Bize Müsedded, onas Yahya, ona Süfyan, ona Mansur ile Süleyman, onlara Ebu Vâil, ona Ebu Meysere, ona da Abdullah rivâyet etti. Ayrıca bana Vâsıl, ona Ebu Vâil, ona da Abdullah (ra) şöyle rivâyet etti: Ben Rasûlullah'a (sav) sordum -veya O'na soruldu-:
"— Allah katında en büyük günah hangisidir?" Rasûlullah (sav),
"— Seni yaratan Allah olduğu halde O'na ortak koşmandır" buyurdu.
"— Sonra hangisidir?" diye sordum.
"- Sofrana ortak olacağından korkarak çocuğunu öldürmendir" buyurdu.
"— Sonra hangisidir?" dedim.
"— Komşunun helâliyle zina etmendir" buyurdu.
İbn Mes'ûd dedi ki: Rasûlullah'ın (sav) bu cevaplarını tasdik edici olarak şu âyet indi: *Onlar, Allah ile birlikte başka bir tanrıya tapmazlar; haksız yere, Allah’ın dokunulmaz kıldığı insan hayatına kıymazlar,
zina etmezler." (el-Furkan, 25/68).
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32697, B004761
Hadis:
حَدَّثَنَا مُسَدَّدٌ حَدَّثَنَا يَحْيَى عَنْ سُفْيَانَ قَالَ حَدَّثَنِى مَنْصُورٌ وَسُلَيْمَانُ عَنْ أَبِى وَائِلٍ عَنْ أَبِى مَيْسَرَةَ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ . قَالَ وَحَدَّثَنِى وَاصِلٌ عَنْ أَبِى وَائِلٍ عَنْ عَبْدِ اللَّهِ - رضى الله عنه - قَالَ سَأَلْتُ - أَوْ سُئِلَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم - أَىُّ الذَّنْبِ عِنْدَ اللَّهِ أَكْبَرُ قَالَ « أَنْ تَجْعَلَ لِلَّهِ نِدًّا وَهْوَ خَلَقَكَ » . قُلْتُ ثُمَّ أَىٌّ قَالَ « ثُمَّ أَنْ تَقْتُلَ وَلَدَكَ خَشْيَةَ أَنْ يَطْعَمَ مَعَكَ . قُلْتُ ثُمَّ أَىٌّ قَالَ « أَنْ تُزَانِىَ بِحَلِيلَةِ جَارِكَ » . قَالَ وَنَزَلَتْ هَذِهِ الآيَةُ تَصْدِيقًا لِقَوْلِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم ( وَالَّذِينَ لاَ يَدْعُونَ مَعَ اللَّهِ إِلَهًا آخَرَ وَلاَ يَقْتُلُونَ النَّفْسَ الَّتِى حَرَّمَ اللَّهُ إِلاَّ بِالْحَقِّ ) .
Tercemesi:
Bize Müsedded, onas Yahya, ona Süfyan, ona Mansur ile Süleyman, onlara Ebu Vâil, ona Ebu Meysere, ona da Abdullah rivâyet etti. Ayrıca bana Vâsıl, ona Ebu Vâil, ona da Abdullah (ra) şöyle rivâyet etti: Ben Rasûlullah'a (sav) sordum -veya O'na soruldu-:
"— Allah katında en büyük günah hangisidir?" Rasûlullah (sav),
"— Seni yaratan Allah olduğu halde O'na ortak koşmandır" buyurdu.
"— Sonra hangisidir?" diye sordum.
"- Sofrana ortak olacağından korkarak çocuğunu öldürmendir" buyurdu.
"— Sonra hangisidir?" dedim.
"— Komşunun helâliyle zina etmendir" buyurdu.
İbn Mes'ûd dedi ki: Rasûlullah'ın (sav) bu cevaplarını tasdik edici olarak şu âyet indi: *Onlar, Allah ile birlikte başka bir tanrıya tapmazlar; haksız yere, Allah’ın dokunulmaz kıldığı insan hayatına kıymazlar,
zina etmezler." (el-Furkan, 25/68).
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Tefsîr 4761, 2/236
Senetler:
1. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Mesud (Abdullah b. Mesud b. Gafil b. Habib b. Şemh)
2. Ebu Meysere Amr b. Şurahbil el-Hemdani (Amr b. Şurahbil)
3. Ebu Vâil Şakik b. Seleme el-Esedî (Şakik b. Seleme)
4. Ebu Attab Mansur b. Mu'temir es-Sülemî (Mansur b. Mu'temir b. Abdullah)
5. Süfyan es-Sevrî (Süfyan b. Said b. Mesruk b. Habib b. Rafi')
6. Ebu Said Yahya b. Said el-Kattan (Yahya b. Said b. Ferruh)
7. Müsedded b. Müserhed el-Esedî (Müsedded b. Müserhed b. Müserbel b. Şerik)
Konular:
Amel, Allah'ın hiç hoşlanmadığı ameller
Büyük Günah, büyük günahlar
Çocuk, fakirlik korkusuyla çocukları öldürmek,
Komşuluk, komşuluk ilişkileri
KTB, GÜNAH
Şirk, şirk koşmak
Zina, nikahsız, gayr-i meşru ilişki,
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32344, B004758
Hadis:
وَقَالَ أَحْمَدُ بْنُ شَبِيبٍ حَدَّثَنَا أَبِى عَنْ يُونُسَ قَالَ ابْنُ شِهَابٍ عَنْ عُرْوَةَ عَنْ عَائِشَةَ - رضى الله عنها - قَالَتْ يَرْحَمُ اللَّهُ نِسَاءَ الْمُهَاجِرَاتِ الأُوَلَ ، لَمَّا أَنْزَلَ اللَّهُ ( وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ ) شَقَّقْنَ مُرُوطَهُنَّ فَاخْتَمَرْنَ بِهِ .
Tercemesi:
Bize Ahmed b. Şebîb, ona babası Şebîb b. Saîd, ona Yûnus b. Yezîd, ona İbn Şihâb, ona da Urve b. Zübeyr, Aişe'nin (r. anha) şu sözünü rivayet etmiştir:
"Allah ilk muhacir kadınlara rahmet eylesin. Allah, "Baş örtülerini, yakalarının üzerine (kadar) örtsünler. Nisa, 4/31)" emrini indirince, o kadınlar izâr denilen dış elbiselerini ikiye ayırıp onlarla başlarını örttüler."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Tefsîr 12, 2/235
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Yunus b. Yezid el-Eyli (Yunus b. Yezid b. Mişkan)
5. Ebu Said Şebîb b. Said et-Temîmî (Şebîb b. Said)
6. Ebu Abdullah Ahmed b. Şebîb el-Habatî (Ahmed b. Şebîb b. Said)
Konular:
Tesettür,
Tesettür, genç kızın, kadının başörtüsü
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32345, B004759
Hadis:
حَدَّثَنَا أَبُو نُعَيْمٍ حَدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ نَافِعٍ عَنِ الْحَسَنِ بْنِ مُسْلِمٍ عَنْ صَفِيَّةَ بِنْتِ شَيْبَةَ أَنَّ عَائِشَةَ - رضى الله عنها - كَانَتْ تَقُولُ لَمَّا نَزَلَتْ هَذِهِ الآيَةُ ( وَلْيَضْرِبْنَ بِخُمُرِهِنَّ عَلَى جُيُوبِهِنَّ ) أَخَذْنَ أُزْرَهُنَّ فَشَقَّقْنَهَا مِنْ قِبَلِ الْحَوَاشِى فَاخْتَمَرْنَ بِهَا .
Tercemesi:
Bize Ebu Nuaym (Fadl b. Dükeyn el-Mülâi), ona İbrahim b. Nafi' el-Mahzumi, ona Hasan b. Müslim el-Huzaî, ona da Safiyye bt. Şeybe, Âişe'nin (r.anha) "Kadınlar başörtülerini ta yakalarının üzerine kadar salsınlar." (Nur, 24/31) âyeti indiği zaman, izârlarını (peştamal) aldılar da onları etek/uç taraflarından yardılar ve bunlarla başlarını örttüler" dediğini rivayet etmiştir.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Tefsîr 12, 2/235
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Safiyye bt. Şeybe (Safiyye bt. Şeybe b. Osman b. Ebu Talha b. Abdüluzza)
3. Hasan b. Müslim el-Huzaî (Hasan b. Müslim b. Yennâk)
4. İbrahim b. Nafi' el-Mahzumi (Ebu İshak İbrahim b. Nafi')
5. Ebu Nuaym Fadl b. Dükeyn el-Mülâi (Fadl b. Amr b. Hammâd b. Züheyr b. Dirhem)
Konular:
Tesettür,
Tesettür, genç kızın, kadının başörtüsü
Bize Yahya b. Bükeyr, ona el-Leys, ona Yunus, ona İbn Şihâb rivayetle dedi ki: Bana Urve b. ez-Zübeyr, Saîd b. el-Müseyyeb, Alkame b. Vakkas ve Ubeyydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud, Nebi’nin (sav) zevcesi Âişe’ye (r.anhâ) ifk ehli (ona iftirada bulunanlar) o söylediklerini söyleyip, Allah’ın da onların söylediklerinden (iftiralarından) onu temize çıkarması ile ilgili hadiseyi rivayet ettiler. Bunların her biri bana hadisin bir kısmını aktardı. Onların anlattıklarının bir bölümü diğer bir bölümünü doğruluyor idi. Bununla birlikte onların kimisi diğerinden daha iyi hıfz edip bellemiş idi. Urve’nin bana Âişe (r.anhâ) ile ilgili anlattığı hadisi şöyledir:
- Nebi’nin (sav) zevcesi Âişe (r.anhâ) dedi ki: Rasulullah (sav) sefere çıkmak istediği zaman zevceleri arasında kura çekerdi. Onların hangisinin payı kurada çıkarsa Rasulullah da (sav) onu beraberinde götürürdü. Âişe dedi ki: Çıktığı gazalardan birisinde aramızda kura çekti, kurada ben çıktım. Hicab emri nâzil oldumştu. Kura bana çıktığından dolayı Rasulullah (sav) ile birlikte ben çıktım. Ben hevdecimde iken taşınıyor, onun içinde iken indiriliyordum. Yola koyulduk. Nihayet Rasulullah (sav) o gazasını bitirip geri dönünce, bu dönüşte de Medine’ye yaklaştığımızda, gecelerin birisinde yola koyulacağımız ilanı yapıldı. Yola koyulacağımız ilan edilince ben de kalkıp yürüdüm ve karargâhın dışına çıktım. İşimi bitirip yerime döneceğim zaman Zafâr boncuğundan gerdanlığımın koptuğunu gördüm. Gerdanlığımı aramaya başladım. Onu aradığımdan dolayı geç kaldım. Benim hevdecimi kaldırıp indiren kişiler gelerek, hevdecimi kaldırıp, onu üzerinde yolculuk yaptığım deveme yüklediler. Benim hevdecimin içinde olduğumu zannediyorlardı. O sırada kadınlar hafiftiler, et bağlayıp ağırlaşmamışlardı. Çünkü kadınlar az yemek yerlerdi. Bu sebeple hevdecimi taşıyanlar onu kaldırdıklarında hafif olduğunu fark etmediler. Ben de henüz yaşı küçük bir kadın idim. Onlar da deveyi (çökmüş olduğu yerden) kaldırıp yola koyuldular. Ordu, yoluna koyulduktan sonra gerdanlığımı buldum. Konakladıkları yere geldiğimde orada hiç kimse bulamadım. Bundan dolayı bulunduğum yere doğru gittim. Onların benim, hevdecimde olmadığımı görüp, beni aramak üzere geri döneceklerini zannettim. Ben olduğum yerde oturuyor iken, gözlerimi tutamayarak uyumuş oldum. Safvan b. el-Muattal es-Sülemî, -sonra da ez-Zekvânî- ordunun ardcılarından idi. Gece yol yürümüş ve bulunduğum yerde sabahı etmişti. Uyumakta olan bir insanın karartısını gördüğü için yanıma geldi. Beni görünce tanıdı. (Çünkü) hicab emri gelmeden önce beni görürdü. O beni görüp tanıyınca innâ lillâh ve innâ ileyhi râciun diyerek istircâ’da bulunması üzerine uyandım. Derhal cilbabımla yüzümü örttüm, vallahi benimle tek bir kelime dahi konuşmadı. Onun innâ lillah… diyerek istircâ’da bulunması dışında onun bir tek sözünü dahi duymadım. Sonunda devesini çöktürdü, binmem için devenin ön ayaklarına bastı, ben de deveye bindim. Bindiğim devenin yularını çekerek yürüdü. Sonunda öğle sıcağı zamanındaki konaklamalarından sonra orduya yetiştik. Bunun sonunda da helâk olanlar helâk oldu. Bu hadisede iftirayı uydurma işini üstlenen kişi Abdullah b. Ubeyy b. Selûl olmuştu. Medine’ye vardıktan sonra ben bir ay kadar bir süre rahatsızlandım. İnsanlar ise o iftirada bulunanların (İfk ashabının) sözlerini dillerine dolamış gidiyorlardı. Ben bu kabilden hiçbir şeyin farkına varmıyordum. Bununla birlikte rahatsızlandığım sırada Rasulullah’dan (sav), önceleri rahatsızlandığım vakit gördüğüm latif ve yumuşak muamelesini göremediğim için adeta onu tanımaz olmuştum. Rasulullah (sav) yalnızca yanıma giriyor, selam veriyor sonra da “Hastanız nasıl” dedikten sonra çekip gidiyordu. İşte bu beni şüphelendiriyordu fakat nekahet döneminden sonra dışarı çıkıncaya kadar bir şeyin farkına varmamıştım. Beraberimde Ümm Mistah olduğu halde Medine’nin dış taraflarında ihtiyaçlarımızı karşıladığımız yere doğru çıktım. Bizler ancak geceden geceye çıkardık. Bu ise evlerimize yakın yerlerde kenefler edinmemizden önce idi. Bizim o zamanki durumumuz, ihtiyaçlarını gidermek üzere ilk Arapların durumunun aynısı idi. Evlerimize yakın helalar edinmekten rahatsız olurduk. Ümm Mistah ile birlikte dışarı çıktım. Ümm Mistah ise Ebu Ruhm b. Abdî Menaf’ın kızı idi, annesi de Sahr b. Âmir’in kızı, Ebu Bekir es-Sıddık’in teyzesi idi. Oğlu da Mistah b. Usâse idi. Ben Ümm Mistah ile birlikte evime doğru geri dönerken işimizi de bitirdikten sonra Ümm Mistah eteğine basarak tökezledi ve: Kahrolası Mistah, dedi. Ben ona: Ne kötü söz söyledin, Bedir’e katılmış bir adama böyle ağır söz mü söylüyorsun? dedim. O: Vah kızım, sen onun neler söylediğini duymadın mı? dedi. (Âişe) dedi ki: Ben: Ne dedi ki? dedim. Bana İfki/bana yapılan iftirayı dillerine dolayanların söylediklerini haber verdi. Bu sefer hastalığımın üzerine hastalık kattım, evime geri dönüp Rasulullah (sav) yanıma girdiğinde yani bana selam verdikten sonra: “Bu hastanız nasıl” buyurdu. Ben: Anne babamın yanına gitmeme izin verir misin? dedim. Âişe dedi ki: O zaman ben onlardan haberin gerçeğinin ne olduğunu öğrenmek istemiştim. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) bana izin verince, anne babamın yanına geldim. Anneme: Anacağım! Bu insanlar dillerine neyi dolamışlar? dedim. O: kızcağızım, kendine acı, vallahi, kendisini seven bir kocanın yanında bulunan, birçok kuması olan, güzel bir kadın olacak da onun aleyhine dedikodular çıkartılmayacak kadın pek azdır. Ben: Subhanallah! İnsanlar bunu da mı dillerine doladılar, dedim. Sonra o gece sabaha kadar ağlayıp durdum, gözyaşlarım kesilmedi, gözüme uyku girmedi. Sabaha kadar ağlamaya devam ettim.
Vahyin gelmesi bir parça gecikince Rasulullah (sav) eşinden ayrılmak hususunda kendileriyle danışmak üzere Ali b. Ebu Talib ile Üsâme b. Zeyd’i (r.anhumâ) çağırdı. (Âişe) devamla dedi ki: Üsâme b. Zeyd, Rasulullah’a (sav), eşinin tertemiz ve suçsuz oluşu ile kendi içinde onlar için beslediğini bildiği sevgi istikametinde kanaatini belirtti ve: Ey Allah’ın Rasulü, o senin eşindir ve biz hayırdan başka hiçbir şey bilmiyoruz, dedi.
Ali b. Ebu Talib de: Ey Allah’ın Rasulü, Allah, işi senin için daraltmış değildir, onun dışındaki kadınlar da pek çoktur, bununla birlikte cariyesine (Beriye’ye) sorsan sana doğruyu söyleyecektir, dedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) derhal Beriye’yi çağırdı ve: “Ey Berire, sen onun aleyhine seni şüphelendirecek bir şey gördün mü?” buyurdu. Berire: Seni hak ile gönderene yemin ederim ki hayır, benim onun aleyhine kusur sayılabilecek gördüğüm tek şey, onun sadece yaşça küçük bir kadın oluşundan ibarettir. Ailesi için yoğurduğu hamur yoğururken uyur, evdeki koyun gelir onu yerdi. (Bunun dışında bir kusurunu görmedim.)
Bunun üzerine Rasulullah (sav) ayağa kalktı ve o gün Abdullah b. Ubeyy b. Selul ile ilgili söyleyeceklerinden ötürü mazur görülmesini istedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) minber üzerinde: “Ey müslümanlar topluluğu, benim aile halkım hakkındaki eziyeti, bana kadar ulaşmış bir adam hakkında yapacaklarımdan dolayı beni kim mazur görür? Vallahi ben eşim ile ilgili hayırdan başka bir şey bilmiyorum, sözünü ettikleri kişi hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum, benim aile halkım yanına ancak benimle birlikte içeri girerdi” buyurdu.
Bunun üzerine Sa‘d b. Muâz el-Ensârî ayağa kalkarak: Ey Allah’ın Rasulü, eğer bu kişi Evslilerden olsaydı ondan dolayı ben seni mazur görürdüm, boynunu da vururdum. Şayet Hazreçli kardeşlerimizden ise bize emir verirsin biz de ne emredersen onu yaparız, dedi. (Âişe) dedi ki: Bunun üzerine Hazreçlilerin efendisi olan Sa‘d b. Ubâde ayağa kalktı. Esasen bundan önce hep salih bir insan idi. Fakat gayret, onu etkisi altına aldı ve Sa‘d’a: Yalan söyledin, vallahi sen onu öldüremezsin ve onu öldürmeye da gücün yetmez, dedi. Bu sefer Sa‘d’ın amcasının oğlu olan Useyd b. Hudayr ayağa kalktı ve Sa‘d b. Ubâde’ye: Yalan söyledin, Allah’a and olsun, onu mutlaka öldürürüz, sen münafık birisin ve münafıklar adına tartışıyorsun, dedi. Bunun üzerine Evs ve Hazreçli her iki kabile mensubu da galeyana geldi, hatta birbirleriyle çatışmak istediler. Rasulullah (sav) ise minber üzerinde ayakta duruyordu. Rasulullah (sav) onları teskin etmeye çalışıp durdu. Nihayet onlar da sustular, o da sustu.
Âişe dedi ki: O gün öylece bekleyip durdum. Ne gözyaşlarım diniyor, ne gözüme uyku giriyordu. (Âişe) dedi ki: Annem, babam sabahı yanımda etti. İki gece ve bir gündüz ağlamaya devam ettim, gözüme uyku girmedi, gözyaşım kesilmedi. Hatta annem ve babam ağlamanın artık benim ciğerimi parçalayacağını sandılar. (Âişe) dedi ki: Annem babam yanımda oturuyor ve ben ağlıyorken Ensar’dan bir kadın yanıma girmek için izin istedi, ben de ona izin verdim, o da oturup benimle ağlamaya başladı. Bizler bu vaziyette iken Rasulullah (sav) yanımıza girdi, selam verdikten sonra oturdu. (Âişe) dedi ki: Daha önceden o söylenen dedikodular çıktığından beri yanımda oturmamıştı, aradan bir ay süre geçmiş benim hakkımda ona herhangi bir vahiy gelmemişti. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) oturunca şehadet kelimesini getirdi, sonra da şöyle buyurdu: “İmdi Ey Âişe, senin hakkında bana şunlar, şunlar ulaştı, eğer sen suçsuz isen Allah pek yakında senin suçsuz olduğunu çıkaracaktır. Şayet bir günah işlemiş isen Allah’tan mağfiret dile ve ona tövbe et. Çünkü kul günahını itiraf ettikten sonra Allah’a tövbe ederse Allah da tövbesini kabul buyurur.”
Âişe dedi ki: Rasulullah (sav) sözlerini bitirince gözyaşlarım dindi. Hatta bir damla aktığını dahi hissetmez oldum. Babama: Rasulullah’ın (sav) söylediklerine cevap ver, dedim. O: Vallahi, Rasulullah’a (sav) ne diyeceğimi bilemiyorum, dedi. Anneme: Rasulullah’a (sav) sen cevap ver, dedim. O: Rasulullah’a (sav) nasıl cevap vereceğimi bilemiyorum, dedi. (Âişe devamla) dedi ki: Ben dedim ki: Vallahi ben yaşı küçük bir hanımım, Kur’ân-ı Kerim’den ezbere fazla bir şey bilmiyorum, vallahi ben sizin bu işittiğiniz sözlerin, sonunda içinizde yer ettiğini, onu doğru kabul ettiğinizi biliyorum. Ben sizlere, benim hiçbir günahım yok, Allah da benim günahsız olduğumu çok iyi biliyor desem dahi siz bu hususta benim doğru söylediğime inanmayacaksınız. Eğer bir işi işlemiş olduğumu size itiraf edecek olursam Allah da benim o suçtan uzak olduğumu bilmekle birlikte siz o vakit benim doğru söylediğimi kabul edeceksiniz. Allah’a yemin olsun ki, size ancak Yusuf’un babasının: “Artık bana düşen güzel bir sabırdır, sizin şu söylediklerinize karşı yardımına sığınılacak Allah’tır” (Yusuf, 12/18) buyruğundan başka uygun bir örnek bulamıyorum.
(Âişe devamla) dedi ki: Sonra yüzümü başka tarafa döndüm ve yanım üzere yatağıma uzandım. (Âişe) dedi ki: O zaman ben, kendimin gerçekten suçsuz olduğumu ve suçsuz olduğum için Allah’ın beni mutlaka temize çıkaracağını biliyordum. Fakat Allah’ın benim durumum ile ilgili olarak tilavet olunan bir vahiy indireceğini de sanmıyordum. Çünkü ben, kendimi Allah’ın benim ile ilgili tilavet olunacak bir kelam indirmeye değmeyecek kadar küçük görüyordum ama Rasulullah’a (sav) uykusunda Allah’ın beni kendisi ile temize çıkaracağı bir rüya göstereceğini umuyordum. (Âişe devamla) dedi ki: Vallahi Rasulullah henüz (sav) yerinden kalkmadan, evdekilerden hiçbir kimse de dışarı çıkmadan ona vahiy indi. Önceden olduğu gibi, vahiy hali onu bürüdüğünden, kış gününde olsa dahi ona indirilen buyrukların ağırlığından ötürü inci taneleri gibi terler ondan dökülmeye başladı. (Âişe devamla) dedi ki: Rasulullah’ın (sav) üzerinden o vahiy hali açılınca, kendisi gülüyordu. Söylediği ilk söz: “Ey Âişe, aziz ve celil Allah senin suçsuz ve tertemiz olduğunu bildirdi” demek oldu. Bunun üzerine annem: Haydi (teşekkürlerini ifade etmek üzere) onun önünde ayağa kalk, dedi. (Âişe) dedi ki: Ben: Vallahi onun önünde ayağa kalkmam, aziz ve celil Allah’tan başkasına da hamd etmem, dedim. Aziz ve celil Allah da: “O olmadık iftirada bulunanlar sizden bir topluluktur, siz bunu kendiniz için kötü bir şey sanmayın” (Nur, 24/11) buyruğundan itibaren on ayetin tamamını indirdi. Allah bu buyrukları benim suçsuzluğum hakkında indirince, Ebu Bekir es-Sıddık kendisi ile akrabalığı ve fakirliğinden ötürü Mistah b. Usâse’ye bir nafaka verdiği için: Vallahi, artık Âişe için o söylediklerini söyledikten sonra ebediyen hiçbir şey infak etmeyeceğim, dedi. Bunun üzerine şanı yüce Allah da: “Sizden fazilet ve imkân sahipleri yakınlara, fakirlere ve Allah yolunda hicret edenlere infak etmemeye yemin etmesinler, affetsinler ve görmezlikten gelsinler. Allah’ın günahlarınızı bağışlamasını sevmez misiniz? Allah çok bağışlayandır, bol bol rahmet edicidir” (Nur, 24/22) buyruğunu indirdi. Ebu Bekir de: Elbette (severiz), vallahi, Allah’ım, beni bağışlamanı severim diyerek Mistah’a daha önce yaptığı infakı tekrar devam ettirdi ve: Vallahi hiçbir zaman ona verdiğim bu infakı da geri çekmeyeceğim, dedi.
(Âişe devamla) dedi ki: Rasulullah (sav) Cahş kızı Zeyneb’e durumuma dair soru sorardı. Ona: “Ey Zeyneb, ne biliyorsun ya da ne gördün?” dedi. Zeyneb: Ey Allah’ın Rasulü, ben kulağımı ve gözümü korurum, hayırdan başka bir şey bilmiyorum, dedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah’ın (sav) zevceleri arasında benimle boy ölçüşebilecek kadın da o idi. Allah onu vera ve takvası sayesinde korudu. Kız kardeşi Hamne ise onun lehine savaşa koyulmuştu. Bundan ötürü o da helâk olan ifk sahipleri/iftiracılar arasında helâk oldu.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32336, B004750
Hadis:
حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ بُكَيْرٍ حَدَّثَنَا اللَّيْثُ عَنْ يُونُسَ عَنِ ابْنِ شِهَابٍ قَالَ أَخْبَرَنِى عُرْوَةُ بْنُ الزُّبَيْرِ وَسَعِيدُ بْنُ الْمُسَيَّبِ وَعَلْقَمَةُ بْنُ وَقَّاصٍ وَعُبَيْدُ اللَّهِ بْنُ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ عُتْبَةَ بْنِ مَسْعُودٍ عَنْ حَدِيثِ عَائِشَةَ - رضى الله عنها - زَوْجِ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم حِينَ قَالَ لَهَا أَهْلُ الإِفْكِ مَا قَالُوا ، فَبَرَّأَهَا اللَّهُ مِمَّا قَالُوا وَكُلٌّ حَدَّثَنِى طَائِفَةً مِنَ الْحَدِيثِ ، وَبَعْضُ حَدِيثِهِمْ يُصَدِّقُ بَعْضًا ، وَإِنْ كَانَ بَعْضُهُمْ أَوْعَى لَهُ مِنْ بَعْضٍ الَّذِى حَدَّثَنِى عُرْوَةُ عَنْ عَائِشَةَ - رضى الله عنها - أَنَّ عَائِشَةَ - رضى الله عنها - زَوْجَ النَّبِىِّ صلى الله عليه وسلم قَالَتْ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم إِذَا أَرَادَ أَنْ يَخْرُجَ أَقْرَعَ بَيْنَ أَزْوَاجِهِ ، فَأَيَّتُهُنَّ خَرَجَ سَهْمُهَا خَرَجَ بِهَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَعَهُ ، قَالَتْ عَائِشَةُ فَأَقْرَعَ بَيْنَنَا فِى غَزْوَةٍ غَزَاهَا ، فَخَرَجَ سَهْمِى ، فَخَرَجْتُ مَعَ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بَعْدَ مَا نَزَلَ الْحِجَابُ ، فَأَنَا أُحْمَلُ فِى هَوْدَجِى وَأُنْزَلُ فِيهِ فَسِرْنَا حَتَّى إِذَا فَرَغَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ غَزْوَتِهِ تِلْكَ وَقَفَلَ ، وَدَنَوْنَا مِنَ الْمَدِينَةِ قَافِلِينَ آذَنَ لَيْلَةً بِالرَّحِيلِ ، فَقُمْتُ حِينَ آذَنُوا بِالرَّحِيلِ ، فَمَشَيْتُ حَتَّى جَاوَزْتُ الْجَيْشَ ، فَلَمَّا قَضَيْتُ شَأْنِى أَقْبَلْتُ إِلَى رَحْلِى ، فَإِذَا عِقْدٌ لِى مِنْ جَزْعِ ظَفَارِ قَدِ انْقَطَعَ فَالْتَمَسْتُ عِقْدِى وَحَبَسَنِى ابْتِغَاؤُهُ وَأَقْبَلَ الرَّهْطُ الَّذِينَ كَانُوا يَرْحَلُونَ لِى ، فَاحْتَمَلُوا هَوْدَجِى ، فَرَحَلُوهُ عَلَى بَعِيرِى الَّذِى كُنْتُ رَكِبْتُ ، وَهُمْ يَحْسِبُونَ أَنِّى فِيهِ ، وَكَانَ النِّسَاءُ إِذْ ذَاكَ خِفَافًا لَمْ يُثْقِلْهُنَّ اللَّحْمُ ، إِنَّمَا تَأْكُلُ الْعُلْقَةَ مِنَ الطَّعَامِ فَلَمْ يَسْتَنْكِرِ الْقَوْمُ خِفَّةَ الْهَوْدَجِ حِينَ رَفَعُوهُ ، وَكُنْتُ جَارِيَةً حَدِيثَةَ السِّنِّ ، فَبَعَثُوا الْجَمَلَ وَسَارُوا ، فَوَجَدْتُ عِقْدِى بَعْدَ مَا اسْتَمَرَّ الْجَيْشُ ، فَجِئْتُ مَنَازِلَهُمْ ، وَلَيْسَ بِهَا دَاعٍ وَلاَ مُجِيبٌ ، فَأَمَمْتُ مَنْزِلِى الَّذِى كُنْتُ بِهِ وَظَنَنْتُ أَنَّهُمْ سَيَفْقِدُونِى فَيَرْجِعُونَ إِلَىَّ فَبَيْنَا أَنَا جَالِسَةٌ فِى مَنْزِلِى غَلَبَتْنِى عَيْنِى فَنِمْتُ ، وَكَانَ صَفْوَانُ بْنُ الْمُعَطَّلِ السُّلَمِىُّ ثُمَّ الذَّكْوَانِىُّ مِنْ وَرَاءِ الْجَيْشِ ، فَأَدْلَجَ فَأَصْبَحَ عِنْدَ مَنْزِلِى ، فَرَأَى سَوَادَ إِنْسَانٍ نَائِمٍ ، فَأَتَانِى فَعَرَفَنِى حِينَ رَآنِى ، وَكَانَ يَرَانِى قَبْلَ الْحِجَابِ ، فَاسْتَيْقَظْتُ بِاسْتِرْجَاعِهِ حِينَ عَرَفَنِى فَخَمَّرْتُ وَجْهِى بِجِلْبَابِى ، وَاللَّهِ مَا كَلَّمَنِى كَلِمَةً وَلاَ سَمِعْتُ مِنْهُ كَلِمَةً غَيْرَ اسْتِرْجَاعِهِ ، حَتَّى أَنَاخَ رَاحِلَتَهُ فَوَطِئَ عَلَى يَدَيْهَا فَرَكِبْتُهَا فَانْطَلَقَ يَقُودُ بِى الرَّاحِلَةَ حَتَّى أَتَيْنَا الْجَيْشَ ، بَعْدَ مَا نَزَلُوا مُوغِرِينَ فِى نَحْرِ الظَّهِيرَةِ ، فَهَلَكَ مَنْ هَلَكَ ، وَكَانَ الَّذِى تَوَلَّى الإِفْكَ عَبْدَ اللَّهِ بْنَ أُبَىٍّ ابْنَ سَلُولَ فَقَدِمْنَا الْمَدِينَةَ ، فَاشْتَكَيْتُ حِينَ قَدِمْتُ شَهْرًا ، وَالنَّاسُ يُفِيضُونَ فِى قَوْلِ أَصْحَابِ الإِفْكِ ، لاَ أَشْعُرُ بِشَىْءٍ مِنْ ذَلِكَ ، وَهْوَ يَرِيبُنِى فِى وَجَعِى أَنِّى لاَ أَعْرِفُ مِنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم اللَّطَفَ الَّذِى كُنْتُ أَرَى مِنْهُ حِينَ أَشْتَكِى ، إِنَّمَا يَدْخُلُ عَلَىَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَيُسَلِّمُ ثُمَّ يَقُولُ « كَيْفَ تِيكُمْ » . ثُمَّ يَنْصَرِفُ ، فَذَاكَ الَّذِى يَرِيبُنِى ، وَلاَ أَشْعُرُ حَتَّى خَرَجْتُ بَعْدَ مَا نَقَهْتُ ، فَخَرَجَتْ مَعِى أُمُّ مِسْطَحٍ قِبَلَ الْمَنَاصِعِ ، وَهْوَ مُتَبَرَّزُنَا ، وَكُنَّا لاَ نَخْرُجُ إِلاَّ لَيْلاً إِلَى لَيْلٍ ، وَذَلِكَ قَبْلَ أَنْ نَتَّخِذَ الْكُنُفَ قَرِيبًا مِنْ بُيُوتِنَا ، وَأَمْرُنَا أَمْرُ الْعَرَبِ الأُوَلِ فِى التَّبَرُّزِ قِبَلَ الْغَائِطِ ، فَكُنَّا نَتَأَذَّى بِالْكُنُفِ أَنْ نَتَّخِذَهَا عِنْدَ بُيُوتِنَا فَانْطَلَقْتُ أَنَا وَأُمُّ مِسْطَحٍ ، وَهْىَ ابْنَةُ أَبِى رُهْمِ بْنِ عَبْدِ مَنَافٍ ، وَأُمُّهَا بِنْتُ صَخْرِ بْنِ عَامِرٍ خَالَةُ أَبِى بَكْرٍ الصِّدِّيقِ ، وَابْنُهَا مِسْطَحُ بْنُ أُثَاثَةَ ، فَأَقْبَلْتُ أَنَا وَأُمُّ مِسْطَحٍ قِبَلَ بَيْتِى ، قَدْ فَرَغْنَا مِنْ شَأْنِنَا ، فَعَثَرَتْ أُمُّ مِسْطَحٍ فِى مِرْطِهَا فَقَالَتْ تَعِسَ مِسْطَحٌ . فَقُلْتُ لَهَا بِئْسَ مَا قُلْتِ أَتَسُبِّينَ رَجُلاً شَهِدَ بَدْرًا قَالَتْ أَىْ هَنْتَاهُ ، أَوَلَمْ تَسْمَعِى مَا قَالَ قَالَتْ قُلْتُ وَمَا قَالَ فَأَخْبَرَتْنِى بِقَوْلِ أَهْلِ الإِفْكِ فَازْدَدْتُ مَرَضًا عَلَى مَرَضِى ، فَلَمَّا رَجَعْتُ إِلَى بَيْتِى وَدَخَلَ عَلَىَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم تَعْنِى سَلَّمَ ثُمَّ قَالَ « كَيْفَ تِيكُمْ » . فَقُلْتُ أَتَأْذَنُ لِى أَنْ آتِىَ أَبَوَىَّ قَالَتْ وَأَنَا حِينَئِذٍ أُرِيدُ أَنْ أَسْتَيْقِنَ الْخَبَرَ مِنْ قِبَلِهِمَا ، قَالَتْ فَأَذِنَ لِى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَجِئْتُ أَبَوَىَّ فَقُلْتُ لأُمِّى يَا أُمَّتَاهْ ، مَا يَتَحَدَّثُ النَّاسُ قَالَتْ يَا بُنَيَّةُ ، هَوِّنِى عَلَيْكَ فَوَاللَّهِ ، لَقَلَّمَا كَانَتِ امْرَأَةٌ قَطُّ وَضِيئَةً عِنْدَ رَجُلٍ يُحِبُّهَا وَلَهَا ضَرَائِرُ إِلاَّ كَثَّرْنَ عَلَيْهَا . قَالَتْ فَقُلْتُ سُبْحَانَ اللَّهِ وَلَقَدْ تَحَدَّثَ النَّاسُ بِهَذَا قَالَتْ فَبَكَيْتُ تِلْكَ اللَّيْلَةَ حَتَّى أَصْبَحْتُ لاَ يَرْقَأُ لِى دَمْعٌ ، وَلاَ أَكْتَحِلُ بِنَوْمٍ حَتَّى أَصْبَحْتُ أَبْكِى فَدَعَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم عَلِىَّ بْنَ أَبِى طَالِبٍ ، وَأُسَامَةَ بْنَ زَيْدٍ - رضى الله عنهما - حِينَ اسْتَلْبَثَ الْوَحْىُ ، يَسْتَأْمِرُهُمَا فِى فِرَاقِ أَهْلِهِ ، قَالَتْ فَأَمَّا أُسَامَةُ بْنُ زَيْدٍ فَأَشَارَ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بِالَّذِى يَعْلَمُ مِنْ بَرَاءَةِ أَهْلِهِ ، وَبِالَّذِى يَعْلَمُ لَهُمْ فِى نَفْسِهِ مِنَ الْوُدِّ ، فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ ، أَهْلَكَ ، وَمَا نَعْلَمُ إِلاَّ خَيْرًا ، وَأَمَّا عَلِىُّ بْنُ أَبِى طَالِبٍ فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ ، لَمْ يُضَيِّقِ اللَّهُ عَلَيْكَ وَالنِّسَاءُ سِوَاهَا كَثِيرٌ ، وَإِنْ تَسْأَلِ الْجَارِيَةَ تَصْدُقْكَ ، قَالَتْ فَدَعَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بَرِيرَةَ فَقَالَ « أَىْ بَرِيرَةُ ، هَلْ رَأَيْتِ عَلَيْهَا مِنْ شَىْءٍ يَرِيبُكِ » . قَالَتْ بَرِيرَةُ لاَ وَالَّذِى بَعَثَكَ بِالْحَقِّ ، إِنْ رَأَيْتُ عَلَيْهَا أَمْرًا أَغْمِصُهُ عَلَيْهَا أَكْثَرَ مِنْ أَنَّهَا جَارِيَةٌ حَدِيثَةُ السِّنِّ ، تَنَامُ عَنْ عَجِينِ أَهْلِهَا ، فَتَأْتِى الدَّاجِنُ فَتَأْكُلُهُ فَقَامَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَاسْتَعْذَرَ يَوْمَئِذٍ مِنْ عَبْدِ اللَّهِ بْنِ أُبَىٍّ ابْنِ سَلُولَ ، قَالَتْ ، فَقَالَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَهْوَ عَلَى الْمِنْبَرِ « يَا مَعْشَرَ الْمُسْلِمِينَ مَنْ يَعْذِرُنِى مِنْ رَجُلٍ ، قَدْ بَلَغَنِى أَذَاهُ فِى أَهْلِ بَيْتِى ، فَوَاللَّهِ مَا عَلِمْتُ عَلَى أَهْلِى إِلاَّ خَيْرًا ، وَلَقَدْ ذَكَرُوا رَجُلاً ، مَا عَلِمْتُ عَلَيْهِ إِلاَّ خَيْرًا ، وَمَا كَانَ يَدْخُلُ عَلَى أَهْلِى إِلاَّ مَعِى » . فَقَامَ سَعْدُ بْنُ مُعَاذٍ الأَنْصَارِىُّ ، فَقَالَ يَا رَسُولَ اللَّهِ أَنَا أَعْذِرُكَ مِنْهُ ، إِنْ كَانَ مِنَ الأَوْسِ ، ضَرَبْتُ عُنُقَهُ ، وَإِنْ كَانَ مِنْ إِخْوَانِنَا مِنَ الْخَزْرَجِ ، أَمَرْتَنَا ، فَفَعَلْنَا أَمْرَكَ ، قَالَتْ فَقَامَ سَعْدُ بْنُ عُبَادَةَ وَهْوَ سَيِّدُ الْخَزْرَجِ ، وَكَانَ قَبْلَ ذَلِكَ رَجُلاً صَالِحًا ، وَلَكِنِ احْتَمَلَتْهُ الْحَمِيَّةُ فَقَالَ لِسَعْدٍ كَذَبْتَ ، لَعَمْرُ اللَّهِ لاَ تَقْتُلُهُ ، وَلاَ تَقْدِرُ عَلَى قَتْلِهِ ، فَقَامَ أُسَيْدُ بْنُ حُضَيْرٍ وَهْوَ ابْنُ عَمِّ سَعْدٍ ، فَقَالَ لِسَعْدِ بْنِ عُبَادَةَ كَذَبْتَ ، لَعَمْرُ اللَّهِ لَنَقْتُلَنَّهُ ، فَإِنَّكَ مُنَافِقٌ تُجَادِلُ عَنِ الْمُنَافِقِينَ ، فَتَثَاوَرَ الْحَيَّانِ الأَوْسُ وَالْخَزْرَجُ حَتَّى هَمُّوا أَنْ يَقْتَتِلُوا ، وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَائِمٌ عَلَى الْمِنْبَرِ ، فَلَمْ يَزَلْ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يُخَفِّضُهُمْ حَتَّى سَكَتُوا وَسَكَتَ ، قَالَتْ فَمَكُثْتُ يَوْمِى ذَلِكَ لاَ يَرْقَأُ لِى دَمْعٌ وَلاَ أَكْتَحِلُ بِنَوْمٍ ، قَالَتْ فَأَصْبَحَ أَبَوَاىَ عِنْدِى - وَقَدْ بَكَيْتُ لَيْلَتَيْنِ وَيَوْمًا لاَ أَكْتَحِلُ بِنَوْمٍ وَلاَ يَرْقَأُ لِى دَمْعٌ - يَظُنَّانِ أَنَّ الْبُكَاءَ فَالِقٌ كَبِدِى ، قَالَتْ فَبَيْنَمَا هُمَا جَالِسَانِ عِنْدِى وَأَنَا أَبْكِى ، فَاسْتَأْذَنَتْ عَلَىَّ امْرَأَةٌ مِنَ الأَنْصَارِ ، فَأَذِنْتُ لَهَا ، فَجَلَسَتْ تَبْكِى مَعِى ، قَالَتْ فَبَيْنَا نَحْنُ عَلَى ذَلِكَ دَخَلَ عَلَيْنَا رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَسَلَّمَ ثُمَّ جَلَسَ قَالَتْ وَلَمْ يَجْلِسْ عِنْدِى مُنْذُ قِيلَ مَا قِيلَ قَبْلَهَا ، وَقَدْ لَبِثَ شَهْرًا ، لاَ يُوحَى إِلَيْهِ فِى شَأْنِى ، قَالَتْ فَتَشَهَّدَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حِينَ جَلَسَ ثُمَّ قَالَ « أَمَّا بَعْدُ يَا عَائِشَةُ ، فَإِنَّهُ قَدْ بَلَغَنِى عَنْكِ كَذَا وَكَذَا ، فَإِنْ كُنْتِ بَرِيئَةً فَسَيُبَرِّئُكِ اللَّهُ ، وَإِنْ كُنْتِ أَلْمَمْتِ بِذَنْبٍ فَاسْتَغْفِرِى اللَّهَ وَتُوبِى إِلَيْهِ ، فَإِنَّ الْعَبْدَ إِذَا اعْتَرَفَ بِذَنْبِهِ ثُمَّ تَابَ إِلَى اللَّهِ تَابَ اللَّهُ عَلَيْهِ » . قَالَتْ فَلَمَّا قَضَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مَقَالَتَهُ ، قَلَصَ دَمْعِى حَتَّى مَا أُحِسُّ مِنْهُ قَطْرَةً ، فَقُلْتُ لأَبِى أَجِبْ رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِيمَا قَالَ . قَالَ وَاللَّهِ مَا أَدْرِى مَا أَقُولُ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَقُلْتُ لأُمِّى أَجِيبِى رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم . قَالَتْ مَا أَدْرِى مَا أَقُولُ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَتْ فَقُلْتُ وَأَنَا جَارِيَةٌ حَدِيثَةُ السِّنِّ لاَ أَقْرَأُ كَثِيرًا مِنَ الْقُرْآنِ ، إِنِّى وَاللَّهِ لَقَدْ عَلِمْتُ لَقَدْ سَمِعْتُمْ هَذَا الْحَدِيثَ حَتَّى اسْتَقَرَّ فِى أَنْفُسِكُمْ ، وَصَدَّقْتُمْ بِهِ فَلَئِنْ قُلْتُ لَكُمْ إِنِّى بَرِيئَةٌ وَاللَّهُ يَعْلَمُ أَنِّى بَرِيئَةٌ لاَ تُصَدِّقُونِى بِذَلِكَ ، وَلَئِنِ اعْتَرَفْتُ لَكُمْ بِأَمْرٍ ، وَاللَّهُ يَعْلَمُ أَنِّى مِنْهُ بَرِيئَةٌ لَتُصَدِّقُنِّى ، وَاللَّهِ مَا أَجِدُ لَكُمْ مَثَلاً إِلاَّ قَوْلَ أَبِى يُوسُفَ قَالَ ( فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ ) قَالَتْ ثُمَّ تَحَوَّلْتُ فَاضْطَجَعْتُ عَلَى فِرَاشِى ، قَالَتْ وَأَنَا حِينَئِذٍ أَعْلَمُ أَنِّى بَرِيئَةٌ ، وَأَنَّ اللَّهَ مُبَرِّئِى بِبَرَاءَتِى ، وَلَكِنْ وَاللَّهِ مَا كُنْتُ أَظُنُّ أَنَّ اللَّهَ مُنْزِلٌ فِى شَأْنِى وَحْيًا يُتْلَى ، وَلَشَأْنِى فِى نَفْسِى كَانَ أَحْقَرَ مِنْ أَنْ يَتَكَلَّمَ اللَّهُ فِىَّ بِأَمْرٍ يُتْلَى ، وَلَكِنْ كُنْتُ أَرْجُو أَنْ يَرَى رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِى النَّوْمِ رُؤْيَا يُبَرِّئُنِى اللَّهُ بِهَا ، قَالَتْ فَوَاللَّهِ مَا رَامَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَلاَ خَرَجَ أَحَدٌ مِنْ أَهْلِ الْبَيْتِ حَتَّى أُنْزِلَ عَلَيْهِ ، فَأَخَذَهُ مَا كَانَ يَأْخُذُهُ مِنَ الْبُرَحَاءِ حَتَّى إِنَّهُ لَيَتَحَدَّرُ مِنْهُ مِثْلُ الْجُمَانِ مِنَ الْعَرَقِ ، وَهْوَ فِى يَوْمٍ شَاتٍ مِنْ ثِقَلِ الْقَوْلِ الَّذِى يُنْزَلُ عَلَيْهِ ، قَالَتْ فَلَمَّا سُرِّىَ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم سُرِّىَ عَنْهُ وَهْوَ يَضْحَكُ ، فَكَانَتْ أَوَّلُ كَلِمَةٍ تَكَلَّمَ بِهَا « يَا عَائِشَةُ ، أَمَّا اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ فَقَدْ بَرَّأَكِ » . فَقَالَتْ أُمِّى قُومِى إِلَيْهِ . قَالَتْ فَقُلْتُ وَاللَّهِ ، لاَ أَقُومُ إِلَيْهِ ، وَلاَ أَحْمَدُ إِلاَّ اللَّهَ عَزَّ وَجَلَّ . وَأَنْزَلَ اللَّهُ ( إِنَّ الَّذِينَ جَاءُوا بِالإِفْكِ عُصْبَةٌ مِنْكُمْ لاَ تَحْسِبُوهُ ) الْعَشْرَ الآيَاتِ كُلَّهَا ، فَلَمَّا أَنْزَلَ اللَّهُ هَذَا فِى بَرَاءَتِى قَالَ أَبُو بَكْرٍ الصِّدِّيقُ - رضى الله عنه - وَكَانَ يُنْفِقُ عَلَى مِسْطَحِ بْنِ أُثَاثَةَ لِقَرَابَتِهِ مِنْهُ ، وَفَقْرِهِ وَاللَّهِ لاَ أُنْفِقُ عَلَى مِسْطَحٍ شَيْئًا أَبَدًا بَعْدَ الَّذِى قَالَ لِعَائِشَةَ مَا قَالَ ، فَأَنْزَلَ اللَّهُ ( وَلاَ يَأْتَلِ أُولُو الْفَضْلِ مِنْكُمْ وَالسَّعَةِ أَنْ يُؤْتُوا أُولِى الْقُرْبَى وَالْمَسَاكِينَ وَالْمُهَاجِرِينَ فِى سَبِيلِ اللَّهِ وَلْيَعْفُوا وَلْيَصْفَحُوا أَلاَ تُحِبُّونَ أَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ ) قَالَ أَبُو بَكْرٍ بَلَى ، وَاللَّهِ إِنِّى أُحِبُّ أَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لِى ، فَرَجَعَ إِلَى مِسْطَحٍ النَّفَقَةَ الَّتِى كَانَ يُنْفِقُ عَلَيْهِ ، وَقَالَ وَاللَّهِ لاَ أَنْزِعُهَا مِنْهُ أَبَدًا . قَالَتْ عَائِشَةُ وَكَانَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم يَسْأَلُ زَيْنَبَ ابْنَةَ جَحْشٍ عَنْ أَمْرِى ، فَقَالَ « يَا زَيْنَبُ مَاذَا عَلِمْتِ أَوْ رَأَيْتِ » . فَقَالَتْ يَا رَسُولَ اللَّهِ ، أَحْمِى سَمْعِى وَبَصَرِى ، مَا عَلِمْتُ إِلاَّ خَيْرًا . قَالَتْ وَهْىَ الَّتِى كَانَتْ تُسَامِينِى مِنْ أَزْوَاجِ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَعَصَمَهَا اللَّهُ بِالْوَرَعِ ، وَطَفِقَتْ أُخْتُهَا حَمْنَةُ تُحَارِبُ لَهَا فَهَلَكَتْ فِيمَنْ هَلَكَ مِنْ أَصْحَابِ الإِفْكِ .
Tercemesi:
Bize Yahya b. Bükeyr, ona el-Leys, ona Yunus, ona İbn Şihâb rivayetle dedi ki: Bana Urve b. ez-Zübeyr, Saîd b. el-Müseyyeb, Alkame b. Vakkas ve Ubeyydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud, Nebi’nin (sav) zevcesi Âişe’ye (r.anhâ) ifk ehli (ona iftirada bulunanlar) o söylediklerini söyleyip, Allah’ın da onların söylediklerinden (iftiralarından) onu temize çıkarması ile ilgili hadiseyi rivayet ettiler. Bunların her biri bana hadisin bir kısmını aktardı. Onların anlattıklarının bir bölümü diğer bir bölümünü doğruluyor idi. Bununla birlikte onların kimisi diğerinden daha iyi hıfz edip bellemiş idi. Urve’nin bana Âişe (r.anhâ) ile ilgili anlattığı hadisi şöyledir:
- Nebi’nin (sav) zevcesi Âişe (r.anhâ) dedi ki: Rasulullah (sav) sefere çıkmak istediği zaman zevceleri arasında kura çekerdi. Onların hangisinin payı kurada çıkarsa Rasulullah da (sav) onu beraberinde götürürdü. Âişe dedi ki: Çıktığı gazalardan birisinde aramızda kura çekti, kurada ben çıktım. Hicab emri nâzil oldumştu. Kura bana çıktığından dolayı Rasulullah (sav) ile birlikte ben çıktım. Ben hevdecimde iken taşınıyor, onun içinde iken indiriliyordum. Yola koyulduk. Nihayet Rasulullah (sav) o gazasını bitirip geri dönünce, bu dönüşte de Medine’ye yaklaştığımızda, gecelerin birisinde yola koyulacağımız ilanı yapıldı. Yola koyulacağımız ilan edilince ben de kalkıp yürüdüm ve karargâhın dışına çıktım. İşimi bitirip yerime döneceğim zaman Zafâr boncuğundan gerdanlığımın koptuğunu gördüm. Gerdanlığımı aramaya başladım. Onu aradığımdan dolayı geç kaldım. Benim hevdecimi kaldırıp indiren kişiler gelerek, hevdecimi kaldırıp, onu üzerinde yolculuk yaptığım deveme yüklediler. Benim hevdecimin içinde olduğumu zannediyorlardı. O sırada kadınlar hafiftiler, et bağlayıp ağırlaşmamışlardı. Çünkü kadınlar az yemek yerlerdi. Bu sebeple hevdecimi taşıyanlar onu kaldırdıklarında hafif olduğunu fark etmediler. Ben de henüz yaşı küçük bir kadın idim. Onlar da deveyi (çökmüş olduğu yerden) kaldırıp yola koyuldular. Ordu, yoluna koyulduktan sonra gerdanlığımı buldum. Konakladıkları yere geldiğimde orada hiç kimse bulamadım. Bundan dolayı bulunduğum yere doğru gittim. Onların benim, hevdecimde olmadığımı görüp, beni aramak üzere geri döneceklerini zannettim. Ben olduğum yerde oturuyor iken, gözlerimi tutamayarak uyumuş oldum. Safvan b. el-Muattal es-Sülemî, -sonra da ez-Zekvânî- ordunun ardcılarından idi. Gece yol yürümüş ve bulunduğum yerde sabahı etmişti. Uyumakta olan bir insanın karartısını gördüğü için yanıma geldi. Beni görünce tanıdı. (Çünkü) hicab emri gelmeden önce beni görürdü. O beni görüp tanıyınca innâ lillâh ve innâ ileyhi râciun diyerek istircâ’da bulunması üzerine uyandım. Derhal cilbabımla yüzümü örttüm, vallahi benimle tek bir kelime dahi konuşmadı. Onun innâ lillah… diyerek istircâ’da bulunması dışında onun bir tek sözünü dahi duymadım. Sonunda devesini çöktürdü, binmem için devenin ön ayaklarına bastı, ben de deveye bindim. Bindiğim devenin yularını çekerek yürüdü. Sonunda öğle sıcağı zamanındaki konaklamalarından sonra orduya yetiştik. Bunun sonunda da helâk olanlar helâk oldu. Bu hadisede iftirayı uydurma işini üstlenen kişi Abdullah b. Ubeyy b. Selûl olmuştu. Medine’ye vardıktan sonra ben bir ay kadar bir süre rahatsızlandım. İnsanlar ise o iftirada bulunanların (İfk ashabının) sözlerini dillerine dolamış gidiyorlardı. Ben bu kabilden hiçbir şeyin farkına varmıyordum. Bununla birlikte rahatsızlandığım sırada Rasulullah’dan (sav), önceleri rahatsızlandığım vakit gördüğüm latif ve yumuşak muamelesini göremediğim için adeta onu tanımaz olmuştum. Rasulullah (sav) yalnızca yanıma giriyor, selam veriyor sonra da “Hastanız nasıl” dedikten sonra çekip gidiyordu. İşte bu beni şüphelendiriyordu fakat nekahet döneminden sonra dışarı çıkıncaya kadar bir şeyin farkına varmamıştım. Beraberimde Ümm Mistah olduğu halde Medine’nin dış taraflarında ihtiyaçlarımızı karşıladığımız yere doğru çıktım. Bizler ancak geceden geceye çıkardık. Bu ise evlerimize yakın yerlerde kenefler edinmemizden önce idi. Bizim o zamanki durumumuz, ihtiyaçlarını gidermek üzere ilk Arapların durumunun aynısı idi. Evlerimize yakın helalar edinmekten rahatsız olurduk. Ümm Mistah ile birlikte dışarı çıktım. Ümm Mistah ise Ebu Ruhm b. Abdî Menaf’ın kızı idi, annesi de Sahr b. Âmir’in kızı, Ebu Bekir es-Sıddık’in teyzesi idi. Oğlu da Mistah b. Usâse idi. Ben Ümm Mistah ile birlikte evime doğru geri dönerken işimizi de bitirdikten sonra Ümm Mistah eteğine basarak tökezledi ve: Kahrolası Mistah, dedi. Ben ona: Ne kötü söz söyledin, Bedir’e katılmış bir adama böyle ağır söz mü söylüyorsun? dedim. O: Vah kızım, sen onun neler söylediğini duymadın mı? dedi. (Âişe) dedi ki: Ben: Ne dedi ki? dedim. Bana İfki/bana yapılan iftirayı dillerine dolayanların söylediklerini haber verdi. Bu sefer hastalığımın üzerine hastalık kattım, evime geri dönüp Rasulullah (sav) yanıma girdiğinde yani bana selam verdikten sonra: “Bu hastanız nasıl” buyurdu. Ben: Anne babamın yanına gitmeme izin verir misin? dedim. Âişe dedi ki: O zaman ben onlardan haberin gerçeğinin ne olduğunu öğrenmek istemiştim. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) bana izin verince, anne babamın yanına geldim. Anneme: Anacağım! Bu insanlar dillerine neyi dolamışlar? dedim. O: kızcağızım, kendine acı, vallahi, kendisini seven bir kocanın yanında bulunan, birçok kuması olan, güzel bir kadın olacak da onun aleyhine dedikodular çıkartılmayacak kadın pek azdır. Ben: Subhanallah! İnsanlar bunu da mı dillerine doladılar, dedim. Sonra o gece sabaha kadar ağlayıp durdum, gözyaşlarım kesilmedi, gözüme uyku girmedi. Sabaha kadar ağlamaya devam ettim.
Vahyin gelmesi bir parça gecikince Rasulullah (sav) eşinden ayrılmak hususunda kendileriyle danışmak üzere Ali b. Ebu Talib ile Üsâme b. Zeyd’i (r.anhumâ) çağırdı. (Âişe) devamla dedi ki: Üsâme b. Zeyd, Rasulullah’a (sav), eşinin tertemiz ve suçsuz oluşu ile kendi içinde onlar için beslediğini bildiği sevgi istikametinde kanaatini belirtti ve: Ey Allah’ın Rasulü, o senin eşindir ve biz hayırdan başka hiçbir şey bilmiyoruz, dedi.
Ali b. Ebu Talib de: Ey Allah’ın Rasulü, Allah, işi senin için daraltmış değildir, onun dışındaki kadınlar da pek çoktur, bununla birlikte cariyesine (Beriye’ye) sorsan sana doğruyu söyleyecektir, dedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) derhal Beriye’yi çağırdı ve: “Ey Berire, sen onun aleyhine seni şüphelendirecek bir şey gördün mü?” buyurdu. Berire: Seni hak ile gönderene yemin ederim ki hayır, benim onun aleyhine kusur sayılabilecek gördüğüm tek şey, onun sadece yaşça küçük bir kadın oluşundan ibarettir. Ailesi için yoğurduğu hamur yoğururken uyur, evdeki koyun gelir onu yerdi. (Bunun dışında bir kusurunu görmedim.)
Bunun üzerine Rasulullah (sav) ayağa kalktı ve o gün Abdullah b. Ubeyy b. Selul ile ilgili söyleyeceklerinden ötürü mazur görülmesini istedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) minber üzerinde: “Ey müslümanlar topluluğu, benim aile halkım hakkındaki eziyeti, bana kadar ulaşmış bir adam hakkında yapacaklarımdan dolayı beni kim mazur görür? Vallahi ben eşim ile ilgili hayırdan başka bir şey bilmiyorum, sözünü ettikleri kişi hakkında da hayırdan başka bir şey bilmiyorum, benim aile halkım yanına ancak benimle birlikte içeri girerdi” buyurdu.
Bunun üzerine Sa‘d b. Muâz el-Ensârî ayağa kalkarak: Ey Allah’ın Rasulü, eğer bu kişi Evslilerden olsaydı ondan dolayı ben seni mazur görürdüm, boynunu da vururdum. Şayet Hazreçli kardeşlerimizden ise bize emir verirsin biz de ne emredersen onu yaparız, dedi. (Âişe) dedi ki: Bunun üzerine Hazreçlilerin efendisi olan Sa‘d b. Ubâde ayağa kalktı. Esasen bundan önce hep salih bir insan idi. Fakat gayret, onu etkisi altına aldı ve Sa‘d’a: Yalan söyledin, vallahi sen onu öldüremezsin ve onu öldürmeye da gücün yetmez, dedi. Bu sefer Sa‘d’ın amcasının oğlu olan Useyd b. Hudayr ayağa kalktı ve Sa‘d b. Ubâde’ye: Yalan söyledin, Allah’a and olsun, onu mutlaka öldürürüz, sen münafık birisin ve münafıklar adına tartışıyorsun, dedi. Bunun üzerine Evs ve Hazreçli her iki kabile mensubu da galeyana geldi, hatta birbirleriyle çatışmak istediler. Rasulullah (sav) ise minber üzerinde ayakta duruyordu. Rasulullah (sav) onları teskin etmeye çalışıp durdu. Nihayet onlar da sustular, o da sustu.
Âişe dedi ki: O gün öylece bekleyip durdum. Ne gözyaşlarım diniyor, ne gözüme uyku giriyordu. (Âişe) dedi ki: Annem, babam sabahı yanımda etti. İki gece ve bir gündüz ağlamaya devam ettim, gözüme uyku girmedi, gözyaşım kesilmedi. Hatta annem ve babam ağlamanın artık benim ciğerimi parçalayacağını sandılar. (Âişe) dedi ki: Annem babam yanımda oturuyor ve ben ağlıyorken Ensar’dan bir kadın yanıma girmek için izin istedi, ben de ona izin verdim, o da oturup benimle ağlamaya başladı. Bizler bu vaziyette iken Rasulullah (sav) yanımıza girdi, selam verdikten sonra oturdu. (Âişe) dedi ki: Daha önceden o söylenen dedikodular çıktığından beri yanımda oturmamıştı, aradan bir ay süre geçmiş benim hakkımda ona herhangi bir vahiy gelmemişti. (Âişe) dedi ki: Rasulullah (sav) oturunca şehadet kelimesini getirdi, sonra da şöyle buyurdu: “İmdi Ey Âişe, senin hakkında bana şunlar, şunlar ulaştı, eğer sen suçsuz isen Allah pek yakında senin suçsuz olduğunu çıkaracaktır. Şayet bir günah işlemiş isen Allah’tan mağfiret dile ve ona tövbe et. Çünkü kul günahını itiraf ettikten sonra Allah’a tövbe ederse Allah da tövbesini kabul buyurur.”
Âişe dedi ki: Rasulullah (sav) sözlerini bitirince gözyaşlarım dindi. Hatta bir damla aktığını dahi hissetmez oldum. Babama: Rasulullah’ın (sav) söylediklerine cevap ver, dedim. O: Vallahi, Rasulullah’a (sav) ne diyeceğimi bilemiyorum, dedi. Anneme: Rasulullah’a (sav) sen cevap ver, dedim. O: Rasulullah’a (sav) nasıl cevap vereceğimi bilemiyorum, dedi. (Âişe devamla) dedi ki: Ben dedim ki: Vallahi ben yaşı küçük bir hanımım, Kur’ân-ı Kerim’den ezbere fazla bir şey bilmiyorum, vallahi ben sizin bu işittiğiniz sözlerin, sonunda içinizde yer ettiğini, onu doğru kabul ettiğinizi biliyorum. Ben sizlere, benim hiçbir günahım yok, Allah da benim günahsız olduğumu çok iyi biliyor desem dahi siz bu hususta benim doğru söylediğime inanmayacaksınız. Eğer bir işi işlemiş olduğumu size itiraf edecek olursam Allah da benim o suçtan uzak olduğumu bilmekle birlikte siz o vakit benim doğru söylediğimi kabul edeceksiniz. Allah’a yemin olsun ki, size ancak Yusuf’un babasının: “Artık bana düşen güzel bir sabırdır, sizin şu söylediklerinize karşı yardımına sığınılacak Allah’tır” (Yusuf, 12/18) buyruğundan başka uygun bir örnek bulamıyorum.
(Âişe devamla) dedi ki: Sonra yüzümü başka tarafa döndüm ve yanım üzere yatağıma uzandım. (Âişe) dedi ki: O zaman ben, kendimin gerçekten suçsuz olduğumu ve suçsuz olduğum için Allah’ın beni mutlaka temize çıkaracağını biliyordum. Fakat Allah’ın benim durumum ile ilgili olarak tilavet olunan bir vahiy indireceğini de sanmıyordum. Çünkü ben, kendimi Allah’ın benim ile ilgili tilavet olunacak bir kelam indirmeye değmeyecek kadar küçük görüyordum ama Rasulullah’a (sav) uykusunda Allah’ın beni kendisi ile temize çıkaracağı bir rüya göstereceğini umuyordum. (Âişe devamla) dedi ki: Vallahi Rasulullah henüz (sav) yerinden kalkmadan, evdekilerden hiçbir kimse de dışarı çıkmadan ona vahiy indi. Önceden olduğu gibi, vahiy hali onu bürüdüğünden, kış gününde olsa dahi ona indirilen buyrukların ağırlığından ötürü inci taneleri gibi terler ondan dökülmeye başladı. (Âişe devamla) dedi ki: Rasulullah’ın (sav) üzerinden o vahiy hali açılınca, kendisi gülüyordu. Söylediği ilk söz: “Ey Âişe, aziz ve celil Allah senin suçsuz ve tertemiz olduğunu bildirdi” demek oldu. Bunun üzerine annem: Haydi (teşekkürlerini ifade etmek üzere) onun önünde ayağa kalk, dedi. (Âişe) dedi ki: Ben: Vallahi onun önünde ayağa kalkmam, aziz ve celil Allah’tan başkasına da hamd etmem, dedim. Aziz ve celil Allah da: “O olmadık iftirada bulunanlar sizden bir topluluktur, siz bunu kendiniz için kötü bir şey sanmayın” (Nur, 24/11) buyruğundan itibaren on ayetin tamamını indirdi. Allah bu buyrukları benim suçsuzluğum hakkında indirince, Ebu Bekir es-Sıddık kendisi ile akrabalığı ve fakirliğinden ötürü Mistah b. Usâse’ye bir nafaka verdiği için: Vallahi, artık Âişe için o söylediklerini söyledikten sonra ebediyen hiçbir şey infak etmeyeceğim, dedi. Bunun üzerine şanı yüce Allah da: “Sizden fazilet ve imkân sahipleri yakınlara, fakirlere ve Allah yolunda hicret edenlere infak etmemeye yemin etmesinler, affetsinler ve görmezlikten gelsinler. Allah’ın günahlarınızı bağışlamasını sevmez misiniz? Allah çok bağışlayandır, bol bol rahmet edicidir” (Nur, 24/22) buyruğunu indirdi. Ebu Bekir de: Elbette (severiz), vallahi, Allah’ım, beni bağışlamanı severim diyerek Mistah’a daha önce yaptığı infakı tekrar devam ettirdi ve: Vallahi hiçbir zaman ona verdiğim bu infakı da geri çekmeyeceğim, dedi.
(Âişe devamla) dedi ki: Rasulullah (sav) Cahş kızı Zeyneb’e durumuma dair soru sorardı. Ona: “Ey Zeyneb, ne biliyorsun ya da ne gördün?” dedi. Zeyneb: Ey Allah’ın Rasulü, ben kulağımı ve gözümü korurum, hayırdan başka bir şey bilmiyorum, dedi. (Âişe) dedi ki: Rasulullah’ın (sav) zevceleri arasında benimle boy ölçüşebilecek kadın da o idi. Allah onu vera ve takvası sayesinde korudu. Kız kardeşi Hamne ise onun lehine savaşa koyulmuştu. Bundan ötürü o da helâk olan ifk sahipleri/iftiracılar arasında helâk oldu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Tefsîr 6, 2/230
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Ebu Abdullah Ubeydullah b. Abdullah el-Hüzeli (Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud b. Gâfil)
3. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
4. Yunus b. Yezid el-Eyli (Yunus b. Yezid b. Mişkan)
5. Ebu Haris Leys b. Sa'd el-Fehmî (Leys b. Sa'd b. Abdurrahman)
6. Yahya b. Bükeyr el-Kuraşî (Yahya b. Abdullah b. Bükeyr)
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Münafık, Abdullah b. Übeyy b. Selul (Münafıkların reisi)
Ebu Usame der ki: Bana Hişâm b. Urve, ona babası (Urve b. Zübeyir), ona da Âişe şöyle demiştir:
Benim hakkımda söylenenler söylendiği zaman ki ben o sırada hiçbir şey bilmiyordum, Rasulullah (sav) konuşmak üzere ayağa kalktı. kelime-i şahadet getirdi, ardından Allah'a hamd edip onu en güzel şekilde övdü, sonra da "şimdi benim eşime bir takım ithamlarda bulunan insanlar hakkında fikirlerinizi bana söyleyin. Allah'a yemin ederim ki, ben eşim hakkında hiçbir kötülük bilmiyorum. Onların eşim ile birlikte itham ettikleri kimseye gelince, yine Allah'a yemin ederim ki, ben o adam hakkında da hiçbir kötü bir şey bilmiyorum. O kişi ben yokken benim evime asla girmemiştir. Ben bir sefere çıkıp evimden ayrı kaldığımda, o kişi de benimle birlikte seferde idi" dedi. Bunun üzerine Sa'd b. Muâz ayağa kalkıp “ey Allah'ın Rasulü, izin ver, onların boyunlarını vuralım” dedi. Buna karşılık Hazrec oğullarından, Hassan b.Sâbit'in anasının kavminden, bir adam ayağa kalktı ve “yalan söylüyorsun, Allah'a yemin ederim ki, eğer o iftirayı atanlar Evs kabilesinden olsalardı, sen onların boyunlarının vurulmasına sevinemezdin” dedi. Tartışma o kadar büyüdü ki neredeyse mescitte Evs ile Hazrec arasında bir kavga olacaktı.
Âişe der ki: Ben bu iftirayı henüz bilmiyordum. Bu günün akşamı, ihtiyacımı gidermek üzere dışarıya çıktım. Yanımda Mıstâh'ın anası da vardı. Yürürken bu kadının ayağı tökezledi ve “kahrolası Mıstâh” dedi. Ben de ona “ey ana, oğluna mı sövüyorsun?” dedim. Kadın sustu. Sonra kadın ikinci defa ayağı takılıp sürçtü. Kadın yine “kahrolası Mıstâh” dedi. Ben yine “oğluna mı sövüyorsun?” dedim. Sonra kadın üçüncü kez ayağı takılıp sürçtü, ve yine “kahrolası Mıstâh” dedi. Ben de kendisini azarladım. Bunun üzerine kadın “vallahi ben Mıstah'a ancak senden dolayı sövüyorum” dedi. Ben de “benim hangi hâlim hakkında?” diye sordum. Kadın benimle ilgili konuşulanları anlattı. Ben “bu sözler gerçekten söylendi mi?” dedim. Kadın “evet vallahi” dedi.
Âişe der ki: Ardından ben evime öyle bir halde döndüm ki, gidermek için çıktığım ihtiyacımdan az ya da çok hiç bir eser yoktu. Çok hasta oldum ve Rasulullah'a “beni babamın evine gönder” dedim. O da beni, beraberimde bana hizmet edecek bir çocukla babamın evine gönderdi. Eve girdim, annem Ümmü Rûmân'ı evin alt tarafında, babam Ebu Bekir'i de evin üst tarafında oturmuş okurlarken buldum. Annem “Ey kızcağızım, seni buraya getiren sebep nedir?” diye sordu. Ben de kendisine geliş sebebimi söyleyip olan biteni aktardım. Ama gördüm ki, annem benim kadar kederlenmemiş. Annem bana “ey kızcağızım, bu iftirayı kendine yakıştırma. Allah'a yemin ederim ki, bir erkeğin yanında sevdiği güzel bir kadın ve bu kadının birçok kuması varsa o kadını mutlaka kıskanır ve hakkında laf ederler” dedi. Gördüm ki, annem benim kadar kederlenmemiş. Anneme “babam bu konuyu biliyor mu?” diye sordum. “Evet” dedi. “Allah Rasulü (sav) biliyor mu?” dedim. “Evet” dedi. Üzüldüm ve ağladım. Bu sırada evin üst tarafında okuyan babam Ebu Bekir sesimi duyup aşağıya indi ve anneme “Âişe'nin nesi var?” dedi. Annem “hakkında söylenenleri duymuş” dedi. Bunun üzerine babamın gözünden yaşlar aktı ve “ey kızcağızım, senin üzerine yemin ederim ki sen mutlaka evine geri döneceksin” dedi. Bunun üzerine ben evime döndüm. Rasulullah (sav) da benim odama girmiş ve hizmetçi kıza benim hakkımda sormuş, o da “Allah'a yemin ederim ki, ben Âişe hakkında hiçbir kusur şey bilmiyorum. Sadece (hamur yoğurduğunda) uyuyup kalıyor, sonra koyun içeriye girip ve onun ekmeklik hamurunu yahut ekmeklik olarak yoğurduğunu yiyordu” dedi. Sahabeden bazısı hizmetçimi azarlayıp “Ey kadın! Rasûlullah'a doğru söyle” demiş, hatta bazısı o iftirayı açıkça sormuşlar, Berîre de “Subhânallah, Allah'a yemin ederim ki, ben Âişe hakkında, kuyumcunun hâlis altın hakkındaki bilgisinden başka bir şey bilmiyorum” demiş. Bu iftira, kendisi hakkında iftira edilen adamın kulağına da gelmiş ve o da “Subhânallah,! Allah'a yemin ederim ki, ben hiçbir kadının elbisesini açmış değilim” demiştir. O kişi Allah yolunda şehit oldu.
Âişe der ki: Annem ve babam benim yanımda sabahladılar. Annem babam sağımda ve solumda oturmuş iken ikindi namazını kıldırmış olan Rasulullah benim yanıma girdi. Allah'a hamd edip övdü. Sonra "Amma ba'du" diyerek "ey Âişe, eğer bir kötülük yapmış isen yahut nefsine uymuşsan Allah'a tevbe et. Çünkü Allah, kullarından tevbeyi kabul eder" dedi. Âişe der ki: Bu sırada Ensâr'dan bir kadın gelmiş, kapıda oturuyordu. Ben Rasûlullah'a “böyle uygunsuz bir şeyi dile getirmekte şu kadından da mı haya etmezsin?” dedim. Rasulullah tavsiyesini yaptı. Ben de babama yönelip “Rasulullah'a cevap ver” dedim. Babam “ben ne söyleyeyim?” dedi. Bunun üzerine ben anneme dönüp “Rasulullah'a sen cevap ver” dedim. O da “ben ne diyeyim?” dedi. İkisi de Rasûulullah'a cevap vermeyince, ben kelime-i şahedet getirip Allah'a hamd ettim ve O'nu lâyık olduğu sıfatlarla övdüm. Ardından şunları söyledim: Vallahi eğer ben sizlere “ben hiçbir günah işlemedim” desem Azîz ve Celîl olan Allah benim muhakkak doğruyu söylediğime şahitken, benim bu sözümün, sizin yanınızda bana faydası olmayacak. Sizler zaten bu iftirayı konuşmuş ve kalplerinize sindirmişsiniz. Eğer ben, Allah benim böyle bir iş yapmadığımı bilip dururken, sizlere “ben bunu yaptım” desem, sizler “Âişe bu işi nefsine karşı ikrar etti” diyeceksiniz. Vallahi ben bu vaziyette kendim için ve sizin için -tam burada zihnimde Yakub'un ismini hatırlamaya çalıştım ama hatırlayamadım- ancak Yusuf'un babasını örnek olarak görüyorum. Hani Yusuf'un babası "Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin şu söylediklerinize karşı, yardımına sığınılacak olan da ancak Allah'tır" (Yûsuf:18) demişti.
Tam bu sırada Rasulullah'a vahiy indirildi. Bizler sükût ettik. O'ndan vahiy hâli gitti ve ben O'nun yüzündeki sevinci apaçık belirmiş buldum. Rasulullah alnındaki terleri eliyle siliyor ve "sevin ey Âişe, Allah senin tertemiz olduğunu kesin surette indirmiştir" dedi. Âişe der ki: Ben, bu sefer daha fazla öfke duydum. Annem, babam bana “kalk Rasulullah'ın yanına var” dediler. Ben de “Vallahi ben ne kalkıp O'nun yanına giderim, ne de O'na ve size minnet duyarım. Ben benim suçsuzluğum hakkında ayet indirmiş olan Allah'a hamd ederim. Çünkü yemin olsun ki, sizler o iftirayı işittiğiniz halde ne onu reddettiniz ne de değiştirdiniz” dedim.
Âişe der ki: Allah Zeynep bt. Cahş'ı dindarlığı sayesinde korudu da o, hakkımda hayırdan başka bir şey söylemedi. Amma onun kız kardeşi Hamne helak olanlardan oldu. O iftirayı dile getirenler ise, Mistah ile Hassan b. Sâbit'tir. Münafık olan Abdullah b. Ubeyy ise bizzat bu İftirayı eşeleyip çıkaran, derleyen, toparlayan kimseydi. O ve Hamne günahın büyüğünü yüklendi. Âişe der ki: Ebu Bekir, Mistah'a bundan sonra asla yardım etmeyeceğine yemin etti. Bunun üzerine Azîz ve Celîl olan Alla "Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar, vermelerinde eksiltme yapmasınlar... " (Nûr, 22) ayetini "Allah'ın size mağfiret etmesini arzu etmez misiniz? Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" kavline kadar indirdi. "Bolluk (yânî servet) sahibi olanlar, hısımlık sahibi bulunanlara ve fakirlere, vermelerini eksik yapmasınlar" sözünde Allah "Bolluk (yânî servet) sahibi olanlar" sözüyle Ebu Bekir'i "hısımlık sahibi bulunanlara ve fakirlere" sözü ile de Mıstah'ı kast etmiştir. Ebu Bekir “Evet, vallahi ey Rabbimiz, bizler şüphesiz Sen'in bize mağfiret etmeni elbette sever, arzu ederiz” diyerek Mıstah'a veregeldiği nafakayı vermeye devam etti.
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32343, B004757
Hadis:
وَقَالَ أَبُو أُسَامَةَ عَنْ هِشَامِ بْنِ عُرْوَةَ قَالَ أَخْبَرَنِى أَبِى عَنْ عَائِشَةَ قَالَتْ لَمَّا ذُكِرَ مِنْ شَأْنِى الَّذِى ذُكِرَ وَمَا عَلِمْتُ بِهِ قَامَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فِىَّ خَطِيبًا ، فَتَشَهَّدَ فَحَمِدَ اللَّهَ وَأَثْنَى عَلَيْهِ بِمَا هُوَ أَهْلُهُ ، ثُمَّ قَالَ « أَمَّا بَعْدُ أَشِيرُوا عَلَىَّ فِى أُنَاسٍ أَبَنُوا أَهْلِى ، وَايْمُ اللَّهِ مَا عَلِمْتُ عَلَى أَهْلِى مِنْ سُوءٍ ، وَأَبَنُوهُمْ بِمَنْ وَاللَّهِ مَا عَلِمْتُ عَلَيْهِ مِنْ سُوءٍ قَطُّ ، وَلاَ يَدْخُلُ بَيْتِى قَطُّ إِلاَّ وَأَنَا حَاضِرٌ ، وَلاَ غِبْتُ فِى سَفَرٍ إِلاَّ غَابَ مَعِى » . فَقَامَ سَعْدُ بْنُ مُعَاذٍ فَقَالَ ائْذَنْ لِى يَا رَسُولَ اللَّهِ أَنْ نَضْرِبَ أَعْنَاقَهُمْ ، وَقَامَ رَجُلٌ مِنْ بَنِى الْخَزْرَجِ ، وَكَانَتْ أُمُّ حَسَّانَ بْنِ ثَابِتٍ مِنْ رَهْطِ ذَلِكَ الرَّجُلِ ، فَقَالَ كَذَبْتَ ، أَمَا وَاللَّهِ ، أَنْ لَوْ كَانُوا مِنَ الأَوْسِ مَا أَحْبَبْتَ أَنْ تُضْرَبَ أَعْنَاقُهُمْ . حَتَّى كَادَ أَنْ يَكُونَ بَيْنَ الأَوْسِ وَالْخَزْرَجِ شَرٌّ فِى الْمَسْجِدِ ، وَمَا عَلِمْتُ فَلَمَّا كَانَ مَسَاءُ ذَلِكَ الْيَوْمِ خَرَجْتُ لِبَعْضِ حَاجَتِى وَمَعِى أُمُّ مِسْطَحٍ . فَعَثَرَتْ وَقَالَتْ تَعِسَ مِسْطَحٌ . فَقُلْتُ أَىْ أُمِّ تَسُبِّينَ ابْنَكِ وَسَكَتَتْ ثُمَّ عَثَرَتِ الثَّانِيَةَ فَقَالَتْ تَعِسَ مِسْطَحٌ ، فَقُلْتُ لَهَا تَسُبِّينَ ابْنَكِ ثُمَّ عَثَرَتِ الثَّالِثَةَ فَقَالَتْ تَعِسَ مِسْطَحٌ . فَانْتَهَرْتُهَا ، فَقَالَتْ وَاللَّهِ مَا أَسُبُّهُ إِلاَّ فِيكِ . فَقُلْتُ فِى أَىِّ شَأْنِى قَالَتْ فَبَقَرَتْ لِى الْحَدِيثَ فَقُلْتُ وَقَدْ كَانَ هَذَا قَالَتْ نَعَمْ وَاللَّهِ ، فَرَجَعْتُ إِلَى بَيْتِى كَأَنَّ الَّذِى خَرَجْتُ لَهُ لاَ أَجِدُ مِنْهُ قَلِيلاً وَلاَ كَثِيرًا ، وَوُعِكْتُ فَقُلْتُ لِرَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم أَرْسِلْنِى إِلَى بَيْتِ أَبِى . فَأَرْسَلَ مَعِى الْغُلاَمَ ، فَدَخَلْتُ الدَّارَ فَوَجَدْتُ أُمَّ رُومَانَ فِى السُّفْلِ وَأَبَا بَكْرٍ فَوْقَ الْبَيْتِ يَقْرَأُ . فَقَالَتْ أُمِّى مَا جَاءَ بِكِ يَا بُنَيَّةُ فَأَخْبَرْتُهَا وَذَكَرْتُ لَهَا الْحَدِيثَ ، وَإِذَا هُوَ لَمْ يَبْلُغْ مِنْهَا مِثْلَ مَا بَلَغَ مِنِّى ، فَقَالَتْ يَا بُنَيَّةُ خَفِّضِى عَلَيْكِ الشَّأْنَ ، فَإِنَّهُ وَاللَّهِ ، لَقَلَّمَا كَانَتِ امْرَأَةٌ حَسْنَاءُ عِنْدَ رَجُلٍ يُحِبُّهَا ، لَهَا ضَرَائِرُ ، إِلاَّ حَسَدْنَهَا وَقِيلَ فِيهَا . وَإِذَا هُوَ لَمْ يَبْلُغْ مِنْهَا مَا بَلَغَ مِنِّى ، قُلْتُ وَقَدْ عَلِمَ بِهِ أَبِى قَالَتْ نَعَمْ . قُلْتُ وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم قَالَتْ نَعَمْ وَرَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَاسْتَعْبَرْتُ وَبَكَيْتُ ، فَسَمِعَ أَبُو بَكْرٍ صَوْتِى وَهْوَ فَوْقَ الْبَيْتِ يَقْرَأُ ، فَنَزَلَ فَقَالَ لأُمِّى مَا شَأْنُهَا قَالَتْ بَلَغَهَا الَّذِى ذُكِرَ مِنْ شَأْنِهَا . فَفَاضَتْ عَيْنَاهُ ، قَالَ أَقْسَمْتُ عَلَيْكِ أَىْ بُنَيَّةُ إِلاَّ رَجَعْتِ إِلَى بَيْتِكِ ، فَرَجَعْتُ وَلَقَدْ جَاءَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم بَيْتِى ، فَسَأَلَ عَنِّى خَادِمَتِى فَقَالَتْ لاَ وَاللَّهِ مَا عَلِمْتُ عَلَيْهَا عَيْبًا إِلاَّ أَنَّهَا كَانَتْ تَرْقُدُ حَتَّى تَدْخُلَ الشَّاةُ فَتَأْكُلَ خَمِيرَهَا أَوْ عَجِينَهَا . وَانْتَهَرَهَا بَعْضُ أَصْحَابِهِ فَقَالَ اصْدُقِى رَسُولَ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم حَتَّى أَسْقَطُوا لَهَا بِهِ فَقَالَتْ سُبْحَانَ اللَّهِ ، وَاللَّهِ مَا عَلِمْتُ عَلَيْهَا إِلاَّ مَا يَعْلَمُ الصَّائِغُ عَلَى تِبْرِ الذَّهَبِ الأَحْمَرِ . وَبَلَغَ الأَمْرُ إِلَى ذَلِكَ الرَّجُلِ الَّذِى قِيلَ لَهُ ، فَقَالَ سُبْحَانَ اللَّهِ وَاللَّهِ مَا كَشَفْتُ كَنَفَ أُنْثَى قَطُّ . قَالَتْ عَائِشَةُ فَقُتِلَ شَهِيدًا فِى سَبِيلِ اللَّهِ . قَالَتْ وَأَصْبَحَ أَبَوَاىَ عِنْدِى ، فَلَمْ يَزَالاَ حَتَّى دَخَلَ عَلَىَّ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَقَدْ صَلَّى الْعَصْرَ ، ثُمَّ دَخَلَ وَقَدِ اكْتَنَفَنِى أَبَوَاىَ عَنْ يَمِينِى وَعَنْ شِمَالِى ، فَحَمِدَ اللَّهَ وَأَثْنَى عَلَيْهِ ثُمَّ قَالَ « أَمَّا بَعْدُ يَا عَائِشَةُ ، إِنْ كُنْتِ قَارَفْتِ سُوءًا أَوْ ظَلَمْتِ ، فَتُوبِى إِلَى اللَّهِ ، فَإِنَّ اللَّهَ يَقْبَلُ التَّوْبَةَ مِنْ عِبَادِهِ » . قَالَتْ وَقَدْ جَاءَتِ امْرَأَةٌ مِنَ الأَنْصَارِ فَهْىَ جَالِسَةٌ بِالْبَابِ فَقُلْتُ أَلاَ تَسْتَحِى مِنْ هَذِهِ الْمَرْأَةِ أَنْ تَذْكُرَ شَيْئًا . فَوَعَظَ رَسُولُ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم فَالْتَفَتُّ إِلَى أَبِى فَقُلْتُ أَجِبْهُ . قَالَ فَمَاذَا أَقُولُ فَالْتَفَتُّ إِلَى أُمِّى فَقُلْتُ أَجِيبِيهِ . فَقَالَتْ أَقُولُ مَاذَا فَلَمَّا لَمْ يُجِيبَاهُ تَشَهَّدْتُ فَحَمِدْتُ اللَّهَ وَأَثْنَيْتُ عَلَيْهِ بِمَا هُوَ أَهْلُهُ ، ثُمَّ قُلْتُ أَمَّا بَعْدُ فَوَاللَّهِ لَئِنْ قُلْتُ لَكُمْ إِنِّى لَمْ أَفْعَلْ . وَاللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ يَشْهَدُ إِنِّى لَصَادِقَةٌ ، مَا ذَاكَ بِنَافِعِى عِنْدَكُمْ ، لَقَدْ تَكَلَّمْتُمْ بِهِ وَأُشْرِبَتْهُ قُلُوبُكُمْ ، وَإِنْ قُلْتُ إِنِّى فَعَلْتُ . وَاللَّهُ يَعْلَمُ أَنِّى لَمْ أَفْعَلْ ، لَتَقُولُنَّ قَدْ بَاءَتْ بِهِ عَلَى نَفْسِهَا ، وَإِنِّى وَاللَّهِ مَا أَجِدُ لِى وَلَكُمْ مَثَلاً - وَالْتَمَسْتُ اسْمَ يَعْقُوبَ فَلَمْ أَقْدِرْ عَلَيْهِ - إِلاَّ أَبَا يُوسُفَ حِينَ قَالَ ( فَصَبْرٌ جَمِيلٌ وَاللَّهُ الْمُسْتَعَانُ عَلَى مَا تَصِفُونَ ) وَأُنْزِلَ عَلَى رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم مِنْ سَاعَتِهِ فَسَكَتْنَا ، فَرُفِعَ عَنْهُ وَإِنِّى لأَتَبَيَّنُ السُّرُورَ فِى وَجْهِهِ وَهْوَ يَمْسَحُ جَبِينَهُ وَيَقُولُ « أَبْشِرِى يَا عَائِشَةُ ، فَقَدْ أَنْزَلَ اللَّهُ بَرَاءَتَكِ » . قَالَتْ وَكُنْتُ أَشَدَّ مَا كُنْتُ غَضَبًا فَقَالَ لِى أَبَوَاىَ قُومِى إِلَيْهِ . فَقُلْتُ وَاللَّهِ لاَ أَقُومُ إِلَيْهِ ، وَلاَ أَحْمَدُهُ وَلاَ أَحْمَدُكُمَا ، وَلَكِنْ أَحْمَدُ اللَّهَ الَّذِى أَنْزَلَ بَرَاءَتِى ، لَقَدْ سَمِعْتُمُوهُ ، فَمَا أَنْكَرْتُمُوهُ وَلاَ غَيَّرْتُمُوهُ ، وَكَانَتْ عَائِشَةُ تَقُولُ أَمَّا زَيْنَبُ ابْنَةُ جَحْشٍ فَعَصَمَهَا اللَّهُ بِدِينِهَا ، فَلَمْ تَقُلْ إِلاَّ خَيْرًا ، وَأَمَّا أُخْتُهَا حَمْنَةُ فَهَلَكَتْ فِيمَنْ هَلَكَ ، وَكَانَ الَّذِى يَتَكَلَّمُ فِيهِ مِسْطَحٌ وَحَسَّانُ بْنُ ثَابِتٍ وَالْمُنَافِقُ عَبْدُ اللَّهِ بْنُ أُبَىٍّ ، وَهْوَ الَّذِى كَانَ يَسْتَوْشِيهِ وَيَجْمَعُهُ ، وَهْوَ الَّذِى تَوَلَّى كِبْرَهُ مِنْهُمْ هُوَ وَحَمْنَةُ قَالَتْ فَحَلَفَ أَبُو بَكْرٍ أَنْ لاَ يَنْفَعَ مِسْطَحًا بِنَافِعَةٍ أَبَدًا ، فَأَنْزَلَ اللَّهُ عَزَّ وَجَلَّ ( وَلاَ يَأْتَلِ أُولُو الْفَضْلِ مِنْكُمْ ) إِلَى آخِرِ الآيَةِ يَعْنِى أَبَا بَكْرٍ ( وَالسَّعَةِ أَنْ يُؤْتُوا أُولِى الْقُرْبَى وَالْمَسَاكِينَ ) - يَعْنِى مِسْطَحًا - إِلَى قَوْلِهِ ( أَلاَ تُحِبُّونَ أَنْ يَغْفِرَ اللَّهُ لَكُمْ وَاللَّهُ غَفُورٌ رَحِيمٌ ) حَتَّى قَالَ أَبُو بَكْرٍ بَلَى وَاللَّهِ يَا رَبَّنَا إِنَّا لَنُحِبُّ أَنْ تَغْفِرَ لَنَا ، وَعَادَ لَهُ بِمَا كَانَ يَصْنَعُ .
Tercemesi:
Ebu Usame der ki: Bana Hişâm b. Urve, ona babası (Urve b. Zübeyir), ona da Âişe şöyle demiştir:
Benim hakkımda söylenenler söylendiği zaman ki ben o sırada hiçbir şey bilmiyordum, Rasulullah (sav) konuşmak üzere ayağa kalktı. kelime-i şahadet getirdi, ardından Allah'a hamd edip onu en güzel şekilde övdü, sonra da "şimdi benim eşime bir takım ithamlarda bulunan insanlar hakkında fikirlerinizi bana söyleyin. Allah'a yemin ederim ki, ben eşim hakkında hiçbir kötülük bilmiyorum. Onların eşim ile birlikte itham ettikleri kimseye gelince, yine Allah'a yemin ederim ki, ben o adam hakkında da hiçbir kötü bir şey bilmiyorum. O kişi ben yokken benim evime asla girmemiştir. Ben bir sefere çıkıp evimden ayrı kaldığımda, o kişi de benimle birlikte seferde idi" dedi. Bunun üzerine Sa'd b. Muâz ayağa kalkıp “ey Allah'ın Rasulü, izin ver, onların boyunlarını vuralım” dedi. Buna karşılık Hazrec oğullarından, Hassan b.Sâbit'in anasının kavminden, bir adam ayağa kalktı ve “yalan söylüyorsun, Allah'a yemin ederim ki, eğer o iftirayı atanlar Evs kabilesinden olsalardı, sen onların boyunlarının vurulmasına sevinemezdin” dedi. Tartışma o kadar büyüdü ki neredeyse mescitte Evs ile Hazrec arasında bir kavga olacaktı.
Âişe der ki: Ben bu iftirayı henüz bilmiyordum. Bu günün akşamı, ihtiyacımı gidermek üzere dışarıya çıktım. Yanımda Mıstâh'ın anası da vardı. Yürürken bu kadının ayağı tökezledi ve “kahrolası Mıstâh” dedi. Ben de ona “ey ana, oğluna mı sövüyorsun?” dedim. Kadın sustu. Sonra kadın ikinci defa ayağı takılıp sürçtü. Kadın yine “kahrolası Mıstâh” dedi. Ben yine “oğluna mı sövüyorsun?” dedim. Sonra kadın üçüncü kez ayağı takılıp sürçtü, ve yine “kahrolası Mıstâh” dedi. Ben de kendisini azarladım. Bunun üzerine kadın “vallahi ben Mıstah'a ancak senden dolayı sövüyorum” dedi. Ben de “benim hangi hâlim hakkında?” diye sordum. Kadın benimle ilgili konuşulanları anlattı. Ben “bu sözler gerçekten söylendi mi?” dedim. Kadın “evet vallahi” dedi.
Âişe der ki: Ardından ben evime öyle bir halde döndüm ki, gidermek için çıktığım ihtiyacımdan az ya da çok hiç bir eser yoktu. Çok hasta oldum ve Rasulullah'a “beni babamın evine gönder” dedim. O da beni, beraberimde bana hizmet edecek bir çocukla babamın evine gönderdi. Eve girdim, annem Ümmü Rûmân'ı evin alt tarafında, babam Ebu Bekir'i de evin üst tarafında oturmuş okurlarken buldum. Annem “Ey kızcağızım, seni buraya getiren sebep nedir?” diye sordu. Ben de kendisine geliş sebebimi söyleyip olan biteni aktardım. Ama gördüm ki, annem benim kadar kederlenmemiş. Annem bana “ey kızcağızım, bu iftirayı kendine yakıştırma. Allah'a yemin ederim ki, bir erkeğin yanında sevdiği güzel bir kadın ve bu kadının birçok kuması varsa o kadını mutlaka kıskanır ve hakkında laf ederler” dedi. Gördüm ki, annem benim kadar kederlenmemiş. Anneme “babam bu konuyu biliyor mu?” diye sordum. “Evet” dedi. “Allah Rasulü (sav) biliyor mu?” dedim. “Evet” dedi. Üzüldüm ve ağladım. Bu sırada evin üst tarafında okuyan babam Ebu Bekir sesimi duyup aşağıya indi ve anneme “Âişe'nin nesi var?” dedi. Annem “hakkında söylenenleri duymuş” dedi. Bunun üzerine babamın gözünden yaşlar aktı ve “ey kızcağızım, senin üzerine yemin ederim ki sen mutlaka evine geri döneceksin” dedi. Bunun üzerine ben evime döndüm. Rasulullah (sav) da benim odama girmiş ve hizmetçi kıza benim hakkımda sormuş, o da “Allah'a yemin ederim ki, ben Âişe hakkında hiçbir kusur şey bilmiyorum. Sadece (hamur yoğurduğunda) uyuyup kalıyor, sonra koyun içeriye girip ve onun ekmeklik hamurunu yahut ekmeklik olarak yoğurduğunu yiyordu” dedi. Sahabeden bazısı hizmetçimi azarlayıp “Ey kadın! Rasûlullah'a doğru söyle” demiş, hatta bazısı o iftirayı açıkça sormuşlar, Berîre de “Subhânallah, Allah'a yemin ederim ki, ben Âişe hakkında, kuyumcunun hâlis altın hakkındaki bilgisinden başka bir şey bilmiyorum” demiş. Bu iftira, kendisi hakkında iftira edilen adamın kulağına da gelmiş ve o da “Subhânallah,! Allah'a yemin ederim ki, ben hiçbir kadının elbisesini açmış değilim” demiştir. O kişi Allah yolunda şehit oldu.
Âişe der ki: Annem ve babam benim yanımda sabahladılar. Annem babam sağımda ve solumda oturmuş iken ikindi namazını kıldırmış olan Rasulullah benim yanıma girdi. Allah'a hamd edip övdü. Sonra "Amma ba'du" diyerek "ey Âişe, eğer bir kötülük yapmış isen yahut nefsine uymuşsan Allah'a tevbe et. Çünkü Allah, kullarından tevbeyi kabul eder" dedi. Âişe der ki: Bu sırada Ensâr'dan bir kadın gelmiş, kapıda oturuyordu. Ben Rasûlullah'a “böyle uygunsuz bir şeyi dile getirmekte şu kadından da mı haya etmezsin?” dedim. Rasulullah tavsiyesini yaptı. Ben de babama yönelip “Rasulullah'a cevap ver” dedim. Babam “ben ne söyleyeyim?” dedi. Bunun üzerine ben anneme dönüp “Rasulullah'a sen cevap ver” dedim. O da “ben ne diyeyim?” dedi. İkisi de Rasûulullah'a cevap vermeyince, ben kelime-i şahedet getirip Allah'a hamd ettim ve O'nu lâyık olduğu sıfatlarla övdüm. Ardından şunları söyledim: Vallahi eğer ben sizlere “ben hiçbir günah işlemedim” desem Azîz ve Celîl olan Allah benim muhakkak doğruyu söylediğime şahitken, benim bu sözümün, sizin yanınızda bana faydası olmayacak. Sizler zaten bu iftirayı konuşmuş ve kalplerinize sindirmişsiniz. Eğer ben, Allah benim böyle bir iş yapmadığımı bilip dururken, sizlere “ben bunu yaptım” desem, sizler “Âişe bu işi nefsine karşı ikrar etti” diyeceksiniz. Vallahi ben bu vaziyette kendim için ve sizin için -tam burada zihnimde Yakub'un ismini hatırlamaya çalıştım ama hatırlayamadım- ancak Yusuf'un babasını örnek olarak görüyorum. Hani Yusuf'un babası "Artık bana düşen güzel bir sabırdır. Sizin şu söylediklerinize karşı, yardımına sığınılacak olan da ancak Allah'tır" (Yûsuf:18) demişti.
Tam bu sırada Rasulullah'a vahiy indirildi. Bizler sükût ettik. O'ndan vahiy hâli gitti ve ben O'nun yüzündeki sevinci apaçık belirmiş buldum. Rasulullah alnındaki terleri eliyle siliyor ve "sevin ey Âişe, Allah senin tertemiz olduğunu kesin surette indirmiştir" dedi. Âişe der ki: Ben, bu sefer daha fazla öfke duydum. Annem, babam bana “kalk Rasulullah'ın yanına var” dediler. Ben de “Vallahi ben ne kalkıp O'nun yanına giderim, ne de O'na ve size minnet duyarım. Ben benim suçsuzluğum hakkında ayet indirmiş olan Allah'a hamd ederim. Çünkü yemin olsun ki, sizler o iftirayı işittiğiniz halde ne onu reddettiniz ne de değiştirdiniz” dedim.
Âişe der ki: Allah Zeynep bt. Cahş'ı dindarlığı sayesinde korudu da o, hakkımda hayırdan başka bir şey söylemedi. Amma onun kız kardeşi Hamne helak olanlardan oldu. O iftirayı dile getirenler ise, Mistah ile Hassan b. Sâbit'tir. Münafık olan Abdullah b. Ubeyy ise bizzat bu İftirayı eşeleyip çıkaran, derleyen, toparlayan kimseydi. O ve Hamne günahın büyüğünü yüklendi. Âişe der ki: Ebu Bekir, Mistah'a bundan sonra asla yardım etmeyeceğine yemin etti. Bunun üzerine Azîz ve Celîl olan Alla "Sizden fazilet ve servet sahibi olanlar, vermelerinde eksiltme yapmasınlar... " (Nûr, 22) ayetini "Allah'ın size mağfiret etmesini arzu etmez misiniz? Allah çok mağfiret edici, çok merhamet eyleyicidir" kavline kadar indirdi. "Bolluk (yânî servet) sahibi olanlar, hısımlık sahibi bulunanlara ve fakirlere, vermelerini eksik yapmasınlar" sözünde Allah "Bolluk (yânî servet) sahibi olanlar" sözüyle Ebu Bekir'i "hısımlık sahibi bulunanlara ve fakirlere" sözü ile de Mıstah'ı kast etmiştir. Ebu Bekir “Evet, vallahi ey Rabbimiz, bizler şüphesiz Sen'in bize mağfiret etmeni elbette sever, arzu ederiz” diyerek Mıstah'a veregeldiği nafakayı vermeye devam etti.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Tefsîr 11, 2/234
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Urve b. Zübeyr el-Esedî (Urve b. Zübeyr b. Avvam b. Huveylid b. Esed)
3. Ebu Münzir Hişam b. Urve el-Esedî (Hişam b. Urve b. Zübeyr b. Avvam)
4. Ebu Üsame Hammâd b. Üsame el-Kuraşî (Hammâd b. Üsame b. Zeyd)
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32338, B004752
Hadis:
َحدَّثَنَا إِبْرَاهِيمُ بْنُ مُوسَى حَدَّثَنَا هِشَامٌ أَنَّ ابْنَ جُرَيْجٍ أَخْبَرَهُمْ قَالَ ابْنُ أَبِى مُلَيْكَةَ سَمِعْتُ عَائِشَةَ تَقْرَأُ ( إِذْ تَلِقُونَهُ بِأَلْسِنَتِكُمْ ) .
Tercemesi:
Bize İbrahim b. Musa, ona Hişâm, ona İbn Cüreyc, ona da İbn Ebu Müleyke şöyle demiştir:
"Ben, Âişe'nin ayeti -'telekkavne' olarak değil de- (iz telikûnehû bi elsinetikum) şeklinde okuduğunu duydum."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Tefsîr 8, 2/233
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Abdullah b. Ebu Müleyke el-Kureşî (Abdullah b. Ubeydullah b. Züheyr b. Abdullah)
3. Ebu Velid İbn Cüreyc el-Mekkî (Abdülmelik b. Abdülaziz b. Cüreyc)
4. Ebu Abdurrahman Hişam b. Yusuf el-Ebnâvî (Hişam b. Yusuf)
5. İbrahim b. Musa et-Temîmî (İbrahim b. Musa b. Yezid b. Zâzân)
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32339, B004753
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى حَدَّثَنَا يَحْيَى عَنْ عُمَرَ بْنِ سَعِيدِ بْنِ أَبِى حُسَيْنٍ قَالَ حَدَّثَنِى ابْنُ أَبِى مُلَيْكَةَ قَالَ اسْتَأْذَنَ ابْنُ عَبَّاسٍ قَبْلَ مَوْتِهَا عَلَى عَائِشَةَ ، وَهْىَ مَغْلُوبَةٌ قَالَتْ أَخْشَى أَنْ يُثْنِىَ عَلَىَّ . فَقِيلَ ابْنُ عَمِّ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَمِنْ وُجُوهِ الْمُسْلِمِينَ . قَالَتِ ائْذَنُوا لَهُ . فَقَالَ كَيْفَ تَجِدِينَكِ قَالَتْ بِخَيْرٍ إِنِ اتَّقَيْتُ . قَالَ فَأَنْتِ بِخَيْرٍ - إِنْ شَاءَ اللَّهُ - زَوْجَةُ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم وَلَمْ يَنْكِحْ بِكْرًا غَيْرَكِ ، وَنَزَلَ عُذْرُكِ مِنَ السَّمَاءِ . وَدَخَلَ ابْنُ الزُّبَيْرِ خِلاَفَهُ فَقَالَتْ دَخَلَ ابْنُ عَبَّاسٍ فَأَثْنَى عَلَىَّ وَوَدِدْتُ أَنِّى كُنْتُ نِسْيًا مَنْسِيًّا .
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Müsennâ, ona Yahya, ona Ömer b. Saîd b. Ebu Hüseyin, ona da İbn Ebu Müleyke şöyle demiştir:
"Hz. Âişe ölüm döşeğindeyken İbn Abbas onun yanına girmek için izin istedi. Âişe: 'Bana övgü yapılmasından endişe ediyorum.' Dedi. Kendisine: 'İzin isteyen Rasulullah'ın amcasının oğlu ve Müslümanların önde gelenlerindendir.' Denildi. Bu sefer Âişe: 'Ona izin verin, girsin.' Dedi. İbn Abbas, Âişe'nin yanma girdikten sonra: 'Kendini nasıl hissediyorsun?' diye halini sordu. Bunun üzerine Âişe: 'Eğer Allah'a takvâlı olursam hayırdayım, diye cevap verdi. İbn Abbas da: 'İnşallah sen hayırla berabersin. Rasulullah'ın (sav) eşisin. Rasulullah (sav) senden başka bir bakire hanımla evlenmedi. (İftira meselesinde) senin delilin gökten indi' dedi. İbn Abbas ziyaretini bitirip dışarı çıkarken, içeriye Abdullah b. Zübeyr girdi. Âişe ona: 'Yanıma Abdullah b. Abbas geldi de beni övüp durdu. Halbuki ben unutulmuş bir şey ederdim.' Dedi."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Tefsîr 8, 2/233
Senetler:
1. İbn Abbas Abdullah b. Abbas el-Kuraşî (Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
2. Ebu Muhammed Kasım b. Muhammed et-Teymî (Kasım b. Muhammed b. Ebu Bekir es-Sıddîk)
3. Ebu Avn Abdullah b. Avn el-Müzenî (Abdullah b. Avn b. Ertabân)
4. Ebu Muhammed Abdülvehhab b. Abdülmecid es-Sakafî (Abdulvehhab b. Abdulmecid b. Salt)
5. Muhammed b. Müsenna el-Anezî (Muhammed b. Müsenna b. Ubeyd b. Kays b. Dinar)
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32340, B004754
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى حَدَّثَنَا عَبْدُ الْوَهَّابِ بْنُ عَبْدِ الْمَجِيدِ حَدَّثَنَا ابْنُ عَوْنٍ عَنِ الْقَاسِمِ أَنَّ ابْنَ عَبَّاسٍ - رضى الله عنه - اسْتَأْذَنَ عَلَى عَائِشَةَ نَحْوَهُ . وَلَمْ يَذْكُرْ نِسْيًا مَنْسِيًّا .
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Müsennâ, ona Abdullah b. Abdülmecid, ona İbn Avn, ona da şöyle demiştir: Kâsım:
"İbn Abbas (ra), Hz. Âişe'nin huzuruna girmek için izin istedi, deyip yukarıdaki hadîsin benzerini söyledi, fakat "Nisyen mensiyyen" kısmını zikretmedi."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Tefsîr 8, 2/233
Senetler:
1. İbn Abbas Abdullah b. Abbas el-Kuraşî (Abdullah b. Abbas b. Abdülmuttalib b. Haşim b. Abdümenaf)
2. Abdullah b. Ebu Müleyke el-Kureşî (Abdullah b. Ubeydullah b. Züheyr b. Abdullah)
3. Ömer b. Said el-Kuraşi (Ömer b. Said b. Ebu Hüseyin)
4. Ebu Said Yahya b. Said el-Kattan (Yahya b. Said b. Ferruh)
5. Muhammed b. Müsenna el-Anezî (Muhammed b. Müsenna b. Ubeyd b. Kays b. Dinar)
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32341, B004755
Hadis:
حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ يُوسُفَ حَدَّثَنَا سُفْيَانُ عَنِ الأَعْمَشِ عَنْ أَبِى الضُّحَى عَنْ مَسْرُوقٍ عَنْ عَائِشَةَ - رضى الله عنها - قَالَتْ جَاءَ حَسَّانُ بْنُ ثَابِتٍ يَسْتَأْذِنُ عَلَيْهَا قُلْتُ أَتَأْذَنِينَ لِهَذَا قَالَتْ أَوَلَيْسَ قَدْ أَصَابَهُ عَذَابٌ عَظِيمٌ . قَالَ سُفْيَانُ تَعْنِى ذَهَابَ بَصَرِهِ . فَقَالَ حَصَانٌ رَزَانٌ مَا تُزَنُّ بِرِيبَةٍ وَتُصْبِحُ غَرْثَى مِنْ لُحُومِ الْغَوَافِلِ قَالَتْ لَكِنْ أَنْتَ
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Yusuf, ona Süfyân, ona el-A'meş, ona Ebu Duhâ, ona Mesrûk da şöyle rivayet etmiştir:
"Hassan b. Sâbit geldi ve Âişe'nin (r.anhâ) huzuruna girmek için izin istemişti. Ben de Âişe'ye: 'Hassan'ın yanına gelmesine izin veriyor musun?' Dedim. Âişe (r.anhâ): (İfk hadisesine karıştığı için) 'ona büyük bir azap gelmedi mi?' Dedi. -Sufyân: 'Âişe bu sözüyle Hassan'ın gözünü kaybetmesini kastediyor.' Dedi.-
Hassan ise şöyle cevap verdi: 'Hasânun rezânun mâ tûzennu bi rîbetin ve tusbıhu garsâ min luhûmi'l-gavâfi: Hiçbir şüphe ile itham edilmeyen kişi tam akıllı ve iffetlidir. İffetli kadınların etlerinden yemediği için aç olarak sabahlarlar.' Hasan'ın bu şiirine karşı Hz. Âişe: 'Ama sen öyle değilsin.' Diyerek cevap verdi."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Tefsîr 9, 2/233
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Ebu Aişe Mesruk b. Ecda' (Mesruk b. Ecda' b. Malik b. Ümeyye b. Abdullah)
3. Ebu Duhâ Müslim b. Subeyh el-Hemdanî (Müslim b. Subeyh)
4. Ebu Muhammed Süleyman b. Mihran el-A'meş (Süleyman b. Mihran)
5. Süfyan es-Sevrî (Süfyan b. Said b. Mesruk b. Habib b. Rafi')
6. Ebu Abdullah Muhammed b. Yusuf el-Firyabî (Muhammed b. Yusuf b. Vakıd b. Osman)
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Öneri Formu
Hadis Id, No:
32342, B004756
Hadis:
حَدَّثَنِى مُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِى عَدِىٍّ أَنْبَأَنَا شُعْبَةُ عَنِ الأَعْمَشِ عَنْ أَبِى الضُّحَى عَنْ مَسْرُوقٍ قَالَ دَخَلَ حَسَّانُ بْنُ ثَابِتٍ عَلَى عَائِشَةَ فَشَبَّبَ وَقَالَ حَصَانٌ رَزَانٌ مَا تُزَنُّ بِرِيبَةٍ وَتُصْبِحُ غَرْثَى مِنْ لُحُومِ الْغَوَافِلِ قَالَتْ لَسْتَ كَذَاكَ . قُلْتُ تَدَعِينَ مِثْلَ هَذَا يَدْخُلُ عَلَيْكِ وَقَدْ أَنْزَلَ اللَّهُ ( وَالَّذِى تَوَلَّى كِبْرَهُ مِنْهُمْ ) فَقَالَتْ وَأَىُّ عَذَابٍ أَشَدُّ مِنَ الْعَمَى وَقَالَتْ وَقَدْ كَانَ يَرُدُّ عَنْ رَسُولِ اللَّهِ صلى الله عليه وسلم .
Tercemesi:
Bize Muhammed b. Beşşâr, ona İbn Ebu Adiy, ona Şu'be, ona el-A'meş, ona Ebu Duhâ, ona da Mesrûk şöyle rivayet etmiştir:
"Hassan b. Sâbit, Âişe'nin (r.anhâ) yanına girdi de ona şiir okuyup şöyle dedi: 'Hasânun rezânun mâ tûzennu bi rîbetin ve tusbıhu garsâ min luhûmi'l-gavâfi: Hiçbir şüphe ile itham edilmeyen kişi tam akıllı ve iffetlidir. İffetli kadınların etlerinden yemediği için aç olarak sabahlarlar.' Hassan'ın bu şiirine karşı Hz. Âişe: 'Ama sen öyle değilsin.' Diyerek cevap verdi. Mesrûk dedi ki: Ben Âişe'ye: Allah; (Onlardan (elebaşılık yapıp) bu günahın büyüklüğünü yüklenen kimse için de çok büyük bir azap vardır.) (Nûh, 24/11) ayetini indirdiği halde sen neden bunun gibilerin huzuruna çıkmasına izin veriyorsun?' Dedi. Bunun üzerine Âişe: 'Körlükten daha şiddetli hangi azap vardır?' Şübhesiz bu Hassan, Rasulullah tarafından müşriklere reddiye yapar, O'nu savunurdu.' Dedi."
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, Sahîh-i Buhârî, Tefsîr 10, 2/233
Senetler:
1. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
2. Ebu Aişe Mesruk b. Ecda' (Mesruk b. Ecda' b. Malik b. Ümeyye b. Abdullah)
3. Ebu Duhâ Müslim b. Subeyh el-Hemdanî (Müslim b. Subeyh)
4. Ebu Muhammed Süleyman b. Mihran el-A'meş (Süleyman b. Mihran)
5. Şube b. Haccâc el-Atekî (Şu'be b. Haccac b. Verd)
6. Ebu Amr Muhammed b. İbrahim es-Sülemî (Muhammed b. İbrahim b. Ebu Adî)
7. Muhammed b. Beşşâr el-Abdî (Muhammed b. Beşşâr b. Osman)
Konular:
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe