Giriş

Bize Ebu Yemân Hakem b. Nâfi', ona Şuayb, ona ez-Zührî, ona Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud, ona Abdullah b. Abbas, ona da Ebu Süfyân b. Harb şöyle söylemiştir: Ebu Süfyân ve Kureyş kafirleri ile Rasulullah'ın (sav) Hudeybiye antlaşmasını imzaladığı ateşkes süresi içinde ticaret için Şam'a giden bir Kureyş kafilesi, (Rum Kayseri) Herakleios tarafından davet edilmişti. Ebu Sufyân ile arkadaşları Herakleios'un yanına geldiler. O zaman Herakleios ile bürokratları İliya/Kudüs'teymiş. Roma yöneticileri yanında iken Kayser Herakleios bunları meclisine çağırdı. Ardından mütercim getirilmesini emretti. Sonra da şöyle dedi: 'Peygamber'im diyen bu kişiye soyca en yakın olan hanginizdir?' Ebu Sufyân 'Soyca en yakınları benim' dedi. Bunun üzerine Herakleios: 'Onu yanıma getiriniz. Arkadaşlarını da yakına getiriniz, Onlar onun arkasında dursunlar.' Herakleios sonra çevirmene dönüp: 'Bunlara söyle. Ben bu kişi hakkında (Hz. Peygamber) hakkında bazı sorular soracağım. Bana yalan söylerse onu yalanlasınlar.' Ebu Sufyân olayı şöyle anlatıyor. 'Vallahi arkadaşlarımın yalan söylediğimi ötede beride söylemelerinden çekinmeseydim, Hz Peygamber'le ilgi yalan ithamlarda bulunacaktım. Herakleios'un Ebu Süfyan'a ilk sorusu şuydu: 'Sizin içinizde soyu nasıldır?' Ebu Sufyân:'O'nun soyu pek büyüktür' Herakleios: 'Bu sözü ondan önce söylemiş (ondan önce Pey­gamberlik iddiasında bulunmuş) hiçbir kimse var mıydı?' Ebu Sufyân: 'Yoktu.' Herakleios: 'Babaları içinde hiç bir kral var mıydı?' Ebu Sufyân: 'Hayır.' Herakleios: 'Ona tabi olanlar halkın şereflileri mi, yoksa zayıfları mıdır?' Ebu Sufyân:'Halkın zayıflarıdır.' Herakleios: 'O'na tabi olanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu?' Ebu Sufyân:'Artıyor.' Herakleios: 'İçlerinde O'nun dinine girdikten sonra beğenmeyip dininden dönenler var mı?' Ebu Sufyân: 'Yok.' Herakleios: 'Şu dediğini demeden (dine davet etmeden önce) hiç onu yalan söylemekle suçlamış mıydınız?' Ebu Sufyân: 'Hayır.' Heraclius: 'Hiç sözünden caydığı oldu mu?' Ebu Sufyân: 'Hayır sözünden caymazdı, ancak biz şimdi onunla belirli bir süre ateşkes yaptık. Bu süre içinde ne yapacağını bilmiyoruz.' Ebu Süfyan şöyle ekliyor: 'O'nunla ilgili olumsuz bir söz olarak ancak bu suizannımı konuşmama sokuşturabildim.' Herakleios: 'O'nunla hiç savaştınız mı?' Ebu Sufyân:'Evet.' Herakleios: 'Savaş nasıl sonuçlandı?' Ebu Sufyân:'Savaşın sonucu talih ne gösterirse o oluyor. Bazen o bize zarar verir, bazen biz ona zarar veririz.' Herakleios: 'Size ne emrediyor?' Ebu Sufyân: Bize, "Yalnız Allah'a ibadet ediniz, hiçbir şeyi O'na ortak et­meyiniz. Atalarınızın inanıp söyleyegeldikleri şeyleri terk ediniz" di­yor. Bize, "Namazı, doğruluğu, ahlaklı olmayı emrediyor." Bunun üzerine Herakleios tercümana dedi ki: Ona söyle 'soyunu sordum, soylu biri olduğu­nu söyledi. Peygamberler de zaten kavimlerinin soylularından olurlar. İçinizden bu sözü O'ndan evvel söylemiş hiçbir kimse var mıydı diye sordum; hayır dedi. O'ndan evvel bu sözü söylemiş bir kimse olsaydı, bu da kendisinden önce söylenmiş bir söze tabi olmuş bir kimsedir, diyebilirdim. Babaları içinde hiçbir hükümdar gelmiş mi diye sordum; hayır de­di. Babaları içinden bir hükümdar olsaydı, bu da babasının krallığını geri almaya çalışan bir kimsedir diye hükmederdim. Bu iddiasına kalkışmadan önce O'nun bir yalanını bulmuş muydunuz di­ye sordum; hayır dedi. Ben ise biliyorum ki halka karşı yalan söylememişken (sonradan) Allah'a karşı yalan söylemeye cüret edemezdi. O'na tabi olanlar halkın eş­rafı mı, yoksa zayıfları mı diye sordum. O'na tabi olanların insanların zayıfları olduğunu söyledi. Peygamberlere tabi olanlar da zaten bunlardır. O'na uyanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu diye sordum; artıyorlar dedi. Toplumların inanma süreci böyle olur. İçle­rinde O'nun dinine girdikten sonra beğenmediği için dinin­den dönen var mıdır diye sordum; hayır dedi. İmanın gerektirdiği inşirâh kalplere karışıp kökleşinceye kadar böyle olur. Hiç ahde vefasızlık eder mi diye sordum; hayır dedi. Peygamberler de böyle­dir; sözlerinden caymazlar. Size ne emrediyor diye sordum. Yalnız Allah'a ibadet edip, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamayı emrettiğini, putla­ra ibadetten alıkoyduğunu, namaz ile doğruluk ve ahlaklı olmayı emrettiğini söyledi. Eğer bu dedikleri doğru ise, şu ayaklarımın bastığı yerlerin yakında sahibi o olacaktır. Ben bu Peygamber'in geleceğinden haberdardım. Fakat sizden olacağı aklımın ucundan geçmedi. O'nun yanına varabileceğimi bilsem, O'nunla buluş­mak için her türlü zahmete katlanırdım. Yanında olsaydım ayaklarını yıkardım! Ondan sonra Herakleios, Dihye'nin elçiliği ile Busrâ valisine gönderilen (ve onun tarafından Kayser'e ulaştırılan) Peygamber'in mektubunu istedi. Görevli mektubu Herakleios'a verdi; Herakleios mektubu oku­du. Mektupta şunlar yazılmıştı: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed'ten Romanın büyüğü Herakleios'a. Hidayete tabi olanlara selam olsun. Seni İslam'a davet ediyorum. İslam'a gir ki selamette kalasın ve Allah ödülünü iki kat versin. Eğer kabul etmezsen çiftçilerin günahı senin boynuna­dır. Ey kitap ehli, hepiniz bizimle sizin aranızda eşit olan bir kelime­ye gelin: Allah'tan başkasına tapmayalım, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım, Allah'ı bırakıp da birbirimizi tanrılaştırmayalım. 'Eğer yüz çevirirlerse, deyiniz ki: Şahit olun, biz Müslümanlarız' (Âli İmrân: 3/64)." Ebu Sufyân şöyle devam etti: 'Herakleios diyeceğini dedikten ve mektubu okuduktan sonra yanında homurdanmalar başladı, sesler yükseldi. Biz de yanından çıkarıldık. (Arkadaşlarımla yalnız kalınca) Onlara de­dim ki: İbn Ebu Kebşe'nin (Peygamber'in) nüfuzu artıyor. Beni Asfar kralı O'ndan korkuyor. Bu gidişle İslam'ın önünde hiç bir şey duramayacak. Ebu Süfyân da Müslüman oldu derlerse şaşmayın.' Herakleios'un İliyâ (Beytu'l-Makdis) yöneticisi olan İbn Nâtûr aynı zamanda Şam Hıristiyanlarının da piskoposuydu. Bu piskopos Herakleios'la ilgili şu anekdotu anlatmıştır: Hırakl bir defasında Beytü'l-Makdis'e geldiğinde pek sıkıntılı görünüyordu. Kimi patrikler ona: 'Durumunuzdan endişeleniyoruz' dediler. İbn Nâtûr anlatımına şöyle devam etti: Herakleios yıldızlara bakan, kahinliğe aşina bir kimseydi. Bu soruya muhatap olunca, onlara: Bu gece yıldızlara baktığımda Hitan Meliki'ni zuhur etmiş gördüm. Bu ümmet içinde sünnet olan­lar kimlerdir? diye sordu. Yahudiler'den başka sünnet olan yoktur; onlardan da sakın endişe etme. Memleketinin şehirlerine yaz, oralar­daki Yahudiler'i öldürsünler, dediler. Derken Herakleios'un huzuruna Gassân Meliki tarafından Rasulullah'a dair haber ulaştırmakla görevli olarak gönderilmiş bir adam getirildi. Herakleios o adamdan haberi alınca: Gidin de bu adam sünnetli midir, değil midir, bakın, dedi. Baktılar ve sünnetli olduğunu bildirdiler. Sonra gelen adama Arap kavmi sünnetli midir? diye sordu. Sünnet olurlar cevabını aldı. Bu­nun üzerine Herakleios: Bu ümmetin meliki işte zuhur etmiştir, dedi. On­dan sonra Herakleios, Roma'da ilimce kendi benzeri olan bir dostuna mektup yazıp Hımıs'a gitti. Hımıs'tan ayrılmadan o dostundan, Pey­gamber'in zuhur ettiği ve bunun bir peygamber olduğu hakkındaki görüşüne muvafık bir mektup geldi. Ardından Herakleios, Hımıs'da bulunan bir kasrına Rum büyüklerini davet ederek kapıların kapan­masını emretti. Sonra yüksek bir yere çıkıp: 'Ey Rum topluluğu! Bu peygambere biat edip de felah ve rüş­te nail olmayı istemez misiniz?' diye hitap etti. Bunun üzerine o topluluk, yaban eşekleri gibi hızlıca kapılara doğru kaçıştılar ama kapıları kilitli buldular. Herakleios, bu derece nefretlerini görüp imana girmelerinden ümitsiz olunca: 'Bunları geri çevirin, diye emretti ve (onlara dönüp): Deminki sözlerimi dininize olan sıkı bağlılığınızı öğrenmek için söyledim, bunu da gözlerimle gördüm' dedi. Bu söz üzerine oradakiler bundan memnun olduklarını söyleyip, kendisine saygı göstergesi olarak secde ettiler. Herakleios hakkındaki haberin sonu da bundan ibarettir. Bu hadisi Salih b. Keysan, Yunus ve Ma'mer de ez-Zuhrî'den ri­vayet etmişlerdir.


Açıklama: Rivayet muallaktır; Buhari ile Salih b. Keysan arasında inkita vardır.

    Öneri Formu
278005 B000007-2 Buhari, Bedü'l-vahy, 1

Bize Ebu Yemân Hakem b. Nâfi', ona Şuayb, ona ez-Zührî, ona Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud, ona Abdullah b. Abbas, ona da Ebu Süfyân b. Harb şöyle söylemiştir: Ebu Süfyân ve Kureyş kafirleri ile Rasulullah'ın (sav) Hudeybiye antlaşmasını imzaladığı ateşkes süresi içinde ticaret için Şam'a giden bir Kureyş kafilesi, (Rum Kayseri) Herakleios tarafından davet edilmişti. Ebu Sufyân ile arkadaşları Herakleios'un yanına geldiler. O zaman Herakleios ile bürokratları İliya/Kudüs'teymiş. Roma yöneticileri yanında iken Kayser Herakleios bunları meclisine çağırdı. Ardından mütercim getirilmesini emretti. Sonra da şöyle dedi: 'Peygamber'im diyen bu kişiye soyca en yakın olan hanginizdir?' Ebu Sufyân 'Soyca en yakınları benim' dedi. Bunun üzerine Herakleios: 'Onu yanıma getiriniz. Arkadaşlarını da yakına getiriniz, Onlar onun arkasında dursunlar.' Herakleios sonra çevirmene dönüp: 'Bunlara söyle. Ben bu kişi hakkında (Hz. Peygamber) hakkında bazı sorular soracağım. Bana yalan söylerse onu yalanlasınlar.' Ebu Sufyân olayı şöyle anlatıyor. 'Vallahi arkadaşlarımın yalan söylediğimi ötede beride söylemelerinden çekinmeseydim, Hz Peygamber'le ilgi yalan ithamlarda bulunacaktım. Herakleios'un Ebu Süfyan'a ilk sorusu şuydu: 'Sizin içinizde soyu nasıldır?' Ebu Sufyân:'O'nun soyu pek büyüktür' Herakleios: 'Bu sözü ondan önce söylemiş (ondan önce Pey­gamberlik iddiasında bulunmuş) hiçbir kimse var mıydı?' Ebu Sufyân: 'Yoktu.' Herakleios: 'Babaları içinde hiç bir kral var mıydı?' Ebu Sufyân: 'Hayır.' Herakleios: 'Ona tabi olanlar halkın şereflileri mi, yoksa zayıfları mıdır?' Ebu Sufyân:'Halkın zayıflarıdır.' Herakleios: 'O'na tabi olanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu?' Ebu Sufyân:'Artıyor.' Herakleios: 'İçlerinde O'nun dinine girdikten sonra beğenmeyip dininden dönenler var mı?' Ebu Sufyân: 'Yok.' Herakleios: 'Şu dediğini demeden (dine davet etmeden önce) hiç onu yalan söylemekle suçlamış mıydınız?' Ebu Sufyân: 'Hayır.' Heraclius: 'Hiç sözünden caydığı oldu mu?' Ebu Sufyân: 'Hayır sözünden caymazdı, ancak biz şimdi onunla belirli bir süre ateşkes yaptık. Bu süre içinde ne yapacağını bilmiyoruz.' Ebu Süfyan şöyle ekliyor: 'O'nunla ilgili olumsuz bir söz olarak ancak bu suizannımı konuşmama sokuşturabildim.' Herakleios: 'O'nunla hiç savaştınız mı?' Ebu Sufyân:'Evet.' Herakleios: 'Savaş nasıl sonuçlandı?' Ebu Sufyân:'Savaşın sonucu talih ne gösterirse o oluyor. Bazen o bize zarar verir, bazen biz ona zarar veririz.' Herakleios: 'Size ne emrediyor?' Ebu Sufyân: Bize, "Yalnız Allah'a ibadet ediniz, hiçbir şeyi O'na ortak et­meyiniz. Atalarınızın inanıp söyleyegeldikleri şeyleri terk ediniz" di­yor. Bize, "Namazı, doğruluğu, ahlaklı olmayı emrediyor." Bunun üzerine Herakleios tercümana dedi ki: Ona söyle 'soyunu sordum, soylu biri olduğu­nu söyledi. Peygamberler de zaten kavimlerinin soylularından olurlar. İçinizden bu sözü O'ndan evvel söylemiş hiçbir kimse var mıydı diye sordum; hayır dedi. O'ndan evvel bu sözü söylemiş bir kimse olsaydı, bu da kendisinden önce söylenmiş bir söze tabi olmuş bir kimsedir, diyebilirdim. Babaları içinde hiçbir hükümdar gelmiş mi diye sordum; hayır de­di. Babaları içinden bir hükümdar olsaydı, bu da babasının krallığını geri almaya çalışan bir kimsedir diye hükmederdim. Bu iddiasına kalkışmadan önce O'nun bir yalanını bulmuş muydunuz di­ye sordum; hayır dedi. Ben ise biliyorum ki halka karşı yalan söylememişken (sonradan) Allah'a karşı yalan söylemeye cüret edemezdi. O'na tabi olanlar halkın eş­rafı mı, yoksa zayıfları mı diye sordum. O'na tabi olanların insanların zayıfları olduğunu söyledi. Peygamberlere tabi olanlar da zaten bunlardır. O'na uyanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu diye sordum; artıyorlar dedi. Toplumların inanma süreci böyle olur. İçle­rinde O'nun dinine girdikten sonra beğenmediği için dinin­den dönen var mıdır diye sordum; hayır dedi. İmanın gerektirdiği inşirâh kalplere karışıp kökleşinceye kadar böyle olur. Hiç ahde vefasızlık eder mi diye sordum; hayır dedi. Peygamberler de böyle­dir; sözlerinden caymazlar. Size ne emrediyor diye sordum. Yalnız Allah'a ibadet edip, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamayı emrettiğini, putla­ra ibadetten alıkoyduğunu, namaz ile doğruluk ve ahlaklı olmayı emrettiğini söyledi. Eğer bu dedikleri doğru ise, şu ayaklarımın bastığı yerlerin yakında sahibi o olacaktır. Ben bu Peygamber'in geleceğinden haberdardım. Fakat sizden olacağı aklımın ucundan geçmedi. O'nun yanına varabileceğimi bilsem, O'nunla buluş­mak için her türlü zahmete katlanırdım. Yanında olsaydım ayaklarını yıkardım! Ondan sonra Herakleios, Dihye'nin elçiliği ile Busrâ valisine gönderilen (ve onun tarafından Kayser'e ulaştırılan) Peygamber'in mektubunu istedi. Görevli mektubu Herakleios'a verdi; Herakleios mektubu oku­du. Mektupta şunlar yazılmıştı: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed'ten Romanın büyüğü Herakleios'a. Hidayete tabi olanlara selam olsun. Seni İslam'a davet ediyorum. İslam'a gir ki selamette kalasın ve Allah ödülünü iki kat versin. Eğer kabul etmezsen çiftçilerin günahı senin boynuna­dır. Ey kitap ehli, hepiniz bizimle sizin aranızda eşit olan bir kelime­ye gelin: Allah'tan başkasına tapmayalım, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım, Allah'ı bırakıp da birbirimizi tanrılaştırmayalım. 'Eğer yüz çevirirlerse, deyiniz ki: Şahit olun, biz Müslümanlarız' (Âli İmrân: 3/64)." Ebu Sufyân şöyle devam etti: 'Herakleios diyeceğini dedikten ve mektubu okuduktan sonra yanında homurdanmalar başladı, sesler yükseldi. Biz de yanından çıkarıldık. (Arkadaşlarımla yalnız kalınca) Onlara de­dim ki: İbn Ebu Kebşe'nin (Peygamber'in) nüfuzu artıyor. Beni Asfar kralı O'ndan korkuyor. Bu gidişle İslam'ın önünde hiç bir şey duramayacak. Ebu Süfyân da Müslüman oldu derlerse şaşmayın.' Herakleios'un İliyâ (Beytu'l-Makdis) yöneticisi olan İbn Nâtûr aynı zamanda Şam Hıristiyanlarının da piskoposuydu. Bu piskopos Herakleios'la ilgili şu anekdotu anlatmıştır: Hırakl bir defasında Beytü'l-Makdis'e geldiğinde pek sıkıntılı görünüyordu. Kimi patrikler ona: 'Durumunuzdan endişeleniyoruz' dediler. İbn Nâtûr anlatımına şöyle devam etti: Herakleios yıldızlara bakan, kahinliğe aşina bir kimseydi. Bu soruya muhatap olunca, onlara: Bu gece yıldızlara baktığımda Hitan Meliki'ni zuhur etmiş gördüm. Bu ümmet içinde sünnet olan­lar kimlerdir? diye sordu. Yahudiler'den başka sünnet olan yoktur; onlardan da sakın endişe etme. Memleketinin şehirlerine yaz, oralar­daki Yahudiler'i öldürsünler, dediler. Derken Herakleios'un huzuruna Gassân Meliki tarafından Rasulullah'a dair haber ulaştırmakla görevli olarak gönderilmiş bir adam getirildi. Herakleios o adamdan haberi alınca: Gidin de bu adam sünnetli midir, değil midir, bakın, dedi. Baktılar ve sünnetli olduğunu bildirdiler. Sonra gelen adama Arap kavmi sünnetli midir? diye sordu. Sünnet olurlar cevabını aldı. Bu­nun üzerine Herakleios: Bu ümmetin meliki işte zuhur etmiştir, dedi. On­dan sonra Herakleios, Roma'da ilimce kendi benzeri olan bir dostuna mektup yazıp Hımıs'a gitti. Hımıs'tan ayrılmadan o dostundan, Pey­gamber'in zuhur ettiği ve bunun bir peygamber olduğu hakkındaki görüşüne muvafık bir mektup geldi. Ardından Herakleios, Hımıs'da bulunan bir kasrına Rum büyüklerini davet ederek kapıların kapan­masını emretti. Sonra yüksek bir yere çıkıp: 'Ey Rum topluluğu! Bu peygambere biat edip de felah ve rüş­te nail olmayı istemez misiniz?' diye hitap etti. Bunun üzerine o topluluk, yaban eşekleri gibi hızlıca kapılara doğru kaçıştılar ama kapıları kilitli buldular. Herakleios, bu derece nefretlerini görüp imana girmelerinden ümitsiz olunca: 'Bunları geri çevirin, diye emretti ve (onlara dönüp): Deminki sözlerimi dininize olan sıkı bağlılığınızı öğrenmek için söyledim, bunu da gözlerimle gördüm' dedi. Bu söz üzerine oradakiler bundan memnun olduklarını söyleyip, kendisine saygı göstergesi olarak secde ettiler. Herakleios hakkındaki haberin sonu da bundan ibarettir. Bu hadisi Salih b. Keysan, Yunus ve Ma'mer de ez-Zuhrî'den ri­vayet etmişlerdir.


Açıklama: Rivayet muallaktır; Buhari ile Yunus b. Yezid arasında inkita vardır.

    Öneri Formu
278006 B000007-3 Buhari, Bedü'l-vahy, 1

Bize Ebu Yemân Hakem b. Nâfi', ona Şuayb, ona ez-Zührî, ona Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe b. Mesud, ona Abdullah b. Abbas, ona da Ebu Süfyân b. Harb şöyle söylemiştir: Ebu Süfyân ve Kureyş kafirleri ile Rasulullah'ın (sav) Hudeybiye antlaşmasını imzaladığı ateşkes süresi içinde ticaret için Şam'a giden bir Kureyş kafilesi, (Rum Kayseri) Herakleios tarafından davet edilmişti. Ebu Sufyân ile arkadaşları Herakleios'un yanına geldiler. O zaman Herakleios ile bürokratları İliya/Kudüs'teymiş. Roma yöneticileri yanında iken Kayser Herakleios bunları meclisine çağırdı. Ardından mütercim getirilmesini emretti. Sonra da şöyle dedi: 'Peygamber'im diyen bu kişiye soyca en yakın olan hanginizdir?' Ebu Sufyân 'Soyca en yakınları benim' dedi. Bunun üzerine Herakleios: 'Onu yanıma getiriniz. Arkadaşlarını da yakına getiriniz, Onlar onun arkasında dursunlar.' Herakleios sonra çevirmene dönüp: 'Bunlara söyle. Ben bu kişi hakkında (Hz. Peygamber) hakkında bazı sorular soracağım. Bana yalan söylerse onu yalanlasınlar.' Ebu Sufyân olayı şöyle anlatıyor. 'Vallahi arkadaşlarımın yalan söylediğimi ötede beride söylemelerinden çekinmeseydim, Hz Peygamber'le ilgi yalan ithamlarda bulunacaktım. Herakleios'un Ebu Süfyan'a ilk sorusu şuydu: 'Sizin içinizde soyu nasıldır?' Ebu Sufyân:'O'nun soyu pek büyüktür' Herakleios: 'Bu sözü ondan önce söylemiş (ondan önce Pey­gamberlik iddiasında bulunmuş) hiçbir kimse var mıydı?' Ebu Sufyân: 'Yoktu.' Herakleios: 'Babaları içinde hiç bir kral var mıydı?' Ebu Sufyân: 'Hayır.' Herakleios: 'Ona tabi olanlar halkın şereflileri mi, yoksa zayıfları mıdır?' Ebu Sufyân:'Halkın zayıflarıdır.' Herakleios: 'O'na tabi olanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu?' Ebu Sufyân:'Artıyor.' Herakleios: 'İçlerinde O'nun dinine girdikten sonra beğenmeyip dininden dönenler var mı?' Ebu Sufyân: 'Yok.' Herakleios: 'Şu dediğini demeden (dine davet etmeden önce) hiç onu yalan söylemekle suçlamış mıydınız?' Ebu Sufyân: 'Hayır.' Heraclius: 'Hiç sözünden caydığı oldu mu?' Ebu Sufyân: 'Hayır sözünden caymazdı, ancak biz şimdi onunla belirli bir süre ateşkes yaptık. Bu süre içinde ne yapacağını bilmiyoruz.' Ebu Süfyan şöyle ekliyor: 'O'nunla ilgili olumsuz bir söz olarak ancak bu suizannımı konuşmama sokuşturabildim.' Herakleios: 'O'nunla hiç savaştınız mı?' Ebu Sufyân:'Evet.' Herakleios: 'Savaş nasıl sonuçlandı?' Ebu Sufyân:'Savaşın sonucu talih ne gösterirse o oluyor. Bazen o bize zarar verir, bazen biz ona zarar veririz.' Herakleios: 'Size ne emrediyor?' Ebu Sufyân: Bize, "Yalnız Allah'a ibadet ediniz, hiçbir şeyi O'na ortak et­meyiniz. Atalarınızın inanıp söyleyegeldikleri şeyleri terk ediniz" di­yor. Bize, "Namazı, doğruluğu, ahlaklı olmayı emrediyor." Bunun üzerine Herakleios tercümana dedi ki: Ona söyle 'soyunu sordum, soylu biri olduğu­nu söyledi. Peygamberler de zaten kavimlerinin soylularından olurlar. İçinizden bu sözü O'ndan evvel söylemiş hiçbir kimse var mıydı diye sordum; hayır dedi. O'ndan evvel bu sözü söylemiş bir kimse olsaydı, bu da kendisinden önce söylenmiş bir söze tabi olmuş bir kimsedir, diyebilirdim. Babaları içinde hiçbir hükümdar gelmiş mi diye sordum; hayır de­di. Babaları içinden bir hükümdar olsaydı, bu da babasının krallığını geri almaya çalışan bir kimsedir diye hükmederdim. Bu iddiasına kalkışmadan önce O'nun bir yalanını bulmuş muydunuz di­ye sordum; hayır dedi. Ben ise biliyorum ki halka karşı yalan söylememişken (sonradan) Allah'a karşı yalan söylemeye cüret edemezdi. O'na tabi olanlar halkın eş­rafı mı, yoksa zayıfları mı diye sordum. O'na tabi olanların insanların zayıfları olduğunu söyledi. Peygamberlere tabi olanlar da zaten bunlardır. O'na uyanlar artıyor mu, yoksa eksiliyor mu diye sordum; artıyorlar dedi. Toplumların inanma süreci böyle olur. İçle­rinde O'nun dinine girdikten sonra beğenmediği için dinin­den dönen var mıdır diye sordum; hayır dedi. İmanın gerektirdiği inşirâh kalplere karışıp kökleşinceye kadar böyle olur. Hiç ahde vefasızlık eder mi diye sordum; hayır dedi. Peygamberler de böyle­dir; sözlerinden caymazlar. Size ne emrediyor diye sordum. Yalnız Allah'a ibadet edip, O'na hiçbir şeyi ortak koşmamayı emrettiğini, putla­ra ibadetten alıkoyduğunu, namaz ile doğruluk ve ahlaklı olmayı emrettiğini söyledi. Eğer bu dedikleri doğru ise, şu ayaklarımın bastığı yerlerin yakında sahibi o olacaktır. Ben bu Peygamber'in geleceğinden haberdardım. Fakat sizden olacağı aklımın ucundan geçmedi. O'nun yanına varabileceğimi bilsem, O'nunla buluş­mak için her türlü zahmete katlanırdım. Yanında olsaydım ayaklarını yıkardım! Ondan sonra Herakleios, Dihye'nin elçiliği ile Busrâ valisine gönderilen (ve onun tarafından Kayser'e ulaştırılan) Peygamber'in mektubunu istedi. Görevli mektubu Herakleios'a verdi; Herakleios mektubu oku­du. Mektupta şunlar yazılmıştı: "Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla. Allah'ın kulu ve elçisi Muhammed'ten Romanın büyüğü Herakleios'a. Hidayete tabi olanlara selam olsun. Seni İslam'a davet ediyorum. İslam'a gir ki selamette kalasın ve Allah ödülünü iki kat versin. Eğer kabul etmezsen çiftçilerin günahı senin boynuna­dır. Ey kitap ehli, hepiniz bizimle sizin aranızda eşit olan bir kelime­ye gelin: Allah'tan başkasına tapmayalım, O'na hiçbir şeyi eş tutmayalım, Allah'ı bırakıp da birbirimizi tanrılaştırmayalım. 'Eğer yüz çevirirlerse, deyiniz ki: Şahit olun, biz Müslümanlarız' (Âli İmrân: 3/64)." Ebu Sufyân şöyle devam etti: 'Herakleios diyeceğini dedikten ve mektubu okuduktan sonra yanında homurdanmalar başladı, sesler yükseldi. Biz de yanından çıkarıldık. (Arkadaşlarımla yalnız kalınca) Onlara de­dim ki: İbn Ebu Kebşe'nin (Peygamber'in) nüfuzu artıyor. Beni Asfar kralı O'ndan korkuyor. Bu gidişle İslam'ın önünde hiç bir şey duramayacak. Ebu Süfyân da Müslüman oldu derlerse şaşmayın.' Herakleios'un İliyâ (Beytu'l-Makdis) yöneticisi olan İbn Nâtûr aynı zamanda Şam Hıristiyanlarının da piskoposuydu. Bu piskopos Herakleios'la ilgili şu anekdotu anlatmıştır: Hırakl bir defasında Beytü'l-Makdis'e geldiğinde pek sıkıntılı görünüyordu. Kimi patrikler ona: 'Durumunuzdan endişeleniyoruz' dediler. İbn Nâtûr anlatımına şöyle devam etti: Herakleios yıldızlara bakan, kahinliğe aşina bir kimseydi. Bu soruya muhatap olunca, onlara: Bu gece yıldızlara baktığımda Hitan Meliki'ni zuhur etmiş gördüm. Bu ümmet içinde sünnet olan­lar kimlerdir? diye sordu. Yahudiler'den başka sünnet olan yoktur; onlardan da sakın endişe etme. Memleketinin şehirlerine yaz, oralar­daki Yahudiler'i öldürsünler, dediler. Derken Herakleios'un huzuruna Gassân Meliki tarafından Rasulullah'a dair haber ulaştırmakla görevli olarak gönderilmiş bir adam getirildi. Herakleios o adamdan haberi alınca: Gidin de bu adam sünnetli midir, değil midir, bakın, dedi. Baktılar ve sünnetli olduğunu bildirdiler. Sonra gelen adama Arap kavmi sünnetli midir? diye sordu. Sünnet olurlar cevabını aldı. Bu­nun üzerine Herakleios: Bu ümmetin meliki işte zuhur etmiştir, dedi. On­dan sonra Herakleios, Roma'da ilimce kendi benzeri olan bir dostuna mektup yazıp Hımıs'a gitti. Hımıs'tan ayrılmadan o dostundan, Pey­gamber'in zuhur ettiği ve bunun bir peygamber olduğu hakkındaki görüşüne muvafık bir mektup geldi. Ardından Herakleios, Hımıs'da bulunan bir kasrına Rum büyüklerini davet ederek kapıların kapan­masını emretti. Sonra yüksek bir yere çıkıp: 'Ey Rum topluluğu! Bu peygambere biat edip de felah ve rüş­te nail olmayı istemez misiniz?' diye hitap etti. Bunun üzerine o topluluk, yaban eşekleri gibi hızlıca kapılara doğru kaçıştılar ama kapıları kilitli buldular. Herakleios, bu derece nefretlerini görüp imana girmelerinden ümitsiz olunca: 'Bunları geri çevirin, diye emretti ve (onlara dönüp): Deminki sözlerimi dininize olan sıkı bağlılığınızı öğrenmek için söyledim, bunu da gözlerimle gördüm' dedi. Bu söz üzerine oradakiler bundan memnun olduklarını söyleyip, kendisine saygı göstergesi olarak secde ettiler. Herakleios hakkındaki haberin sonu da bundan ibarettir. Bu hadisi Salih b. Keysan, Yunus ve Ma'mer de ez-Zuhrî'den ri­vayet etmişlerdir.


Açıklama: Rivayet muallaktır; Buhari ile Mamer b. Râşid arasında inkita vardır.

    Öneri Formu
278007 B000007-4 Buhari, Bedü'l-vahy, 1

Bize Muhammed b. Sabbah, ona Cerir; (T) Bize Ali b. Muhammed, ona Vekî;(T) Bize Ebu Küreyb, ona Ebu Muâviye, onların hepsine A'meş, ona Ebu Salih, ona da Ebu Ebu Saîd'in rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Ashabıma sövmeyin. Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, sizden biri Uhud (dağı) kadar altın infak etse, yine de onların yaptığı bir veya yarım ölçek (hayrın sevabına) ulaşamaz."


    Öneri Formu
8410 İM000161 İbn Mâce, Sunne, 11

Bize Ma'mer, ona Zuhrî, ona Urve b. Zübeyir, ona Hz. Âişe şöyle demiştir: "Hz. Peygamber'e gelen vahiy, başlangıçta, uykuda sadık rüya şeklindeydi. Gördüğü her rüya sabahın aydınlığı gibi apaçık olurdu. Ardından kendisine yalnızlık sevdirildi. O, Hira mağarasına çekilir, orada ailesine dönmeden birçok gece tehannüs -ibadet- ederdi. Bunun için de yanına azık alırdı. (Azığı bittikten) sonra Hatice'nin yanına döner, yine azık alırdı. (Hal böyle iken) kendisi Hira mağarasında bulunduğunda kendisine vahiy geldi. O'na melek geldi ve 'Oku' dedi. Hz. Peygamber (sav) 'Ben okuma bilmem' dedi. Hz. Peygamber der ki: (Melek) beni aldı, öyle bir sıktı ki takatim kesildi. Sonra beni bıraktı ve 'Oku' dedi. Ben ise 'Okuma bilmem' dedim. Beni yine aldı ve ikinci kez takatim kesilene kadar sıktı, ardından bıraktı ve 'Oku' dedi. Ben 'Okuma bilmem' dedim. Beni (bir daha) aldı ve takatim kesilene kadar üçüncü defa sıktı, sonra bıraktı. Bana, 'Yaratan Rabbinin adıyla oku. O, insanı alaktan yarattı. Oku, rabbin en cömert olandır. O, insana, kalemle bilmediğini öğretti' Alak, 95/1-5 dedi. Hz. Peygamber (sav) korkudan titreyerek döndü, Hatice'nin yanına girip 'Beni örtün, beni örtün' buyurdu. Korku hali ondan gidene kadar onu örttüler. Ardından o, Hatice'ye 'Ey Hatice, bana ne oluyor' diyerek başından geçenleri ona anlattı ve 'kendim için endişeleniyorum' buyurdu. Hatice ise O'na 'Asla, (bilakis) sevin! Vallahi, Allah seni asla rezil-rüsva etmez. Vallahi, sen, akrabalarınla ilgilenir, doğru konuşur, ihtiyaç sahiplerini gözetir, yoksula, mahruma kazandırır, misafiri ağırlar, Hak'tan gelen musibetlerde insanlara yardım edersin' dedi. Hatice onu alıp Varaka b. Nevfel b. Râşid b. Abdüluzzâ b. Kusayy'a götürdü. Varaka Hz. Hatice'nin amcasının oğlu olup Cahiliye devrinde Hristiyan olmuştu. Arapça yazı bilir ve Allah'ın imkan verdiği kadarıyla İncil'i Arapça yazardı. Oldukça yaşlı biriydi ve gözleri görmez olmuştu. Hatice ona 'Ey amca, bak kardeşinin oğlu ne diyor, bir dinle' dedi. Varaka b. Nevfel 'Ey kardeşimin oğlu ne görüyorsun?' diye sordu. Rasulullah da ona gördüklerini anlattı. Bunun üzerine Varaka 'Bu, Musa'ya (as) indirilen Nâmûs'tur. Keşke kavmin seni sürdüğünde genç olabilseydim!' dedi. Rasulullah (sav) 'Onlar beni sürecekler mi?' dedi. Varaka da 'Evet, senin getirdiğinin benzerini kim getirdiyse ona eziyet edilmiş, düşmanlık yapılmıştır, senin o gününe yetişirsem, her şeyimle sana yardım edeceğim' dedi. Sonra çok geçmeden Varaka vefat etti." "Bir müddet vahiy kesildi (fetret dönemi oldu). Bu (fetret devri), Allah Rasulü’nü (sav) çok üzdü. Bize ulaşan haberlere göre, bu üzüntü sebebiyle kendisini dağların zirvelerinden aşağı atmak istediği zamanlar oldu. Ne zaman bir dağın zirvesine çıksa, Cebrâil (as) kendisine görünerek 'Ey Muhammed! Sen Allah’ın Rasulüsün, hak üzere gönderildin' derdi. Bunun üzerine kalbi yatışır, içi sükûna kavuşur ve oradan geri dönerdi. Ama vahyin kesintisi uzayınca yine aynı şeyi yapmak ister, dağa çıktığında Cebrâil (as) tekrar görünür, aynı sözü söylerdi. Ma'mer der ki: Bana Zuhrî, ona Ebu Seleme b. Abdurrahman, ona da Câbir b. Abdullah'ın rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav), vahyin kesilme dönemini anlatırken şöyle buyurmuştur: Bir gün yürüyordum. Gökten bir ses duydum. Başımı kaldırdım. Hira’da bana gelen meleği, gökle yer arasında bir kürsü üzerinde otururken gördüm. Onu görünce korkudan sarsıldım. Hemen eve dönüp 'Beni örtün, beni örtün, beni sarın, beni sarın' dedim. Bunun üzerine Yüce Allah 'Ey bürünen! Kalk ve uyar. Rabbini tekbir et. Elbiseni temiz tut. Pislikten (putlardan) uzak dur.' [Müddessir, 74/1–5] Bu ayetler, namaz farz kılınmadan önce inmiş olup ayette geçen “الرُّجْزَ” kelimesinden maksat putlardır. Ma‘mer der ki: Zuhrî bana şöyle haber vermiştir: Hatice (r.anha) vefat ettiğinde Rasulullah (sav) 'Cennette, Hatice için, inciden yapılmış bir köşk gördüm, içinde ne gürültü vardır ne de yorgunluk.' buyurmuştur. Bize ulaşana göre, Rasulullah’a (sav) Varaka b. Nevfel hakkında soruldu, Hz. Peygamber (sav) de 'Onu rüyada gördüm, üzerinde beyaz elbiseler vardı. Zannederim, eğer cehennemlik olsaydı onun üzerinde beyazlık görmezdim' buyurdu. Sonra Rasulullah (sav), insanları gizli ve açık olarak İslam’a, putları terk etmeye davet etmeye başladı." "Ma'mer der ki: Bana Katâde, ona Hasan ve başkaları şöyle haber vermiştir: İlk iman eden, 15 ya da 16 yaşında olan Ali b. Ebu Tâlib’tir (ra). (Ma'mer) der ki: Bana Osman el-Cezerî, ona Miksam, ona da İbn Abbâs 'Ali, İslam’ı ilk kabul eden kişidir' demiştir. Ben bunu Zuhrî’ye sordum, bana 'Biz, Zeyd b. Hârise’den önce kimsenin Müslüman olduğunu bilmiyoruz' dedi ve şöyle devam etti: Allah dilediği gençlerden ve toplumun zayıf kesiminden bir grup İslam’a girdi. Onların sayısı arttı. Kureyş’in kâfirleri ise onun söylediklerini inkâr ettiler. Kendi meclislerinde yanından geçerken ona işaret ederek 'Abdülmuttalib’in bu genci gökten konuşulduğunu iddia ediyor' derlerdi. Ma'mer der ki: Zuhrî şöyle demiştir: Kavminin ileri gelenlerinden yalnızca iki kişi iman etmişti: Ebu Bekir ve Ömer (r.anhuma). Ömer ise başlangıçta Rasulullah’a (sav) ve müminlere karşı çok aşırı düşmandı. Bunun üzerine Nebî (sav) 'Allah’ım! Dinini Ömer b. Hattâb ile güçlendir' diye dua etti. Hz. Ömer'den önce birçok kimse Müslüman olmuştu. Hz. Ömer’in İslam’a girişi başlangıçta şöyle olmuştur: Kız kardeşi Ümmü Cemîl bt. Hattâb’ın Müslüman olduğu ve yanında gizlice okuduğu bir kürek kemiği (yazılı sahife) bulunduğu haberi Hz. Ömer'e ulaştı. Ayrıca Hz. Ömer’in yediği leşten (putlara sunulmuş kurban etinden), kız kardeşinin yemediği söylendi. Bunun üzerine Ömer kız kardeşinin evine girdi ve 'Yanında bana haber verilen o kemik nedir? Onda, İbn Ebî Kebşe’nin (yani Resûlullah’ın) söylediklerini mi okuyorsun?' dedi. Kız kardeşi 'Yanımda öyle bir şey yok' dedi. Bunun üzerine Ömer, onu tokatladı veya dövdü. Sonra evin içinde o kemiği aradı, bulunca da 'Bana, senin yediğim yemekten yemediğin söylendi' dedi. Ardından o kemikle kız kardeşine vurdu ve başını iki yerinden yardı. Sonra kemiği aldı ve birine okuması için götürdü. Çünkü Ömer yazı bilmezdi. O kişi ona okudu. Ömer Kur'an'ı dinleyince kalbi harekete geçti, İslam gönlüne yerleşti. Akşam olunca Rasulullah’a (sav) doğru gitti. Peygamber Efendimiz yüksek sesle Kur'an okuyarak namaz kılıyordu. Hz. Ömer 'Sen daha önce bir kitabtan okumuş ve elinle de onu yazmış değildin. Öyle olsaydı, batıl söze uyanlar şüpheye düşerlerdi. Hayır, o, kendilerine ilim verilenlerin kalplerindeki apaçık âyetlerdir. Bizim âyetlerimizi ancak zalimler inkâr eder. [Ankebût, 29/48-49] ayetlerini ve 'Kâfirler 'Sen peygamber değilsin' derler. De ki: Benimle sizin aranızda şahit olarak Allah yeter, bir de yanında Kitab’ın ilmi bulunan kimse.' [Ra‘d, 13/43] ayetini işitti. Rasulullah (sav) namazı bitirince evine yöneldi. Ömer, onu görünce peşinden hızla yürüdü ve 'Dur benim için ey Muhammed!' dedi. Rasulullah (sav) 'Allah’a sığınırım senden' buyurdu. Ömer 'Dur benim için ey Muhammed! Ey Allah’ın Rasulü!' dedi. Bunun üzerine Peygamber (sav) onu bekledi. Ömer ona iman etti ve onu tasdik etti. Ömer Müslüman olunca, dayısı Velî b. Muğîre’nin oğlu Hâlid’in yanına girdi ve 'Ey dayım! Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve Muhammed O’nun kulu ve Rasulüdür. Bunu kavmine duyur'dedi. Velîd 'Yeğenim! İşinde acele etme. Çünkü bu öyle bir iştir ki, insan sabah başka bir halde, akşam başka bir halde bulunur' dedi. Ömer 'Vallahi, iş bana apaçık göründü. Kavmine benim İslam’ımı bildir' dedi. Velîd 'Ben senin hakkında bunu ilk dile getiren olmayacağım' dedi. Bunun üzerine Ömer, Cemîl b. Ma‘mer el-Cumahî’nin yanına girdi ve 'Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed O’nun kulu ve Rasulüdür' dedi. Cemîl hemen aceleyle ridâsını sürükleyerek Kureyş’in meclislerine koştu ve 'Ömer b. Hattâb dinden çıktı' diye bağırdı. Fakat Kureyş ona hiçbir karşılık vermedi. Çünkü Ömer kavminin büyüğü idi, ona karşı çıkmaktan çekindiler. Bunu gören Ömer onların karşısına dikildi. Hicr’e (Kâbe yanına) girdi, sırtını Kâbe’ye dayadı ve 'Ey Kureyş topluluğu! Biliniz ki ben şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur, Muhammed O’nun kulu ve Rasulüdür' dedi. Bunun üzerine onlar topluca ayağa kalktılar, şiddetle Ömer’le dövüştüler. O da gün boyunca onlarla savaştı ve onları dağıttı. Sonra Ömer İslam’ını açıktan ilan etti. Artık sabah akşam onların meclislerine gider, yüksek sesle şehadet getirirdi. Onlar ise ilk saldırılarından sonra artık ona ilişemediler. Bu durum Kureyş kâfirlerini çok zorladı. Çünkü Ömer’in İslam’ı, Müslüman olan herkes için büyük bir dayanak oldu. Bunun üzerine müşrikler, ellerinden gelen zulmü yaparak Müslümanlardan bir grubu işkencelere uğrattılar. Ma'mer, ona da Zührî şöyle demiştir: Hilâl, Rasulullah’a (sav) eziyet eden ve ona düşmanlık gösteren müşriklerin küfür üzere ölen atalarını zikretti." "Rasulullah'ın (sav) geceleyin (Mescid-i Haram'dan) Mescid-i Aksâ’ya yolculuğunun (İsra ve Mirac yolculuğunun) gerçekleştiği günün, ertesi sabahı insanlar, Hz. Peygamber'in (sav) İsra haberini aktardılar. Bunun üzerine, önceden onu tasdik edip iman etmiş bazı kimseler dinden döndüler ve fitneye düşüp onu bu hususta yalanladılar. Müşriklerden biri Ebu Bekir’e geldi 'Bak, arkadaşın bu gece Beytü’l-Makdis’e götürüldüğünü, sonra da aynı gecede geri döndüğünü iddia ediyor' dedi. Ebu Bekir 'Bunu gerçekten söyledi mi?' dedi. 'Evet' dediler. O zaman Ebu Bekir: 'Eğer bunu O söylediyse, mutlaka doğru söylemiştir' dedi. Onlar 'Onun, bir gecede Şam’a gidip geri döndüğünü nasıl tasdik edebiliyorsun?” dediler. Ebu Bekir de 'Evet, ben, ondan daha ötesini tasdik ediyorum. Ben, sabah akşam semadan Ona gelen haberi tasdik ediyorum' dedi. İşte bu sebeple Ebu Bekir’e “Sıddîk” lakabı verildi. Ma'mer derki: Bana Zührî, ona da Enes b. Mâlik şöyle haber vermiştir: Nebî’ye (sav), İsra gecesi elli vakit namaz farz kılındı, sonra beşe indirildi. Ardından Yüce Allah 'Ey Muhammed! 'Söz bende değişmez' [Kaf, 50/29]. Senin için bu beş vakit, elli vakit sevabı değerindedir' buyurdu. Ma'mer der ki: Bana Zührî, ona Ebu Seleme, ona da Cabir b. Abdullah'ın haber verdiğine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: Kavmim beni yalanladığında Hicr’de ayağa kalktım. Bunun üzerine Beytü’l-Makdis bana yükseltildi, öyle ki onu görüp onlara vasıflarını bir bir anlatmaya başladım. Ma‘mer der ki: Bana Zührî, ona Saîd b. Müseyyeb, ona Ebu Hüreyre’nin haber verdiğine göre Hz. Peygamber (sav) 'İsrâ gecesi Mûsâ (as) ile karşılaştım' buyurdu ve onu 'Saçları sert dalgalı, sanki Şenûe kabilesinden bir adam gibiydi' diye tarif etti. Sonra 'İsa (as) ile karşılaştım' buyurdu ve onu 'Orta boylu, kızıl tenli, sanki hamamdan yeni çıkmış gibiydi' diye tarif etti, sonra da 'İbrahim’i gördüm; onun çocukları içinde ona en çok benzeyen benim' buyurdu ve şöyle devam etti: Bana içinde biri süt, diğeri şarap olan iki kap getirildi. 'Hangisini istersen onu al' denildi. Ben sütü aldım ve içtim, bana 'Sen fıtrata yöneldin, fıtratı buldun. Eğer şarabı alsaydın, ümmetin sapmış olurdu' denildi."


    Öneri Formu
80664 MA009719 Musannef-i Abdurrezzak, V, 321

Abdurrezzâk, ona Yahya b. Alâ el-Becelî, ona amcası Şuayb b. Hâlid b. Hanzala b. Semure b. Müseyyeb, ona babası (Hâlid b. Hanzala), ona dedesi (Müseyyeb b. Becele) ona da İbn Abbâs şöyle demiştir: "Bir çok kişi Hz. Fâtıma'nın nikahına talip oldu, ancak Hz. Peygamber (sav), kendisine gelen taliplerin hepsini geri çevirdi. Sonunda insanlar (bu işten) ümitlerini kesti. Sonra Sa'd b. Muâz, Hz. Ali'ye rastladı ve 'Vallahi ben, Rasulullah'ın (sav), onu (Fâtıma’yı) senden başka biri için beklettiğini sanmıyorum' dedi. Ali 'Bu seni neden sevindirdi?' diye sordu. Sa'd 'Vallahi ben o iki kişiden biri değilim: Ben, ne dünyalık isteyen dünyalık mal peşinde koşan biriyim — ki zaten ne altınım ne gümüşüm vardır — ne de gönlü okşanacak bir kâfirim. Bilirsin ki ben İslâm’a girenlerin ilkiyim' dedi ve ardından 'Bak sana kesin olarak söylüyorum, bu konuyu benim hatırım için açıklığa kavuştur, bunda bir ferahlık vardır' diye ekledi. Ali 'Ne söyleyeyim?' dedi. Sa'd 'Şöyle dersin: Fâtıma bt. Muhammed’e talip olarak Allah’a ve Rasûlü’ne geldim' dedi. Ali, Hz. Peygamber'in (sav) yanına gitti. O esnada Peygamber (sav) hasırın alt kısmında namaz kılmaktaydı. Peygamber (sav) ona 'Ey Ali, galiba bir isteğin var?' dedi. Ali 'Evet, Fâtıma bt. Muhammed’e talip olarak Allah’a ve Rasûlü’ne geldim' dedi. Hz. Peygamber (sav) 'Merhaba' dedi, fakat bu kelimeyi zayıf bir şekilde söyledi. Ali, Sa'd b. Muâz’ın yanına dönüp 'Söylediğin gibi yaptım, ancak Hz. Peygamber (sav) bana zayıf bir merhabadan başka bir şey demedi' dedi. Sa'd 'Vallahi, Hz. Peygamber (sav) onu sana nikâhladı. O’nu hak üzere gönderene yemin olsun ki Hz. Peygamber ne sözünden döner ne de yalanı vardır. Yarın git ve 'Ey Allah'ın Nebisi! Ne zaman beni onunla evlendirirsin?' diye sor' dedi. Ali 'Bunu söylemek, ilkinden daha zor. Yoksa 'Ey Allah’ın Rasulü! İhtiyacım şudur’ diye mi söyleyeyim' dedi. Sa'd 'Hayır, sana dediğim gibi söyle' dedi. Ali tekrar gitti ve 'Ey Allah’ın Rasûlü! Ne zaman beni onunla evlendireceksin?' dedi. Peygamber (sav) de 'Üçüncü (gün) inşallah' buyurdu." "Sonra Hz. Peygamber (sav) Bilâl’i çağırdı ve 'Ey Bilâl! Ben, kızımı amcazademe nikâhladım. Ümmetimin sünneti olarak nikâh anında yemek ikramını seviyorum. Git, koyunlardan birini al, dört veya beş müd (ölçek) yiyecek al, Ali için bir sofra hazırlayıp Muhacir ve Ensar'ı davet edeyim. Bitirdiğinde bana haber ver' buyurdu. Bilâl emri yerine getirdi, yemeği getirdi. Peygamber (sav) elini yemeğin üzerine koydu ve 'İnsanları grup grup içeri al, bir grup bitmeden diğerine geçme' buyurdu. Herkes bu şekilde doydu. Artan yemeğin üzerine Peygamber (sav) tükürüğünü koydu, bereketlendi ve 'Ey Bilâl! Bunu annelerine götür ve onlara 'Yiyin ve yanınıza gelenlere ikram edin' de' buyurdu." "Sonra Peygamber (sav) kadınların yanına girdi 'Ben kızımı amcazademe nikâhladım. Onun bana olan yakınlığını bilirsiniz. Şimdi onu Ali'ye teslim edeceğim. İşte kızınız burada (hazırlayın)' buyurdu. Kadınlar, Fâtıma’yı süslediler. Peygamber (sav) içeri girdiğinde kadınlar uzaklaştılar. Aralarında sadece Esmâ bt. Umeys kaldı. Peygamber (sav) ' Dur bakalım, sen kimsin?' dedi. Esmâ 'Ben kızınızı korumak için buradayım. Gelin olan bir kıza, gece yanında bulunacak, ihtiyacını giderecek bir kadının olması gerekir' dedi. Peygamber (sav) 'Rabbimden, seni önünden, arkandan, sağından, solundan şeytandan korumasını diliyorum' diye dua etti." "Sonra Fâtıma’yı çağırdı. Fâtıma gelince, Ali’yi, Hz. Peygamber'in (sav) yanında oturduğunu görünce utanıp ağladı. Hz. Peygamber (sav) Fatıma'nın, Ali’nin, malı olmadığı için ağladığından korktu ve 'Niçin ağlıyorsun? Ben sana kendi nefsimde kusur etmedim. Sana ailemin en hayırlısını istedim. Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki seni, dünyada mutlu, ahirette ise salihlerden olan birine nikâhladım' buyurdu. Sonra 'Bana bir ibrik getir, içine su doldur' buyurdu. Esmâ suyu getirdi. Peygamber (sav) içine ağzını çalkalayıp tükürdü, ellerini ve yüzünü yıkadı. Fâtıma’nın başına, göğüs arasına ve üzerine su serpti ve Allah’ım! O bendendir, ben de ondanım. Nasıl ki benden pisliği giderip beni tertemiz kıldıysan, onu da tertemiz kıl' diye dua etti. Aynısını Ali’ye de yaptı ve onlar için 'Evinize gidin. Allah sizi bir araya getirsin, sırlarınızı bereketlendirsin, hâlinizi düzeltsin' diye dua etti. Sonra kendi eliyle kapılarını kapattı." "İbn Abbâs der ki: Esmâ bint Umeys bana 'Rasulullah'ı (sav) gözledim, o, başka kimseyi dahil etmeden, tâ ki odasında kayboluncaya kadar, sadece onlar için dua etti' dedi."


    Öneri Formu
81249 MA009782 Musannef-i Abdurrezzak, V, 486

Bize Muhammed b. Cafer, ona Şu'be, ona Hâlid, ona Ebu Kilâbe, ona Ebu Eş'as, ona da Ubâde b. Sâmit şöyle demiştir: "Rasulullah (sav), kadınlardan yahut (genel olarak) insanlardan biat aldığı şartları üzerine bizden biat aldı. Biz, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmamak, Hırsızlık yapmamak, Zina etmemek, Çocuklarımızı öldürmemek, Gıybet etmemek, Birbirimize eziyet ve iftira etmemek, Marûf olan hususlarda kendisine karşı gelmemek üzere biat ettik. Kim bunlardan herhangi birini işler de hakkında had cezası uygulanırsa, bu onun için kefaret olur. Kimin de cezası ertelenirse (dünyada had cezası uygulanmazsa), işi Allah Teâlâ’ya kalmıştır. Dilerse ona azap eder, dilerse bağışlar."


    Öneri Formu
72505 HM023111 İbn Hanbel, V, 320

Bize Muhammed b. Sabbah, ona Cerir; (T) Bize Ali b. Muhammed, ona Vekî;(T) Bize Ebu Küreyb, ona Ebu Muâviye, onların hepsine A'meş, ona Ebu Salih, ona da Ebu Ebu Saîd'in rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Ashabıma sövmeyin. Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, sizden biri Uhud (dağı) kadar altın infak etse, yine de onların yaptığı bir veya yarım ölçek (hayrın sevabına) ulaşamaz."


    Öneri Formu
285811 İM000161-3 İbn Mâce, Sunne, 11

Bize Muhammed b. Sabbah, ona Cerir; (T) Bize Ali b. Muhammed, ona Vekî;(T) Bize Ebu Küreyb, ona Ebu Muâviye, onların hepsine A'meş, ona Ebu Salih, ona da Ebu Ebu Saîd'in rivayet ettiğine göre Rasulullah (sav) şöyle buyurmuştur: "Ashabıma sövmeyin. Canımı elinde tutan Allah'a yemin ederim ki, sizden biri Uhud (dağı) kadar altın infak etse, yine de onların yaptığı bir veya yarım ölçek (hayrın sevabına) ulaşamaz."


    Öneri Formu
285812 İM000161-2 İbn Mâce, Sunne, 11


    Öneri Formu
194 M007271 Müslim, Fiten ve Eşrâtu's-Sâa, 28