklerine de “haydi şimdi her iki taraf arasındaki uzaklığı ölçün de ona göre karar verin” buyurdu. Adam tevbe için gideceği köye bir karış daha yakın olunca bağışlandı."
Bana Abdullah b. Muhammed b. Esma, ona Cüveyriye b. Esma, ona Nâfi, ona da Abdullah b. Ömer'in (r.anhuma) rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Bir kadına, acından ölünceye kadar bir kediyi hapsetmesinden dolayı, azap edildi. Çünkü kadın kediye ne yiyecek vermiş, ne su içirmiş, ne de yer haşerelerinden yemesi için onu salıvermiş."
Bana Abdullah b. Muhammed, ona Hişâm, ona Ma'mer, ona Zuhrî, ona Humeyd b. Abdurrahman, ona da Ebu Hureyre'nin (ra) rivayet ettiğine göre Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "eski zamanlarda aşırı derecede günah işleyen bir adam vardı. Ölüm vakti geldiği zaman oğullarına “öldüğümde beni yakın, sonra kemiklerimi ezerek öğütün ve tozlarımı rüzgâra savurun. Allah'a yemin ederim ki, eğer Rabbim benim zerrelerimi toplamaya kadir olursa hiçbir kimseye yapmadığı azabı bana yapacaktır” dedi. Öldüğü zaman bu vasiyeti yerine getirildi. Allah, yeryüzüne "sende o zata ait ne varsa topla" diye emir buyurdu. O da topladı ve o kişi dimdik ayağa kalkıverdi. Allah ona "bu yaptığın ise seni ne sevk etti?" diye sordu. O da “ey Rabbim, Senin büyüklüğün karşısında düştüğüm tedirginlik” diye cevap verdi. Bunun üzerine Allah onu bağışladı. Ebu Hureyre dışındaki raviler “Senin korkun ya Rabbi” demişlerdir.