حدثنا آدم قال حدثنا شعبة عن الأعمش عن يحيى بن وثاب عن بن عمر عن النبي صلى الله عليه وسلم قال المؤمن : الذي يخالط الناس ويصبر على أذاهم خير من الذي لا يخالط الناس ولا يصبر على اذاهم
Öneri Formu
Hadis Id, No:
164394, EM000388
Hadis:
حدثنا آدم قال حدثنا شعبة عن الأعمش عن يحيى بن وثاب عن بن عمر عن النبي صلى الله عليه وسلم قال المؤمن : الذي يخالط الناس ويصبر على أذاهم خير من الذي لا يخالط الناس ولا يصبر على اذاهم
Tercemesi:
— İbni Ömer, Peygamber (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem)''den şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir :
«— İnsanlar arasına karışıp da onların eziyetlerine sabreden mümin, insanlara karışmayan ve eziyetlerine sabretmeyen kimseden daha hayırlıdır.[762]
İnsanlara karışmak ve onların ihtiyaçlarını karşılamaya koşmak, düşkünlere ve acizlere yardım edip, hayır İşlerinde bulunmak, toplumun birlik ve beraberliğini sağlamak bakımından çok önemli bir görevdir. Diğer bir hadîs-i şerifte buyurulduğu gibi, insanların hayırlısı insanlara faydası dokunandır. İnsanlara faydalı olmak da, ancak onların arasına girmek ve sıkıntılarına, eziyetlerine katlanmak sureti ile olur. Cemiyetin kalkınması ve yükselmesi de ancak böyle bir hareketle olur. Her Müslüman bu gaye ile hareket edip çalıştığı takdirde, bunların teşkil ettiği bir toplum asla yıkıla-maz. Milletçe kalkınma olur ve millet bölünmez bir bütün olur. Bunun aksi düşünülecek olursa, gerileme ve yıkım o derece çabuk ve kuvvetli olur.
Ahlâkın yok olduğu bir cemiyet içinde bulunup da kendini koruyamayacak ve cemiyeti düzeltmeye gücü yetmeyecek olanların da cemiyetin ah-lâkjrözucu hareketlerine katılmamaları selâmet yolu olur. Zira başkalarının fenalığına katılmak, aynı uygunsuz hareketleri İrtikâp etmek sayılacağından, sakınmış olmak kurtuluş çaresidır. Bu da İmkân dahilinde sağlanabilir. Her mükellef geçimini temin etmek zorundadır. Helâl ve meşru yollardan gelirini kazanırken muhakkak ki, insanlarla münasebeti olacak ve eziyetleri ile karşı karşıya gelecektir. Bu durumda en selâmetti yolu seçerek ve eziyetlere katlanarak çalışacak ve elinden geldiği kadar kötü hareketlere katılmayacaktır, kendini yasaklardan uzak tutacaktır.[763]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 388, /318
Senetler:
1. İbn Ömer Abdullah b. Ömer el-Adevî (Abdullah b. Ömer b. Hattab)
2. Yahya b. Vessâb el-Esedi (Yahya b. Vessâb)
3. Ebu Muhammed Süleyman b. Mihran el-A'meş (Süleyman b. Mihran)
4. Şube b. Haccâc el-Atekî (Şu'be b. Haccac b. Verd)
5. Ebu Hasan Adem b. Ebu İyas (Adem b. Abdurrahman b. Muhammed b. Şuayb)
Konular:
Müslüman, ahlakı
Müslüman, mü'minin kişiliği
Müslüman, vasıfları
Sabır, sabretmek
حدثنا مسدد قال حدثنا يحيى بن سعيد عن سفيان قال حدثني الأعمش عن سعيد بن جبير عن أبى عبد الرحمن السلمي عن أبى موسى عن النبي صلى الله عليه وسلم قال : ليس أحد أو ليس شيء أصبر على أذى يسمعه من الله عز وجل إنهم ليدعون له ولدا وانه ليعافيهم ويرزقهم
Öneri Formu
Hadis Id, No:
164395, EM000389
Hadis:
حدثنا مسدد قال حدثنا يحيى بن سعيد عن سفيان قال حدثني الأعمش عن سعيد بن جبير عن أبى عبد الرحمن السلمي عن أبى موسى عن النبي صلى الله عليه وسلم قال : ليس أحد أو ليس شيء أصبر على أذى يسمعه من الله عز وجل إنهم ليدعون له ولدا وانه ليعافيهم ويرزقهم
Tercemesi:
— Ebu Musa El-Eş'arî, Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem) 'in şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
«— İşittiği eziyete, (uygunsuz söze) Allah (Azze ve Celle) 'den daha Çok sabreden bir kimse, yahut bir şey yoktur. Müşrikler ona çocuk nispet ederler, halbuki o, onlara afiyet verir ve onları yedirir.»[764]
Güçlüklere ve sıkıntılara göğüs gerip de tepki göstermemem ve nefsi durdurmak sabırdır. Allah Tealâ hazretlerinin sabretmesi ise, razı olmadığı söz ve hareketlerden dolayı kullarının cezasını aceleye getirmemesi ve kullara mühlet tanımasıdır. Kulların bütün İşlerine vakıf olduğu halde, İşlenen büyük ve küçük günahlardan dolayı onların azabını hemen vermeyip geciktirir. Yİne küfür ve şîrk'te bulunanlara sıhhat ve afiyet, rızk ve bolluk dünyada verir. Asıl cezalarını âhirete bırakır. Bunun için Allah'dan daha sabırlı hiç bîr varlık olamaz.
İnsanlar da mümkün olduğu kadar güçlüklere ve eziyet verici sözlere tahammül göstererek sabretmelidİrler. Nefsin kabarmasını ve şahlanışını engellemelidirler. Bu yapılmadığı takdirde büyük zararlar doğabilir. Her işi akıl ve şuurla, sükûnet ve sabırla karşılamak en uygun bir yoldur.[765]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 389, /319
Senetler:
1. Ebu Musa Abdullah b. Kays el-Eş'arî (Abdullah b. Kays b. Süleym)
2. Ebu Abdurrahman Abdullah b. Habib es-Sülemî (Abdullah b. Habib b. Rabî'a)
3. Ebu Abdullah Said b. Cübeyr el-Esedî (Said b. Cübeyr)
4. Ebu Muhammed Süleyman b. Mihran el-A'meş (Süleyman b. Mihran)
5. Süfyan es-Sevrî (Süfyan b. Said b. Mesruk b. Habib b. Rafi')
6. Ebu Said Yahya b. Said el-Kattan (Yahya b. Said b. Ferruh)
7. Müsedded b. Müserhed el-Esedî (Müsedded b. Müserhed b. Müserbel b. Şerik)
Konular:
Allah İnancı, Allah sabırlıdır
Allah İnancı, Allah'ın kulu ile ilişkisi
Sabır, sabretmek
حدثنا أبو عاصم عن بن عجلان عن أبيه عن أبى هريرة عن النبي صلى الله عليه وسلم قال : شعبتان لا تتركهما أمتى النياحة والطعن في الأنساب
Öneri Formu
Hadis Id, No:
164401, EM000395
Hadis:
حدثنا أبو عاصم عن بن عجلان عن أبيه عن أبى هريرة عن النبي صلى الله عليه وسلم قال : شعبتان لا تتركهما أمتى النياحة والطعن في الأنساب
Tercemesi:
— Peygamber (SaîlaUahii A leyhi ve Selîem) 'in şöyle buyurduğu, Ebû Hüreyre'den rivayet edilmiştir:
«— İki haslet vardır ki, ümmetim onları terk etmiyecektir: Bunlardan biri, ölü arkasında iyiliklerini sayarak yüksek sesle ağlamak; diğeri de neseblere dil uzatmaktır.»[776]
Hadîs-i şerifte anılan her iki hareket, cahiliyet devrinin kötü âdetlerinden olmakla beraber, bunların büsbütün Müslümanlar içinden kalkamayacağı beyan buyurulmaktadır.
ölümü her nefis tadacaktır ve bundan kimse kurtulamayacaktır. Bu gerçeği bilmeyen ve kabul etmeyen yoktur. Böyle olduğu halde, insanlar sanki kendileri ölmeyecek gibi davranır ve ölümü hiç de kendilerine yaklaştırmazlar. Ancak kendilerini devamlı murakabe altında tutanlar ve her an Allah Tealâ'nın kudret ve müşahadesi altında kendilerini görenler, ölümü her zaman hatırlarlar ve ona göre hazırlanmaya çalışırlar. İnsanların çoğu gaflet içinde olup, ölüme kendilerini yakın görmediklerinden, bir yakınları vefat edince feryadı basarlar, bağırır-çağırırlar. Bu gaflet kıyamete kadar devam edeceğinden, insanların da ölü arkasında, onun İyiliklerini anarak feryad etmeleri de devam edecektir.
İnsanlar çeşitli görüşlere sahİptirker; Öyle kİ, birinin ak dediğine diğerinin kara demesi kadar... Bir kısım Müslymanların âlim ve velî diye tanıyıp hürmet ettiklerine, diğer bazı MüeliimaSlar cahil ve zındık diyebiliyor. Hal böyle olunca, başkalarının soyuna ve ırzına dil uzatmalar, ayıplamalar devam eder. Nitekim tarih boyunca bunlara şahit olunmaktadır; ve Peygamberimizin haberleriyle de ümmet içinde bu hal devam edecektir.[777]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 395, /323
Senetler:
1. Ebu Hureyre ed-Devsî (Abdurrahman b. Sahr)
2. Aclân Mevla Fatıma bt. Utbe (Aclân)
3. Ebu Abdullah Muhammed b. Aclân el-Kuraşî (Muhammed b. Aclân)
4. Ebu Âsım Dahhâk b. Mahled en-Nebîl (Dahhâk b. Mahled)
Konular:
Cahiliye, adetlerini sürdürmek
Cenaze, arkasından ağlamak, feryat etmek
Müslüman, müslümana sövmek, hakaret etmek
Nesep, nesebin önemi
حدثنا زكريا قال حدثنا الحكم بن المبارك قال حدثنا زياد بن الربيع قال حدثني عباد الرملي قال حدثتني امرأة يقال لها فسيلة قالت سمعت أبى يقول قلت : يا رسول الله أمن العصبية أن يعين الرجل قومه على ظلم قال نعم
Öneri Formu
Hadis Id, No:
164402, EM000396
Hadis:
حدثنا زكريا قال حدثنا الحكم بن المبارك قال حدثنا زياد بن الربيع قال حدثني عباد الرملي قال حدثتني امرأة يقال لها فسيلة قالت سمعت أبى يقول قلت : يا رسول الله أمن العصبية أن يعين الرجل قومه على ظلم قال نعم
Tercemesi:
Zekeriyya, el-Hakem İbnu'l-Mübarek, Ziyad b. er-Rebi' ve Abbad er-Remli tarikiyle Füseyle bt. Vasile'nin şöyle dediğini anlatmıştır: babam'dan Rasulullah'a şöyle bir soru sorduğunu işittim: "Ey Allah'ın Resulü! kişinin kendi kavmine herhangi zulmüne yardımcı olması asabiyet (grupçuluk yapmak) mıdır? Hazreti Peygamber: "Evet!" buyurdu.
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 396, /324
Senetler:
1. Ebu Eska' Vasile b. el-Eska el-Leysî (Vasile b. Eska' b. Abdüluzza b. Abdülyalil b. Naşib)
2. Füseyle Cemile bt. Vasile el-Leysiyye (Huseyle bt. Vasile bt. el-Eska')
3. Abbad b. Kesir er-Remlî (Abbad b. Kesir b. Kays)
4. Ziyad b. Rabi' el-Yahmudi (Ziyad b. Rabi')
5. Hakem b. Mübarek el-Bahilî (Hakem b. Mübarek)
6. Ebu Yahya Zekeriyya b. Ebu Zekeriyya el-Belhî (Zekeriyya b. Yahya b. Salih b. Süleyman b. Matar)
Konular:
Asabiyet, Irkçılık
Asabiyet, Irkçılık, cahiliye ve İslam döneminde
Zülüm, Zalim, zulüm yapana yardımcı olmak
- حدثنا مسدد قال حدثنا عبد الله بن داود عن الأعمش عن أبى وائل عن عبد الله عن النبي صلى الله عليه وسلم قال : عليكم بالصدق فإن الصدق يهدى إلى البر وإن البر يهدى إلى الجنة وإن الرجل يصدق حتى يكتب عند الله صديقا وإياكم والكذب فان الكذب يهدى إلى الفجور والفجور يهدى إلى النار وإن الرجل ليكذب حتى يكتب عند الله كذابا
Öneri Formu
Hadis Id, No:
164392, EM000386
Hadis:
- حدثنا مسدد قال حدثنا عبد الله بن داود عن الأعمش عن أبى وائل عن عبد الله عن النبي صلى الله عليه وسلم قال : عليكم بالصدق فإن الصدق يهدى إلى البر وإن البر يهدى إلى الجنة وإن الرجل يصدق حتى يكتب عند الله صديقا وإياكم والكذب فان الكذب يهدى إلى الفجور والفجور يهدى إلى النار وإن الرجل ليكذب حتى يكتب عند الله كذابا
Tercemesi:
— Abdullah (İbni Mes'ud) Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) den rivayet ettiğine göre, Peygamber şöyle buyurdu:
«— Doğruluktan ayrılmayınız; çünkü doğruluk iyiliğe götürür. İyilik de Cennet'e iletir. Gerçekten insan doğrulukla hareket eder de Allah katında en doğru kimse yazılır.
Yalandan sakınınız; çünkü yalan fenalığa götürür. Fenalık ise Ce-hennem'e iletir. Gerçekten insan yalan söyler de Allah katında çok yalancı yazılır.»[758]
Sıdk = Doğruluk attı şeyde aranır ve bunlarda bulunduğu takdirde sıdkın kemal mertebesi husule gelmiş olur. Bu üstün dereceye sahib olan kimseye de «Sıddîk» denir. Sıdkın altı kısmı şöyledir:
1— Sözde doğruluk: Söylenen sözün gerçeğe uyması, vak'aya aykırı düşmemesi.
2— Niyyette doğruluk : Bunun manâsı İhlâstır ki, hayırlı bir işe kalb ile niyyet edip, gafil olmaksızın Allah'a yönelmekle olur.
3— Azimde Nİyyet: Hayırlı olduğuna inanılan bir şeyi yapmaya koyulmak ve bunda güçlenmek.
4— Vefa göstermekte doğruluk : İşlemeye koyulduğu ve azmettiği hayırlı bir işi başarmakta sebat gösterip, onu tamamiyle yerine getirmek.
5— Amellerde doğruluk : Gizli ve aşikâr yapılan bütün amelleri eşit tutup, amellere riya karıştırmaksızın hareket etmek.
6— Ma kam att a doğruluk: Korku halinde ve emniyet halinde fark gözetmeksizin doğruluğa devam edip, ondan ayrılmamak, işte bu altı vasıfia vasıflanan «Sıddîk» olur. Bunlardan bir kısmı İle vasıflanan da «Sadık» İsmini alır. Doğruluktaki özellik insanı İyi amellere = Bİrre götürür. Esasen birrin manâsı, Allah katında makbul olan ve kendine günah karışmayan ameller ve İbadetlerdir. Böyle makbul ve İyi ameller de insanı Cennete götürür. Bu iyi ve güzel vasıfların zıddı olan yalan ise, insanı kötü amellere ve günah işlere götürür. Günahlar da büyüdükçe, İnsanı, bunlar Ce-hennem'e iletir. Yalanın her çeşİtini işleyip de, büyük günahlara düşen kimseye «Kezzab = Büyük yalana» denir. Bu mertebeye düşenler, yalancıların cezasını çekerler.[759]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 386, /316
Senetler:
()
Konular:
Cehennem, Sevkeden İşler, Sözler, Davranışlar
Cennet, Sevkeden İşler, Sözler, Davranışlar
Cennet, uzaklaştıran bazı davranışlar
Dürüstlük, doğruluk
Dürüstlük, özde ve sözde samimi olmak
Yalan, yalancılık
حدثنا قتيبة قال حدثنا جرير عن الأعمش عن مجاهد عن أبى معمر عن عبد الله قال : لا يصلح الكذب في جد ولا هزل ولا أن يعد أحدكم ولده شيئا ثم لا ينجز له
Öneri Formu
Hadis Id, No:
164393, EM000387
Hadis:
حدثنا قتيبة قال حدثنا جرير عن الأعمش عن مجاهد عن أبى معمر عن عبد الله قال : لا يصلح الكذب في جد ولا هزل ولا أن يعد أحدكم ولده شيئا ثم لا ينجز له
Tercemesi:
Abdullah'dan:
«— Ne ciddî yerde, ne de şaka olarak yalan uygun düşmez. Sizden biriniz çocuğuna bir şey va'd edip de sonra onu yerine getirmemeziik etmesin.»[760]
İster ciddî hareketlerde olsun, ister şaka olsun yalan söylemenin uygun olmadığı bu haberde ifade edilmekte ve va'd edilen bir şeyin yerine getirilmesi istenmektedir. Va'd ettiği şeyi yerine getirmeyen yalancı sayılır. Çünkü bu kimse dediğinin hilafını yapıştır. Sözü vakıaya uymadığından yalancıdır. Bu gibi hallerden kaçsnmak lâzımdır. Müminin vasıflarından biri de, va'd ettiği şeyi yerine getirmektir.
Bir de kötülüğe sebep olmayan ve mübalâğa ifade etmek üzere âdet halinde söylenen yalan sözler vardır kİ, bunlar günah sayılmaz. Meselâ, yüz defa değil de, birçok defa bir kimseden bir şey istenmiş olduğu halde ona: «— Senden falan şeyi yüz defa istedim, vermedin.» denmesi mübalâğa için bir sözdür. Gerçekte yüz defa söylenmemiştir, müteaddit defa söylenmiştir. Bu gibi sözler mübalâğa için olduklarından yalan kısmına girmezler. Fakat bir defa dahi istenmeksizin böyle bir söz söylenmiş olursa yalan olur. Çünkü bunun gerçek tarafı yoktur. Daha önceki açıklamalarda belirtildiği gibi, istisnaî durumlar dışında asla yalan söylememelidİr.
Ebu Davud bu haberi Abdullah İbni Âmir yolu ile Hz. Peygamber'e kadar yükseltiyor ve Abdullah ibni Amir in şöyle anlattığını kaydediyor:
«— Annem beni bir gün çağırdı. Resûlüîîah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) de evimizde oturuyordu. Annem bana;
«— Gel, sana bir şey vereyim.» dedi.
Resûlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) anneme dedi ki:
«— Ona ne vermek istedin?» Annem :
«— Ona bir hurma vereceğim.» dedi.
Bunun üzerine ResGlüllah (Saîlallahü Aleyhi ve Sellem) anneme şöyle buyurdu :
«— Dikkat et! Eğer sen tu çocuğuna bir şey vermeyecek olsaydın, senin üzerine bir yalan (günahı) yazılmış olurdu.»[761]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 387, /317
Senetler:
()
Konular:
Aile, aile içinde çocuklarla ilişkiler
Çocuk, hak ve sorumlulukları
Dürüstlük, doğruluk
Yalan, yalancılık
- حدثنا عبد الله بن صالح قال حدثني الليث قال حدثني عبد الرحمن بن خالد عن بن شهاب عن عوف بن الحارث بن الطفيل وهو بن أخى عائشة لأمها أن عائشة رضي الله عنها حدثت : أن عبد الله بن الزبير قال في بيع أو عطاء أعطته عائشة والله لتنتهين عائشة أو لأحجرن عليها فقالت أهو قال هذا قالوا نعم قالت عائشة فهو لله نذر أن لا أكلم بن الزبير كلمة أبدا فاستشفع بن الزبير بالمهاجرين حين طالت هجرتها إياه فقالت والله لا أشفع فيه أحدا أبدا ولا احنث نذرى الذي نذرت أبدا فلما طال ذلك على بن الزبير كلم المسور بن مخرمة وعبد الرحمن بن الأسود بن يغوث وهما من بنى زهرة فقال لهما أنشد كما الله إلا دخلتما على عائشة فإنها لا يحل لها أن تنذر قطيعتى فأقبل به المسور وعبد الرحمن مشتملين عليه بأرديتهما حتى استأذنا على عائشة فقالا السلام على النبي ورحمة الله وبركاته أندخل فقالت عائشة ادخلوا قالا كلنا يا أم المؤمنين قالت نعم ادخلوا كلكم ولا تعلم عائشة أن معهما بن الزبير فلما دخلوا دخل بن الزبير في الحجاب واعتنق عائشة وطفق يناشدها يبكى وطفق المسور وعبد الرحمن يناشدان عائشة إلا كلمته وقبلت منه ويقولان قد علمت أن النبي صلى الله عليه وسلم نهى عما قد علمت من الهجرة وأنه لا يحل لمسلم أن يهجر اخاه فوق ثلاث ليال قال فلما أكثروا التذكير والتحريج طفقت تذكرهم وتبكى وتقول إني قد نذرت والنذر شديد فلم يزالا بها حتى كلمت بن الزبير ثم أعتقت في نذرها أربعين رقبة ثم كانت تذكر نذرها بعد ما أعتقت أربعين رقبة فتبكى حتى تبل دموعها خمارها
Öneri Formu
Hadis Id, No:
164403, EM000397
Hadis:
- حدثنا عبد الله بن صالح قال حدثني الليث قال حدثني عبد الرحمن بن خالد عن بن شهاب عن عوف بن الحارث بن الطفيل وهو بن أخى عائشة لأمها أن عائشة رضي الله عنها حدثت : أن عبد الله بن الزبير قال في بيع أو عطاء أعطته عائشة والله لتنتهين عائشة أو لأحجرن عليها فقالت أهو قال هذا قالوا نعم قالت عائشة فهو لله نذر أن لا أكلم بن الزبير كلمة أبدا فاستشفع بن الزبير بالمهاجرين حين طالت هجرتها إياه فقالت والله لا أشفع فيه أحدا أبدا ولا احنث نذرى الذي نذرت أبدا فلما طال ذلك على بن الزبير كلم المسور بن مخرمة وعبد الرحمن بن الأسود بن يغوث وهما من بنى زهرة فقال لهما أنشد كما الله إلا دخلتما على عائشة فإنها لا يحل لها أن تنذر قطيعتى فأقبل به المسور وعبد الرحمن مشتملين عليه بأرديتهما حتى استأذنا على عائشة فقالا السلام على النبي ورحمة الله وبركاته أندخل فقالت عائشة ادخلوا قالا كلنا يا أم المؤمنين قالت نعم ادخلوا كلكم ولا تعلم عائشة أن معهما بن الزبير فلما دخلوا دخل بن الزبير في الحجاب واعتنق عائشة وطفق يناشدها يبكى وطفق المسور وعبد الرحمن يناشدان عائشة إلا كلمته وقبلت منه ويقولان قد علمت أن النبي صلى الله عليه وسلم نهى عما قد علمت من الهجرة وأنه لا يحل لمسلم أن يهجر اخاه فوق ثلاث ليال قال فلما أكثروا التذكير والتحريج طفقت تذكرهم وتبكى وتقول إني قد نذرت والنذر شديد فلم يزالا بها حتى كلمت بن الزبير ثم أعتقت في نذرها أربعين رقبة ثم كانت تذكر نذرها بعد ما أعتقت أربعين رقبة فتبكى حتى تبل دموعها خمارها
Tercemesi:
— Hazreti Âişe'nin anadan kardeşinin oğlu olan Avf ibni'1-Ha-ris'den rivayet ediliyor:
— Âİge (Radiyailahü ar.ha) 'ya haber verildi ki, Abdullah ibni Zübeyr. Hazreti Âişe'nin bir satışına — yahut bir bağışına — «Allah'a yemin ederim ya Âişe bundan vazgeçer yahut onun tasarrufuna engel olurum.» dedi, Hazreti Âişe :
« Bu sözü o mu söyledi?» dedi. Ashab: «— Evet!» dediler. Hazreti Âişe dedi ki:
«—Onun bu hareketinden dolayı Allah için büyük adak olsun; ebe-diyyen İbni Zübeyir'le kelime konuşmayacağım.»
üzerine Hazreti Âişe'nin İbni Zübeyr'e dargınlığı uzayınca, îbni Zübeyr (dargınlığı gidermek için) Muhacirlerle (Medine'ye hicret etmiş olan ashabla) şefaat diledi. Hazreti Âişe:
«— Vallahi bunun hakkında asla kimseyi şefaatçi kabul etmem ve ebedî şekilde adamış olduğum adağımı da bozmam.» dedi.
Bu olay Hazreti îbni Zübeyr üzerine uzayıp devam edince, îbni Zübeyr, (Hazreti Âişe'nin ana tarafından akrabaları olan) Benî Zühre kabilesinde Misver ibni Mahreme ve Abdurrahman ibni'l-Esved ibni Yeğu^ ile konuşup, bu ikisine şöyle dedi:
«— Allah aşkına! Muhakkak Hazreti Âişe'nin evine gireceksiniz; çünkü onun bana dargınlığına adağı, kendisine helâl olmaz.» Bunun üzerine Misver ve Abdurrahman, hırkalarını İbni Zübeyr'e sararak İbni Zübeyr'le (Hazreti Âişe'nin evine doğru) yöneldiler. Nihayet Hazreti Âişe'den izin isteyip şöyle dediler:
«— Selâm üzerine olsun; Allah'ın rahmeti ve bereketleri de... Girelim mi?» Hazreti Âişe:
«— Giriniz!» dedi. Onlar dediler ki:
«— Hepimiz mi girelim, ey müminlerin annesi?» Hazreti Âişe:
«— Evet, hepiniz giriniz!» dedi. Hazret Âişe, beraberlerinde İbni Zü-beyr'in bulunduğunu bilmiyordu. İçeri girdiklerinde, İbni Zübeyr hareme girip (teyzesi) Âişe'yi kucakladı ve ağlayarak ondan Allah aşkına barış dilemeğe koyuldu. Misver ile Abdurrahman da Hazreti Âişe'den Allah aşkına îbni Zübeyr ile konuşmasını ve itirazını kabul etmesini dilemeye başladılar. Bunlar şöyle diyorlardı:
«— Gerçekten sen biliyorsun, Peygamber (Saflallahü Aleyhi ve Sellem) dargınlıktan neyi yasakladığını ve bir müslümana, üç günden ziyade kardeşine dargın kalmasının helâl olmadığını...»
Ravi şöyle demiştir :
«— Misver ile Abdurrahman vakta ki, uj armayı çok yapıp işin günah olduğu üzerinde durdular, Hazreti Âişe, onlara adağını hatırlatmaya başladı ve ağlayarak şöyle diyordu:
«— Ben adak yaptım; adak ağırdır.» Onlar Hazreti Âişe'ye İsrara devam edince, İbni Zübeyr ile konuştu; sonra adağından ötürü kırk köle azad etti. Kırk köleyi azad ettikten sonra, geçmiş olayı hatırlar ve ağlardı, o kadar ki, göz yaşları baş örtüsünü ıslatırdı.»[781]
Hazreti Âişe ile Hazreti Abdullah İbni Zübeyr arasında geçen hâdisenin ebedî bir dargınlığa götürecek kadar büyümesi şu sebeple izah edilebilir:
Abdullah İbni Zübeyr, Hz. Âişe'nin yeğenidir. Yani, kız kardeşi Hz. Esmâ'nın oğlu ve Hz. Ebu Bekir'in torunudur. Hz. A i ş e 'nin, Peygamber'den ve babası Ebu Bekir 'den sonra en çok sevdiği kimse yeğeni Abdullah Ibni Zübeyr İdi. Bu kadar sevilen bir kimseden edebe aykırı düşecek bir hareket beklenemezdi. Hz. Âişe -nİn cömertliği 280 sayılı hadîsle beyan edildiği gibi, ele geçirdiği şeyleri biriktirip İhtiyaç sahiplerine dağıtmaktan ibaretti, öyle ki kendisine bir şey ayırmadığı olurdu. İşte böyle aşırı derecede bağtşta bulunan teyzesinin hareketini Abdullah İbni Zübeyr kendince uygun bulmadığından ona yakışacak sözde bulunmamış ve ağır konuşunuş : «Ya bu bağıştan vazgeçer, yoksa onun tasarrufuna engel olurum.» diye söz sarf etmişti.
Bir rivayette de, Hz. Âişe, kendine ait olan bir yeri satmıştı, Hz. Abdullah buna razı olmayıp, bu sözü kullanmıştı. İşte A b d u 11 a h 'in bu sözünü duyan Hz. Âişe haklı olarak hiddetlenmiş ve tam bu hiddeti üzerine büyük bir adakta bulunmuş. Hadîs-i şerifin başında adağın cinsi açıklanmamakla beraber, sonunda kırk köle azad etmesiyle keffaret ödediği bu adağın önemini göstermektedir.
Abdullah ibni Zübeyr'in haksız davranışından dolayı onu te'dib için Hz. Âişe büyük yeminde bulunmuştu. Üç günden ziyade bir Müslümanın din kardeşine dargın kalmasının helâl olmadığını Hz. Âişe biliyordu. Sonunda şefaatçilerin İsrarları üzerine yeğeni ile konuşmuş ve hemen arkasından, yeminini bozduğundan keffaret olarak kırk kölo azad etmişti. Buna rağmen yeminin ağırlığını hatırladıkça ağlar, Allah Tealâ'dan merhamet dilerdi.
Hayırlı bir işi engelleyen yeminleri bozmak, yerine göre vacİb, müs-tahab ve mubah olur. Anlaşılıyor kî, Hz. Âişe'yi yeminini bozmaktan kaçındıran husus, adağının ağır oluşu İdi.
Bir taraftan barış için devamlı İsrar, diğer taraftan adak ve yemine sadakat, her ikisinin samimî ve yüksek hislere sahip bulunuşlarının ifadesidir. Allah her ikisinden razı olsun.[782]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 397, /324
Senetler:
1. Ebu Bekir Abdullah b. Zübeyr el-Esedî (Abdullah b. Zübeyr b. Avvam)
2. Ümmü Abdullah Aişe bt. Ebu Bekir es-Sıddîk (Aişe bt. Abdullah b. Osman b. Âmir)
3. Avf b. Haris el-Ezdi (Avf b. Haris b. Tufeyl b. Sehbere)
4. Ebu Bekir Muhammed b. Şihab ez-Zührî (Muhammed b. Müslim b. Ubeydullah b. Abdullah b. Şihab)
5. Abdurrahman b. Halid el-Fehmi (Abdurrahman b. Halid b. Müsafir)
6. Ebu Haris Leys b. Sa'd el-Fehmî (Leys b. Sa'd b. Abdurrahman)
7. Ebu Salih Abdullah b. Salih el-Cüheni (Abdullah b. Salih b. Muhammed b. Müslim)
Konular:
Adak, gücünün yetmeyeceği şeyi adamak
Dargınlık, Küsmek, caiz olmaması, üç günden fazla
Hz. Peygamber, hanımları, Hz. Aişe
Toplumsal Barış, kavgalı ve küskünleri barıştırmak, barışmak
Toplumsal barış, problemi insanları bir noktada buluşturarak çözmek
حدثنا عمر بن حفص قال حدثنا أبى قال حدثنا الأعمش قال سمعت شقيقا يقول قال عبد الله : قسم النبي صلى الله عليه وسلم قسمة كبعض ما كان يقسم فقال رجل من الأنصار والله انها لقسمة ما أريد بها وجه الله عز وجل قلت أنا لأقولن للنبي صلى الله عليه وسلم فأتيته وهو في أصحابه فساررته فشق ذلك عليه صلى الله عليه وسلم وتغير وجهه وغضب حتى وددت أنى لم أكن أخبرته ثم قال قد أوذي موسى بأكثر من ذلك فصبر
Öneri Formu
Hadis Id, No:
164396, EM000390
Hadis:
حدثنا عمر بن حفص قال حدثنا أبى قال حدثنا الأعمش قال سمعت شقيقا يقول قال عبد الله : قسم النبي صلى الله عليه وسلم قسمة كبعض ما كان يقسم فقال رجل من الأنصار والله انها لقسمة ما أريد بها وجه الله عز وجل قلت أنا لأقولن للنبي صلى الله عليه وسلم فأتيته وهو في أصحابه فساررته فشق ذلك عليه صلى الله عليه وسلم وتغير وجهه وغضب حتى وددت أنى لم أكن أخبرته ثم قال قد أوذي موسى بأكثر من ذلك فصبر
Tercemesi:
— Abdullah (İbni Mes'ud) şöyle demiştir:
— Peygamber (Salîallahü Aleyhi ve Sellem), daha önce ettiği ganimet taksimi gibi, bir taksim yaptı. Bunun üzerine Ensar'dan bir adam dedi ki, Allah'a yemin ederim! Bu bir taksimdir ki, Aziz ve Celü olan Allah'ın rızası bununla murad edilmemiştir. Ben, (o adama) :
— Muhakkak Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'e söyleyeceğim (senin dil uzatmam), dedim. Böylece Peygamber'e gittim, o ashabı ile bulunuyordu. Ona gizlice söyledim. Bu verdiğim haber ona çok ağır geldi ve yüzü değişti, hiddetlendi. Hatta ona haber vermemiş olaydım diye arzu ettim. Sonra Peygamber şöyle buyurdu:
«— Gerçekten Musa, bundan daha büyük musibete eziyet edildi de sabrefC»[766]
Hadîs-i şerîfte üç mühim nokta mevcuttur:
Birincisi; ashab-ı kiram içinde nifak sahibi kimselerin bulunduğu;
İkincisi; bir kimsenin kötü hareketini haber vermenin cevazı;
Üçüncüsü de Peygamberin eziyete katlanıp sabretmesi d ir.
1— Peygamberin söz ve hareketlerine, insanlar arasındaki muamelâtına rıza göstermemek nifak alâmetidir ve imansızlıktır. Böyle bir harekete tevessül eden İslâm kardeşliği ve birliği arasında büyük bir fesada yol açmış olur. Böyle bir suç 6a bağışlanmaz. Bu gibi davranışlar en zararlı ve tehlikeli hallerdir. Her devirde böyle hareketlere rastlandığı gibi, Peygamber Efendimizin devrinde de bunlara tesadüf edilmişiir. En büyük eziyetler de bunlardan dolayı çekilmiştir.
2— Abdullah İbni Mes'ud, Peygamber'e kötü zan beslemenin ne kadar büyük bir fesad taşıdığını idrak ettiğinden adamın bu sözünü saklamayıp hemen Peygamber'e haber vermiştir. Çünkü bir şeyi haber verip vermemekte neticenin fayda ve zararlarını Abdullah ibni Mes'ud çok iyi bildiğinden sağlam yolu tutmuş ve böyle yapmıştır. Cemiyete sirayet etmeyen şahsî kabahat ve günahlar böyle ifşa edilmez. Bunların gizli tutulması gerekir. Hz. Peygamber'in, İbni Mes'ud'un hareketini nahoş karştlomayışı da, böyle ihbarların cevazına delil teşkil etmektedir. Hiddetlenmeleri İbni Mes'ud'a değii, kötü zan besleyene oîmuşiur.
3— Belâ ve meşakkatlerin en büyüğü peygamberlere, Allah'ın velilerine derece sırasına göre geldiğine dair hadîs-i şerif varid olduğu cihetle, burada Hz. Peygamber'e isnad edilen üzücü söze karşı sabretmişler ve H:. Musa'nın bundan daha çok eziyete duçar olup, ona sabrettiğini ifade buyurm uslardır.
Halbuki Hz. E n e s 'den rivayet edilen diğer bir hadîs-i şerîfte:
«— Ben Allah yolunda hiç kimsenin eziyet edilmediği şeyle eziyet edildim.»
Buyurulmuştur. Her iki hadîs-i şerîf arasmda bir tearuz görülüyorsa da, şu şekilde muvafakat belirtilmektedir: Nitelik bakımından, yani eziyetin keyfiyet yönü itibariyle şiddeti Hz. Peygamberimize olmuş, sayı ve tehrar bakımından da fazla eziyet Hz. Musa'ya karşı olmuştur. Bu manâ İtibariyle hadîs-i şerifler arasındaki zahiri çatışma kaikmış oluyor. Eziyetlere katlanıp sabretmenin hem manevî mükâfatı var, hem de muvaffakiyete vesile oluşu var.[767]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 390, /319
Senetler:
()
Konular:
Ganimet, Hz. Peygamber'in taksimi
Hz. Peygamber, kızması
Hz. Peygamber, sabrı
Hz. Peygamber, sahabe ile ilişkisi
Hz. Peygamber, sahabeyle iletişimi
Peygamberler, Hz. Musa ve Ailesi
Sahabe, Hz. Peygamber'e itiraz, verdiği bir karara
حدثنا صدقة قال حدثنا أبو معاوية عن الأعمش عن عمرو بن مرة عن سالم بن أبى الجعد عن أم الدرداء عن أبى الدرداء عن النبي صلى الله عليه وسلم قال : ألا أنبئكم بدرجة أفضل من الصلاة والصيام والصدقة قالوا بلى قال صلاح ذات البين وفساد ذات البين هي الحالقة
Öneri Formu
Hadis Id, No:
164397, EM000391
Hadis:
حدثنا صدقة قال حدثنا أبو معاوية عن الأعمش عن عمرو بن مرة عن سالم بن أبى الجعد عن أم الدرداء عن أبى الدرداء عن النبي صلى الله عليه وسلم قال : ألا أنبئكم بدرجة أفضل من الصلاة والصيام والصدقة قالوا بلى قال صلاح ذات البين وفساد ذات البين هي الحالقة
Tercemesi:
— Ebu'd-Derdâ, Peygamber (Sallallahü Aleyhi ve Sellem) 'den rivayet ettiğine göre, Hazreti Peygamber şöyle buyurmuştur:
«— Size namazdan, oruçtan ve sadakadan daha faziletli bir dereceyi haber vereyim mi?»
Ashab:
— Evet, dediler. Peygamber buyurdu ki:
«— Dargınların arasını düzeltmektir. İnsanların arasını bozmak ise, o kökü kazıtandır.»[768]
Müslümanlar arasında sevgi ve muhabbet duygularını geliştirmek ve onları birbirine yaklaştırmak, aralarında ünsiyet teşkil etmek, dargın olanların dargınlıklarını gidererek aralarını bulmak ve birbirlerine bağlamak, hadîs-i şerifte buyurulduğu gibi, namaz, oruç ve sadaka ibadetlerinden daha faziletlidir. Bazı âlimler, nafile ibadetlerden daha faziletlidir yolunda açıklama yapmışlarsa da, mutlak manâya hamledilmesi de mümkün görülmüştür. Çünkü birçok dargınlıklar ve kinler, insanları kan dökmeye ve iç savaşlara götürmüştür. Bu fesad ve bozuk ahvale enge! olacak düzeltmeler ve barıştırmalar şüphesiz ki, çok büyük fazilet taşırlar Bir işin vukuu halinde meydana gelecek felâketlerin zararı ne kadar büyük ise, bu gibi felâketleri önlemenin de sevabı ve fazileti o nispette büyük olur. Bu bakımdan cemiyetin ve İslâm'ın kıyam ve idamesi için birlik ve sevgi, ferdler arasında şarttır. Bunu temine çalışmanın ve bu uğurda gayret sarfetmenin faziletini her Müslüman İdrak etmelidir. Bu da ancak İslâm'ı öğrenmek ve Peygamberimizin ahlâkını tanımakla mümkün olur. Sırf kendini düşünüp bir kenarda namaz, oruç ve sadaka İle uğraşanın kazanacağı sevaptan çok, insanlar arasında sevgi ve muhabbet bağlarını kuran ve dargınları barıştıran sevap alır. Bunu yaparken de diğer farz ibadetlerini terk etmiş olmaması şarttır.[769]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 391, /321
Senetler:
()
Konular:
Fitne, insanların arasını bozmak her şeyi kökünden kazır
Toplumsal Barış, kavgalı ve küskünleri barıştırmak, barışmak
Toplumsal barış, problemi insanları bir noktada buluşturarak çözmek
حدثنا موسى قال حدثنا عباد بن العوام قال أخبرنا سفيان بن الحسين عن الحكم عن مجاهد عن بن عباس : اتقوا الله وأصلحوا ذات بينكم قال هذا تحريج من الله على المؤمنين أن يتقوا الله وأن يصلحوا ذات بينهم
Öneri Formu
Hadis Id, No:
164398, EM000392
Hadis:
حدثنا موسى قال حدثنا عباد بن العوام قال أخبرنا سفيان بن الحسين عن الحكم عن مجاهد عن بن عباس : اتقوا الله وأصلحوا ذات بينكم قال هذا تحريج من الله على المؤمنين أن يتقوا الله وأن يصلحوا ذات بينهم
Tercemesi:
392— (96-s.) İbni Abbas'dan rivayet edildiğine göre :
«— Allah'dan korkun ve aralarınızdaki dargınlıkları düzeltin.» (En-fal Sûresinin birinci âyetinin) tefsirinde şöyle demiştir:
«— Bu âyet-i kerîme, müminler Allah'dan korksun (emirlerine bağlanıp yasaklarından sakınsın) ve aralarındaki dargınlıkları düzeltsin diye Allah'dan müminlere karşı bir tazyiktir, müminler için başka kurtuluş çaresi olmadığını bir beyandır.»[770]
Kitabın başlarında 58 sayılı hadîs-i şerif münasebeti ile takva konusu açıklanmış olduğundan, burada tekrar edilmesine lüzum görülmemiştir. Bilgi için oraya müracaat edilsin. Dargınların ve insanların arasını düzeltmekle ilgili açıklama da bundan önce verilmiştir.[771]
Açıklama:
Yazar, Kitap, Bölüm:
Buhârî, el-Edebü'l-Müfred, 392, /322
Senetler:
()
Konular:
Takva, ulaşmanın yolları
Toplumsal Barış, kavgalı ve küskünleri barıştırmak, barışmak
Toplumsal barış, problemi insanları bir noktada buluşturarak çözmek